Home , H. Gürer , "Futbol Asla Sadece Futbol Değildir"[1] – "Football Against the Enemy"

"Futbol Asla Sadece Futbol Değildir"[1] – "Football Against the Enemy"

„Öğretmen sınıfta gökyüzü ile ilgili bir yazı okudu.
Öğrencisine sordu:
Ayşe gökyüzünde duyduğun yıldızlardan bir kaçını söyler misin?
Pop yıldızları,sinema yıldızları,futbol yıldızları…“ 

kose_yazisiKapitalizmin „her şeyin pazarlanabileceği“ anlayışına uygun olarak bir takım değişiklikler yaşayan futbol endüstrisi ne zaman oluştu? Kitleleri hop oturtup hop kaldıran, binlerce insana aynı anda bir marşı söyleten ve her sınıftan insanı etkileyen futbol hakkında ne biliyoruz? Nasıl bu kadar yaygınlaşıp kitleleri adeta hipnotize eder hale geldi? Bir zamanlar kralların yasakladığı, kilisenin kara listeye aldığı futbol; kitlesel bir tapınma ayinine nasıl dönüştü? İktidar sahipleri insanları yönetme aracı olarak futbolu nasıl kullandı? Futbol sınıf mücadeleleri ve ulusal hareketlerden nasıl etkilendi ve onları nasıl etkiledi? Bu yazımızda çeşitli ülkelerden ve zamanlardan örnekler vererek bu sorulara yanıt bulmaya çalışacağız.

Renklerin içinde en hızlı kirlenen beyaz ise, sporun içinde de en hızlı kirlenen futbol olarak tanımlarsak her halde bu tanım yerinde olacaktır!.. Milyar dolarlık pastalar olduğu sürece bu kirlenme ve devlet,uyuşturucu,kadın ticareti ve mafya ilişkileri ne yazık ki varlıklarını sürdürecektir bir şekilde… İşte bu bağlamda “Futbolun öyküsü, zevkten zorunluluğa uzanan hüzünlü bir öyküdür. Spor bir sanayi dalına dönüştüğü oranda, iş olsun diye oynandığı zamanki güzelliğinden bir şeyler kaybetmiştir“[2] diyor, Uruguaylı yazar kitabının başlangıcında. 

Kitleleri uyuşturan, duymayan, görmeyen,algılamayan „insan toplulukları“ haline getirme araçlarından biri olarak kullanılan futbolun, tüm dünya’nın „kilitlendiği“ „Avrupa Kupa Maçları“ vesilesiyle „Tarihsel Kökleri“, „Kültürü“ üzerinde durmanın güncelliği ile karşı karşıyayız! „Spor’un genel tanımı ve insanlık açısından önemi“ne de kapsamlıca yer vereceğimiz yazımızda, milyonları bir afyon misali uyuşturma aracı olarak kullanılan spor dallarından biri olan futbol’un egemenler tarafından kitlelere karşı nasıl kullanıldığına ve spor olma misyonundan uzaklaştırılarak „Endüstri“ye dönüştürülmesine işaret edeceğiz. 

Sporun Genel Tanımı ve İnsanlık Açısından Önemi:

Sporun kökeni ilk insansı yaratıkların itişip oynaşmasına, yani yüz binlerce yıl öncesine dayandığını biliyoruz. Canlılığın/maddenin varoluş biçimi olan hareket,[3] ayrıca vücut eğitiminin de başlıca vasıtası olduğu bilinmektedir. İnsanların ilk kez „boş zaman“ üretmeleri ve varoluşlarının önceki aşamalarında geliştirdikleri araçlı – araçsız doğayla savaşın benzetim yollarıyla bu boş zamana uygulamaya başlamalarında gelişmeye başlayan spor, binlerce yılı geçen tarih yolculuğu sırasında, bir bölümü barışçı, öteki bölümü ise saldırgan diye nitelenebilecek değişik kullanım biçimleri almıştır. Temelde „yurttaş yarışmaları“ olan eski olimpiyat oyunlarının zafer ödülü barışı simgeleyen defne yapraklarından bir taçtı!.. Bunun anlamı ise gayet açıktır. Spor; barışın, dostça yarışmaların simgesidir!.. 

