“Düşlerine layık olmasını bil…”[2]
Bertolt Brecht’in, “Gerçekten, karanlık günlerde yaşıyorum! Doğru söz delilik,” diye tarif ettiği bir kesitten geçerken; böylesi bir kesitin “Gel seninle bir daha ağlayalım; yaşanmışlara, yaşanmamışlara, bir de hiç yaşanamayacaklara,”[3] diyen Oğuz Atay benzeri bir tutumla aşılamayacağına inananlardanım.
Karanlık günler ağlanarak, hayıflanarak aşılamaz; yaşama mündemiç (devrimci) sanat (ile tiyatro) da böyle yapılmaz…
Çünkü tiyatro, Aristo’ya göre, “Ruhun temizleyicisi”dir; ayrıca, “Tiyatrosu olan bir ülkede kötülükler, çirkinlikler, yanlışlıklar sürüp gitmez,” William Hazlitt’in altını çizdiği üzere…
Bir gökkuşağını andıran sanat ve tiyatro, cüretkâr bir ısrarın bilinçli tutkusuna muhtaçtır; başka türlüsü de mümkün değildir!
Çünkü bireyciliğin sonuna kadar hüküm sürdüğü ve kendi tercihlerimize dayanmayan bir toplumda yaş(atıl)ıyorken;[4] kapitalist “tüketim çağı”, devasa bir yabancılaşma ve insan(lık) kırımında somutlanıyor.
Bu tabloda insan(lık) onu var eden değer(ler)e, örneğin sanat (ile tiyatro) ve hayata yabancılaşıp yok oluyor; “insanlık”tan çıkıp “insanımsılık”a evrilen labirentte kayboluyorlar…
Selçuk Yöntem’in, “Çağımızda duygu açlığı var”[5] saptamasının da ötesindeki bu hâlde; ilk anımsanması gereken: “Olmak ya da olmamak, işte bütün mesele bu!/ Düşüncemizin katlanması mı güzel/ Zalim kaderin yumruklarına, oklarına/ Yoksa diretip bela denizlerine karşı/ Dur, yeter! Demesi mi?” çığlığıyla William Shakespeare’in yaşamımıza düştüğü nottur. Hamlet’in en trajik sahnesinde geçen bu tirad sadece bir tirad değil, bir isyan repliğidir aynı zamanda.
Evet, sanat (ile tiyatro) yeniden hayatın imdadına koşmak için isyan repliklerini çoğaltmalıdır.
Kolay mı? Sanat (ile tiyatro), insana yaşama dair düşler kurdururken, hayatın başka başka yollarına açılan kapılarda “Gözlerini aç” diyen yanıyla iktidar ve muktedirlerin korkulu rüyası da olmuştur.
‘Kadıköy Tiyatroları Platformu’nun ‘Dünya Tiyatro Günü’ için “İnsanlarımız her geçen gün yalnızlaştırılıyor ve iradesizleşiyor,” vurgusuyla eklediği üzere: “Tiyatro, karanlık kuyulara düşen ruhumuzu aydınlığa çıkarır. Aklımız ve duygularımızla kavrayamadığımız hayatın akışına bir mola verip, bizi kendimizle ve çevremizde olup bitenlerle yüzleştirir. Bazen gözümüzün önünde olup da fark edemediğimiz bir olguyu, bazen de en derinlere gizlenmiş, göremediğimiz ve dokunamadığımız sırları gün yüzüne çıkarır. Çünkü tiyatro hayattır…”[6]
Sanat (ile tiyatro)nun hayatın kendisi olduğuna ilişkin kuşku ve tereddüde gerek yok; çünkü William Shakespeare’in, “Dünya, büyük bir tiyatro sahnesi gibidir. Herkes bu sahnede rolünü oynar, rolü bitince de bu sahneyi terk eder”; Victor Hugo’nun, “Yaşam, sadece birkaç uygulamaya geçirilebilir girişi bulunan bir tiyatro salonudur,” uyarılarındaki üzeredir her şey!
SANAT MESELESİ
“Sanat, sırrını bilenler için
bir tutam otun altında saklıdır.
Bu sırrı bilmeyenler onu,
bir dağın altında sanırlar.”[7]
“Sanat” der Daisaku Ikeda, “İçinizdeki insanlığa ait olanın özgürleşmesidir.”
Bu kadar da değil; “Dünya aydınlık olsaydı sanat olmazdı,” diye ekler Albert Camus…
Sonra, “Sanat ve yalnız sanat, gerçeğin elinden ölmemizi önleyecek bir şey varsa o da sanattır,” der Friedrich Nietzsche…
Ve nihayet “Sanat sadece hayatı kopya etmez, onu izah da eder; sanat eserleri çoğu defa ‘hayatın tezahürleri hakkında [verilmiş bir] hüküm’ değeri taşırlar,”[8] saptamasını dillendirir Georgi V. Plehanov…
Tüm bunları (ve daha fazlasını) gözeten bir yerden sanat, insanın el, kulak, konuşma becerisini; aklıyla bütünleştiren yaşama mündemiç ve onu estetize eden var olma hâlidir.
Bu hâlin “ne”liğine gelince…
Federico Fellini’nin, “Sanat otobiyografiktir. İnci, istiridyenin otobiyografisidir”; Oscar Wilde’ın, “Sanat, dünyanın bildiği en yoğun bireysellik şeklidir,”[9] türünden (abartılı) soyutlamalarını bir kenara bırakırsak; “Sanat dünyayı yansıtan bir ayna değil, dünyanın onunla şekillendirildiği bir çekiçtir,” Bertolt Brecht’in ifadesiyle…[10]
“Yapılamayacak olanı yapmanın kıyısına kadar giden”[11] sanat, hem insanın yaratıcı yönünü biçimlendirir, hem de onun toplumsal varlığının bir parçasını oluşturur. Bu nedenle sanatçılar her dönemde toplumda kimsenin söylemeye cesaret edemediklerini söylemiş, kimi zaman kitleleri etkilemiş, kimi zaman da toplumu eğitici rol üstlenmişlerdir.
Bu kapsamda Bertolt Brecht’in, “Sanat görmeyi, algılamayı, kavramayı, düşünmeyi, eleştirmeyi, yorumlamayı, değerlendirmeyi öğretir insana. Bu değerler hiyerarşisi içinde insan yalnız kendi kişiliğini değil, içinde yaşadığı toplumun da düzeyini geliştirirken, bütün bunları bir yaşam biçimine dönüştüreceğini bilir,” notunu düştüğü sanat, insanın doğaya karşı mücadelesinden çıkıp gelişmiş ve şekillenmiştir. Sanat, insanın doğayla mücadelesinin, çalışmanın ürünüdür. Sanat, insanın doğaya karşı mücadelesinin ve toplumsal yürüyüşünün, bu yürüyüş içindeki evrelerinin, sınıfsal çatışmaların, ayaklanmaların, devrimlerin, ileri ve geri salınımların kaydını düştüğü devasa bir insanlık abidesidir. İlkel insan ritüelinden mağara resimlerine, doğanın insanlaştırılmasının bir ifadesi olan mitoloji ve buradan doğup gelen hayal gücü, bu gücün bir ifadesi olan heykel ve tragedyalara, insanın içsel dünyasını kıskıvrak yakalayan Rönesans’ın tutkulu yaratıcılığından günümüze değin sanat eserlerinde; insanın doğaya karşı mücadelesini, toplumsal çatışmaları, dönüşümleri, değişik dönemlerin ekonomik-politik yapısını ve bilinç biçimlerini görürüz.
