Home , Köşe Yazıları , Statükonun yeni adı AKP

Statükonun yeni adı AKP

MUSTAFA KARASU | 12 -05 – 2010 | 8 yıllık AKP iktidarı göstermiştir ki Türkiye eklemlendiği ekonomik ve siyasal sisteme yine Kürtsüz dahil olmak istemektedir. Devlet yıllarca Kürtlere nasıl yaklaşmışsa AKP de BDP’ye öyle yaklaşmaktadır. Kürtleri eşit bir toplum olarak görmüyor. Padişahlar ve diktalar gibi ne verirsek şükredin diyor.

Statükonun yeni adı AKP

AKP’nin anayasa değişiklik maddelerinden biri kabul edilmeyince BDP’ye görülmedik bir psikolojik savaş saldırısı başlatılmıştır. AKP ve tüm BDP düşmanları böylece BDP’yi geriletme hesabı yapıyorlar. Bu, esas olarak da Kürt Demokratik Hareketini 20 yıla yakındır bastırmak, susturmak ve ezmek isteyenlerin saldırısı olarak görülmelidir. AKP ve yardakçıları bu saldırıları demokratikleşme maskesiyle yapmaya çalışıyorlar. AKP, Kürtler üzerindeki siyasi egemenlik ve kültürel soykırıma dayalı statükoya dokunmazken, bu statükoya karşı on yıllardır mücadele veren bir hareketi suçluyor. Elindeki yandaş medya olanakları ve Kürtsüz demokrasiyi içine sindirmiş kimi liberallerle kendi statükocu yüzünü gizlemeye çalışıyor. Türkiye tarihinde hiçbir hükümet içeride ve dışarıda bu kadar destek görmemiştir. Hiçbir hükümet bu düzeyde geniş yelpazede toplumsal kesimlerin desteğini almamıştır. Koyunun olmadığı  yerde keçiye Abdulrahman Çelebi derlermiş. Türkiye’de sol zayıf olunca ve gerçek anlamda bir sosyal demokrat parti de olmayınca AKP’den bir şeyler beklenir olmuştur.

AKP bu geniş destekle demokratikleşmede adımlar atacağına, temel demokratikleşme sorunu olan Kürt sorununda en iyi ben oyalama yaparım diyerek iktidarda kalmıştır. TRT 6’nın açılması da Kürt sorununun çözülmesi için değil, bu çözümü yozlaştırmak ve önüne geçmek için gündeme gelmiştir. Çünkü eski politikanın iflas ettiği bir yerde bu tür esası değiştirmeyen unsurlar halkların özgürlük ve demokrasi taleplerinin önünü kesmek için kullanılmaktadır. Nitekim tek millette ısrar ve anadilde eğitim olmaz denilmesi bu girişimlerin amacını ortaya koymaktadır.

8 yıllık AKP iktidarı göstermiştir ki Türkiye eklemlendiği ekonomik ve siyasal sisteme yine Kürtsüz dahil olmak istemektedir. Daha doğrusu kimi oyalayıcı ya da TRT 6 gibi çözümün önünü alma argümanı olarak kullanılan girişimlerle bu sorundan kurtulmak istemektedir. Kürtler üzerinde siyasi egemenliği ve kültürel soykırımı kaldırmayan bir iki kırıntıyla yeni dönem Türkiye’si şekillendirilmeye çalışılmaktadır. Türkiye’deki siyasi gelişmeler de bu politika ekseninde belirlenmekte ve uygulanmaktadır.

AKP ve yandaşlarının son zamanlardaki BDP’ye saldırıları ve kimi liberal yazarların BDP’ye olumsuz yaklaşmaları 21. Yüzyılda da nasıl Kürtsüz bir Türkiye öngördüklerini ortaya koymaktadır. Kürt halkının varlığının güvencesi olacak konular söz konusu olduğunda gösterdikleri duyarsızlık değişimi nasıl anladıklarını göstermektedir. Bu aslında klasik iktidar bloklarının da değişim isteğine uygun düşmektedir. Türkiye değişmeli, ama Kürtler üzerinde siyasal egemenlik ve kültürel soykırım devam etmelidir. Kürtsüz demokrasiden kastımız da budur.

