Anasayfa , Köşe Yazıları , Bunalım Çağı, IŞİD Gençliği ve Gençliğin Eğitimi Sorunu

Bunalım Çağı, IŞİD Gençliği ve Gençliğin Eğitimi Sorunu

metin-aycicek2_bMETİN AYÇİÇEK | 24-11-2014 | İnsanlık Kapitalist Barbarlığın Buhranını Yaşıyor, Bir toplumda yaygınca gözlenebilen bir şiddet olgusundan söz ediyorsak, sorunu öncelikle fail-kurban ilişkisi çerçevesinden çıkararak toplumun yatay ve dikey kurumlarının bütünüyle bu toplumun, üzerine inşa edildiği sosyo-ekonomik yapının temel özellikleri üzerine yoğunlaşmamız gerekir. Açıktır ki toplumun sosyoekonomik yapılanması ya da politik sistemi (örneğin devlet ya da devletin temel insan hakları ve özgürlüklere yaklaşımı vb.,) yeterince kavranmadan, bu sistem içerisinde şekillenen hiçbir sosyal fenomeni çözümleyebilme gücümüz olamaz.

Sadece tekil olaylar ve bunlara yönelik çözümler üzerinde yoğunlaşarak, hem büyük bir enerji kaybı hem de sürekli olarak kendisini yeniden ve yeniden üreten, ve bu nedenle de toplumsal boyutta iyileştirmeye hizmet etmeyen bir sonuç elde ederiz.

Elbette toplumun, kendisini yeniden üretimi eyleminin yoğunlaştı alanların başında toplumun minyatürü karakterine sahip olan ‘aile sistemi’ ve sosyo-ekonomik yapının ideolojik üretiminin asli organlarından biri olan ‘okul ve eğitim sistemi’ akla gelmelidir.

Eğitim uzmanı Prof. Dr. Nejla Kurul, esas olarak orta ya da gelişmiş ülkeler kapsamında da olsa, özellikle kamu okulları ile devlet ve devlet politikaları arasındaki ilişkiyi temel alarak, bunların okullar üzerindeki doğrudan etkisinin altını çizmektedir. Devletleri etkileyen temel küresel faktör olarak ‘küreselleşme’ de böylece okul ve eğitim alanına burnunu sokmaktadır.

Biliyoruz ki kapitalizmin yapısal özelliklerinin kaçınılmaz sonucu olarak ortaya çıkan ‘dönemsel krizler’ yaşadığımız çağda artık ‘sürekli krizler’ karakterine dönüşmüştür. 1970’li yıllarda Dünyada yaşanan kapitalizmin genel ekonomik krizi, çözüm için birçok yeni modele başvurulsa da, Türkiye gibi ülkelerde toplumsal çalkantılar ve askeri darbelerle sonuçlanan etkilere rağmen giderilememiş, varlığını hafif azalma ya da artırmayla sürdürmüş; zaman zaman büyük fırtınalara kapılarak devam etmiştir.

Krizi aşmak amacıyla sürdürülen yeni arayışlar içerisinde, kapitalist sermayenin dünya ölçeğindeki tekelleşme sürecindeki yoğunlaşmayla da bağıntılı olan ve ‘Küreselleşme’ olarak adlandırılan modeller değişik politik programlamalarla ortaya sürülmüş ve uygulamaya sokulmuştur. “Küreselleşme, teknolojik gelişmelerin de etkisiyle, son çeyrek yüzyıllık dönemde zaman sıkışmasına, coğrafi yayılmaya ve devletin toplumsal yükümlülük alanlarını da piyasa içine alarak sektörel genişlemeyle ve yol açtığı tahribatlarla anılan bir süreçtir” [1] diye tanımladığı bu gelişimin eğitimle ilişkisini Prof. Dr. Nejla Kurul şöyle kuruyor: “Küreselleşme ve eğitim ilişkisi, en genel çerçeve içinde yeni liberal ve yeni muhafazakâr politikaların küresel, ulusal ve yerel düzeyde eğitime ve okula yansımaları ile açıklanabilir ve anlamlandırılabilir.” [2]