Sanat, bir toplumsal bilinç biçimidir ve o biçimi belirleyen insanın toplumsal varlık koşullarıdır. Toplumdaki diğer şeyler gibi sanat da kendi iç yasalarına bakılarak kavranamaz. Elbette sanatın karmaşık yapısı ekonomiye indirgenerek açıklanamaz. Böyle olmakla birlikte, son tahlilde her dönemin bilinç biçimleri o dönemin ekonomik temeli üzerinde yükselir. Hiçbir şey havada boşlukta durmaz. Karl Marx’ın vurguladığı üzere son tahlilde insan bilincini belirleyen, insanın ilişkili olduğu toplum ve bu toplumun üzerinde yükseldiği üretim tarzıdır, toplumun kendini üretme biçimidir. Ancak bir kez ekonomik temel üzerinde yükselen bilinç, onu belirleyen altyapıyla etkileşerek onun değişim ve dönüşümüne katkıda bulunmaya başlar. Tam da bundan ötürüdür ki, nesnel dünyayı yansıtan sanat, sadece onu yansıtmakla kalmaz, değişimine katkıda da bulunur.
Sanat, gerçekliğin bilinmesine, değerlendirilmesine ve insanın yeni bir zeminde hareket etmesine olanak sunar, hizmet eder. V. İ. Lenin’in ifadesiyle “İnsan bilinci nesnel dünyayı yalnızca yansıtmakla kalmaz, ama aynı zamanda onu yaratır da”. Verili gerçeklik ile insanın bu gerçekliğe müdahale ederek onu dönüştürmesi ve yeni temeller üzerinde yaratması arasındaki diyalektik ilişki, sanatta doğrudan ifadesini bulur.[12]
Walter Benjamin’e göre, kültür endüstrisinin egemen olduğu kapitalist tüketim çağında, yeniden üretimin, yinelemenin esas alınmasıyla sanat yapıtının çoğaltılabilir bir hâle gelmesi, yapıtta önemli bir eksilmeye neden olup; V. İ. Lenin’in ifadesiyle, “Burjuva toplumda sanatçı pazara göre yapıt üretir,” denilen metalaşma sürecine esir edilmekteyse de; sanat insan(lık)a yeryüzünü sahiplenme cesareti verir ve bu cesaret bulaşıcı olduğu için çoğalarak insan(lık)ı kucaklayarak toplumsallaşır…
Yani çağına tanıklık eden, değişimin içindeki taraflılığıyla, “Sanat bize cesaret verir”![13]
Çünkü “Gerçek sanat, insan için ve insan adına yaratılır; gerçek sanat insanı geliştirmeli, daha bilge yapmalı, onu arındırmalı, ona neşe ve umut vermelidir. Sanat, doğası gereği hümanisttir, değilse zaten sanat değildir,” V. İ. Lenin’in belirtti gibi…
Bu düzlemde, “Sanatçının[14] kendi sanatı uğruna verdiği mücadelenin vazgeçilmez koşulları, kendine inanmak, hizmet etmeye hazır olmak ve taviz vermemek”ken;[15] “Sanatın sorumluluğu”[16] sanatçının mücadelesinde somutlanır!
“Koşullar sanatı şekillendiriyor”ken;[17] kendini egemenlere pazarlamamış ve piyasaya satmamış sanat yapıtı, taklit ve ısmarlama olmaz, olamaz…
Çünkü sanat: İnsanın kendisi ile kişinin hayal gücünün, yaratımının, yeteneğinin ve sınırlarının kesişmesi ile ortaya çıkan kendini, çevresini ya da toplumunu ifade biçimidir; sanatçının sanatsal diliyle içindeki kopan fırtınaların somut ya da soyuta aktarımıdır.
Bu bağlamda da “Sanat”a yöneltilen “Ne için?” sorusunun yanıtı “Her şey” yani “Hayat”; veya var olabilerek, yaşamı estetize etmek içindir.
Ve de bir hakikât arayışı ve olarak hayata dokunup, kalabalıklarla toplumsallaşan sanat,[18] ölüme karşı bir dirençtir.[19]
Ancak ne yazıktır ki kapitalist egemenlik koşullarında “Günümüzde sanatın büyük bir bölümü kişiseldir ve kötü kişisel sanat, bütün sanatların en kötüsüdür”![20]
Tıpkı yalakalık yapıp; omurgalı ve muhalif olmayan Mazhar Alanson ile Bülent Ortaçgil[21] veya “yerli ve milli”ci[22] saçmalık(lar) gibi…
VE TİYATRO…
“Tarih, tiyatrosuz yükselmiş
bir millet gösteremez.”[23]
Hamlet’in “Yaptığın söylediğini tutsun, söylediğin yaptığını… Doğduğu gün de, bugün de tiyatronun asıl amacı nedir? Dünyaya bir ayna tutmak, iyilerin iyiliklerini, kötülerin kötülüklerini göstermek, çağımızın ne olup ne olmadığını ortaya koymak,” sözleri, tiyatronun amacını, “Ne”liğini ortaya koyar…
O hayatın ta kendisidir; insana, insanı, insanla anlatma sanatıdır.
Yunanca’da “Seyirlik yer” anlamına gelen ‘Theatron’dan türetilen ‘Tiyatro’, yazının olmadığı, konuşmak için ortak dilin işaretlerle sınırlı olduğu kesitte sahne, mağaralardı; oyuncularsa ilk insanlardı.
Ateş başında av maceralarını anlatılırken; birisi avcıyı, diğeri avı, öteki ağacı, başkası da taşı oynadı. Böylelikle “Ava nasıl gidilir, av nasıl vurulur, mağaraya nasıl dönülür”ü anlattılar.
Böyle başladı tiyatro öyküsü; duygu ve düşüncelerin dışa vurumuyla/ yansıtımasıyla…
Kökeninde, ilkel insanın doğa olaylarını kendi bedensel hareketleriyle simgesel olarak temsil etme çabaları yatardı…
Avrupa’da üst paleolitik çağdan (İ.Ö 40-10 bin yıl önce) kalma mağara resimlerinde, ellerine ve yüzlerine hayvan postları geçirmiş insanların ritmik hareketler yaptığı görülmektedir. Bunlar, maske ve kostüm kullanımının dolayısıyla tiyatronun ilk örneği sayılır. Maske, kişinin kendi kimliğinin aşarak başka kimlikleri ve daha genel varlık biçimlerini temsil etmesinin en etkin yollarından biridir.