AKP’nin neden kapatılmadığı açıktır. CHP ve MHP mevcut iç ve dış konjonktürde Kürt Özgürlük Hareketine karşı kullanılacak aktörler değildir. Eski politikanın iflas ettiği ve savunulmadığı bir ortamda bu seçenekler Kürt Özgürlük Hareketi karşısında başarısız kalırlar. Yaşar Büyükanıt ve İlker Başbuğ bu nedenle AKP ile gizli anlaşma yaptılar. Bu anlaşmanın en önemli maddesi, AKP’nin Kürtlerin özgürlük taleplerini yozlaştırma ve tasfiye edecek olanıdır.

AKP’nin Kürt Demokratik Hareketinin önünü kesmek için neler yaptığını sıralamak bile AKP’nin demokratik karakterde olmadığını kanıtlar. Çok öncesine gitmeyelim, 22 Temmuz seçimi öncesinden -Dolmabahçe mutabakatından- bu yana yapılanları bir hatırlatalım.

-Bağımsız adayların ayrı oy pusulasıyla seçimlere katılmasının engellenmesi. Kürt halkının yanlış oy kullanmasını sağlamak için bağımsızların, partilerin birleşik oy pusulasına dahil edilmesi. Bunun CHP ve MHP’nin desteğiyle yapıldığı ve DTP’ye yönelik olduğunu herkes bilmektedir.

-Demokratik açılım kod adını verdikleri tasfiye politikasına kadar DTP’ye selam verilmeyerek suç işlemiş bir parti gibi yaklaşılması. Böylece topluma hedef gösterilmesi. Demokratik açılım oyalamasından sonra sözde bir görüşme yapılması, ama hiçbir isteğinin dikkate alınmaması.

– Seçim öncesi tüm devlet imkanlarını arkasına alarak ve batıda CHP ve MHP’li olanların Kürdistan’da AKP’li olmasını sağlayarak DTP’yi etkisizleştirme politikasının izlenmesi. Böylece Kürtlerin demokratik siyasetten dışlanması.

-DTP’nin Iğdır’da kazanmasını, “Ermenistan sınırına dayandılar” olarak değerlendirmeleri nasıl bir antidemokratik ve şovenist zihniyete sahip olduklarının dışa vurulması.

-29 Mart seçimlerinden sonra yapılması gereken DTP’yi daha fazla ciddiye almak olmalıyken, kendi politikası önünde engel görüp yönetici kadrolarına yönelik 14 Nisan operasyonunu yaptırması.

-Herkesin görüşünü alıyoruz, demokratik açılım yapıyoruz denilirken Kürtler ve Türkiye demokrasi güçleri içinde görüşü en fazla merak edilen Kürt Halk Önderinin Yol Haritası’nın verilmemesi. Bir düşünceye bile tahammülsüzlük göstererek Kürt toplumunun beklentilerinin ciddiye alınmaması.

-Demokratik çözüm ve barış gruplarının gelişindeki barışçıl gösteriler için memnun olunması gerekirken DTP’nin hedef gösterilmesi.

– DTP’nin kapatılmasının gündeme gelmesinden sonra AKP yetkililerinin Avrupa’da da partiler kapatılıyor diyerek DTP’nin kapatılmasına meşruiyet kazandırması, -DTP’nin kapatılması yetmezmiş gibi belediye başkanı ve yüzlerce demokratik siyaset yapan şahsiyetlerin tutuklanması. Yeni kurulan BDP’nin daha baştan milletvekilleri olan, ama örgütleri olmayan içi boşaltılmış bir kabuk parti haline getirilmek istenmesi.

