Anasayfa , Dosya , Düşünüş ve Yaşam Tarzımızda Etkin Olan Felsefi Akım ve Sosyal Pratiğimiz Üzerine (I)

Düşünüş ve Yaşam Tarzımızda Etkin Olan Felsefi Akım ve Sosyal Pratiğimiz Üzerine (I)

“İnsan bilmediklerinin esiridir,
Öğrendikçe Özgürleşir!”[1]

kose_yazisiGenel bir dogru olarak ele alınan ve bildik ifadesiyle düşünme, klasik tanımıyla insan’ı diğer canlılardan ayıran, (esasen ayırmaz, ‘farklılaştırır'[2], bunun içinde ben cümlemi şu şekilde kurmayı tarcih ediyorum) daha özlü ifadesiyle ‘farklılaştıran’ aklın bir fonksiyonudur! Daha basitleştirecek şekliyle ifade edecek olursak, Aklın bağımsız ve kendine özgü bir eylemidir.

Bundandır ki İnsanın düşünen bir varlık olduğu söylemi sıkça rastladığımız diğer bir gerçektir. Düşünce, diğer insan davranışları kadar belirgin, anlaşılabilir, hatta tanımlanabilir değildir. Çünkü düşünce ilk aşamada somut değil,soyuttur.[3] Onu somutlaştıran şey, düşünceyi anlaşılır kılabilen ve tanımlayan en belirgin şey üretilen şeyin sosyal patikte bir şekilde vuku bulmasıyla mümkün olmaktadır. Bizlerin, Yani ATİK kollektifinin düşünce dünyamızda ürettiğimiz temel politikaların şu veya bu şekilde gündelik yaşamımıza, sokak eylemliklerimize, derneklerimize, federasyonlarımıza, gençlik, kadınlar ve bir bütün olarak örgütlülüğümüze şu veya bu oranda yansıtabildiğimiz ve kendisini belirgin ve anlaşılır kılabilen sosyal pratiğimiz, bizim bir bütün olarak düşünce sistematiğimizde üretilen düşüncelerin yaşama yansımasıdır. Yansıtmanın amacı ise teori ile pratiği, inanç ile davranışı ve anlama ile uygulamayı karşılaştırmaktır. Yani diyebiliriz ki, davranışlar bir nevi düşünceyi bir ürün ya da sonuç olarak tanımlar. Ve doğal olarakta İnsan düşüncesini, diğer tüm canlı varlıklarda kendini gösteren zihinsel faaliyetlerin, belirgin bir farklılık gösteren türü olarak ele alabiliriz. Keza buna paralel olarakta davranış ve hareket olgusunu, düşüncenin anlamlı biçimi olarak kabul edersek, tüm canlılarda davranışı oluşturan nedenin niteliğini de düşünce’nin  belirlediğini ifade etmekte bir sakınca olmasa gerek?

Tarihsel devinim içerisine bakıldığında, düşünme konusunda önce socrates[4] daha sonra da platon önemli bir yer alan isimlerdir. “Bilgi erdemdir” der Sokrates ve Eleştirel düşünme merkezinin  kaynakları incelendiğinde, platon ve diğer sorgulayıcı grubun hayatta var olanların göründüklerinden daha farklı olduklarını iddia ettiklerini görmekteyiz. Eleştirel düşünme merkezi, daha derin görebilen bireylerin özelliklerini ise şu şekilde ortaya koymaktadır: “eski yunanistan döneminde bir kişinin derin gerçekleri görebilmesi için sistematik olarak düşünmesi, işaretleri geniş ve derin olarak takip etmesi, daha anlaşılır bir düşünme yapısına sahip olması ve karşı yargılar söz konusu olduğunda bunlara hazırlıklı olabilmesi onu yüzeyin derinliğine götürecektir”. Evet, işte bizim elde etmek istediğimiz sonuçta yüzeyin derinliğini, yani küçümsediğimiz davranış, çalışma ve pratik tarzında ki derinliği saptayabilmektir.

ATİK kollektifi olarak temel sıkıntı ve problemlerimizden birisi, sıkıntı ve çeşitli düzeylerde darlıklar, açmazlar yaşadığımız çalışmalara ve bunlara yönelik çözüm arayışları için sorulan sorulara verdiğimiz yanıtlardır. Yanıtları verdiğimiz aşamada bir sorunun bilgi üretme ve doğruyu saptama serüveninde basamaklardan yanlızca birini oluşturduğunu unutmakta, yada gözardı etmekte olduğumuzu da görmek zorundayız.