Bu çerçevede “Kendini bil”meyi deneyen insan(lık)ın kendini arayıp, anlattığı sanat olarak tiyatro, anlamı arayan insan(lık) için soru(n)lara çözüm bulmanın, kurtuluşun mevzisidir! Yani aşk, isyan, devrim ve hayata benzer tiyatro…[24]
Çünkü tiyatro yaşamın kendisidir. Geçmişi, bugünü ve geleceği anlamamıza yardımcı olur. Tiyatro, sanatçısı ve seyircisi ile bir bütündür ve yaşama mündemiçtir. Gücü de buradan gelir zaten. Beraber gülmek, beraber ağlamak, beraber düşünmek gibi insanca duygular aşılar. Ağlatır, güldürür, eğlendirir ama eğlendirirken düşündürür ve bilinçlendirir. İnsanı kendisiyle yüzleştirir. Kendimizi, değerlerimizi bir kez daha sorgulatır. Yaşamın akışında fark edilemeyen ya da unutulan kimi zaman ana sorunları, kimi zaman detayları farklı bir gözle görmemizi sağlar.
Tiyatronun ilk teorisyeni olarak kabul edilen Aristoteles’in ‘Poetika’sından başlayarak tiyatronun izini modernine kadar sürersek; o, bütün sanatları kullanıp bunları uyumlu bir biçime dönüştüren tek sanattır. Bir tiyatro yapıtı, kendine özgü kuralları ve nitelikleri olan bir yaratıdır. Özünde hareket vardır. Sözü görünüşe, düşünceyi eyleme sokar.
Tiyatro konusunda ilk kuramsal görüşler, Antik Yunan düşüncesinde filizlenmiştir. Antik Yunan uygarlığının İ.Ö. V. ve IV. yüzyıllarını kapsayan Klasik Çağ, sanat ve kültür açısından en parlak dönem olmuştur. Tragedya ve komedya türünde en büyük yapıtların yazılması bu döneme rastlar.
Tragedyanın, Antik Yunan uygarlığının Arkaik Çağı sayılan İ.Ö. VII ve VI. yüzyılda Tanrı Dionysos onuruna yapılan törenlerde söylenen dithirambos şarkılarından doğduğu varsayılmaktadır. Giderek belli biçim kalıplarına göre yazılmaya ve şiirsel nitelik kazanmaya başlayan bu koro şarkılarına bir de konuşan kişi “hipokrites” (yanıt veren) eklenince, tiyatronun dialog çekirdeği oluşmuştur. Yunanca “teke” anlamına gelen “tragos” sözcüğü ve şarkı anlamına gelen “aoide” sözcüğünün birleşmesi ile konuşmalı şarkı “tragoidia” (tragedya) adını almış ve dinsel törenin bir parçası olmaktan çıkıp bir sanat gösterisine dönüşmüştür.
Komedyanın ise, Dionysos için düzenlenen bağbozumu törenlerinden doğduğu varsayılır. Köylerde yapılan ve bolluğu, üremeyi kutsayan halk geçit törenlerine, “komos” (eğlence) deniliyordu. Komedya, bu eğlenceli geçit törenlerinde yapılan açık seçik taklitlerin düzenli bir biçim kazanmasıyla oluşmuştur.
Atina’da kültür ve sanatın koruyucusu olan Pesistratus, Dionysos şenliklerinde tragedya yarışlarını başlatmış, giderek komedya türü de yarışmalarda yer almaya başlamıştır. Bu yüzyılda oyunlarının ancak bir bölümü günümüze gelebilen Aiskhylos, Sophokles, Euripides gibi tragedya, Aristophanes gibi komedya yazarları yetişmiştir.
Özetin özeti: Söze can katıp; sözü görüntüye; düşünceyi de eyleme çeviren “Tiyatro insanların beyinlerinde örülen duvarları yıkar.”[25]
Çünkü Meksika’dan Sabina Berman’ın deyimiyle, “Şimdinin içinde olmanın sanatı”dır tiyatro.[26]
Kolay mı? William Shakespeare, ‘Venedik Taciri’nin bir sahnesinde oyuncunun ağzından şöyle seslenir seyircilere: “Dünyayı olduğu gibi, yani herkesin kendi payına düşen rolü oynaması gereken bir tiyatro kabul ediyorum!”[27]
Henri Bataille de tiyatroyu sanat felsefesi olarak estetik ölçülere göre tanımlayıp, “Seyretmek ressamlıktır. Acı çekmek, şairlik. Plastikle ruhun birliğinden en mükemmel canlı sanat doğar ki, buna da tiyatro denir!” notunu düşmüştür.[28]
TİYATRONUN POLİTİKASI
“Tiyatron, düşleyebildiğin kadardır.”[29]
Evet, evet Alain Badiou’nun altını çizdiği üzere, “Mallarmé’nin söylediği gibi tiyatro üstün bir sanattır” çünkü felsefe ve tiyatro arasında Platon’dan bu yana kurulan “başat” ve “zor” bir ilişkiyi yansıtır. Felsefe ve fars arasında kurulan ilişki, duyumsanan dünyanın yeniden ölçeklendirilmiş yansımasıdır. Badiou, felsefe ve tiyatroyu sentezlerken ölçeğini sahneye ve özneye göre ayarlar. Öncelikle sahne didaktik bir felsefe mekânı olarak kurulur. Buna yol açan Badiou’nun tiyatroya yaklaşımıdır: “Kendi içinde, kendi kaynaklarında, düşüncenin son derece aktif bir biçimi” olarak tiyatro, “düşüncenin bir eylemidir.”[30]
William Shakespeare’in, “Dünya bir sahnedir,” notunu düştüğü bir tiyatro için “Tiyatro, daha ortaya çıktığı ilk yıllarda bile, iktidarın çocuğuydu,”[31] demek abesle iştigaldir!
Yüzlerce yıldır değerinden, eğlendirici ve öğreticiliğinden hiçbir şey kaybetmeden günümüze ulaşan o ele avuca sığmayıp, egemenlerce katledilen Karagöz ile Hacivat’ı bu tür bir abesle yerli yerine oturtamazsınız!
Toplumun aynası olan tiyatro, -abartılı bulunacak olsa da!- bir direniş odağıdır.
Birden fazla insanın ve unsurun bir araya gelmesiyle, kolektif olarak icra edilen bir sanat olan tiyatro yer yer iktidarın balkonu, ama çoğunlukla da isyanın kürsüsü olmuştur.
Çünkü o, Aydınlık için karanlığa doğru haykırma sanatıdır; algıyı değiştirme aracıdır; izleyicisindeki değişiminin önünü açıp, insan(lık)a kendisi olma şansını veren etkinliktir.
O hâlde tiyatro için şah damardır, nefestir, sudur.
Tutkudur ve aldığımız nefeste vardır.
İster izleyin, ister bir oyunda oynayın, tiyatro ruhunuzu parlatır.
Bu ve benzeri nedenlerle sanat (ile tiyatro) hayattır, hayat kadar önemlidir.
Ancak buna karşın coğrafyamızda siyasetten spora her alanda, birinin yalan söylediğini, sahtekârlık yaptığını ima etmek için sıkça kullanılan bir söz var ki ne zaman duysak içim(izi) acıtır, “Tiyatro yapıyor,” cümlesi…
“Her duyduğumda o sözü hiç düşünmeden sarf edenin yakasına sarılıp haykırmak geliyor içimden: ‘Sen tiyatro yapmayı o kadar kolay mı sanıyorsun? Tiyatroyu yalan mı sanıyorsun? O bize sunulan hayattan çok daha gerçek, çok daha yalansız!’