Deniz Yıldırım, “Okulda Şiddetin Ekonomi Politiği” başlıklı yazısında güzel bir giriş yaparak tartışılması gereken alanların da altını çizmektedir. “Toplumun giderek sürüklendiği şiddet sarmalı, bir ideolojik aygıt olarak ‘okul’da da kendisini yoğun biçimde hissettirirken; toplumun içinden geçen tüm çelişki ve çatlakların aynı zamanda ideolojik aygıtların içinden de geçtiğinin bir kere daha gözler önüne serildiği bir dönem bu.” [3]

Sonuç olarak kapitalist barbarlık, ortaklaşma yerine bencilliği, toplumsallaşma yerine bireyselleşmeyi, paylaşımcılık yerine rekabeti, dayanışma yerine çatışmayı, emeğe saygı yerine ‘kazanmayı’, özveri yerine ihtirası, özgürlük yerine otoriteyi ve bunların sonucu olarak bütün kurumlarıyla şiddeti ve korkuyu yaygınlaştıran bir Frenkeştayn varlığıyla yaşamını sürdürmeye çalışmaktadır.

7 milyarlık dünyanın en fazla yedide ikisi rahat koşullar altında yaşamını sürdürebilmekteyken, geri kalan yedide beşi yoksulluk ya da açlık sınırı altında bir yaşama mahkûm edilmiştir. Dünya genelinde üretilen değerlerin paylaşımına yönelik böylesine büyük bir adaletsizlik ve eşitsizlik hali, giderek alttan üste doğru tepkisel davranışları, radikal reaksiyonları körüklemektedir.

Uluslararası Çalışma Örgütü (ILO) araştırmalara, Türkiye’nin işçi ölümlerinde El Salvador ve Cezayir’in ardından üçüncü sırada olduğunu bildiriyor. Türkiye’de bu yılın ilk 9 ayında iş kazaları nedeniyle hayatını kaybeden işçi sayısı (bilineni) 1414 olarak belirleniyor.  Sadece 2000-2012 zaman diliminde Türkiye`de toplamında 12 bin 686 işçi kazalarda yaşamını yitirdi.

Türkiye’de kayıtlara göre 2002’de 66 olan kadın cinayeti her geçen yıl artarak 2007’de 1011 oldu.

2010 yılının ilk 7 ayında 478 kadın tecavüze uğrarken, 722 kadın taciz edildi. Aile içi şiddet kapsamında 6 bin 423 kadın şiddete maruz kalarak hastanelik oldu.

Türkiye İstatistik Kurumu’nun rakamlarına göre tecavüz ve taciz gibi cinsel saldırı suçlar son beş yılda yüzde 30 artış yaşadı. 2006’da 528 iken 2009’da 652 kadın tecavüze uğradı. Cinsel taciz olayı 2006’da 489 iken, 2009’da 624 oldu. Ocak 2009’da yayımlanan “Türkiye’de Kadına Yönelik Şiddet Raporu” fiziksel şiddet yaşayan kadınların oranının yüzde 42 olduğunu saptadı.

Toplumsal grupların bireye ya da bir başka gruba karşı şiddet uygulaması olgusu elbette yeni bir olgu değildir. Ama günümüz toplumlarındaki sınıflar arası zıtlıkların daha derinleşmesi ve büyümesi, alt sınıfların daha fazla yaygınlaşması ve yoksullaşması, varlıklı sınıfların üretimden elde ettikleri haksız kazançlarla daha abartılı yaşam standartları ile sergilenmesi gibi birçok faktör, toplumsal şiddetin bugünkü yaygınlığının temel unsurlarından ilkini oluşturmaktadır. Gözlemler, büyük metropollerin yoksul semtlerindeki şiddet yaygınlığının varlıklı semtlere kıyasla daha büyük olması gerçeği de bu tezi doğrular yöndedir.

Örnekleri Türkiye’den verişimizin en önemli nedeni, IŞİD’e katılan militanların önemli bir bölümünün Türkiye’den giden İslamcı gençler oluşudur.

