UFUK BERDAN | 24 – 11 – 2014 | Zombi Afrika dillerinde yaşayan ölü, yılan ilah veya tanrı olarak bilinir. Türkçe de ise zombinin anlam karşılığı en anlaşır bir kavramla ‚hortlak‘ olabilir. Lenin tarafından yüz yıl önce ‚can çekişen kapitalizm‘ olarak tarif edilen emperyalizm; bu bağlamda mecazi olarak pekala ‘yaşayan ölü’ye de benzetilebilinir. Kapitalizm koşullarında bireysel ve sosyal yaşam insani açıdan çürümüşlük içinde bir yaşamdır. Çünkü insan doğasına ve insanlığın sosyalizasyonuna ters bir ekonomi politiktir kapitalizm. Mao daha sonraları aynı emperyalizmi, yine mecazen ‚kağıttan kaplan‘ olarak da tarif etmiştir. Kağıttan kaplan, ama aynı zamanda insanlığın kanını emen dişleri kanlı bir kaplandır da demiştir aynı tarif içinde.
Fakat, emperyalizm, aslında ruhunu paranın ve mülkiyetin egemenliğine amade etmişliğin düzenidir. Bu anlamda, emperyalizm; dişleri ve elleri kanlı, saldırganlıkta sınır tanımayan, sömürmekte doymak nedir bilmeyen, talandan hiç vazgeçmeyen gerçek bir kaplandır. 21. Yüzyıldaki yansımalarıyla da görülmektedir ki, emperyalizm; dünya işçi sınıfına ve halklarına, en başta da Orta-Doğu halklarına kan kusturmaya tam gaz devam etmektedir. Ama nihayetinde, o, bütün dehşet saçan devasa gücüne rağmen, yaşayan bir ölü, yani mecazen de adeta bir ‘’zombi’’ gibidir. “Para, para, para, ille de para, para‘ diyerek zoraki yaşatılan ve saldırganlık ruhunda sınır tanımayan bir “ölü“dür o. TTİP gibi anlaşmalar ise; tam da bu can çekişen ve çürümüşlüğün sınırındaki iktisadi modelin var olmak ve kendini yeniden üretmek adına kurguladığı son egemenlik hamlelerinden sadece bir tanesidir.
Bu nedenle en yeni ve en son emperyal egemenlik projesi olarak TTİP’in ne olduğunu araştırmaya devam edelim, ona ve sosyal-siyasal yıkı(m)cı sonuçlarına karşı bilinçli ve örgütlü bir halde karşı durabilmeleri için emekçi kitleleri bilgilendirelim!
Bu yazının önceki üç makalesinde ortaya konmaya çalışıldığı gibi, Transatlantik Ticaret Ve Yatırım Ortaklığı (TTİP), ABD ve AB arasındaki yatırımları, hizmetleri, ticari ilişkileri ve kamu alımları da dahil olmak üzere bütün siyasi ve iktisadi alış-verişleri bir sistem çerçevesinde yeniden tasarlıyor. Bütün bu alanlarda “anlaşmalı-karşılıklı serbest erişim hakkının yeniden düzenlenmesi“dir. Ayrıca, genel mülkiyet hakları ve özel olarak ta son yıllarda öne çıkan bilgiye dayalı fikri mülkiyet hakları, toplumsal üretim ve burdan elde edilen değerlerin bölüşümü, çevre kuralları ve sosyal sistem alanlarında da çok yeni yasal politik düzenlemeleri de öngörüyor.