-Kürtlerin Demokratik Siyasal Mücadelesini bastırmak için çocuklara kadar uzanan ağır baskı ve tutuklamaların bir siyasal bastırma aracı haline getirilmesi.

-TMK’nın AKP hükümeti zamanında değiştirilerek 1990’lı yılların OHAL rejimini Kürdistan’da uygulanır hale getirilmesi. Çünkü bu yasaya göre Kürdistan’da siyasi faaliyet ve demokratik örgütlenme yapanlar terörle mücadele kanununun içine sokulmaktadır.

– Avrupa’da, hatta dünyada bile olmayan yüzde 10 barajıyla Kürtlerin Türkiye siyasetinde etkili olmasının, dolayısıyla Türkiye’nin demokratikleşmesinin önüne geçilmek istenmesi.

AKP Kürt siyasetine böyle bir yaklaşım ve uygulama içinde olduğu dönemde sadece kendi çıkarları için bir anayasa değişiklik paketi gündeme getirmiştir. Toplumun on yıllardır birikmiş olan demokratik anayasa özlemini sömürerek kendi iktidarını güçlendireceğini düşündüğü bir değişiklik yapmak istemiştir.

AKP’nin BDP’ye yaklaşımı ise daha baştan sakat ve aşağılayıcıdır. Aslında BDP, bir yıl içinde yapılan baskı ve tutuklamalardan sonra AKP’ye sen bunlardan vazgeçmediğin müddetçe hiçbir biçimde kapıma gelme diyebilmeliydi. Dolayısıyla BDP, AKP’ye açık bir siyasal tutum göstermeliydi. Ama BDP bunu yapmamıştır.

BDP, AKP’ye karşı çok haklı olacak sert bir tutum göstermediği gibi, anayasa değişikliği gündeme geldiğinde hiçbir demokratın reddedemeyeceği çok demokratik olan bir-iki talepte bulunmuştur. Barajın düşmesini ve TMK’nin değişmesini istemiştir. Hiçbir gerekçeye dayanmayan, sadece siyasal amaçla tutuklananların serbest bırakılması istenmiştir. Hatta AKP’ye uzlaşabileceğini göstermek için parti kapatmayla ilgili 8. Maddeye ilk turda destek vermiştir.

Bu destekten sonra AKP’nin BDP’ye yanaşması beklenirken daha da uzaklaşmıştır. Çünkü MHP ve CHP, AKP’nin BDP ile bu değişikliği geçirmek istediği yönünde propaganda yapmaya başlamıştır. AKP, böyle olmadığını göstermek için BDP’ye sırt çevirmiştir. BDP’yi iradesiz, sadece kendisini destekleyen bir parti olarak görmek istemiştir. BDP ile bu talepleri tartışmayı bir tarafa bırakalım, hiçbir görüşme yapmaya bile yanaşmamıştır. Bunun yerine Kürt Özgürlük Hareketi üzerinden BDP’nin kendi paketine destek vermesini sağlamaya çalışmıştır. BDP de haklı olarak Kürtlerle ilgili hiçbir değişiklik içermeyen bu paketin kuyrukçusu olmak istememiştir.

Devlet yıllarca Kürtlere nasıl yaklaşmışsa AKP de BDP’ye öyle yaklaşmaktadır. Kürtleri eşit bir toplum olarak görmüyor. Padişahlar ve diktalar gibi ne verirsek şükredin diyor. Bu zihniyetini BDP’yi nankörlükle suçlayarak ortaya koymuştur.

Başbakan bilmeli ki Kürtler onyıllardır büyük bedeller ödeyerek mücadele veriyor. Bu mücadele Türkiye’de idamın kaldırılmasını bile sağlamıştır. Eğer Türkiye tarihinde ciddi bir demokratik adımdan söz edilecekse bu da idamın kaldırılmasıdır. Siyasetin üzerinden bu tehdidin kaldırılması az bir şey değildir.