 

İŞİD Gençliği

IŞİD terörüyle tanışan dünya büyük Kobanê direnişiyle biraz soluk alınca, IŞİD’i farklı boyutlarıyla masaya yatırmaya başladı. Çünkü IŞİD katliamda sınır tanımaz ve sınırlanamaz vahşet örneklerini sergilemekten başka özelliklere de sahipti. Çok kısa zaman içinde politik bilimlerin yakın ilgi alanın yanı sıra, örneğin psikoloji, pedagoji ya da sosyoloji gibi bilim alanlarında da yaygın ve henüz spekülatif boyutlu olan tartışmalara neden olabildi.

Magazin gazeteciliğinin kesilen kafaların görüntüleri dışında, daha çok bilim alanlarında sürdürülen bu tartışmaların önemlileri, esas olarak IŞİD’in ideolojik varlığına değil yapısal özelliklerine yönelikti. Çünkü IŞİD’in ideolojik yapılanması (birbirinden farklılıklar gösterse de) daha önceki El Kaida, Hizbullah, Müslüman Kardeşler ve benzeri İslami prototipleri nedeniyle yeterince tanınmaktaydı. Şeriat istemi, içinden geldiği EL Kaida ya da Suudi Arabistan’daki devlet ideolojisinden çok da farklı değildir. Hatta İslam alanında uzmanlar, IŞİD’in islami yorumlarının, Müslüman Kardeşler, El Kaida gibi şeriat devleti savunucusu hareketlerin çok gerisinde, palyatif, eklektik ve acemice olduğunu savlarlar.

Sonuç itibariyle, IŞİD’in El Kaida’nın çocuğu olduğu; yaptığı yaramazlıkları komşuları da rahatsız eder boyuta gelince babası tarafından azarlanan ve cezalandırılan ve bunun üzerine şimdilik baba ocağı evini terk eden büluğ döneminde enerjik bir gençten farkı yok. Kendisini babaya kabul ettirebilmek için her türden güç gösterisini inatla yapmaya hazır; ama, henüz yeterli tecrübe birikimine sahip olmadığı ve kendi kimlik değerlerini henüz üretip oturtamadığı için, fazla bağırmakla başarılı olabileceğini düşünmüş bir sarhoşluk halidir. Tam da bu güdülerle iradi bütün istemlerini ya da irade dışı güdülerini en radikal biçimlerde dışa vurmaktadır.

 

«««

Örneğin IŞİD’in yapısal özelliklerini El Kaida ile aynı kategori içerisinden tanımlayabilmek mümkün değildir. IŞİD’in insan kaynağının diğer İslami radikal örgütlerle kıyaslanamayacak kadar genç oluşu; orta sınıf ya da varlıklı üst sınıfların yönetiminde olan El Kaida, Hizbullah ya da Müslüman Kardeşler’den farklı olarak IŞİD’in sınıfsal özelliklerinin küçük mülk sahibi sınıflar ve onun altında kalan yoksul kesimlerden oluşması gibi nedenler IŞİD’i uzun zamanlı programlara bağlılıktan kurtarabilmekte, daha hızlı ve elastikiyete sahip kararlar alabilmektedir.

Bu anlamda IŞİD, emperyalizmin ve KüreselleşTİRme politikalarının yarattığı “dünya üzerindeki kaynakların insanlar arasında eşitsiz ve adaletsiz dağılımının ürünü” olan radikal tepkilerin, yine emperyalizm eliyle düzenlenmiş bir “kullanılabilir aygıt” yapılanmasıdır. Ama aynı zamanda bu ara sınıfların zenginleşme ideallerini somut olarak (maaş karşılığı) gerçekleştirebilme olanağının adresidir. Bir anlamda İspanyol kolonizasyonu sürecinde sömürgeciler tarafından oluşturulan işsiz, aç ve lümpenlerden oluşturulan işgal güçlerinin günümüzdeki modelidir.[4]

IŞİD’in militan kaynağı, emperyalizmin, kapitalizmi gelişmemiş ülkelere dayatılan eğitim politikalarının, aile ya da okul adlı kurumlar eliyle gerçekleştirdiği eğitim süreçleri içerisinden beslenmektedir. Söz konusu eğitim süreçlerinin ürettiği “kendini üretemeyen yeni kuşak, kendine kimlik vaat eden bir gücü kayıtsız şartsız benimsemiştir.