‘Doğru’yu bulma,yeni şeyleri saptama, sorunlara çözüm üretme ve gelişim sürecinin temel öğesi ve temel enerjisi soru sormaktır. Hangi alanda olursa olsun, bilim, teknik, tarih, Felsefe vd her hangi bir alanın tarihsel gelişim sürecinde etkin rol oynayan her zaman en önemli dinamikler, kendi tarihi içinde defalarca sorulan sorular olmuştur. Yine bu alanlarda tek bir soruya bulunan yüzlerce belki de binlerce yanıt, o alanların gelişimindeki en belirgin süreçlerdir. Bizde ATİK Kollektifinin birer aktivisti olarak kendi mevcut bulunduğumuz süreci, içinde bulunduğumuz koşulları, bir bütün olarak kollektifin durumunu ve en önemlisi de düşünüş tarzımızı göz önünde bulundurarak soracağımız sorular ve vereceğimiz cevaplarla yanıtlar aramaya çalışmalıyız. Ama bunu yaparkende hepimizin dünyasında şu veya bu düzeyde egemenliklerini daha önceden ilan etmiş kalıpsal yanıtlar söz konusu olduğu gerçeği görülmeli, bundan dolayıda yanıt arayan her kişi de ne yaptığının farkında olmalıdır. Aksi halde ortada, varolan mevcut sorunlarımıza çözümler üretme ve gelişimi,ilerlemeyi sağlayacak bilgi üretim sürecine ait çok da fazla bir şey kalmayabilir. Ve bu durum, bir örgüt olarak bizleri pratik yaşamda karşılaştığımız sorunlara karşı doğru çözümlemeler getirmekte yetersiz kılabilir!

Her sorun, her gelişme, her süreç, her olay/olgu ve her soru karşısında verilecek cevabın en temel görevi, yanlızca gerçekliği değil, nesnenin bilinme sürecine düşünsel katkı sağlama becerisi de olmalıdır. Bunun içinde her verilecek cevabın ille de ”bir bütün olarak doğruyu ifade etmeli” ve ”eksiksiz olmalı” gibi mükemmelliyetçi bir anlayışla kendi durumumuzu ve içinde bulunduğumuz süreci ele almamalı, aksine gerçek cevapları hep birlikte bulabilmek için sorgulayıcı ve beynimizin eleştirel düşünce merkezinin daha işlerli hale gelmesi ve verdiğimiz cevapların içinde ki yanlışlıklarla ele alarak doğruya varacağımız bilinmelidir.

İşte tamda olaylara, olgulara, objelere ve süreçlere bu yönlü bakıldığında ve bu yönlü düşünüldüğünde, bilinenin tersine, insanın gerçeği arama sürecine en fazla katkıyı sağlayan şeyin aslında “yanlış” yanıtlar olduğunu da unutmamalıyız! Kimi yanlış yanıtların doğru yanıtlara yol açabileceğini gözardı etmemeliyiz. Şöyle düşünelim,  Dünyanın düz olduğunu söyleyen kişinin, bilime katkısı, dünyanın yuvarlak olduğunu söyleyen kişiden daha fazla(!) olduğunu düşünmek şaşırtacaktır kimi okuyucuları belki,(?) Fakat birinin çıkıp da yer kürenin düz olduğunu söylemesi için, belki de o güne kadar kimsenin düşünmediği bir şeyi düşünmesi, yani dünyanın bir şeklinin/ biçiminin olduğunu fark etmesi gerekirdi. Dünyanın düz olduğunu söyleyen bu kişinin bu yanıtı ne kadar ”yanlış” olsa da, sorunun var olmasına, ele alınmasına, araştırılıp incelenmesine ve doğru sonuçlara ulaşılmasına olan ‘vesile’ oluşu ve katkısı bakımından, sonraki tüm yanıtlardan bilimsel olarak daha değerli olduğu pek ala söylenebilir!