Kurslar ve TRT 6 da Kürt halkının mücadelesi sonucu ve bu mücadelenin esas amaçlarının önünü almak için gündeme getirilmiştir. Kuşkusuz mücadelenin sonucudur. Ancak bununla kimlik özgürlüğünü Kürtlerin özgür ve demokratik yaşamının önünün alınacağı hesaplanmıştır. Önü alınır alınmaz bu ayrı bir konudur. Ama bunların Milli Güvenlik Kurulunda kararlaştırılmış ve özel savaş unsurları olarak kullanılmak istenen araçlar olarak düşünüldüğüne de kuşku yoktur. Bir nankör varsa o da Erdoğan ve AKP’dir.

Statükoyu ve 12 Eylül rejimini boşa çıkaran, etkisiz kılan Kürt Özgürlük Hareketidir. Kürt Özgürlük Hareketi 1984 sonrası direniş başlatmasıydı Kenan Evren ve beş bir yerde çok yıldızlı generaller tarihin kahramanları ve kurtarıcıları olurlardı. Evren kendisini 2. Atatürk olarak görürdü. Zaten 12 Eylül rejiminin onlarca yıl Türkiye’yi şekillendireceğini planlamışlardı. Ne var ki Kürt Özgürlük Hareketi bu hesabı bozdu.

1990’lı yıllarda Kürdistan’da kirli savaş yürüten bir derin güç vardı. Ergenekon denen bir yapılanma vardı, JİTEM vardı. Bunların Kürt halkına neler çektirdiği biliniyor. Bu uygulama ile Kürt Özgürlük Hareketinin kökü kazınacaktı. Ama Kürt halkı direndi; ayakta kaldı. Bu kirli savaş derin devleti başarısızlığa uğratıldı. Başarısız kaldıkları tescillendi.

AKP ve yandaşları Türkiye’yi demokratikleştirme mücadelesi vermiyorlar. Aksine demokrasi güçlerinin mücadelesini ve yarattıkları birikimi kendi çıkarları için kullanıyorlar ve tüketiyorlar.

AKP ve yandaşları hiç çırpınmasın, eski statükoyu dağıtan da 12 Eylül’ü bitiren de Ergenekon’un bir bölümünün tasfiye edilmesini sağlayan da (başbakan Erdoğan’la Yaşar Büyükanıt Kürdistan’la ilgili suçların bu yargılamaya dahil edilmemesi konusunda anlaşmışlardır) Kürt halkının Özgürlük Mücadelesidir. Dolayısıyla BDP geleneğinin ödediği büyük bedeller olmasaydı siz demokrasinin demagojisini bile yapamazdınız.

Kimin statükocu olup olmadığı Kürt sorununa ve onun çözümüne yaklaşımla belli olur. Bu açıdan şu anda statükonun en iyi bekçisi CHP ve MHP değil, AKP’dir. AKP ve yandaşları şimdi BDP’ye veryansın ediyorlar. Aslında böylece milliyetçi kesimlere, bakın biz BDP’ye karşıyız, BDP bize karşı olan bir partidir mesajı vererek oy toplamaya çalışıyorlar. Tüm yandaş basının BDP’yi hedeflemesinde milliyetçi oyları alma hesabı vardır. Kendilerine göre bir referandum ve seçim propaganda malzemesi olarak kullanılması hesabı vardır.

Kürtlerin haklarını ve hukukunu değil de AKP’yi savunan bazı Kürtlerin durumu da ibretliktir. Tereddütsüz 12 Eylül ruhuyla şerbetlenen değişiklikleri kutluyorlar. Çünkü bütün maddelere ruhunu veren 12 Eylül rejiminin felsefesi dimdik ayakta durmaktadır. Tekçi zihniyete evet diyen, anadilde eğitim olmaz diyenlerin kuyrukçusu olanların da tabii ki ipliği pazara dökülecektir.

MUSTAFA KARASU