Ancak günümüzde zafer ödülü „defne yapraklarından taç“ yerine, altın kupalar ve milyarlarca dolar halini aldı!.. Bu durum, Futbolun endüstriyelleşmesi ve giderek daha da parasallaşması ve buna bağlı olarak da bazı sektörel dengelerin bozulmasına yol açtı. Her şeyden önce ortada herkesin ilgisini çekecek çok ciddi bir pastanın varlığı söz konusu oldu ve bu pastaya hiç kimsenin ilgisiz kalamayacağı da bir gerçekti. İşte bu pastanın paylaşım savaşımı, aslında endüstriyel futbolun da tarihsel gelişimini ifade ediyor ve günümüz futbolunun şekillenmesine neden oluyordu. Futbolun milyar dolarlık gelirlere ulaşması, sadece stat seyircilerine değil TV başındaki milyarlarca seyirciye de hitap edilmesini zorunlu kıldı. 

Çünkü bu şekilde daha geniş kitlelere futbol metası satılabilecek ve daha büyük gelirlere ulaşılabilecekti. İşte bu gereksinim, endüstriyel futbolun doğumuna neden oldu ve “İhtiyaçlar, icatların anasıdır“ sözü pratikte bir kez daha kendisini doğrulamış oldu. Bu süreçte oluşturulan dijital platformlar, bugünkü futbolun endüstriyel bir niteliğe bürünmesine olanak sağladı. TV başındaki futbol izleyicilerinin, futbol arzına daha baştan yarattıkları talep ve beklentiler, doğal olarak TV izleyicisinin bu performansı ödemeye razı olmasını beraberinde getirdi. Bunun kaçınılmaz sonucu da futbol sektöründeki standartların yükselmesi ve görsel etkinliğin artması şeklinde oldu. 

Spor, sözlük anlamı olarak lâtince DİSPORTARE ve DESPORT biçiminde „dağıtmak, bir birinden ayırmak“ anlamına gelen sözcüklerden 17. yüzyıldan sonra günümüze gelinceye kadar ilk hecesi aşınarak „SPORT“ biçimine dönüştüğü araştırmacılar tarafından öne sürülmektedir! Britannica ansiklopedisi “ Belirli ölçüde güç ve beceri gerektiren yarışmalı ve eğlenceli etkinlikler.“ olarak tanımlamaktadır spor’u.

Sportif öğelerin tümünde dinlenmek, eğlenmek, sağlıklı bir yaşam vb olduğu kadar aynı zamanda sosyal bir kaynaşma da vardır. İnsanlar arasında sosyal kaynaşma konusunda spora önemli görevler düşer. Sporun sağladığı bedensel ve ruhsal anlamdaki doyum olanakları kişilerin beden, ‚ruh‘ ve fikir gelişimlerine de önemli derece de yardımcı olmaktadır. Kısaca spor, bireyin beden sağlığını, ‚ruh‘ sağlığını, beden gelişiminin yanında beden becerilerini de geliştirmeye yöneliktir!.. 

Spor Eğitiminin Önemi!

  • İyi bir moral ölçüleri içerisinde gelişmiş kemik, kas yapısı ve iyi davranış alışkanlıkları kazandırır.
  • Hoş görü, arkadaşlık, iyiyi, doğruyu ve güzeli taktir etme gibi alışkanlıklar kazandırır.
  • İş gücünü arttırır.
  • Bireyi sosyalleştirir, Bedensel, ruhsal ve zihinsel eğitiminde etkili olur.
  • Kendine karşı güven duygusunu geliştirir.

• Kişilerin yeni gün ve faaliyete istekli başlamasını sağlar, ruhsal, bedensel ve zihinsel açıdan dinç tutar ve insanın/toplumların eğitim ve kültür düzeyini arttırır.

 
Sporun Beden Eğitiminde ve Çocukların Gelişimine Etkisi!

Fiziksel Gelişime Etkisi: Gelişim çağında aşırılığa yapmadan yapılacak çalışmalar, kemik dokusu gelişimini, kasların iyi beslenmesini, eklemlerin işlekliğinin ve dokusal sağlığının korunmasını ve organik sistemin dayanıklılığını geliştirir. En önemlisi de merkezi sinir sistemine bol oksijen ulaştırabilmesi, fiziksel faaliyetlere, mental olarak daha iyi uyum sağlamayı kolaylaştırmaktadır.
Psikomotor Gelişime Etkisi: Çocuğun zihinsel ve duygusal psikolojik etkilerinin davranış haline gelmesidir. Bu psikomotor gelişimleri uzmanlar 3 ayrı grupta incelemektedirler.
a) Genel davranış ve genel davranış değişiklikleri: Çocuğun toplum içinde kişiliğini belirleyen, görüntüsünü oluşturan davranışların tümünde görülen değişikliklerdir.
b)Motor davranış ve değişiklikleri: Bireyin yanıt olarak yaptığı hareketlerdir. Kaçmak, saldırmak, konuşmak gibi.