TTİP, emperyalizm koşullarında en kapsamlı ‘’bilateral küresel rekabet düzenlemesi“ olarak tarihe geçmek üzeredir, zira imzalanma aşamasındadır. Bir kaç muhalif, ilerici ve devrimci çevrenin ve sosyal ve siyasal yıkım karşıtı bazı duyarlı kesimlerin dışında, ne yazık ki, geniş toplumsal kesimlerin gündeminde bile değildir bu anlaşma ve onun olası yıkımsal sonuçları. Bütün Dünya, tabi ki, biraz da haklı olarak, Irak ve Suriye’de cereyan eden aktuel hengame, dalaş ve kapışmalar içinde ve yine köktendinci, islamo-faşist terör örgütü IŞİD’in Kobani’ye yönelik vahşi saldırganlıklarıyla meşgul iken, dünya ilerici kamuoyunun TTİP’i konuşmaya, tartışmaya ve gündemleştirmeye çok fazla fırsatı da yok gibi…
TTİP düzenlemesi KOBANE saldırganlığının gölgesinde rahatça fazla gürültü patırtı olmadan geçirilmek isteniyorsa da, zaten reel gündem olan ROJAVA devrimci atılımı ve KOBANE serhildanı bu tarz anlaşmaların temel zihniyetinde var olan sömürgecilik ilişkilerine karşı meşru ve haklı bir itirazın hatta isyanın ürünü değil midir?
Fakat, yine de bilmek gerekir ki, verili Dünya düzenine alternatif yeni bir model olarak tasarlanan Rojava gibi alternatif atılımları daha doğmadan ana rahminde boğabilecek bir düzenlemedir TTİP. Tam da Rojava gibi, ya da Hindistan’daki yeni devrimci demokratik model örgütlenmeler gibi çok daha ileri projeler asla yaşam hakkı bulmasın, büyümeden boğulsun, emperyal egemenlikler sürgit devam etsin diye tasarlanmaktadır bu anlaşma. TTİP, emperyalizm tarihinde ortaya çıkan anlaşmalardan en emperyalist, en gerici ve en şoven düzenlemeleri içerenlerden bir tanesidir. TTİP, en asalak, en paraziter, en rantiyeci, en tahakkümcü iki başat emperyalist güçlerin, yani Amerika Birleşik Devletleri (ABD) ve Avrupa Birliği (AB) arasındaki neo-liberalist ilişkilerin vardığı doruk noktadır. Mali ve iktisadi, yapısal ve çevrimsel krizlerden en musdarip olan dünya jandarması ABD emperyalizminin – daha fazla kızışan küresel rekabet koşullarında- AB’li emperyalist devletleri kendi yörüngesinde tutma ve daha fazla bağımlı kılma projesidir de aynı zamanda.
Emperyalist devletler, sistemler ve kutupbaşları arasında ekonomik ve ticari ilişkiler çok kapsamlı bir entegrasyona örnektir aynı zamanda. Bu yatırımsal ve ticari entegrasyon, bir kaç veya tek tekelin küresel hakimiyetine doğru kaçınılmaz gidişatın vardığı en son aşamadır. Ve durdurak bilmeyen emperyalist yayılmacılığın bir sonucu olsa da, ve yine verili koşullarda çoğunluk tarafından imkansız bir ihtimal gibi görünse de, dünya işçi sınıfı ve ezilen halkların birleşik mücadele ihtimali karşısında emperyalist güçlerin arka kafalarında daima duran yapısal depresiv korkularının da bir sonucudur. Bu anlamda TTİP, esasen başat emperyal devlet olarak ABD’nin yeni bir küresel emperyalist sömürü ve talan projesidir. TTİP, aynı zamanda adına “transatlantik anlaşma“ deselerde, en güçlü egemen sermaye güçleri arasında “transatlantik rekabet“in yeniden düzenlenmesidir. Bu anlamda, söz konusu müstakbel anlaşma, tekelci kapitalist rekabetin yeni emperyal çıkar karşıtlıkları ve birlikleri üzerinden yeniden dizayn edilmesi olarak; en emperyalist kesimlerin küresel bir sözleşmesidir ve sönümlenmesi kaçınılmaz olan kapitalizmin ‘ekonomik NATO’ olarak örgütlemeye çalıştığı ‘zombi iktisat’tır.