O nedenle tiyatroyu bir aşağılama deyimi olarak kullanan efendiler, hiç boşuna hâllenmeyin, siz tiyatro yapamazsınız, çünkü aşk ister…”[32]
İş bu nedenle William Shakespeare, Anton Çehov, Erwin Piscator, Bertolt Brecht, Vsevolod Emilyeviç Meyerhold, Muhsin Ertuğrul, Afife Jale, Haldun Taner, Vasıf Öngören, Mehmet Ulusoy, Augosto Boal, Dario Fo, Müşfik Kenter vd’leri çok önemlidir…
Kolay mı? Onlar sayesinde sahnelerde yankılanan ses, bir hayalden yeni bir dünya yaratanların savaş ve zafer narasıdır; Tolga Rahmi Solak’ın işaret ettiği gibi:
“Prometheus’un hikâyesini bilirsiniz. Tanrılardan ateşi çalıp insanlara hediye ettiği için tanrılar tarafından cezalandırıldı. Suçu sadece insanlara ait olanı insanlara vermek. Tiyatro gibi. Tiyatro insanlara aslında onlara ait olan, iyiyi, erdemi, doğruyu ve güzeli verir. Sokakta yaşanan vahşet sahnede dile gelir. Karanlığa teslim olmamayı dillendirir. Brecht’in dediği gibi devrim yapmaz fakat yolumuza ışık tutar. Tiyatro Karagöz ile Hacivat’tır. Haksızlığa karşı keskin bir dildir.”[33]
Değil mi ki, “Sanat politiktir çünkü sanat hayattır, hayat ise politiktir”;[34] o hâlde keskin politik dilsiz tiyatro; Elias Canetti’nin, “Gözlerinin değerini bilmeyen insan, köpeklerin yol göstericiliğini hak etmiş sayılır,” uyarısındaki körlüğe mahkumdur![35]
Unutmayın: New York Şehir Üniversitesi Tiyatro ve Karşılaştırmalı Edebiyat Bölümü profesörü Marvin Carlson, “Gerçek sanatçılar gerçeklerle ilgilenir, taklitlerle değil,”[36] derken; Berliner Schaubühne Sanat Yönetmeni ve Tiyatro Rejisörü Thomas Ostermeier de ekler: “Tiyatro toplumsal sorunları öne çıkarmalıdır.”[37]
Elbette politik tiyatro tarihine damgasını vurmuş onlarca özel insan var. Erwin Piscator, politik tiyatro tarihinde XX. yüzyıla damgasını vuran iki büyük isimden birisidir
Erwin Piscator ismi belki birçok tiyatro izleyicisi ve okur için Bertolt Brecht kadar tanıdık gelmeyecektir; ancak Erwin Piscator, faşizme karşı sanatla örgütlü mücadelenin temellerini atan isimlerden biriydi.
Bundan başka Aristocu tiyatro kuramına karşı, epik tiyatroyu yaratıp, tiyatronun değişimine çok büyük bir katkı sağlayan Bertolt Brecht’i de unutamayız.
Bertolt Brecht için tiyatro, seyirciyi düşünmeye sevk eden bir laboratuvar ve onlara bir mesaj iletmek için kullanılan bir araç olmalıydı. Bu yaklaşımı yüzünden, tiyatroda duyguları terk ettiğine dair eleştiriler almış, savunmasında duygulardan yoksun bir tiyatroyu hedeflemediğini belirtmiştir. Bertolt Brecht ve epik tiyatro’da Marksizmin etkilerini anmakta büyük faydalar vardır.
Ve Augosto Boal! Onun ‘Ezilenlerin Tiyatrosu’ndaki ifadeleriyle, “Tiyatro eylemi zorunlu olarak politiktir, çünkü insanların bütün eylemleri politiktir ve tiyatro da bu eylemlerden biridir… Tiyatroyu politikadan soyutlamaya çalışanlar bizi temel yanlışa sürüklemek istiyorlar ki, bu da politik bir tutumdur”!
MEVCUT DURUM(UMUZ)
“Teoriler ve kavramlardan ziyade belirsiz,
titreşen ve çoğunlukla cılız bir ışık içinde,
bazı erkek ve kadınların yaşamları ve eserleriyle,
koşullar ve onlara yeryüzünde verilen
zaman aralığı ne olursa olsun
bir ateşin fitilini ateşleyebileceklerdir.”[38]
“Tiyatrosu olmayan yerleşim yerine şehir denmezmiş eski Yunan’da. Tiyatro bu kadar önemli. Bizim de yaşadığımız topraklarda binlerce yıllık tiyatroları var. Antalya’da Aspendos’tan başlayın bütün Türkiye sınırları içerisinde sayısız antik tiyatro var. Biz bu kadar önemli bir coğrafyanın içerisinde yaşıyoruz ve bugün Türkiye tiyatrosu yok, o noktadayız…[39] Tiyatro yok, çünkü tiyatro sorgulayan soran yanıt isteyen bir meslek dalı…”[40]
Lakin bunu bir “Ama”sı var![41]
O da şu: İstanbul Büyükşehir Belediyesi Şehir Tiyatroları Müdürlüğü’ne güreş hakemliği ve zabıta müdürlüğü gibi görevlerde çalışan Şevket Demirkaya atandı![42]
“Tiyatroları, 81 ilde ve yerel sanatçılardan oluşacak şekilde yeniden düzenleyeceğiz,” dedi dönemin Kültür ve Turizm Bakanı Mahir Ünal![43]
Ayrıca iki yıl her yerde serbestçe oynanan “Sadece Diktatör” oyununun keyfi biçimde yasaklanması… Devlet Tiyatroları’nın Adana’da oynadığı oyunun Batman’da İl Kültür Müdürlüğü’nce sansürlenmesi… Ama belki de en inanılmaz olanı RTÜK’ün “7 Kocalı Hürmüz”e ceza kesmesi…
Türkiye tiyatrosunda bir “okul” olan, o çok üretken yazar ve harika insanı Sadık Şendil’in 1962’de yazdığı müzikal o gün bugün beyazperdede (Atıf Yılmaz-Türkan Şoray) sahnede (Cüneyt Gökçer-Ayten Gökçer) ve Müjdat Gezen Tiyatrosu tarafından sergileniyorken; RTÜK’ün Kanal 8’e ceza kesme nedeni, şarkıda geçen şu tümce oldu: “Gökten yağmur gibi herif yağacak, kızlar şükredin Allah Baba’ya”…
Gerekçe, “Çoğunluğun Müslüman olduğu ülkemizde” (…) “diğer dinlerden etkileşim” ve “toplumun milli ve manevi değerlerine, genel ahlâka ve ailenin korunması ilkesine aykırılık”…
“Allah Baba” demek genel ahlâka aykırı ama “Baba Hamlet” demek şimdilik değil… Ne de olsa Hamlet, Danimarka Prensi ve kokuşmuş bir şeyler yaşamakta olan Danimarka’da halkın çoğunluğu Müslüman değil![44]