c)Kompleks davranışlar ve değişiklikleri: İlk iki grup da ki davranış değişikliklerinin bir arada bulunmasıdır. Çocuğun davranış bütünlüğünü oluşturur.
Zihinsel Gelişime Etkisi:

Beden eğitimi bilginin elde edilmesi, anlaşılması ve iç-görü kazanma gibi zihinsel gücün malzemesini oluşturur. Bu malzeme yorum yapabilme, değerlendirme, karar verme, düşünme süreçlerinde kullanılır. Beden eğitimi etkinlikleri aracılığıyla çocuk, sağlık ilkeleri ve hareketin yaşamdaki önemini kavrar. İnsan hareketinin doğası, büyüme ve gelişmekteki önemi, temizlik, hastalıklardan korunma, dengeli ve yeterli beslenme, iyi sağlık alışkanlıkları v.b konularda bilgi edinir.
Sporun insan yaşamında ve sağlığında önemi ve yararlarına işaret eden yukarıda kısaca ve öz olarak aktarmaya çalıştığımız noktalardan da görüleceği gibi, Spor, egemenlerin günümüzde ifadesini bulduğu gibi bir „spor“ olmaktan uzaktır. Daha on yıllar öncesinde sağlıklı yaşam, dostluk, sosyal kaynaşma ve insanlar arası barış olarak ve bir zevk oyunu-hareketi-etkinliği şeklinde ifade edilen spor, egemenler tarafından bu gün bir finans kaynağı, uyuşturucu ve manipülasyon aracı haline getirilmiştir.
Futbol dünyanın her yerinde aynı dil ve aynı kurallarla oynanıyor. Futbolun yerel problemleri, küresel sorunlarının ayrılmaz birer parçası konumunda. Hemen hemen tüm Dünya benzer futbol sorunlarının girdabında oyunu devam ettiriyor. Futbolun evrensel dengesiz gelişim dinamikleri, onu dünyanın her yerinde asimetrik[4], inelastik(esnek olmayan, katı.) ve irrasyonel[5] yapıyor.

 

Karl Marx, “Ekonomi Politiğin Eleştirisine Katkı“ isimli eserinin önsözünde politikayı, ekonominin yoğunlaşmış ifadesi olarak tanımlar. Günümüzde spordan, endüstriye evrilerek, show- show-businesse[6] dönüşen futbolda da, ‚‚gösteri, ticari yoğunlaşmanın etkisi altında varlığını devam ettiriyor.“ Endüstriyel futbol işte günümüzde, “gösterinin“ ve ““in yoğunluğunun bileşiminden ibaret bir etkinlik olarak karşımıza çıkıyor. İşte bu aşamada futbol dışı öğeler, bir şekilde futbolun özünü etkiliyor ve içten kemiren bir kurt gibi futbolu zafiyete uğratıyor.

 

Günümüzde futbolun dijital yayın platformları aracılığıyla yeryüzünde üç milyarın üzerinde insana ulaşması, onu eşsiz bir pazarlama ve satış aracı haline getiriyor. Oysa futbol daha 1990’lı yıllara kadar pazarlanan bir üründü. Futbolun bir yandan pazarlanan, diğer yandan da pazarlayan özellikleri onu gösteri endüstrisinin vazgeçilmez bir ögesi haline getirmiş durumda. Bugün yeryüzünde dışsal etkileri dahil yarattığı yaklaşık 250 milyar dolarlık devasa pastayla futbol tam bir showbusiness olup çıktı. „Futbol endüstriyel arenada boy gösterdikçe ve kapitalist sistemin hegemonyasına girdikçe siyasi platformun iştahını kabartıyor.“[7] Denilerek Futbol bu bağlamda bir yönüyle iktisadi ve mali bir özellik taşırken; diğer yandan da kitlelerin yönetiminde etkin hale gelmiş bir enstrüman konumundadır. „Futbol, bir yeni dindir. Onun büyük ve ateşli ayinleri yapılmaktadır. O kendi tanrılarını yaratmaktadır. Futbolcular ve teknik direktörler. Bu yeni dinin tapınakları stadyumlardır. Milyonlarca ateşli mürit mezheplere (ayrılmış) tutkun taraftarlardır. Her hafta kendi ayinlerini yaparlar. Her hafta yeni kurbanlarını kendi sunaklarında keserek rahatlarlar…“[8] Kısacası insanların masumane bir edayla „oyun“ veya „spor“ olarak ifade ettiği futbol, artık sadece bir „oyun“ değil, dört başı mamur bir endüstrinin de adı oldu futbol. „Spor bir oyun ancak bunun yanında artık bir endüstri oldu,“ diyerek bu gerçekliği gözler önüne seren Spordan Sorumlu Devlet Bakanı Murat Başesgioğlu’nun ta kendisidir. „Geçmişin toprak sahalarında, kent, mahalle takımları ile amatör bir ruhla oynanan, giderek ‚manüfaktür‘ dönemini, takiben de endüstriyel-global dönemini yaşayan futbol, artık kapitalistik bir eğlence sektörü ve milyarlarca dolarlık katma değerin yaratılıp paylaşıldığı ekonomik bir sektör. (…) Futbol, endüstriyel bir ürün olarak, her yıl da biraz daha global ölçekte üretilen bir meta…“[9] Futbol endüstrisi yada endüstrinin futbolu, işte bu sebeple üzerinde yeniden ‚keşifler‘ yapılmasını anlamsızlaştıracak denli gözle görülür bir olgu haline gelmiştir. Erinç Yeldan’ın ifadesiyle; „Futbol artık ‚endüstriyel‘ bir piyasa yatırımına dönüştü…“

