Anasayfa , H. Gürer , İsviçre'deki Göçmenlere Yeni Saldırılar

İsviçre'deki Göçmenlere Yeni Saldırılar

Şuradan iki ‘yabancı’ kolu, bir tane mülteci dalağı ve birde göçmen beyni ver. Hee, sakın geri kalanları ise ülkelerine göndermeyi unutma!..

H.GÜRER | 19 – 09 – 2010 | Bilindiği üzere Türkiye’de 12 Eylül 1980 darbecilerinin oluşturmuş olduğu “Anayasa”nın 30 yıl sonra 26 maddesinin değiştirilmesi ‘şatafatlı’ bir referandum gerçekleştirildi. Türkiye böylesi bir referandumu ardında bırakırken, İsviçre’de ise çeşitli konularda değişik referandum çalışmaları söz konusu. Deyim yerindeyse Eylül ay’ı, referandumlar geçidi bir ay oldu. Dileğimiz, İsviçre’de ki referandumların sonuçları, işçilere ve göçmen emekçilerin aleyhine olmasın!..

Referandumlardan biri, İsviçre’nin Basel kantonunu kapsayan ve 26 Eylül 2010 tarihinde yapılacak olan, “Göçmenlerin seçme ve seçilme hakkı”nın verilmesi için yapılan bir Halk oylaması/referandum. Bu referandumun bugün bu düzeye gelmesinin 3 yıllık bir tarihsel arka planı var. 2007 yılının son baharında çoğunluğunu Sosyalist Parti (SP), Yeşiller ve Basta Partisi’nin oluşturduğu bir komite, kanton özgülünde “Göçmenlerin seçme ve seçilme hakkı olmalı” diyerek imza kampanyası çalışmaları başlatılmıştı. Komitenin talebi, İsviçre vatandaşı olmayan, 5 yıl boyunca Basel Kantonu’nda yaşayan ve “C”  oturumuna sahip olan herkesin kanton düzeyinde seçme ve seçilme hakkının olması.

Bu talebe hükümetin karşı önerisi ise; “İsviçre’de 10 yıl kalmakta olan ve Basel Kantonu’nda ise 5 yıl boyunca ikamet eden göçmenlerin seçme hakkı olmalı, kendilerini de herhangi bir siyasi makam için aday göstermemelidirler.” Şeklinde. Yani, göçmenlerin yalnızca seçme hakkı olsun, ancak seçilme hakları olmasın ve bu hakka da sahip olmaları için de uzunca bir süre beklemeleri şeklinde.  Komite ise, “Göçmenlerin seçme ve seçilme hakkı olmalı” diyerek yürüttüğü imza kampanyası çalışmasını, 2009 yılının mart ayına kadar gerekli olan üç-bin (3000) imzayı toparlayarak sonuçlandırmış ve bu imzaları da hükümete teslim etmişti. Bunun ardında 26 Eylül’de yapılacak olan referandumun önü açılmıştı. Bu referandum da, “Göçmenlerin seçme ve seçilme hakkı”nın verilmesi için çalışma yürüten komite, her iki seçeneğe de “EVET” diyor. Bunun içinde Basel’de yaşayan ve seçme hakkı olan herkese “2x EVET” oyu verilmesini istiyor. Komite, “Seçme ve Seçilme” hakkına karşı kampanya yürüten sağcı partilerin etkisinde kalabilecek seçmenleri de hesaplayarak,  “şayet ‘Seçme ve Seçilme’ hakkını referandum sonucunda kaybetsek dahi, seçme hakkından olmayalım” öngörüsüyle “2x EVET” oylamasının doğru olacağı ifade edilmekte. Bu referandumun, Basel kantonunda yaşamakta olan göçmenler için son derece ciddi bir sınav olacağı çok açık! Eğer, Basel Kantonunda ki göçmenler bu sınavı başarıyla veremezler ise, diğer demokratik hakların korunmasını da başaramayacaklar demektir.