Keza bilindiği gibi İlk karşıt görüşlerin ortaya çıkışı ve doğruların saptanması, Oluş ve değişme felsefesine taban tabana zıt görüşleri güney İtalya’da bir Yunan kenti olan Elea’lı bir grup filozof ortaya attar. Böylece felsefe dünyasında varlık konusunda sürüp gidecek tartışma da başlamış olur !

‘Soru’ ve ‘Yanıt’ denilen kavramların bizim açımızdan işlevini bu yönlü kalın çizgilerle altını çizerek ve büyük puntonlu harflerle kalınlaştırarak belirledikten sonra, sanıyoruz ki cevaplarımızı ifade etmekte de artık istediğimiz kadar da cesur olabiliriz(!) Keza yukarıda da vurguladığımız gibi zaten bizim burada ki amacımız, yanıtımızın bir bütün olarak herşeye eksiksiz veya tamı-tamına karşılığını doğru bir şekilde ifade edecek türden cevaplar aramak değil de, sorunun gelişim sürecinde doğru ve yanlış olarak verdiğimiz/vereceğimiz her cevabı bu düşünce sistematiği içinde bir basamak olarak kullanmaktır. Umuyoruz ki, ne kadar yanlış görünürse görünsün, bizim yanıtlarımız başkalarına ilham verir ve doğru cevapları hep birlikte kollektif yapının sorunlarını giderecek şekilde kollektif aklın egemenliği ile bulur ve buna uygun pratik eylemlikler içerisine gireriz…

ATİK olarak Batı Avrupa alanında yaklaşık 6-7 ayrı ülkede yürütmekte olduğumuz örgütlenme çalışmaları, bulunan göçmen  emekçilerin sadece kendi sorunlarını ortadan kaldırmaları için değil, demokrasi güçlerinin ve emekçilerin ortak çıkarlar etrafında, aynı hedefler doğrultusunda hareket etmesinin olanaklarını yaratmak açısından da önemli olduğu bilinçlerden çıkarılmamalıdır. Bunun içinde göçmen emekçilerin örgütlenmesi için geliştirilecek politikalar kadar, bu politikaları sosyal hayata geçirilebilecek yol ve yöntemlerin ve araçların yaratılması ve uygulanması da en az örgütlenme sorununu ele alışımız ve buna bağlı olarak üretmiş olduğumuz politikalar kadar önemli ve hayatidir.  

Bu gün ATİK Kolektifi olarak hedeflerimize asgari düzeyde de olsa ulaşabilmemiz için, örgütlenmiş olduğumuz alanlara ve ihtiyaçlarımıza göre oluşturmuş olduğumuz organların bir makinenin parçaları gibi düzenli ve uyumlu çalışması son derece önemlidir.  (Esasen böylesi bir düzenlilik ve uyumluluk her hangi bir legal veya illegal örgütlenmeler içinde geçerli ve hayati bir önemdedir.) ATİK kolektifi, gücünü bu gün Türkiyeli göçmen emekçiler alanında ki yaygın örgütlülüğü ve mücadeleci kimliğinden alan bir gerçekliğe sahiptir. Bu gücü daha da arttırmak, yerli emekçi güçlerle ve sınıf’la iç-içe olmak için, ATİK kolektifinin her üyesi bulunduğu alanlarda ve iş kollarında başta sendikal örgütlenme alanlarına yönelik olmak üzere, belediye ve komün örgütlenmeleri içerisinde de yer alarak belli bir örgütlenme içerisinde olması gelinen aşamada bir ‘zorunlu’luktur!..