Ekonomi-politikteki deneyimler ve gelişmeler de göstermiştirki; Emperyalizmi sadece askeri veya politik ya da ekonomik, tarihsel ve hatta kültürel yayılmacılık olarak görenlerin aksine, tekelci kapitalizm bunların hepsidir. Ve bu husustaki Leninist teoremin doğruluğu günümüzdeki böylesi çok bariz örneklerle bir kez daha tanıtlanmaktadır… TTİP’i kurgulayanlar elbette ve asla böyle karşıt görüşü tanıtlamak diye bir amaç gütmemekteler. Ne var ki, onların düşün tarzları ve toplumsal çelişkiler karşısındaki sözde çözüm kilitlenmişlikleri, Lenin’i yeniden ve yeniden haklı çıkarmaktadır.
En emperyalist kesimlerden ABD ve Avrupa Birliği, verili olan kültürel, sosyal, politik ve iktisadi küresel egemenlik koşullarında, kendileri için en makul ve en gerçekçi olana erişmek için merkez ülkelerden çeper ülkelere doğru transfer edilen ‘’azami ve ekstra kar’’ transferine çok somut bir yeniden bölüşüm düzenlemesi getirmek istemektedirler. Bu anlaşmanın imzalandığı gün o çok dillendirilen ‚küreselleşme’nin de ölüm merasimi başlayacaktır. Çünkü küresel ticaretin yüzde 61’i ve GSMH’nın yüzde 45’i bu anlaşma taraflarının denetimine girecek ve bir anlamda ‘emperyalist küreselleşme’ye karşı yeniden ‘emperyalist bölgeselleşme‘ tekrardan gündemleşecektir.
TTİP emperyalizmin en yeni hegemonya sistemi olduğu kadar yeni bir iktisadi, siyasal, sosyal ve kültürel yıkım projesidir de:
Bu anlaşma ezilen dünya halklarını, sömürülen bütün zihin ve beden emekçilerini, esaret altındaki mazlum ulusları ve erkek egemenliğinde baskı altına alınan emekçi kadınları karşısına alan yeni yıkım projesidir.
TTİP anlaşması, dünya işçi sınıfını ve en geniş emekçi kesimleri nasıl etkileyecektir? TTİP anlaşması ezilen bağımlı ulusları, baskı altındaki etnik kültürleri ve inançları nasıl etkileyecektir? TTİP anlaşmasının gençlere yansıması nasıl olacaktır? TTİP anlaşmasının kadınlara yansıması nasıl olacaktır? TTİP ulusal ve yerel ekonomileri, küçük üretimi nasıl etkileyecektir? TTİP üretimi, tüketimi ve doğayı nasıl etkileyecektir? TTİP’in burjuva demokrasileri, demokrasi ve sosyalizm mücadeleleri üzerindeki etkileri nasıl olacaktır? TTİP’e karşı ne yapılmalıdır, TTİP karşıtı eylem biçimleri nasıl olabilir?
Bütün bu sorulara cevaplar bulmalıyız!
Her şeyden önce bu anlaşma, tekelci büyük tellerin çıkarlarını esas aldığı ve halkın, anlaşmanın geçerli olacağı ülkelerdeki vatandaşların ve emekçilerin çıkarlarını gözardı ettiği içindir ki; sosyal, siyasal ve küresel yıkımcılığın ulaştığı en son versiyondur. TTİP burjuva demokrasilerini ve hukuk devleti prensibini daha fazla rafa kaldıracak bir düzenlemedir. Yabancı şirketler yatırım yaptıkları ülkelerde zararın tanzimi için devletleri mahkemeye verebilecek ve haklı görülmeleri durumunda kamusal değerler, halkın vergileri bu tekellere peşkeş çekilecek ve hiç bir ulusal mahkeme ve hiç kimse buna itiraz edemeyecektir. TTİP özelleştirmeyi sınırsızlaştıracaktır. Eğitim, sağlık, beslenme, barınma, ısınma, ulaşım, bilgiye erişim gibi hala kısmen kamusal olan sosyal devlet hizmetleri olandan daha fazla daha fazla özelleştirilecektir. Sosyal devlet anlayışı ve sistemlerinin son kalıntıları da yok olacaktır. Avrupa Birliğinde ABD ilişkileri hakim hale gelecektir. Bu alanda da tam bir ‚amerikanlaşma‘ olacaktır. Örneğin esasen belediyelerin ve devletlerin denetimindeki içme suları, sağlık ve eğitim gibi başlıca sektörlerde yakın gelecekte tam bir özelleştirme olacaktır.