Bir başka Referandum ise; (AVIG) olarak bilinen, işsizlik sigortasında yapılmak istenen kısıtlamalara ilişkin. Bu referandum ise kantonal değil, İsviçre’nin genelini kapsayan federal bir referandum. Dolayısıyla da göçmenler için her yönüyle son derece önem taşıyor. İsviçre’nin sermayedarları, çalışanların 600 milyon frank daha fazla prim ödemesini, buna karşın da 600 milyon frank daha haklarının azalmasını istiyorlar. Yani daha az hak için, daha fazla pirim ödemek! İşsizlik sigortasında yapılmak istenen kısıtlamanın özü şu;

İşsiz kalmada hiçbir suçu olmayanlar dahi ek olarak cezalandırılacak. Örneğin işsizlik parası alma süresi kısaltılacak. 1 yıl boyunca çalışan bir işçi, otomatikman 1,5 yıl işsizlik sigortasından işsizlik parası alma hakkına sahip olabiliyor duyken, yapılmak istenen düzenlemede, 1 yıl çalışan, 1 yıl işsizlik parası alabilecek. İşsizlik parası alma süresinin azalması sonucu bir an önce bir iş bulmak için, işsiz kişilerin ücreti çok daha düşük işleri kabul etmek zorunda kalmasını sağlayacak. Yada işini kaybetmemek için olmadık şeylere baş eğecek, fazla saat çalışacak, haksızlığa dahi uğrasa sesini çıkarmayacak!.. Bu da süreç içerisinde İsviçre’de ki işçilerin yaşam standartlarında ki düşmeyi beraberinde getirecek.

Yine 55 yaşın üzerinde olan ve çalışan bir işçi, 1 yıl çalışarak 520 gün işsizlik parası alabilirken, bu hakkı elde edebilmesi için artık en az 24 ay (2 yıl) boyunca çalışması gerekecek. 50 veya üstü yaşta olan kimselerin mevcut koşullarda iş bulma koşullarının hiç olmadığı gerçeğini de göz önünde tutarsak, değişiklik bu kişilerin zorunlu olarak geçici ve daha ucuz işlerde çalışmasını zorunlu kılacak demektir.

Yasada yapılmak istenen “düzenleme”lerden bir diğeri ise, mevcut yasa da okul eğitimini, mesleğini veya Üniversiteyi bitiren bir genç, iş bulamadığı taktirde, bir buçuk yıl boyunca düşük bir işsizlik parası alıyordu. Yapılmak istenen değişiklikte ise, bu süre kısaltılarak yalnızca 120 gün işsizlik parası alabilecek. Dolayısıyla da genç işsizler bu değişiklikle beraber pratik olarak kendilerine gösterilen ve ücreti düşük işleri itirazsız kabul etmek zorunda kalacak.

Yapılmak istenen değişikliklerden bir başkası ise, mevcut olan yasa da, bugün işini kaybeden bir işçi, işsizlik sigortasından alacağı işsizlik parası için 5 gün gibi bir süre beklemesi gerekiyordu. Yapılmak istenen değişiklikte ise bu durum, yıllık 60 bin frank üzerinde geliri olan bir işçinin, 2 ile 3 hafta düzeyinde bir süre beklemesini gerektirecek, ancak bundan sonra işsizlik parası alabilmesi mümkün olacak! Burada oynanan oyun, işsiz kalan işçiye 3 haftalık bir işsizlik parası ödememek. Bu miktarda binlerce işsiz işçiyle hesaplandığında milyonlarca frank paranın işçilerin hakları olmasına karşın ellerinden yasal düzenleme ile çalınması anlamına geliyor. Hem işsizlik parası almanın süresini kısalt, hem de hakkı olan sürenin içinde de 3 haftalık gibi bir sürenin ücretini ödeme!.. Doğrusu son derece sinsice bir politika.

Yukarıda ifade ettiğimiz noktalar, bugün ki İşsizlik sigortasında olan ve sözde “düzenlenmesi” istenen şeyler. Ancak mevcut işsizlik sigortasında yer almayan ve eklenmesi istenen bir madde var. O’da; 25 yaş’ın altında ve çocuksuz biri için bir yıl çalışması karşılığında yalnızca 9 ay’lık bir işsizlik parası alabilmesi tasarlanıyor.