Ve… Füsun Demirel’in hem yönetip hem de Ayşegül Cengiz Akman ve Mete Küçülmez ile birlikte sahnede canlandırdığı “Aşk Dersleri” oyunu, İskenderun turnesinde kaymakamlık engeliyle karşılaştı![45]
Ve… Genco Erkal yönetimindeki Dostlar Tiyatrosu’nun İstanbul Kadıköy Lisesi bahçesindeki tarihi Mahmut Paşa Konağı’nda gerçekleştirdiği açık hava tiyatrosu, “güvenlik tedbirleri” gerekçesiyle iptal edildi![46]
Ve… 12 Eylül 1980 askeri darbesi döneminde Aziz Nesin öncülüğünde 1984 yılında yayınlanan ve uzun yargılamalar sonrası; darbecilere başkaldırı olarak nitelenerek ‘Aydınlar Dilekçesi’ imzacılarından, tanınmış oyun yazarı ve müzisyen Bilgesu Erenus’un yazdığı ve ‘Gezi Direnişi’ni konu alan Bukalemun’ başlıklı tiyatro oyunu yazıldıktan iki yıl sonra ‘Karma Drama’ tiyatro grubu tarafından dünya ve Türkiye prömiyeri olarak bir gün sahnelendikten sonra, Devlet Tiyatrosu’nca kabul edilmeyerek gösterimden kaldırıldı…[47]
Ve… İstanbul Büyükşehir Belediyesi Şehir Tiyatroları’nda görevli 7 oyuncu ve yönetmen açığa alındı. Sevinç Erbulak, Ragıp Yavuz,[48] Kemal Kocatürk gibi muhalif kimliğiyle tanınan sanatçıların KHK’ye dayanarak açığa alındı![49]
Ve… Oyun yazarı Refik Erduran Kültür ve Turizm Bakanı Nabi Avcı’ya yazdığı ve aralarında Levent Üzümcü’den Erhan Yazıcıoğlu’na, Yücel Erten’e değin pek çok sanatçıyı “jurnalledi”. Erduran,[50] mektubunda, Levent Üzümcü için “şov şampiyonu”, Yücel Erten için “aktif nifakçı” gibi nitelendirmelerde bulunarak, tiyatrocuları da “Beyaz Türk” olarak tanımladı. Mektubunda, Cumhurbaşkanı için de “Hükümetimiz Erdoğan’ın Başbakanlığı sırasında kültür için Avrupa Birliği’nin verdiği paraları ‘pillage’ etmiş (yağmalamış). Tam bir yabancı jurnalciliği ve uşaklığı…” şeklinde “güzellemelerde” de bulunan Erduran mektubu doğruladı ve “Bakan Bey’i uyarmak için yazdım,” dedi![51]
Nihayetinde her şey “tek adam”a bağlandı: Cumhurbaşkanlığı’nca yayımlanan kararname ile “genel müdürlük” statüleri kaldırılan ve “tüzelkişilikleri” son bulan Devlet Tiyatroları ile Devlet Opera ve Balesi hakkında Rutkay Aziz, “Planlanan bir olaydı… Yaptıkları bu girişimi ben hem Devlet Tiyatroları’na hem de opera ve baleye karşı sanatsal bir darbe olarak nitelendiriyorum”; Genco Erkal da, “Sanata vurulabilecek en öldürücü darbe… Onu tümüyle ezip yok etmek barbarlıktır, sanat düşmanlığıdır,”[52] dediler…[53]
Nihayetinde bir zamanlar Anadolu ve Trakya’da 115 antik kent ile 119 tiyatronun olduğu[54] coğrafyamız bağlamında bunlara tanık ve taraf olup da, “Bilim ve sanat, itibar görmediği toplumları terk eder,” diyen İbn-i Sina’nın deyişini anımsamamak mümkün mü?
“SONUÇ YERİNE”
“Bırak ayağına
gelinenlerden olmayı
artık kalk da yürü!”[55]
Şimdi bir alacakaranlıktaki yeni bir ufkun eşiğindeyiz…
Ya “İstanbul Devlet Konservatuvarı’na tahliye emrine ‘Kapımıza dayansınlar çıkmayacağız,’ yanıtı”nı vererek[56] ileri adımlar atacağız, ya da yok olacağız…
Yok olmak sanat (ile tiyatro)suz bir yaşamdır…
“Nasıl” mı?
Mesela edilgen bir rehavete kapılanlar; “Amaaan boşver” diyenler gibi…
Böyleleri, “Bu kadarmış işte. Bu memleket böyle! Böyle gelmiş, böyle gider! Biz kendi işimize bakalım…” diyenler her geçen gün artıyor…
“Derin hüzün” ile “hiçlik duygusu” dört yanı kaplıyor.
Çoğunluğun derdi, coğrafyamızın gerçeğinden uzaklaşmak, kendini olan bitenden soyutlamak, görmemek, duymamak; ezcümle, ruhunu korumaya almakta somutlanırken; bunun yanı başında “içe kapanma” ve “kaçış” öne çıkıyor.
Sosyal medya hesapları bile kapandı; çok şey çürümeye terk edildi.
Politika konusunda ağızları bıçak açmıyor.
Suskunluk büyüyor.
Datça’ya taşınma, Çeşme’deki araziye bir şeyler yapma, Bodrum’a yerleşme, Kanada’dan oturum alma, çocuğunu yurtdışında okutma, ABD’de yeşil kart alma, tası tarağı toplayıp Assos’a göç etme hayalleri… Hepsi yeniden gündemde…
Bu ve benzeri tutum(suzluk)lar sanat (ile tiyatro) ve hayatın düşmanlarını güçlendiriyor…
Şimdi akıntıya karşı kürek çekme zamanıdır; sanat (ile tiyatro) ve hayatın devrimci imkânları dışında bir şey yoktur.
Bu tabloda şimdi bize gereken: Sakin ve kararlı olmaktır.
Yılgınlığa gerek yok; sanat (ile tiyatro) ve hayat kazanacaktır…
Yapılması gereken “Her şeyin bittiği” fikrine, duygusuna kapılmamak; aksine her şeyin şimdi başladığını kavrayıp, kavratmak.
Sonra da Walter Benjamin’in, “Devrimci mücadele, kapitalizmle akıl [tin] arasında değil, kapitalizmle proletarya arasındadır,”[57] uyarısını “es” geçmeden; “Ben ne yapabilirim” diyerek sanat (ile tiyatro) ve hayata sahip çıkmaktır.
Şimdi umut, yaygınlaştırılmak istenen umutsuzluğun içindedir[58] ve karanlığın da bir diyalektiği vardır.
Bu günler de geçecektir. Hem de Nâzım Hikmet’in, Tan gazetesini basan faşist zihniyeti mahkûm ettiği dizelerdeki üzere:
“Onlar ümidin düşmanıdır sevgilim,/ akar suyun,/ meyve çağında ağacın,/ serpilip gelişen hayatın düşmanı./ Çünkü ölüm vurdu damgasını alınlarına:/ -çürüyen diş, dökülen et-,/ bir daha geri dönmemek üzre yıkılıp gidecekler.”
