Home , Köşe Yazıları , Şahinler zirvesinin ardından

Şahinler zirvesinin ardından

muratcakirGeçen haftasonu gerçekleştirilen 45. Münih Güvenlik Konferansı’na katılan şahinler, her yıl olduğu gibi bu yıl da geniş güvenlik (!) önlemleri altında küresel askerî stratejiler, yeni saldırı savaşları ve silahlanmalar üzerine olan planlarını karşılaştırdılar, yeni „vizyonlar“ geliştirdiler. Yüksek rütbeli askerlerin, dünyanın önde gelen silah tekellerinin, AB ve NATO üyesi ülkelerin üst düzey devlet ve hükümet temsilcileri ile Afganistan Devlet Başkanı Karsai gibi emperyalizmin vassallarının katıldığı toplantının adı gûya „Güvenlik Konferansı“. Gûya, çünkü toplantı sonuçları dünyaya güvenlik adı altında yeni savaşlar müjdeliyor!Hoş, ABD Başkan Yardımcısı Biden konferansta yaptığı konuşmada, yeni ABD yönetiminin „bundan itibaren ihtilafları ‘diyalog‘ yoluyla çözmek istediğini“ söyleyerek, yaygın medyanın „ABD değişiyor“ manşetlerine uygun bir resim sergiledi, ama kelimelerin arasındakileri okuyabilenler, öngörülen „diyaloğun“ yeni savaşlara gebe olduğu görmekte zorlanmamışlardır. Dahası: Biden, ABD’nin „küresel görevlerini yerine getirmeye devam edeceğini“, ama bunun için „müttefiklerimizin daha fazla katkıda bulunması gerektiğini“ vurgulayarak, Obama Hükümeti’nin AB ve NATO üyesi ülkelerden beklentilerini sıraladı.

Görüldüğü kadarıyla ABD ve Çekirdek Avrupa, dünya piyasalarına, hammadde kaynaklarına ve enerji rezervlerine engelsiz ulaşımı güvence altına almak ve ekonomik çıkarlarını küresel çapta korumak için önceliği NATO’ya veriyorlar. Biden’in Afganistan’daki savaş ve işgal bağlantısında müttefiklerinden daha fazla katkı istemesini, AB ve NATO üyesi ülkelerin saldırı savaşlarına daha fazla asker, daha fazla silah ve daha fazla para ile katılmalarını istemek olarak okumak gerekiyor.

Zaten yeni ABD yönetiminin istemleri, hem NATO’nun 1991’den bu yana mütemadiyen geliştirilen konseptine ve stratejilerine, hem de AB’nin, 2000 Lizbon Zirvesi’nde ifadesini bulan militaristleştirilme adımlarına da uymaktadır.

4 Nisan 1949’da imzalanan „Washington Sözleşmesi“ ile oluşturulan ve kurulduğu ilk günden beri dünya çapında savaşları ve ihtilafları körükleyen NATO, 1991 Kasım’ında Roma’da yapılan zirvede yeni stratejik mimarîye karar kılmıştı. „Roma Açıklaması“ adını taşıyan konsept, Soğuk Savaş’ın ardından yeni tehdit unsurlarını belirliyordu. Buna göre yeni tehditler: „… birçok Orta ve Doğu Avrupa ülkesinin karşı karşıya olduğu etnik rekabet ve sınır tartışmaları dahil, ciddî iktisadî, sosyal ve politik zorlukların yol açtığı istikrarsızlıklardan“ kaynaklanmaktaydı. Ayrıca kitle imha silahlarının yaygınlaşması, „yaşamsal önemde“ olan kaynaklara ulaşımın engellenmesi ve „terörizm“ de küresel çapta yeni tehditler olarak algılanmalıydı. Tüm bu „tehditler“ daha sonra NATO’nun bütün strateji belgelerini, üye ülkelerin ve AB’nin güvenlik (!) politikalarını belirler oldu. Eh, Batı medeniyeti de insan haklarını koruyabilecek yegâne merkez olduğundan, „insanî müdahaleler“ de NATO görevleri arasına girdi.

Böylelikle 1999’da Yugoslavya’ya karşı başlatılan savaş, NATO’nun „insanî“ gerekçelerle yürüttüğü ilk savaş; „Operation Enduring Freedom“ adı altında Afganistan’a karşı yürütülen ve hâlen devam etmekte olan savaş, NATO’nun „İstekliler Koalisyonu“ ile birlikte „terörizm“ tehditine karşı başlattığı ilk savaş ve Irak Savaşı ve işgali de ABD ve bazı NATO üyesi ülkenin „kitlesel imha silahlarının yayılmasını engelleme“ gerekçesiyle giriştikleri ilk savaş olabildi.

Soğuk Savaş sonrası dünyadaki bu gelişmelerin en ürkütücü yanı, „komünist tehdite“ karşı kurulan NATO’nun, bu tehdit ortadan kalmış olmasına rağmen yürüttüğü politikalar ve adımlar sonucunda dünyadaki askerî ihtilafların sayısını ve şiddetini artırmış olmasıdır. Yeni konseptin buna neden olmadığını söylemek, naiflik olacaktır. Münih’teki „Şahinler Zirvesi“nde yapılan konuşmalar „teröre karşı savaşın“ yeni terör savaşlarıyla kızıştırılacağına işaret etmekte.

Bu yıl Nisan ayında 60. kuruluş yıldönümünü Strasburg ve Baden-Baden’de yapacağı „etkinliklerle“ kutlayacak olan NATO, günümüzde dünya barışını (her ne kadar pek „barışçıl“ bir dünyadan söz etmek doğru olmasa da) tehdit eden en önemli faktör haline gelmiştir. Sadece NATO üyesi ülkelerin küresel çapta söz konusu olan silahlanma giderlerinin yüzde 75’ini harcıyor olmaları, bunu yeterince kanıtlamaktadır. İran roketlerinden korunma gerekçesiyle Avrupa’ya yeni nükleer silahların yerleştirilmek istenmesi, yeniden „nükleer ilk vuruş stratejisi“nin tartışılır olması ve Doğu Avrupa’ya ve Kafkaslar’a kadar genişleme planları küresel çapta yeni bir militaristleşme sarmalına yol açacaktır. Hiç kuşkusuz Türkiye’nin payına da buradan yeni acılar düşecektir.

Avrupa barış hareketi şimdiden NATO’nun 60. kuruluş yıldönümünü „layıkıyla“ kutlamaya hazırlanıyor. Nisan ayının ilk günleri NATO’ya karşı direniş günleri olarak ilan edildi. Strasburg ve Baden-Baden ile birlikte aynı günlerde New York ve İstanbul’da da eylemler olacak. NATO olduğu müddetce, insanlığın geleceğinin olamayacağını düşünenler sokaklarda olacaklar: „60 yıl NATO, artık yeter – NATO’ya hayır“ demek için.

cakir@rosalux.de

| 18 – 02 – 2009 |