Özcesi; İşsizlik sigortasında yapılacak olan hakların kısıtlanması ile, genç ve yaşlı işsizlerin yanı sıra özellikle göçmen işçiler bu değişiklikten ciddi zararlar görecekler. Çünkü, işsizlik sigortasından alacakları işsizlik parası süresi dolduğunda artık ücret alamayacaklar ve sosyal yardım almak zorunda kalacaklar. Sosyal yardım alacak göçmenleri, oturma haklarını kaybetme tehlikesi bekleyecek. Nasıl? Bu duruma aşağıda ayrıntılı yer vereceğiz.

Keza, yıllarca işsizlik sigortası’na çalışan işçilerin ücretlerinden kesilen primler yatırılmakta. Şimdi işsiz sayısı artıyor diye, yıllardır prim ödeyen işçilerin hakları kısıtlanarak, işsizlik parası almalarının süresi aşağıya çekiliyor. Bu durum göçmenler açısından son derece düşündürücü. Çünkü, Kriz koşullarında ilk başta önemli oranda artan işsizlikler boy gösterirken, bu işsizlerin önemli bölümünü de göçmenler oluşturmaktadır. Keza, İsviçre firması olan bir fabrikada işçi kısıtlamasına gidilecekse, orada önce göçmen işçi kapı dışarı edilir. Yine kriz dönemlerinde artan milliyetçi damar ve bunun beslediği ırkçılık, başlayan yabancı düşmanlığı kampanyalar, krizin, işsizliğin ve ekonomik sıkıntıların nedeni olarak göçmenlerin hedef tahtasına oturtturulması, demokratik hakların baltalanması, iç gericiliklerin artması, ve faşizme doğru kayılarak sermayenin lehine bir politik düzenlemeler süreci başlayacaktır.

Tabi değişiklik yapmak istedikleri noktalar bunlarla sınırlı da değil, daha bitmedi!.. Yapılmak istenen şeylerden bir diğeri de, İşsizlik sigortasında ki açıkları, yukarıda ifade ettiğimiz gibi, işçilerden 600 milyon frank kesinti yaparak gidermeye çalışmak. Yüksek kazançlı yöneticilerden, işverenlerden ve patronlardan ise ödemeleri gereken primleri düşürmek istenmektedir. Yani, yüksek kazançlı yöneticilere, işverenlere ve büyük para babası patronlara milyarlık hediyeler sunmak istenmektedir.

Bu, İsviçre’de zaten var olan yığınla adaletsizliğe yenilerini eklemek istemekten başka bir şey değildir. Tüm bunlara birkaç örnek olması açısından şu istatistik verileri aktaralım:

Æ 126.000 bin frank yıllık geliri olanlar da % 2,2 kesinti yapılırken,

Æ 315.000 bin frank yıllık geliri olanlar da % 1 kesinti yapılıyor!

Æ Novartis’in patronunun aylık geliri (dikkat edin yıllık değil, aylık!) 3’230’760 (üç milyon, iki-yüz-otuz-bin, yedi-yüz-altmış frank!) yapılan kesinti ise,

% 0,01.  Aradaki fark ise 919’338 bin frank daha az ödüyor.

Æ Federal Bakan Hans Rudolf Mertz”in aylık geliri, 35’385 İsviçre frankı. Yapılan kesinti ise % 1,01. Aradaki fark 5458 bin İsviçre frankı daha az ödüyor.

Æ Yine UBS Banka yönetmeni aylık geliri 90’462 İsviçre frankı. Yapılan kesinti ise % 0,4. Aradaki fark 22’462 bin daha az ödüyor.

Aradaki uçurumları görüyor musunuz? Kazanılan astronomik rakamlarda ki para ve ödenen komik düzeylerde ki “vergi”!.. Her kriz evresinin ardında olduğu gibi, egemenlerin krizin faturasını emekçi halklara çıkarmak için gelecekte devreye koyacakları vergilerin arttırılması, primlerin yukarıda ifade ettiğimiz gibi gasp edilmek istenmesi de kaçınılmaz sonuçlardan biri. Yani, işçi, emekçi ve göçmenleri çok yönlü bir sömürü bekliyor!.. Onun içinde bu referandumların ciddiye alınması, oy kullanma hakkı olan herkesin kesinlikle doğru bir şekilde oy kullanması son derece hayati bir önem taşıyor. Sorunlarımıza karşı kayıtsız olursak, egemenlerin iliklerimize dek sömürmelerini de kabul etmiş oluruz!..