Mevcut ilişkilerin içine sıkışmış bir çalışma tarzı ve gelişmeler karşısında ise yalnızca muhalefet eden ve alternatif olamayan ve protestodan öteye gidemeyen bir örgütsel bütünlükle demokratik hak ve sosyal hakların elde edilmesi mücadele biçimlerinin, sorunların çözümünde yeterli olmadığı görülmektedir. Güçlü bir göçmen örgütlülüğü hareketinin yaratılması, kendisini ancak yenileyerek oluşturulacak bir mücadele biçimi ve yerli emek güçleriyle, sınıfla iç-içe ete kemiğe bürünmekle veya bunun köprülerini şimdiden atmaya başlamakla mümkün olacaktır. Aksi halde çıkarılan her yasaya, her anti-demokratik sosyal hak gasplarına yönelik pratik uygulamalara, ve bir bütün olarak güncel gelişmelere karşı yalnızca muhalefet edecek ve protesto mitinglerine yıllardır olduğu gibi sınırlı ve etkin olmayan sayımızla ve ikna gücü yetersiz gücümüzle katılmakla sınırlı kalacağız. Oysa muhalefet yerine alternatif olabilmek için daha etkili bir güç olmak zorundayız. Buda yukarıda ifade ettiğimiz gibi, örgütlenme zeminimiz olan Türkiyeli göçmen emekçilerin bizim için önemini elden bırakmadan diğer alanlarda da örgütlenme çalışmalarına yoğunlaşmakla olacaktır. Bunu yaparken de kesinlikle “kimsenin sendikada, belediyelerde, yabancılar meclisinde, komünlerde vb örgütlenmesinin önünde engel değiliz,aksine buna yönelik politikamız da var, yeter ki insanlarımız bu alanlarda gidip çalışsınlar” demekle de bu işin olmayacağını ve bu işteki kendi sorumluluğumuzu da bunları diyerek üzerimizden atamayacağımızı görmek ve bilmek zorundayız. Öyleyse ne yapmalı? Bu nokta da görev ve sorumlulukların tek-tek bireylere bırakılması ve bireyin bireysel dönüşümüne umut bağlanması yerine, bireyin kolektif olarak (aynı zamanda kolektifin bir bütün olarak) değişimi ve dönüşümünü bir tarz haline getirmek zorundayız. ATİK kolektifi ve üyeleri ‘farklı kişilikler’in bir toplamıysa ve gelecekten umutlama hakkına sahip olan farklı kişiliklerin örgütüyse, ATİK kolektifi, her aktivistinin ve her üyesinin ailesinin, toplumun, çevresinin ve bireysel emeğinin bir ürünü olmaması yönünde çaba sarf etmeli, kolektif değişim ve dönüşüm mekanizmalarının daha aktif ve işlerli kılınarak aktivistlerinin, üyelerinin ve bir bütün olarak kendisini de bu ilişkiler içinde var olmaktan çıkararak insanlığın değerlerinin, ‘kollektif’ düşüncenin ve kolektif emeğin ürünü haline getirmelidir.

Şayet kolektif bir değişim-dönüşüm sağlanamaz, tepeden tırnağa bir devrimci müdahalenin yapılamaz oluşu halinde, Federasyonlarımızda, Derneklerimizde ve bir bütün olarak kurumlarımızda şekillenecek ve gelişecek (ki bunun mevcut potansiyelini kitlemizin taşıdığını da görmek ve göz önüne almak zorundayız) olan ahbap-çavuş ilişkilerinin, küçük burjuva-lümpen yaşam tarzının, okumayan, araştırmayan, zihinsel tembelliği kendisinde tarz haline getirmiş, dar kalıpçı, dogmatik, ezberci, kulaktan doğma bilgilerle siyaset yaptığını sanan ve bununla da yetinen bir düşünüş tarzı ve yaşam biçimiyle varolan kurumlarımızın, örgütlülüklerimizin uzun vadede dejenerasyona uğrayacağını görmek zorundayız. Bunun içinde, burada esas rol ATİK iradesine düşerken, ATİK kitlesinin de burada ki rolü görülmek zorundadır. ATİK kolektifinin her üyesi ve her bireyi kendi ideallerine, değerlerine, kurumlarına sahip çıkması gerekmektedir. Bu, olumsuzluklara karşı sessiz kalmamakla, yanlışlıklarla uzlaşmamakla, hatalara ve zaaflara karşı liberal davranmayıp eleştiri-özeleştiri mekanizmasını doğru bir şekilde işletmekle mümkün olacaktır.

Şayet ATİK iradesinde ki nitelik düzeyinde ki yetersizlikten kaynaklı ATİK örgütünde kolektif bir dönüşümün sağlanamaması halinde, yine federasyon, dernekler, gençlik, ve Yeni Kadın örgütünün aktivistleri ve üyeleri de yukarıda belirttiğimiz tarzda ki kendi misyonlarını ve rollerini oynayamaz iseler derinlere kök salmış, dal budakları toplumsal dokunun hemen her kesimine kadar ulaşmış ATİK ağacının kendi içinde ki kurdu olma görevini görmüş olacaklardır. Ve bu kurt, çok geçmeden ATİK kolektifini kötürüm hale getirecektir.