 

Futbolun Tarihsel Kökleri:

Futbolun birçok kaynak tarafından anavatanının Britanya olarak verilmesine karşın, tarihsel köklerini irdelediğimizde bu ‚resmi‘ kaynakların aksine Futbolun ilk olarak Çin’liler tarafından M.Ö oynandığına ve futbolun anavatanının Çin olduğuna dair kaynaklar mevcuttur.

 

Araştırmalarda elde ettiğimiz bilgiler, bize futbol’un oynanmasının ‚asıl amacı’nın dönemin imparatorluk askerlerinin/muhafızlarının savunma yeteneklerini daha da güçlendirmek(!) olduğu verilerini vermektedir. Ancak, imparatorlukların aksine, Avrupa’lı ‚efendiler‘ bu icadın tam aksini düşünerek, askerlerin okçulukla, kılıç ve mızrakçılıkla uğraşmaktan alıkoyulduğunu ve bundan dolayı da her hangi bir savaşta ve saldırıda savunma yeteneklerinin gerileyerek köreltildiğini öne sürerek futbolu yasaklarlar.
Çinlilerin futbol oyunu olarak çıkardıkları bu icatlarından uzunca bir dönem, yani birkaç bin yıl sonra, ortaçağda Avrupa’da futbol yeniden ‚keşfedilir‘. Birkaç bin yıl sonra ‚keşfedilen‘ bu ‚oyun‘, ilk önce kolejli öğrenciler arasında oynanır. Süreç içinde halkın çeşitli katmanlarına kadar ulaşır ve halk arasında oynanmaya başlayınca tehlikeli bir oyun haline gelir. Futbolun geçmişten ta günümüze yani sözde „modern çağlara“ uzanan yolu ise, sayısız ölü ve yaralılarla dolar ve sık sık yasaklarla donatılır. Tüm bunlara ilişkin kapsamlı bilgileri eski futbol turnuvaları ve maçları hakkında bilgi veren en önemli kaynaklar, yaralanma ve ölüm vakalarına dair mahkeme tutanakları, turnuva/maç ve oyunları yasaklayan kraliyet fermanları ve belediye kararnameleriyle doludur.

 

Arşiv kaynakları tüm bunlarla dolu bilgiler verirken, bunların aksine Futbolun Amerika’ya özgü farklı anlamlarını, yorumlarını ve felsefesini de içeren bilgiler vermektedir. Dönemin Amerika’sına özgü top oyunlarında yer alan bazı unsurların dinsel simgeler taşıdığına dair çeşitli kaynaklar vardır. Aztek[10] diyarında keşfedilen yüzden fazla oyun sahası tapınakların birer parçasıdır. Bu oyunlar aracılığıyla güneşin ay ve yıldızlar üzerindeki zaferi, dolayısıyla bitki evreninin devamlılığı sağlanmaya çalışılır. Oyun sahası yeryüzünü, orta çizgi gece ile gündüz arasındaki sınırı, top güneşi, topun havada süzülüşü yıldızların geceleyin gökyüzündeki hareketini simgelediğine inanılır…

 

Futbol’un Duraklama Dönemi!

Futbol’un Asya, Britanya ve Aztek diyarlarında keşfedilerek oynanırken, İngiltere’de de keşfedilerek oynanmaya başlanmış ve diğer kıtalarda olduğu gibi İngiltere’de de kısa süre içinde geniş halk kitleleri tarafından benimsenir ve oynanmasından sonra tüm Avrupa kıtasına hızla yayılır.