İşsizlik Sigortasına Bağlı Olarak, İsviçre’de Oturma izinlerinin ‘garanti’(sizliği):

Yukarıda ifade ettiğimiz “işsizlik sigortasında ki yeni yapılanmanın” göçmenlere yaratacağı sorun ve sıkıntılar, yalnızca işsiz kaldıklarında alacakları işsizlik ücretinin 6 ay kısıtlanması değil. Bunun doğuracağı sonuçlar daha yıkıcı. Ve hatta şuanda bu yasa geçmeden dahi kimi kantonlarda yabancılar polisinin çeşitli uygulamaları başlamış durumda. İşsizlik sigortasında yapılmak istenen bu 6 aylık kısıtlama direkt göçmenlerin oturma müsaadelerine yansıtılmaktadır. Örnekleyecek olursak;

İsviçre’de 5 yılı aşkın bir süredir bulunan bir göçmen düşünelim. Bu göçmen “C-kimliği”ne, yani sürekli oturma iznine sahip. Yine bu kişi 5 yıl boyunca bir fabrikada çalışıyor. Amerika’da başlayan, sonra da dalga-dalga globalleşen ekonomik kriz nedeniyle işini kaybeden bu işçimiz, doğallığıyla yeni bir iş bulana kadar işsizlik sigortasında yardım almaya başlar. İsviçre’de yeni bir iş bulmanın kolay olmadığını da bu ülkede yaşayan herkes gayet iyi bilir. Hele de kriz koşullarında!.. İşsiz kalan işçi, işsizlik sigortasında ki bu yardımı, 1 yıl boyunca alır, yeni bir iş de bulamaz ve işsizlik sigortasında ki yardım hakkı artık son bulur. Bu işçi yaşamını idame edebilmek için doğallığıyla “sosyal yardım” almaya başlar. Sosyal yardım almaya başladığı ilk aylarda, yabancılar polisinden “sosyal yardım alamaya devam ettiğiniz taktirde, 1 yıl sonra ikamet izniniz uzatılmayacaktır.” İçerikli bir “ikaz” mektubu alır. Bu uygulama, belirttiğimiz üzere, İsviçre’nin kimi kantonlarında yabancılar polisi tarafından uygulamaya başlanmıştır.

Bu mevcut tabloda karşımıza çıkan resimde de göreceğimiz üzere, derinleşen krizin ağır yükünü “üsttekilerin” her kriz dönemlerinde olduğu gibi “alttakilere” yüklemelerinden başka bir şey değildir. Haliyle de, sistemin yaşamakta olduğu bu ekonomik krizde her hangi bir payı olmayan, ancak bir payı olmasa da işlerini kaybederek bunun cezasını çeken göçmen işçiler (ve genel olarak işçi ve emekçiler) bu uygulama ile bir kez daha cezalandırılmak isteniyor. Yani işini kaybetmiş olmaları yetmiyormuş gibi, birde oturma izinlerini de kaybetme tehdidi altında kalıyorlar.

Dünya bankası başkanı Robert Zoellick ne diyordu? “Büyük bir finanssal kriz gibi başlayan olay, çok derin bir ekonomik krize dönüştü ve şimdi büyük bir işsizlik krizine doğru gidiyor. Eğer önlem almazsak, çok önemli siyasi etkileri olan, ciddi bir insani ve sosyal kriz haline gelmesi riski bulunuyor.”

Robert Zoellick’in dikkat çektiği nokta, tamda işaret etmek istediğimiz noktadır. Yani finanssal kriz olarak başlayan, ve sanayi krizini de tetikleyen bu kriz, büyük bir işsizlik krizine neden oldu ve bu yönde de gelişimini sürdürüyor. Krizle birlikte artan ırkçı ve ayrımcı olaylar hız kazanıyor. Bunun bir örneği de, İsviçre’de ki yabancı düşmanı SVP partisinin tamda bu dönemde başlattığı ırkçı ve yabancı düşmanı kampanyalarıdır.