O hâlde diyeceklerimi Süreyya Karacabey’in satırlarıyla tamamlıyorum:
“Geldi ve bir daha gitmedi gül biçicileri, ülke bozguna uğramış bir bahçe şimdi. Ezilmiş çiçeklerin, savrulmuş fidelerin toprağı ol tiyatro.
Sahneye özgürlük yaz!
Çocuklar gittikleri yoldan dönmedi, kayboldu annelerin neşesi, hayatlar parçalandı, acıya açılıyor kapıları artık evlerin, anlat ki unutulmasın hikâyeleri.
Sahneye özgürlük yaz!
Zincire bağlandı hayal gücünü yükselten kanatlar, tutsak edildi ortak iyiye ait rüyalar. Rüyalarını onlara verme tiyatro, sen var oldukça uçacak o kanatlar.
Sahneye özgürlük yaz!
Uzun bir kışa benzedi ülke, içinden karanlık suların geçtiği, herkes ayrı ayrı üşüyor şimdi, yaktığın ateşle ısınacak herkes.
Sahneye özgürlük yaz!
İnsanların birbirini yeniden bulacağı kökene çağır bizi tiyatro, sonsuz kardeşliğin ve barışın dünya sahnesine, birlikte oyun seyretmenin neşesine çağır bizi, tarihte ustaların yaptığı gibi, cesarete ve dürüstlüğe çağır bizi.
Sahneye özgürlük yaz!
Geldi ve bir daha gitmedi gül biçicileri, azaldı sesler, çığlıklar fısıltıya döndü, her yer ıssız bir mezar şimdi. Sen deleceksin tiyatro bu suskunluk mermerini.
Sahneye özgürlük yaz!”[59]
26 Ağustos 2018 17:54:42, Çeşme Köyü.
[1] 29 Ağustos 2018’de İzmir’in Seferihisar ilçesinde Sığacık’ta gerçekleştirilen Amatör Tiyatrolar Dayanışması II. Geleneksel Kampı’nda yapılan konuşma… Kaldıraç, No:207, Ekim 2018…
[2] Octavio Paz
[3] Oğuz Atay, Tutunamayanlar, İletişim Yay., 4. baskı., 1989.
[4] Zygmunt Bauman, Yaşam Sanatı, Çev: Akın Sarı, Ayrıntı Yay., 2017.
[5] Orhun Atmış, “Selçuk Yöntem: Çağımızda Duygu Açlığı Var”, Cumhuriyet, 4 Mart 2018, s.16.
[6] Canan Aydın, “Tiyatro Sonuna Kadar Direniştir”, Birgün, 27 Mart 2017, s.15.
[7] Arap Atasözü.
[8] Georgi V. Plehanov-Jean Freville, Sosyalist Gözle Sanat ve Toplum, Çev: Asım Bezirci, May Yay., 1974.
[9] Oscar Wilde, Sosyalizm ve İnsan Ruhu, Çev: Fuat Sevimay, Aylak Adam Yay., 2013, s.32.
[10] “Barış, insandan yana olan tüm çabaların, tüm üretimin, yaşama sanatını da içermek üzere tüm sanatların temelidir.” (Bertolt Brecht.)
[11] Hakan Bora, “Barnes’in Not Defteri”, Cumhuriyet Kitap, No:1481, 5 Temmuz 2018, s.5.
[12] Utku Kızılok, “Devrimci Direnç Noktası Olarak Devrimci Sanat”, 7 Ağustos 2016… http://marksist.net/utku-kizilok/devrimci-direnc-noktasi-olarak-devrimci-sanat
[13] “Ercan Kesal: Sanat Bize Cesaret Verir”, Cumhuriyet, 26 Ağustos 2017, s.15.
[14] “Entelektüel; basit bir şeyi karmaşık söyleyebilen kişidir; sanatçı ise zor bir şeyi kolay…” (Charles Bukowski.)
[15] Andrey Tarkovski, Mühürlenmiş Zaman, Çev: Füsun Ant, Agora Kitaplığı, 2008.
[16] Ayşe Emel Mesci, “Sanatın Sorumluluğu”, Cumhuriyet, 26 Mart 2018, s.13.
[17] “Her Koşul Sanatını Doğurur”, Özgürlükçü Demokrasi, 9 Şubat 2018, s.11.
[18] “Charles Baudelaire, ‘Modern Hayatın Ressamı’ adlı yazısında, modern sanatçının ideal tipinin çizgilerini biraz daha belirginleştirir: ‘Nasıl ki kuş havada, balık suda yaşarsa, o da kalabalıklarda yaşar. Aşkı, işi, gücü kalabalıklardır. Kusursuz flâneur için, tutkulu gözlemci için, ahâlinin orta yerini, hareketin gel-git noktasını, gelip geçici ile sonsuzun arasını mesken tutmak müthiş bir keyiftir (…) Evrensel hayat âşığı, dipsiz bir elektrik sarnıcına girer gibi dalar kalabalığın içine. O, kalabalığın kendisi kadar büyük bir aynaya, bilinçle donatılmış bir kaleydoskopa benzetilebilir. Hayatın çeşitliliğini, tüm öğelerinin uçarı zarafetini yeniden üreten bir kaleydoskop. Kendi dışındakine bir türlü doymayan bir ben’dir o: Dışındakileri, daima istikrarsız, ele avuca sığmaz olan hayattan daha canlı imgelerle ifade eden bir ben’dir ve ‘modern hayatın ressamı’ olan Constantin Guys’ın deyişiyle ‘kalabalığın içinde sıkılan insan aptalın tekidir!’…” (Murat Yaygın, “Anlık İzlenimler Üzerine”, Birgün, 12 Temmuz 2018, s.15.)
[19] Bkz: Derya Gümüş, “Kültür ve Sanatta İktidar(sızlık) Meselesi”, Güney Dergisi, No:85, Temmuz-Ağustos-Eylül 2018, s.14-15; Metin Celal, “Günümüz Sanatçıları Ne Yapıyor?”, Cumhuriyet, 18 Temmuz 2018, s.12.
[20] Julian Barnes, Gözünü Açık Tutmak, çev: Serdar Rifat Kırkoğlu, Ayrıntı Yay., 2018.