 

Futbolu oynayan insanlar, futbolun oynandığı alanların 17.yy.da başlayan özelleştirmelerden dolayı oynama alanlarından mahrum kalmaları ve 14-15 saatlik vahşice çalıştırılmalarından dolayı yaşadıkları zaman ve enerji sorunundan kaynaklı futbolu oynayamaz hale gelirler. Bu gerilemenin ardındaki nedenleri araştıran sosyologlar „zaman ve mekan kıtlığının“ önemli nedenler olduğunun farkına varırlar. Halkın futbol oynadığı sahalar genellikle kamuya aitti ve herkesin kullanımına açıktır.

 

‚Efendilerin‘ çitlerle çevirerek özelleştirdikleri araziler ve topraklar halkın kullanımına kapatılır. Artık meclis kararıyla yapılan „çitle çevirme“ 18. yy.’da doruğa ulaşmıştır. Böylece halk futbol oynayacak arazilerden yoksun bırakılır. Yine kapitalizmin o erken dönemlerinde sanayileşme sürecinin başladığı ve oluşan sanayi kent ve mahallelerinde, işçilerin boş vakitlerinde eğlenebileceği alan olmadığı gibi işçilere çalışma koşulların ağırlığından ve uzun süreli olmasından dolayı boş vakit de kalmaz (tıpkı şimdi olduğu gibi). İşçilerin 14-15 saatlik bir çalışma iş gününün ardından bir de yorucu futbol oyununa harcanacak enerjileri de olmaz. Bu dönemlerde İngiltere’de futbolun çöküşü de iyice ivme kazanır.

 

Tüm bunların ardından futbolun 18. yy.’da bir mücadele aracı olarak kullanılması yaygınlaşır. Bir kasaba halkının bir protestoda bulunmak, özellikle de nefret edilen ‚efendilerin‘ „çitle çevirme“li topraklarını, özel mülkiyetlerini protesto etmek için toplanmanın en kolay yolu bir futbol maçı düzenlemektir. 5 Ağustos 1765 tarihli Northamptom Mercury dergisinin kaynaklarında şu habere yer verilir :“Önceki Perşembe ve Cuma günlerinde West Haddon da çok sayıda kişi futbol maçı yapmak üzere toplanmıştır. Fakat toplanır toplanmaz isyancı bir kalabalığa dönüşmüşler, bir arazinin çevrilmesinde kullanılacak çitleri yakıp yıkmışlardır“. Bu ihtilaflar nedeniyle arazi sahibi soylular, futbola eskisinden daha az anlayış göstermişler ve böylece belediye yetkilileri polis teşkilatının getirdiği futbol yasaklarını uygulamaya sokmuşturlar.

 

Futbolun Bir Afyon Olarak Keşfedilişi ve Kitlelerin Uyuşturulması:

Futbol özel okullarda yaşamını sürdürmeye başlar, bunun nedeni futbolu evcilleştirme ve disipline etme gibi özelliklerinin keşfedilmiş olmasıdır. O dönemde soylu yada burjuva aile çocuklarının okuduğu okullardaki öğrencilerle, soylu olmayan orta gelirli öğretmenler arasında müthiş bir iktidar mücadelesi vardır. O döneme ait birçok kaynakta öyle ciddi olaylardan söz edilir ki, bu iktidar mücadelesinin çatışmalara dönüştüğü ifade edilir. 1797 yılında asi öğrencilerin işgal ettiği Rugby School binasına askerler kılıçlarını çekerek hücum eder ve isyan ancak böyle bastırılabilir. Okullarda hüküm süren bu kaosu ıslah etmeye çalışan resmi makamlar defalarca reform girişiminde bulunmalarına rağmen yalnızca bir okul müdürünün, futbolu kendi pedagojik amaçları için kullanmasıyla çalışma başarılı olmuştur. Okul müdürünün öğrencilere birtakım kurallar koyarak oynanmasına izin verdiği futbol sayesinde okulda disiplin artmaya başlamıştır. Futbolun bu evcilleştirme yönü keşfedildikten sonra, yönetenlerin yönetilenlere karşı kullandığı bir silah olmuş ve modern futbolun çeşitli dönemlerinde, çeşitli vesilelerle bu silah kullanılmıştır. Keza Portekiz’de bu silah, Portekiz’in faşist diktatörü Salazar tarafından 40 yıla varan bir süre kullanılmış, ve hatta Lizbon Stadyumunun inşası dahi faşist diktatör Salazar’ın, „bana on binlerce insanı uyutabileceğim bir beşik yapın“ sözüyle başlatıldığı da bilinir.