İsviçre, 1931 yılından buyana yürürlükte olan yabancılar yasası (AuG) ve ilticacılar yasası (AsylG)’i,  2006’nın yine bir eylül ayında, sosyal demokrasinin de iflasının ispat belgesi olarak referanduma sunmuş ve değiştirmişti. Böylece yeni yabancılar yasası (AuG) ve ilticacılar yasası (AsylG) ile Avrupa’da en sert göçmenler yasasına sahip olmuştu.

Mevcut bu yasa da, herhangi bir işlenen suçun, işleyen kişiye 2 yıl ceza aldırtması halinde, suç işleyen kişinin “sınır-dışı” edilmesini ön-görmektedir. Bu uygulama, sürekli oturma iznine sahip (C-kimlikli) kişilerin dahi sınır-dışı edilmesini sağlamaktadır. Ceza alan her göçmenin durumunu, resmi makamlar ele alarak incelemekte ve göçmenin durumuna göre bir karar almaktalar. Yani, sınır-dışı edilecek göçmenin ailesinin burada yaşıyor olması da bir şey ifade etmemekte. Bu konuya ilişkin insan hakları ve demokratik kurum,kuruluşlar ve sendikalar tepki göstererek “aile dramına yol açar” denilse de, bu resmi makamların dikkate aldığı bir durum olmamakta.

Öyle ki, yabancı düşmanı SVP’nin bu yasayı çok iyi bilmesine karşın, hala “yasalara aykırı bir davranışta bulunarak ceza alan göçmenlerin sınır-dışı edilmesi”ni öngören “özel bir yasa” daha çıkarılmasını talep etmektedir. Bununla hedef, aslında yukarıda ifade ettiğimiz sınır-dışı etme esnasında, göçmenin oturumuna bakılmaksızın sınır-dışı işlemini yapmak içindir. Yani değil süresiz C-oturumu, İsviçre vatandaşı dahi olmuş olsa, o göçmenin sınır-dışı edilmesini öngörmektedir. Başka bir ifade ile, İsviçre’de doğmuş, büyümüş olan ikinci ve hatta üçüncü jenerasyon göçmenlerin dahi “yasalara aykırı bir davranışta bulunarak ceza almaları” halinde sınır-dışı edilmekle karşı-karşıya bırakılmak istenmeleridir.

Bununla amaç, göçmenleri üzerinde sürekli bir tehdit oluşturma, baskı aygıtı kurmaktır. Göçmenler için böylesine “özel” yasalar oluşturmaya çalışılması, İsviçre’nin kendi anayasasında belirtilen “eşitlik” prensibine de, yine kendisinin de imzaladığı bir çok uluslar arası anlaşmalara ve en başta da İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi’ne ters düşmektedir. Bu bildirgeden 2 maddeyi aşağıya aktararak, İsviçre’nin ‘yetkili makamlarına’ tekrardan hatırlatalım bu maddeleri;

“Madde 1:

Bütün insanlar özgür, onur ve haklar bakımından eşit doğarlar. Akıl ve vicdanla donatılmışlardır, birbirlerine kardeşlik anlayışıyla davranmalıdırlar.”[1]

“Madde 2:

Herkes ırk, renk, cinsiyet, dil, din, siyasal yada başka türden kanaat, ulusal yada toplumsal köken, mülkiyet, doğuş veya başka türden statü gibi herhangi bir ayrım gözetilmeksizin, bu Bildirgede belirtilen bütün hak ve özgürlüklere sahiptir! (…)”[2]

Derinleşen krizle Emek gücünün değeri, fiyatının altına çekilmek isteniyor:

İsviçre‘de Schengen ve Dublin Anlaşmaları 5 Haziran 2005 tarihinde yapılan referandumla kabul edilmişti. Bununla beraber İsviçre ile Avrupa Birliği arasında yapılan ikili anlaşma sonucu, ortaya çıkan ‘serbest dolaşım’ sayesinde, bu durum bazı işyerleri tarafından, düşük ücretle İsviçre dışından işçi getirilerek çalıştırmayı beraberinde getirmiştir.

‘Serbest dolaşım’ı daha ucuz iş gücü ve daha vahşice bir sömürü olarak kullanan iş yerlerinden birinin de İsviçre’nin gözde iş yerlerinden Manor olduğu ortaya çıkarıldı. Manor iş merkezlerinde inventar yapmak için çalıştırdığı işçilere saat ücreti 8 Euro verdiğini UNİA sendikası geçtiğimiz aylarda ortaya çıkarmıştı!..