Genetiği Değiştirilmiş Organizmalar’ın daha fazla yaygınlaşması üzerinden beslenme kaynaklarımız hızla bozulacak, hormonlu et ve gıda piyasaları tamamen tekellerin denetimine girecek, Fracking yöntemiyle çıkarılan doğalgaz ve petrol üretimi nedeniyle içme sularımız geriye dönüşümü mümkün olmayacak tarzda daha çok kirlenecek ve doğal afetler hızla çoğalacaktır. Organik üretim, doğal üretim giderek ve tamamen ortadan kalkacaktır. TTİP sayesinde özel bilgi, özel yaşam, özel sır diye hiç bir şey kalmayacaktır. İnternet kullanıcıları sürekli ve sistemli takip edilecek, her türlü sanal davranışları toplu kayıt edilecek ve bu bilgiler piyasanın bir veri tabanı olarak insanlar istemeseler dahi daha fazla kullanılacaktır. Tüketici hakları ve doğayı koruma yasaları diye bir şey neredeyse kalmayacaktır.TTİP anlaşması imzalandığı takdirde geri dönüşü olmayan bir yola girilecektir. Çünkü zaten yıllardır var olan bütün bu sosyal ve siyasal saldırganlıklar artık uluslararası bir standart olarak daha sistemli ve yasal zorunluluk olarak uygulanacaktır. Bu anlaşma, burjuva politik arenayı da temelinden sarsacaktır. Seçilmişlerin, atanmışların, ulusal yasaların ve mahkemelerin bu düzenleme karşısında birer kukladan başka hiç bir önemi ve etkisi kalmayacaktır. Burjuva politik arenada sermaye dizginleri tamamen eline alacak ve politikacılar-politik partiler birbirinden farksız birer kukla olarak, daha bariz bir şekilde, sermayenin emrine amade olacaklardır.
Bir defa imzalandığında örneğin hiç bir Avrupa ülkesinin anlaşmadan tek başına ayrılma hakkı öngülmemektedir. Teorik ve pratik olarak geriye dönüşü olmayan ve ulusal çıkarları transnasyonal şirketlerin çıkarlarına indirgeyen bir anlaşma olarak, sosyal ve siyasal yıkımı derinleştiren, bunları uluslararası düzlemde standardize eden yeni bir egemenlik sistemi, politikaları ve uygulamaları gerçek olacaktır.
TTİP anlaşması işçi haklarını, örgütlenmelerini ve politikalarını en geri seviyelere çekecektir. Amerika Birleşik Devletleri’ndeki üretim ve tüketim standartları yanında işçi hakları-sosyal hak standartlarının en geri seviyede olduğu düşünülürse ve TTİP’in esasen ABD’nin lehine düzenleneceği göz önünde bulundurulursa, Avrupa emek cephesinde gidişat hiç te parlak görünmemektedir.