Yine ATİK’in  tam tersi hale gelmesi de, yani daha köklü, daha güçlü ve kitlesel, daha nitelikli bir örgüt haline dönüşmesi de yine ATİK önderliğinin birincil derece de rolü varken, üye ve aktivistlerinin de bu konuda ki esaslı rolü görülmek zorundadır.

ATİK’in üyeleri ile bütünleşmesinin sağlanabilmesinde en önemli nokta, öncelikle ATİK ve alt örgütlenmeleri gibi bir örgütlenmenin zorunluluğunu, haklılığını, meşruluğunu ve bir ihtiyaç olduğu bilincinin oluşmasını sağlamak gerekir. Bu bilinç doğal olarak aynı zamanda başta ATİK’in ve onun çeşitli alanlarda ki alt örgütlenmelerinin kurumsallaşmasının da harç işlevini görür. Bilinmelidir ki demokrasi bilinci tek başına kendiliğinden oluşmaz ve sadece demokrasi mücadelesi faaliyetleriyle de sınırlı kalamaz. Dolayısıyla da Kişiler, bilinci ile örgütü algılar, örgütlü mücadele ile de bu bilincini geliştirirler. Burada bizlere düşen temel sorumluluk ise, örgütlü mücadele ile bu bilincimizi daha da geliştirmektir!

Bilindiği gibi ATİK kolektifi, kendisinin yönetici organlarına gönüllü olarak kendisini sunmuş ye seçilmiş kişilerin yanında, bu işi profesyonelce kadro olarak yapabilecek kişiler tarafından ciddi bir güç oluşturur ve faaliyetlerini sürdürür. Bu kadroların varlığı, Konfederasyonumuzun gelecekteki nitelikli kadro ihtiyacı için önemli bir kaynak oluşturur. Demokratik Kitle Örgütleri çalışmaları özveri ve mücadele ile yürür ve bu mücadele sürecinde özellikle kadrolar ve üyelere çok iş düşer. Kadroların ve üyelerin olmadan DKÖ faaliyetlerinin yürüyemeyeceği de görülmek zorundadır. Ancak bu şu anlama da gelmemektedir, DKÖ faaliyetleri sadece kadrolar üzerinden yürütülmesini gerekli kılmaz, böylesi bir yaklaşımın bu mücadelede darlaşmaya da neden olacağının da bilinmesi gerekir. ATİK’in profesyonel alanda ve bir ‘kadro’ şeklinde çalışan insanının yetersiz oluşu, çok doğal olarak da onun gelişimi ve çalışmaları önünde ciddi bir sıkıntı olarak durmaktadır. Bunun aşılması da hiç kuşkusuz ki imkanların yaratılması ve profesyonel olarak çalışmalarını yürütecek kişilerin gerekli ihtiyaçlarının karşılanması ile mümkün olacaktır.

Nisan 2008/Cenevre


[1] Sipinoza

[2] Evet ayırmaz, ‘Farklılaştırır’ çünkü insan doğayla bir bütün olarak yaşar ve diğer canlılardan ayrıldığı halde yaşamış olmaz! Bunun içinde felsefi idealizme düşmemek için ‘Ayırmak’ yerine en özlü eakliyle ‘Farklılaştırır’ ifadesinin kullanılması daha doğru olanıdır diye düşünüyorum.(BN)

[3] İlk aşamada diyorum, çünkü düşünce biyolojik olarak: sinirlerden geçen impulse’leri (dürtü yanıtlı süzgeç/ itici güç/ itici kuvvet/ tahrik/ çok kısa zamanda etkisini gösteren büyük kuvvet)  görürüz kısaca, böylece düşüncenin oluşum aşamasında biyolojik olarak vücutta bir takım somut objelerin hareketinden meydana geldiğini de belirtmekte fayda var.(BN)

[4] M.Ö. 469-399 yıllarında yaşayan Yunan filozofu Sokrates, Atina’da doğmuş olan ilk Yunan filozofudur. Tek bir kelime dahi yazmamış olmasına rağmen, Avrupa düşünce tarihine çok büyük etkisi olmuş kişilerden biridir.


| 17 – 02 – 2009  |