İsviçre’nin Delsberg kantonunda ki Manor işyerinde uzun bir süredir Alman firması Sigma Inventuren & Bestandeskontrollen GmbH tarafından bir düzine işçi getirilerek yapılmakta olan Inverntarda, bu işyerinin çalışanlara İsviçre’de geçerli olan asgari ücreti vermediği tespit edilmiş oldu. Bu durumla beraber, İsviçre’de uygulanmaya başlayan büyük bir ücret düşürümü olayı da ortaya çıktı. Keza, daha öncede aynı iş yerinde, iş yeri için geçerli olan toplu iş sözleşmesi maddelerinin uygulanmadığı da tespit edilmişti.

İsviçre de Zorla Sınır-dışı Uygulaması:

İsviçre’nin, 2006 yılında son derece tartışmalı bir şekilde düzenlediği “Yeni Yabancılar ve İlticacılar Yasası”, uygulamalarında ki insanlık dışılığı ile, pek çok uluslar-arası anlaşmaya da aykırı bir hale gelmiş durumda. Bu insanlık dışı uygulamaların birinci sırasında yer alan, şüphesiz ki İsviçre’nin Zorla sınır-dışı etme uygulamalarıdır.

İlk defa 1999 yılında Filistinli Khaled Abuzarifa isimli 27 yaşında ki bir göçmen genç, İsviçre’den zorla sınır-dışı edilirken ağzı bantlanarak ülkesine gönderilmek için uçağa bindirildiğinde, hayatını kaybetmişti. Ancak, İsviçre makamları bundan bir ders çıkarmamış olacak ki, aynı trajedinin bir diğeri de 2001 yılında benzer şekilde iltica taleplisi Samson Chukwu’n başına gelmişti. O’da İsviçre polisi tarafından ülkesine gönderilmek için tutuklanıp hapishanede ‘sınır-dışı etme hücresi’nde tutulurken yaşamını kaybetmişti. Hem de çok garip bir şekilde!.. Durun daha bitmedi! İsviçre makamları bu cinayetten de ‘ders’ çıkarmamış olacaklar ki, bu defa da Wallis Kantonunda başka bir iltica taleplisi, sınır-dışı edilmek üzere elleri polisler tarafından bağlandığında ‘kalp yetersizliğinden’ öl(dürülmüş)dü! Ancak bu da ‘sınır-dışı cinayetlerine’ yeterli olmadı. En son, 17 Mart 2010 günü, 29 yaşındaki iltica taleplisi Joseph Ndukaku Chiakwa el ve ayakları bağlanarak, savaş alanlarında ki uygulamaları aratmayacak türden bir uygulama ile, başına da bir torba geçirilerek zorla, ülkesi olan Nijerya’ya gönderilmek istenirken, havasızlıktan boğularak öl(dürül)müştü! Bu son ‘sınır-dışı cinayeti’ geniş yankılara neden olmuş, İsviçre hükümetinin tüm bu ‘sınır-dışı cinayetlerinden’ ders çıkarıp, göçmen ve iltica yasalarının bu şekilde uygulanmasına karşı tedbirler alacağı düşünülmüştü. Ancak, İsviçre yetkili makamlarının, benzer uygulamalara daha bir işlerlik kazandırmak amaçlı çıkarmak istedikleri ‘yasalarla’ bu tarz uygulamalardan, hiç de vaz geçmediğini göstermiş oldu! Öyle ki, 2009 yılında yapılan ‘zorla sınır-dışı’ların istatistik verileri, İsviçre’den 360 iltica taleplisini bu yöntemle zorla sınır-dışı edildiğini veriyor. Yine resmi kayıtlara göre, bu yılın ilk üç ayında, zorla sınır-dışı edilenlerin sayısının ise 27 olduğu ifade ediliyor. İsviçre hükümetinin, İltica Yasası’nı bu şekilde uygulanması pek çok uluslar-arası anlaşmaya da aykırı bir durum.