 

„Bir „oyun“ olmaktan çık(artıl)mış futbol; ‚insan‘ öğesini farklı açılardan bünyesinde barındıran bir spor dalıdır. Yarattığı global ekonomik pazarla geniş halk kitlelerini peşinden koşturan, toplumların ve ülkelerin sosyo-ekonomik geleceklerinde etkileyici rol oynayan, yine toplumların olumlu yada olumsuz kitle psikolojilerine yön veren futbol, hayatımızın ayrılmaz bir parçasıdır. Günümüzde futbolun bu derece popüler hâle gelmesinin önemli bir sebebi de, profesyonelliktir. Futbolun, çok büyük miktarlarda para getirdiğini gören gençlerin çoğu; bu sporu yalnız zevk için değil, aynı zamanda meslek olarak da seçmektedirler.“[11]

 

Futbol Üzerine Uzunca Bir Dipnot:

Futbol, bilindiği üzere, diğer spor dalları gibi „dostluğu pekiştiren“ bir araç olarak savunulur. Bu maksatla „dostluk müsabakaları“ yapılır, kupalar verilir ve „önemli olan kazanmak değil, dostluktur“ nutukları atılır. Başlangıçta, yani tüketim toplumu öncesi dönemlerde bu tür müsabakaların insanlar arası ilişkilerde kısmen pozitif bir işlev gördüğü söylenebilir ama şimdiki zamanda spor adına yapılan müsabakalar insanları birbirine düşman yapmanın yada aradaki düşmanlıkları yeniden üretmenin bir aracı olarak işlev görmektedir. Futbol ise bu alandaki en etkili silahtır. Öyle ki, eski Portekiz diktatörü Salazar, „ülkeyi 40 yıl boyunca nasıl yönettiniz?“ sorusunu cevaplarken, „üç F ile“ diye cevap verdiği bilinmektedir. Bu „üç F“den birisi Futboldur.
Keza İtalya’nın faşist lideri Mussolini, 1934 yılında yapılan „Dünya Kupası’nın ideolojisini yaymak için eşsiz bir fırsat olduğunu“ söylüyordu. Ve bu söylemiyle, futbolla siyasetin nasıl iç-içe olduğunu, daha doğrusu futbolun ne ölçüde siyasetin aracı olduğunu çok net bir biçimde izah ediyordu.

 

Futbolun siyasetle ilişkisi o kadar güçlü ki, Güney Amerika’da darbeler önemli maç saatlerinde planlandı. Avrupalı Nazi gruplar, maçlardan sonra mobilize ettikleri kitlelerle birlikte göçmen mahallerine saldırdı. Türk devletinin kontrolündeki faşistler, her maçtan sonra „Şehitler Ölmez, Vatan Bölünmez“ naralarıyla Kürtlere, çeşitli azınlıklara ve etnik milliyetlere saldırdı. Özcesi Futbol, egemenler açısından önemini korumaya artarak devam ediyor. „İktidarların futbola yaklaşma nedeni, futbol büyüsünün altında dönen sıcak para hareketidir. Hem bu sektörde egemen olmak, hem de futbolu siyasal bir varoluş aracı olarak kullanmaktır temel amaç. Bu tüm uluslarda böyle olmuştur. Futbol, zaman zaman temel bir hareket alanı olmuş, zaman zaman da biraz kıyısından siyasete giren tali bir yönlendirme aygıtı olarak yine de her zaman kullanılmıştır.[12]

 

Euro 2008 Avrupa Şampiyonası vesilesi ile yazdığımız bu yazımızda, Tüm bunların yanı sıra, tekrardan belirtmek gerekiyor ki, 2006 Dünya Futbol Şampiyonası’nın Almanya’da yapılması normal işleyişin bir sonucu değil, siyasi bir müdahalenin sonucudur. Herkesin bildiği gibi, başlangıçta beklentiler bu şampiyonanın G.Afrika’da olacağı yönündeydi. Ama yürütülen yoğun „diplomasi“ ve ünlü Alman firması Adidas’ın devreye girmesiyle şampiyonanın Almanya’da yapılması kararlaştırılmıştı.
Peki, neden Almanya? Almanya, çünkü Alman burjuvazisinin geleceğe dönük planları bakımından bu şampiyonanın Almanya’da yapılması oldukça önemliydi. Ve start verildi. Dünya Kupası vesilesiyle Almanya’da tam bir seferberlik başlatıldı. Her kentte büyük ekranlar kuruldu. Ve bu ekranların civarına yiyecek, içecek ve özellikle Dünya Kupası’na katılan ülkelerin „ulusal“ renklerini taşıyan eşyaların satıldığı pazarlar kuruldu. Sanki savaş çıkacakmışçasına insanlar günler öncesinden yiyecek ve içecek stoklamak için mağazalara hücum ettiler. Cafe ve Lokantalar salonlarına büyük boy televizyon kurdular. Arabalar, evler ve işyerleri Alman ve Dünya Kupası’na katan diğer ülkelerin bayrakları ile donatıldı. Ve insanlar yüzlerini „ulusal renkler“ ile boyayıp, üzerlerine yine bu renkleri taşıyan şortlar ve T-Shirt’ler, şapkalar geçirdiler; dahası, neredeyse bütün toplum, sanki sözbirliği etmişçesine futboldan başka bir şey konuşmaz oldu. Sokaktaki vatandaş bu ruh halindeydi ve devlet’te devletliğini yapmak için kolları sıvamıştı.