Emeğin kendini yeniden üretebilmesi en geri sınırlara çekilmeye devam edecektir. Avrupa ülkelerinde işçi sınıfı ve emekçilere onlarca yıl sus payı olarak verilen imtiyazlar artık daha fazla tarihe karışacaktır. Özellikle en emperyalist ülkelerde aristokratlaşan işçi sınıfının zincirlerinden başka ‘kaybedeceği şeyler’ sıraya dizilmiştir. Neo-liberalist esnek çalışma ve üretim rejimleri, aristokratlaşan işçi sınıfının göreceli bu imtiyazları yanında, sınıfın birliği ve mücadelesini de tümden yok etmeyi amaçlamaktadır. Esnek üretim denilen çalışma modeli tamı tamına uygulamaya konulacak ücretli üretim tam anlamıyla modern köleci-en düşük ücretli taşeron üretime dönüşecektir. Emeğin kendini yeniden üretebilmesinin minimum seviyelere çekilmesi bu sayede standardize edilecektir. Sözleşmeli nispeten yüksek ücretli işçilik tali, düşük ücretli ve hakları budanmış taşeron işçilik, kiralık işçilik, yani modern kölelik ise kafa ve kol emeğini kapsayan bütün sektörel alanlarda esas olabilecektir.
Genç kuşakların eğitim hakları tamamen tekellerin ve tröstlerin çıkarlarına göre rekabet içinde ayıklanma yoluyla ellerinden alınacak ve eğitim bütünlüklü olarak bir meta haline gelecektir. Eğitilmiş olsa dahi iş garantisi olmadığı için yüksek eğitimli işsizlikte bir reel standart haline gelecektir. Bu durum ve gençliğin geleceksizliğinin sistemleştirilmesi demek olacaktır.
Kadınların eşit işe eşit ücret talepleri inkar edilecek ve daha fazla üretime çekilen kadınlar daha az ücret almaya mahkum edileceklerdir. Kadın hakları da işçi hakları gibi minimum seviyelere çekilecektir. İşçi, emekçi, göçmen, mülteci ve yardıma muhtaç kadınların sayısı çığ gibi artmaya devam edecek ama sosyal ve siyasal haklarında ciddi bir ilerleme olmayacak, tersine gerilemeler ve daha fazla hak gaspları yaşanacaktır. Kadın özel mülkiyetin, sermaye düzeninin ve erkek egemen sistemde erkeğin modern kölesi olmaya devam edecektir.
Dolayısıyla TTİP’e karşı olmak özünde emperyalizme karşı olmaktır. TTİP’i teşhir etmek sermaye egemenliğinin toplumları getirdiği yıkımcı aşamayı görünür kılmaktır. TTİP’e karşı gelmek insanın insan tarafından sömürülmesine ve bunun son biçimine karşı gelmektir.
TTİP’e karşı mücadele etmek bütün sosyal, siyasal ve toplumsal değerlerin insan ve toplum doğasına ters olan para sermayenin ilişkilerine peşkeş çekilmesine karşı mücadele etmektir. TTİP’e karşı gelmek emperyalizme, her türden gericiliğe ve insanın insan tarafından sömürülmesine, doğanın özünden saptırılmış insan tarafından dengesinin bozulmasına ve tahrip edilmesine karşı gelmektir.
ATİK-YDG ve YENİ KADIN üyeleri ve aktivistleri olarak bu ve buna benzer anlaşmalara karşı gelmek, kendimizi ve toplumu bilinçlendirmek ve örgütlü anti-emperyalist, anti-faşist ve anti-rassist mücadeleye daha fazla katmak göreviyle karşı karşıyayız. Toplumu değiştirmeye kalkışmadan önce kendimizi bilgilendirmeli ve değiştirmeliyiz. Değişimi kendimizden başlatmalıyız ki çevremizi etki altına alabilelim. Mücadele anlayışımız, biçimlerimiz ve yöntemlerimizi değişen dünya koşullarına göre yeniden tanımlayabilmeli ve değişmesi gerekenleri değiştirme cesaretini gösrerebilmeliyiz. Basma kalıp düşün, yaşam ve mücadele tarzı yerine üretken, yenilenici ve değişimci düşün, yaşam ve mücadele tarzını benimsemeliyiz. Çünkü hareket ve değişim her türden gelişimin kaçınılmaz diyalektiği ve dinamiğidir. TTİP karşıtı eylem birliklerinde yer almalı, kitleleri bilinçlendirmeli ve güç birliklerini bu alanda da geliştirmeliyiz.