Örneğin, her fırsatta “İnsan Hakları” diyen İsviçre, bu uygulamaları ile İnsan Hakları ihlali yaptığını görmüyor. Birleşmiş Milletler Genel Kurulu’nun 10 Aralık 1948 tarih ve 217 A(III) sayılı Kararıyla ilan edilen “İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi”nde yer alan diğer maddelere bakacak olursak bu daha da açıkça görülecektir.

“Madde 3 –Yaşamak, özgürlük ve kişi güvenliği herkesin hakkıdır.”

Deniyor. İsviçre yukarıda ifade ettiğimiz kişilerin ‘yaşama hakkını’, ‘özgürlüğü’nü ve ‘kişi güvenliği’ hakkını sağlayabilmiş midir?

“Madde 5- Hiç kimseye işkence yapılamaz, zalimce, insanlık dışı veya onur kırıcı davranışlarda bulunulamaz ve ceza verilemez.”

İsviçre bu maddede ki ifadelerin hepsini ihlal etmiştir. Kişileri zorla sınır-dışı ederken adeta şiddet ve güç kullanmış, bunların dozajı artarak işkenceye dönüşmüş ve sonrasında ise kişilerin yaşamları bu uygulamaların sonucunda (veya uygulamaların vesile olmasından ötürü) son bulmuştur.

“Madde 6- Herkesin, her nerede olursa olsun, hukuksal kişiliğinin tanınması hakkı vardır.”

İsviçre bu maddeyi de ihlal ederek, kişilerin sınır-dışı edilmelerinin kararını verdiğinde, bu kişilerin hukuksal haklarını bir bütün aramalarına dahi izin verilmeden, gecenin bir vakti, veya sabahın erken saatlerinde, iltica kampından yatağından polislerce alınarak zorla sınır-dışı edilmektedirler.

“Madde 14: Herkesin zulüm altında başka ülkelere sığınma ve sığınma olanaklarından yararlanma hakkı vardır.”

İsviçre’ye sığınmak, ve sığınırken de bu “sığınma olanaklarından yararlanmak” isteyen göçmenler ne yazık ki zorla sınır-dışı uygulamalarıyla yüz-yüze kalmaktadır.

Sözün özü, yeni tehlike şu: On yıllar önce, Avrupa ülkelerine gelerek, bu ülkelerde çalışmış, vergisini vermiş, ve bu ülkelerin ekonomilerine ciddi katkılarda bulunarak, en ağır iş koşullarında emeğini satmış insanların, Avrupa ülkelerinde doğan ve vatandaşlık bağı da bulunan çocukları da olmak üzere, “yabancıların” tümünü kapsayan bir sınır-dışı siyaseti izlenilmektedir.

Ekonomik Krizle beraber artan Irkçılığa birkaç örnek:

“Bu hayatı olağanüstü bir mutluluk

serüvenine çevirecek olan sizlersiniz.

Öyleyse, insanlık ve demokrasi adına bu gücü kullanalım

ve milliyetçilik hastalığına karşı birleştirelim.

Din, dil, ulus ayrımcılığı olmayan yeni bir dünya yaratalım.”

Charlie Chaplin

Uluslararası Af Örgütü’nün yaptığı ve 159 ülkeyi kapsayan araştırmada, İsviçre’de ırkçılığın arttığı ifade ediliyor. Af örgütünün raporunda yer alan noktalardan biri, hatırlanacağı üzere, geçen yıl yapılan ‘minare yasağı’ propaganda çalışmalarıydı.  Af örgütü raporunda, bu çalışmalarda asılan posterler ve kullanılan yöntemlerin ırkçı ve ayrımcılık içerdiğine işaret ediyor. Af Örgütü yine raporunda AB’nin Müslümanlarla ilgili raporuna da atıfta bulunularak, “Minare yasağı propagandası sırasında Müslümanlara karşı ırkçılık yapıldığı, Avrupa Birliği raporlarında da yer aldı” şeklinde bir açıklamada bulunuyor. Yani, İsviçre’nin ırkçı ve ayrımcı uygulamalarının AB raporlarında da yer aldığı bu şekilde teyit edilmiş oluyor. Af örgütü raporunda, İsviçre’nin ırkçılığa karşı yasalarını geliştirmediği, ırkçılığı önleyecek yeni düzenlemelere ise gitmediğinin de altını çizmiştir. Yine, raporda İsviçre polisinin “yabancılara” ve siyasi sığınmacılara karşı olan sert ve yetkisini aşan şekilde müdahalesi de yer alıyor.[3]

Aziz George nişanları aramızda yaşayan

tehlikeli kişiler hakkında uyarıda bulunmuştu.