 

„Haziran 2006 düzenlenen Dünya Kupası için ezici çoğunluğu erkek olan 3.5 milyon taraftarın Almanya’ya gelmesi beklenirken; Almanya’ya 40 bin civarında seks işçisi kadını getiriliyordu… Bu da normal! Ama kara haber şu: Bu seks işçisi kadınların büyük bir kısmının insan kaçakçıları tarafından fuhuş’a zorlanan kadınlar olacağı tahmin ediliyormuş. Fuhuşun serbest olduğu Almanya’da, bu sektörün yıllık cirosu 1.6 milyar dolarmış ve şimdi bu sektörün patronları, ellerini ovuşturarak taraftarların ülkeye girecekleri anı heyecanla bekliyorlarmış…“[13] olarak ifade edilen 2006 Dünya Kupası öncesi hazırlıklarına ilişkin bu değerlendirme, bu gün Euro 2008 Avrupa Şampiyonası açısından da aynı gerçekliğini korumaktadır. Benzeri hazırlıklar bugünde Avrupa Şampiyonası için İsviçre ve Avusturya tarafından yapıldı ve buda „taraftara, insanlara hizmet“ olarak ifade edildi. Dünya Kupası dolayısı ile sefer halinde olacakların ihtiyaçlarını karşılamak maksadıyla, Almanya’da hali hazırda kayıt altına alınmış 400 bin kadın, erkeklerin talebini karşılayamaz korkusuyla, dışarıdan 40 bin civarında kadın getirildi. Devlet izniyle „genelev“ sahiplerine ve kadın tacirlerine bu büyük talebi karşılamak maksadıyla geçici ’seks çadırları‘ kurduruldu. Berlin Olimpiyat Stadı yakınında ‚Eros Center‘ adı verilen duş ve prezervatif dağıtıcılı 650 kabini bulunan 3 bin metrekarelik bir „genelev“ kuruldu. Ve Dünya Futbol Şampiyonası başladı. Güncel olaylar, gelişmeler, açlık, yoksulluk, savaşlar, işkenceler, insan hakları ihlalleri, doğal afetler, sağlık sorunları, vd hiç ama hiçbir şey medyada doğru düzgünce yansımadı ve tartışılmadı.Medya tüm bu gerçekliklerden kitleleri uzak tutabilmek için alabildiğine ciddi bir performans gösterdi ve bir ay boyunca neredeyse herkes ama herkes, ister lehte ister alehte olsun, yalnızca futbol konuştu.

 

Alman burjuvazisi 1936 Berlin Olimpiyat Oyunları’nı, biyolojik ayrıma dayanan bir milliyetçiliğin ve ırkçılığın bütün yeryüzüne ilan edilmesi için bir fırsat olarak değerlendirmişti. Her ne kadar siyahi atlet Jess Owens, 1936 Berlin Olimpiyatları’nda Hitler’in „üstün ırk“ ideolojisini yerle bir edip, Hitler’in Olimpiyat Stadı’nı terk etmesine yol açmış olsa da, gerek Berlin Olimpiyat Stadı gerekse de 1936 Berlin Olimpiyat Oyunları tarihe biyolojik ayrıma dayandırılan „ırkların yarışı“, daha doğrusu “Beyaz ırkın üstünlüğü“nün ispat edilmeye çalışıldığı olimpiyat olarak geçmiştir.
Aradan 70 sene geçtikten sonra, Berlin Olimpiyat Stadı bu kez tarihe yeni Alman Kimliği’nin ölçütlerinin ve ulusçuluğunun ilan edildiği yer, 2006 Dünya Futbol Şampiyonası ise yeni „Alman Kimliği“nin ve ulusçuluğunun ilan edildiği Şampiyona olarak geçmiştir.