 

Gençliğin Demokratik Eğitimi Sorunu

Çağımızın çoğu düşünürleri “insanın (bireyin) hemen hemen son olanağı-etkinliği, kayıtsız koşulsuz uyum düzeyine inerken, toplumsal yaşamın belirleyici üretim güçleri giderek çok daha tahripkâr olmaya başlamıştır” diye tanımlıyor günümüzü. Kimi düşünürlerce Post-modern dönem [5] diye adlandırılan çağımızda, bireyin rolü, acınacak bir haldedir. Çağdaş bireyin iki temel özelliği, otoriteryan ve makyavelist olmasıdır. “Hangi sosyal ekonomik formasyonda olursa olsun, antidemokratik politika ve antidemokratik inançlar, zihniyetler, insanlarda sürekli olarak potansiyel ya da açık, antidemokratik bir kişilik, antidemokratik bir psişik yapı geliştirmektedir”. (Teber, Serol. Politik Psikoloji Notları.)

Çocuk ve gençlerin birincil politik toplumsallaştırma süreci, ‘temel politik kişiliği’ belirler. Aile ve okulda belirlenen bu kişilik şiddeti bu yapılar içerisinde, her türüyle ve ayrıntısıyla öğrenir. Şiddetle tanışan birey, kişi olarak karşılaştığı otoriteye bütünüyle uyan, otoritenin buyruklarını kayıtsız şartsız uygulayan bir kişilik geliştirir.

Demokratik bir kişilik kazanamamış olan silik birey, güce tapınarak, güçlü bir kişilikle özdeşleşmeye çalışır. Naziler bunu, kendi kanlı iktidarlarının hegemonyası için olabildiğince kullanabilmişlerdir. Bu tipler, hayata bakışta katı ve saldırgandır. Hitler’in “kin: hoşlanmaktan daha devamlıdır” sözü, bu düşüncenin özetidir. Bütün bu güçlü görünümün arkasında “paranoid boyutlara varan bir korku, güvensizlik ve toplumsal yalıtlanma korkusu içinde, dış dünyaya kapalı, sistematik düşünemediği için, bilimsel bilgisi değil inançları gelişmekte” olan zayıf bir birey vardır.

Aslında gençlerin ilk eylemleri özgürlük istemidir. Bu istemi demokratik bir ortamda yeterince üretebilen gençler elbette gelecekte de özgürlükçü eğilimler içerisinde kendini ifade eder. Ama özgürlük istemleri şiddet yoluyla bastırılmış olan genç de gelecekte özgürlük istemlerine yönelik bir karşı duruşu sergilemekten kaçınmaz.

Özetlersek: Günümüz dünyasında, toplumların sosyo-ekonomik gelişkinlik düzeyleri ne olursa olsun, bütününde: anne ve babaların gençliğe yaklaşımında baskıya dayalı eğitim anlayışı, özde varlığını sürdürürken, değişen, sadece, bu baskının biçimleri ve şiddeti olmaktadır. Yani, biraz iddialı da olsa, dünya ölçekli bir genelleme ile otoriteye dayalı eğitim sistemlerinden demokratik eğitim sistemlerine henüz geçilemediğini söyleyebiliriz. Böylesi bir eğitimin üreteceği kişiliklerin de faşist ya da IŞİD’çi olmaları şaşılacak bir olgu olmasa gerekir?

 

 

[1] Kurul-Tural, Nejla. “Küreselleşme ve Kent Okulları” (Yüksek Lisans Programı- Tezli).

[2] Kurul-Tural, Nejla. “Küreselleşme ve Kent Okulları” (Yüksek Lisans Programı- Tezli).

[3] Yıldırım, Deniz. “Okulda Şiddetin Ekonomi Politiği” Zil ve Teneffüs, Aylık Eleştirel Pedagoji Dergisi, Yıl:1, Sayı:3, Mayıs-Haziran 2006, s.11-15.