[21] “Mazhar Alanson ve Bülent Ortaçgil, sanki eski Türkiye’de muhafazakârların mağduriyeti hâlâ devam ediyormuşçasına (ki bu da şüphesiz sorunlu bir kalıp, ‘bana sağcılar adam öldürüyor dedirtemezsiniz’in her zaman temel şiar olduğunu düşünürsek), ‘Yüzde 52 oy almış işte adamlar, nankörler kabul etmiyorlar’ minvalinde bize çoğunluk despotizmi dersi verirlerken aslında yepyeni bir ‘oyuna devam’ı da savunuyorlar. Şimdi herhangi bir vakada ‘Filistin’de ya da Mısır’da nerdeydiniz ha, nerdeydiniz?’ diye çemkirme hastalığı var ya, o zaman ben de bu efsane isimlere şunları sormak istiyorum: Gezi’de kaybettiğimiz canlar sırasında neredeydiniz, Suruç’ta, Ankara’da, Roboski’de insanlar katledilirken, gazeteciler, milletvekilleri hapislere girerken, hukuk yıllardır ayaklar altındayken, akademisyenler işlerinden atılırken hiç sizi konuşurken görmedik. Kentler beton yığınına dönerken, AKM yıkılırken, milyonlarca ağaç katledilirken, ODTÜ’de arabasında pankart taşıyanlar içeri alınırken neredeydiniz? Bu saydıklarımız sanki hiç olmamış gibi, her şey güllük gülistanlıkmış, bütün bunlar şikâyet ettiğiniz kutuplaşma ortamını yaratmamış sanki gibi, ‘rahat olun’ ya da ‘… sorun çözülür’ derseniz, bu sizin Türkiye’nin temel gerçeklerini bilerek ya da bilmeyerek kaçırdığınızı gösterir. Belki şimdilik sizi Yavuz Bingöl mertebesine düşürmez ama kalbimizi yaralar. Geldiğimiz noktadan çıkış için umut besleyelim tamam ama bu, o kadar da kolay değil, hatta gerçekten ‘Zor çok zor Yonca, çünkü insanlar aylar boyunca hiç soru sormadan durur’….” (Azmi Karaveli, “Bu İş Zor Yonca”, Cumhuriyet, 7 Ağustos 2018, s.12.)
[22] Ressam Ahmet Sula’nın, “Kültürümüze güveniyoruz, tarihimize, sanatımıza… Öyleyse bizim bunu çok güçlü yansıtmamız, büyük düşünmemiz lazım. Batının yaptığı sanat tarifine, sınırlarına ya da sınırsızlığına uymak zorunda değilim onlar da benimkine uymak zorunda değil,” deyişindeki üzere… (Gülcan Tezcan, “Ahmet Sula: Batı’nın Sanat Tarifine Uymak Zorunda Değiliz”, Star Pazar, 24 Haziran 2018, s.3.)
[23] Muhsin Ertuğrul.
[24] Bkz: Dikmen Gürün, Ne Yaman Bir Sanattır Tiyatro”, Cumhuriyet, 26 Mart 2018, s.13; Emrah Kolukısa, “Oliver Reese: Tiyatro Demokrasidir”, Cumhuriyet, 30 Mart 2018, s.15; Serkan Karabayır, “S. Günay Akarsu ve Tiyatro Düşüncesi”, İnsancıl, Yıl:27, No:321, Nisan 2017, s.35-39.
[25] Derya Aydoğan, “Sunay Akın: Tiyatro İnsanların Beyinlerinde Örülen Duvarları Yıkar”, Birgün, 6 Aralık 2017, s.15.
[26] Ayşe Emel Mesci, “Sanatın Sorumluluğu”, Cumhuriyet, 26 Mart 2018, s.13.
[27] William Shakespeare, Venedik Taciri, Çev: Özdemir Nutku, İş Bankası Kültür Yay., 2012.
[28] Mine G. Kırıkkanat, “Hayatımız Tiyatro!”, Cumhuriyet, 29 Ekim 2017, s.27.
[29] Ahmet Cemal, “Tiyatron, Düşleyebildiğin Kadardır…”, Cumhuriyet, 27 Mart 2017, s.13.
[30] Alain Badiou, Filozof Ahmed, Pharmakon Yay., çev: Ayberk Erkay, 2015.
[31] Şâmil Yılmaz, “Başka Yolu Yok, Direneceğiz!”, BirGün Kitap Eki, No: 158… https://www.insanokur.org/baska-yolu-yok-direnecegiz-samil-yilmaz/
[32] Ayşe Emel Mesci, “Efendiler Siz Tiyatro Yapamazsınız”, Cumhuriyet, 6 Ağustos 2018, s.14.
[33] Tolga Rahmi Solak, “Aşılamayacak Barikat Şiddetin, Nefretin ve Korkunun Barikatı Değil!”, 28 Ocak 2018… http://sendika62.org/2018/01/asilamayacak-barikat-siddetin-nefretin-ve-korkunun-barikati-degil-tolga-rahmi-solak-470987/
[34] Büşra Uyar, “Her Şey ya da Hiçbir Şey: Dada”, Cumhuriyet Kitap, No:1479, 21 Haziran 2018, s.8.
[35] “Ara sıra başka insanlarca yapılan veya onların başına gelen şeylerin bir şekilde bizim yaşamlarımıza ve istediğimiz gibi yaşama şansımıza etki ettiğini duyduğumuzdan dolayı, hepimizin aynı kocaman uçakta seyahat ediyor olduğumuzu tahmin edebiliyoruz. Bilmediğimiz şey pilot kabininde kimin oturduğudur.” (Zygmunt Bauman, Kuşatılmış Toplum, Çev: Akın Emre Pilgir, Ayrıntı Yay., 2018, s.75.)
[36] Marvin Carlson, Tiyatro Teorileri Çev: Barış Yıldırım-Eren Buğlalılar, De Ki Yay., 2008.
[37] “Ostermeier: Tiyatro Toplumsal Sorunları Öne Çıkarmalı”, Evrensel, 15 Şubat 2018, s.12.
[38] Hannah Arendt.
[39] “İnsanımız, temeli ‘anlatı’ olan tiyatro gereksinimine bir çözüm bulup; bu işi Meddah’lara yüklemiş; böylece Meddah, Doğu ve İslâm ülkelerinin ilk Tiyatrosu olmuştur! Öyle bir tiyatro ki, perdesi, sahnesi, dekoru, giysileri, kişileri “tek kişi”de toplanan ‘Kahraman’ bir tiyatro!” (Ceren Çıplak, “Yılmaz Gruda: Meddah, Doğu’nun İlk Tiyatrosu”, Cumhuriyet, 20 Haziran 2015, s.14.)
[40] Öznur Oğraş Çolak, “Oyuncu Salih Kalyon: ‘Korku Var Ama Umut Daha Büyük’…”, Cumhuriyet, 6 Mayıs 2018, s.16
[41] Bkz: Derya Akdoğan, “Devlet Tiyatrosu’nu da ‘Tek Adam’ Yönetecek”, Birgün, 11 Temmuz 2018, s.15; Selda Güneysu, “Başkan Tiyatroları Opera ve Balesi”, Cumhuriyet, 1 Temmuz 2018, s.5; “Tiyatroma Dokunma!”, Cumhuriyet, 16 Ocak 2018, s.16; Ayşegül Yüksel, “Ülkemizin İlk Tiyatro Bilimcileri Burada Yetişti”, Cumhuriyet, 9 Şubat 2017, s.15; Orhun Atmış, “Devlet Tiyatrosu’nda Yine Sözleşmeli Oyuncu Krizi: ‘Mevsimlik İşçiyiz’…”, Cumhuriyet, 18 Aralık 2017, s.15; Ceren Çıplak, “Şehir Tiyatroları’nda İşten Çıkarılanlar Dava Açıyor”, Cumhuriyet, 26 Ağustos 2016, s.13; Ceren Çıplak, “Devlet Tiyatroları: Oyuncular ‘Kiralanacak’…”, Cumhuriyet, 19 Ağustos 2016, s.16; “Tiyatrocular Kiralanacak”, Birgün, 20 Ağustos 2016, s.15; Selda Güneysu, “Selman Ada AKP İktidarını Topa Tuttu: Tiyatro Kültürü Olmayan Kasabalılar”, Cumhuriyet, 1 Kasım 2017, s.16.