Biz altta imzası olanlar, onlara, Letonya’nın kendileri için

yabancı bir ülke olduğu kişilere sesleniyoruz – evlerinize gidin!”[4]

Baltıklarda bulunan ve AB üyesi bir ülke olan Letonya’da, ırkçılar, ülkelerinde bulunan göçmenlere, mart 2010 tarihinde, bir Internet sitesinden işte böyle seslenmişti. Ve bu metnin altına da, tam 8 bin ırkçı imza atmıştı. Bilindiği üzere, Letonya nüfusunun yüzde 44’ünü, ana dili Rus olanlar oluşturuyor. Ve Letonya’da Rus azınlığa karşı ırkçılık uzun yıllardır korkutucu boyutlarda gelişiyor. Tahmin edileceği üzere yukarıda bahsettiğimiz Internet sitesinde ki yazıyla olay sınırlı değil. Bu siteyi ziyaret eden başka ırkçıların bıraktıkları mesajlardan bir çarpıcı olanı da; “Çekin gidin ülkenize! Yoksa…” şeklinde bir tehdit. Ve başka bir çarpıcı mesaj ise; “Ruslar Rusya’ya! Maaşlarımızı çalmayı bırakın! Ruslar yüzünden işimden atılıyorum. Kardeşinizi kurtarın ve bir Rus öldürün!” Bu mesajın hemen ardından ise “Letonya Milliyetçileri Kulübü” adında ki bir örgüt de Rus bayrağı bulunan arabalara tükürme, zarar verme (çizme,aynasını kırma, tekerini patlatma vb) ve taş atma kampanyası başlattığını ilan etmişti. Sanırız ki, bu mesajların açıklığı, ardından devreye sokulan ırkçı kampanyaların boyutları, ırkçılığın gelişen demografik düzeyinin de bir ifadesi olsa gerek? Keza şu noktanın da altını çizmekte fayda var; 2007 yılının ortalarında fitili ateşlenen Krizin, dalga-dalga büyüyerek yayılırken, bu krizi Avrupa alanında en etkili yaşayan ülkelerden biridir Letonya!..

Microsoft’tan Photoshop  ırkçılığı!..

Internet sayfalarına ve kimi haber başlıklarına işte böyle yansımıştı Microsoft’un ırkçılık yapışı.  “Microsoft, bir reklam fotoğrafını Polonya’da kullanırken, fotoğrafta görülen siyah adamın yüzünü bir beyazla değiştirdi, fakat eli değiştirmeyi unuttu.

Yazılım alanında dünyanın en büyük tekeli olan Microsoft, skandal bir Irkçılık uygulamasına böylece Photoshop üzerinden imza atmış oldu. Şirket, bir reklam fotoğrafındaki siyahi adamın yüzünü, Polonya’da kullandığı reklamda bir beyazın yüzüyle değiştirdi, fakat elleri değiştirmeyi unuttu. Bu unutkanlık Irkçılığında boyutlarını gün yüzüne çıkarmış oldu. Reklam görüntüsündeki ırkçılığın Internet’te yayılmasının ardından Microsoft reklamı apar topar kaldırdı ve özür diledi.”[5]

Dip Not:

Bu yazı hazırlanırken 27/12/05 Tarihinde Vania Alleve, Natalie Ammann, Anni Lanz, Marc Spescal’in hazırladığı www.auslaendergezetz-nein.ch adresinde yayınlanan Almanca metinden, UNİA sendikasının arşiv bilgileri, Bundesamt für İstatistik’in verilerinden, “Migration Politik” adli yayın organından ve aşağıda belirtilen kaynaklardan yararlanılmıştır.


Kaynaklar:

[1] İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi.

[2] İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi.

[3] Kaynak : CNN Türk-27 Mayıs 2010.

[4] Sol-dış haberler.

[5] So-Haber Merkezi. 26.08.2009.