[42] “Şehir Tiyatroları Müdürlüğü’ne Şevket Demirkaya Atandı”, Hürriyet, 8 Aralık 2014… http://www.hurriyet.com.tr/sehir-tiyatrolari-mudurlugune-sevket-demirkaya-atandi-27731689
[43] Ayşegül Kahvecioğlu, “Tiyatrolara Yerel Sanatçı”, Milliyet, 18 Mart 2016, s.7.
[44] Zeynep Oral, “Yasak Arası Tiyatro”, Cumhuriyet, 4 Şubat 2018, s.15.
[45] Ezgi Atabilen, “Demirel’in Oyununa Kaymakamlık Engeli”, Cumhuriyet, 17 Mayıs 2016, s.15.
[46] “Genco Erkal’ın ‘Nâzım ile Brecht’ Oyununa OHAL Engeli”, Cumhuriyet, 8 Ağustos 2016, s.3.
[47] Yalçın Ergündoğan, “Rejimin ‘Gezi’ Korkusu: Erenus’un Bukalemun Oyunu Bir Gün Sahnede Kalabildi”, Sesonline, 12 Nisan 2016… http://sesonline.net/php/genel_sayfa.php?KartNo=59161
[48] İstanbul Büyükşehir Belediyesi Şehir Tiyatroları’nda “darbe girişimi temizliği” kapsamında açığa alınan yönetmen Ragıp Yavuz, “Muhalif olana yaşamın hemen hiçbir alanında tolerans yok ki, tiyatroda olsun. Umuyor ki, yaşadığımız şu acı deney “muhalif” olanla, darbeci, terörist ve vatan haini olanı birbirinden ayırmaya hizmet eden bir vesile olur” (Ceren Çıplak, “Düğmeye Daha Büyük Bir El Bastı”, Cumhuriyet, 4 Ağustos 2016, s.2.)
[49] “Tiyatroda Cadı Avı: Çok Sayıda Oyuncu ve Yönetmen Açığa Alındı”, Cumhuriyet, 3 Ağustos 2016, s.15.
[50] Refik Erduran da tarihe “Nâzım’ı kaçıran adam” olarak geçer. Ne var ki ne hayat ne de kendisi tarihe yalnızca bu sıfatla geçmesine izin vermedi. Bunun yanına gazeteci- yazar, piyes yazarı, Kore Savaşı’nda asker, Aydınlar Bosna’ya hareketinin öncüsü derken ‘Viagra kahramanı’, eski eşinin kızıyla evlenen adam, Uluslararası Tiyatro Enstitüsü’nün müzmin Türkiye başkanı gibi sıfatlar ekler. 2005 yılında anılarını “İblisler, Azizler, Kadınlar” başlığıyla kitaplaştırdığında kendisine ‘bir tuhaf adam’ sıfatını layık görür. (Zeynep Miraç, “Her Devrin Tuhafı”, Cumhuriyet, 12 Haziran 2016, s.16.)
[51] Selda Güneysu, “Erduran’dan İhbar Mektubu: Levent Üzümcü Şov Şampiyonu”, Cumhuriyet, 6 Haziran 2016, s.15.
[52] “Tiyatro: Planlanan Bir Olaydı”, Cumhuriyet, 13 Temmuz 2018, s.7.
[53] Türkiye’de tiyatro izleyicisi günden güne düşüyor. Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın verilerine göre, Türkiye nüfusu 2011-2016 yılları arasında yüzde 6.4 artarken, tiyatro izleyici sayısı ise yüzde 2.2 azaldı. Nüfus artışı baz alındığında yıllar boyunca Türkiye’de yaklaşık yüzde 10’luk bir izleyici azalışının olduğu dikkat çekerken, 2011 yılında 1 milyon 634 bin 36 olan izleyici sayısı 2016 yılında 1 milyon 597 bin 953’e düştü. Rakamlar dikkate alındığında, bir kişinin yıl içinde birkaç defa tiyatroya gittiği varsayılırsa, bu durumda her 100 kişiden sadece 2’si tiyatroya gidiyor. (Selda Güneysu, “Tiyatroya Gitmiyoruz”, Cumhuriyet, 30 Kasım 2017, s.24.) Ayrıca bkz: Zehra İpşiroğlu, “Tiyatro Mucize Yaratır”, Cumhuriyet, 27 Mart 2018, s.13; Ayşe Emel Mesci, “O-Hâlde Tiyatro”, Cumhuriyet, 22 Ağustos 2016, s.16; Metin Boran, “Kültür Ekonomisinde Tiyatronun Payı”, Evrensel, 7 Kasım 2017, s.12; Derya Aydoğan, “Tiyatronun Sorgulayan Bir Seyirciye İhtiyacı Var”, Birgün, 6 Şubat 2018, s.15; Ezgi Atabilen, “Şevket Çoruh: Net Bir HAYIR”, Cumhuriyet, 2 Nisan 2017, s.15; Ahmet Cemal, “Bir Tiyatro Açmak…”, Cumhuriyet, 3 Nisan 2017, s.13; Ezgi Atabilen, “Yaşasın Tiyatro!”, Cumhuriyet, 26 Nisan 2017, s.15; Burak Abatay, “Ezgi Çelik: Kadın Tiyatrocu Olmak Değil; Tiyatrocu Olmak”, Birgün, 4 Mart 2018, s.15.
[54] Yaşar Yılmaz, Anadolu Antik Tiyatroları – 115 Antik Kent 119 Tiyatro, YEM Yay., 2009.
[55] Yusuf Atılgan, Siz Rahat Yaşayasınız Diye, Can Yay., 2018.
[56] “İstanbul Devlet Konservatuvarı’na Tahliye Emri”, Cumhuriyet, 22 Haziran 2018, s.15.
[57] Walter Benjamin, Brecht’i Anlamak, çev: Haluk Barışcan-Güven Işısağ, Metis Yay., 2007, s.116.
[58] 2013’teki Tiyatrolar Günü’nde Dario Fo demiş ki: “Günümüzün krizini aşmak için de tek umut bizlere, özellikle de tiyatro sanatını öğrenmek isteyen genç insanlara yönelik büyük bir cadı avının düzenlenmesidir: Böylece yeni bir oyuncular diasporası doğacak ve onlar bu baskıdan akla hayale gelmedik yararlar sağlayarak yepyeni temsiller yaratacaklardır.” (“Dünya Tiyatro Günü Kutlanıyor: Tiyatroya Yol Açın!”, Cumhuriyet, 27 Mart 2017, s.15.)
[59] “Karacabey’den Alternatif Dünya Tiyatrolar Günü Bildirisi: Tiyatroya Özgürlük!”, 26 Mart 2018… http://sendika62.org/2018/03/karacabeyden-alternatif-dunya-tiyatrolar-gunu-bildirisi-tiyatroya-ozgurluk-482550/