 

„Kültür sanayisinin futbol sektörü amansız bir rekabet, forma renklerinin hiyerarşisi ve ulus temsili ile her zamankinden daha fazla ulus devlete olan sadakati ve duygusal aidiyeti üretmekte. Atılan her gol yeni bir fetihtir; kazanılan her maç ulusun ispatı“dır!“[14]

 

Kapitalist-emperyalist sistem  için futbol  kitleleri oyalayan, toplumu siyasi konularda tepkisizliğe iten, ülke gündemini saptıran bir afyondur. Yalnızca,  Franco, Salazar,  Mussolini vb  gibi faşist diktatörler tarafından yönetilen ülkelerde  değil, son derece „modern rejimler“e sahip ülkelerde de futbol, toplumu pasifize etmek amacıyla kullanılmıştır. Günümüzde de bu tür örnekleri görmek mümkündür. Futbol, geçmişten günümüze  iktidarlar tarafından toplumları etkisizleştirmek amacıyla kullanılmıştır. Ülkemizde de benzer bir durum mevcuttur. Türkiye’de stadyum seyircisinin yaş ortalaması oldukça  düşük ve bu genç nüfus futbol kelepçesiyle kontrol altında tutulmaktadır. Toplumların dinamizmini sağlayan genç nüfusun, futboldan çok daha önemli konulara eğilmesi engellenmektedir. Gençler holiganizm, , şiddet, cinsel istismar, uyuşturucu gibi kötü alışkanlıklarla tanıştırılmakta ve bu tür olumsuzluklara bağımlı hale getirilmektedir. Bu şekilde afyonlaştırılması başarılmış beyinler, sistem için daha kolay kontrol altına alınıp yönlendirilebilecek ve kendisine karşı olası bir örgütlü mücadelenin içinde yer almayacak, örgütlenmeyecek ve doğal olarak da bir „tehlike“ arz edemeyecektir. Aksine ırkçı, şoven histerilerle donatıp sistemin baston değnekleri haline getirecektir. Ki, günümüz endüstriyel futbolunun yarattığı en büyük şey yalnızca sermaye değil, Gerek saha içinde, gerek saha dışında rakiplerinin birbirlerine yaptıkları ırkçı saldırılar futbolu spor olmaktan çıkarttı adeta ırkçılığı geliştiren bir sektör haline geldi. Futbol sektörünün büyütmüş olduğu devasa sermaye, bu özgülde ki mafya ve devlet ilişkileri içinde ki kirli ve karanlık boyutları da arttırarak derinleştirdi. Son yüz yıl içerisinde, insanlığı ve sosyal hayatı futbol kadar derinden etkileyen başka bir olgu bulmak çok zor olsa gerek.!(?) Milyonları peşinden koşturan, insanların uğruna hayatlarını adadıkları, bir din gibi insanları kendine bağlayan, beyinlerine afyon şırıngalıyan ve hayatlarını şekillendiren bir „top oyunu“!

 

Peki bu silahın egemenler tarafından kullanılışı ne zamandan beri işçiler ve ezilenler için tehlikeli olmaya başlamıştır? Binlerce yıldır soylular ya da halk tarafından oynanan, küçük gövde gösterileri ve ayaklanmalara sahne olan futbolun, birden kitlesel tüketime dönük olarak yeniden organize edilmesi, kurumsallaşması Avrupa’da sanayileşmenin büyük bir ivme kazandığı döneme denk gelir. 1870’lerde yaşanan ekonomik ve siyasi krizin ardından Avrupa’da kurulan spor kulüplerinin sayısı hızla artmıştır. Bu kulüplerin ve buralarda oynayan oyuncuların, bunalımın en fazla yaşandığı maden ocakları ve fabrikalardan çıkması, üstelik de bu kulüplerin bizzat fabrika sahipleri tarafından kurulmuş olması, sporun ve özelde de futbolun ekonomik ve siyasi bunalımları gizleyen bir araç olduğunun apaçık bir göstergesidir. Aynı işkolunda çalışan ve sınıf çıkarları gereği dost olan, sermayeye karşı örgütlenme ihtiyacı duyan işçiler, sermayenin futbol silahına yenik düşmüşlerdir. Burjuvazi fabrikalarda futbol aracılığıyla sınıf karşıtı dostluklar yaratarak, fabrikalar arası rekabeti körüklemiş ve sonuçta yarışma sürecinde işçi-patron bir renk altında bir tarafta; yine işçi-patron başka bir renk altında karşı tarafta birbirileriyle topyekün bir mücadelenin içine itilmişlerdir. Böylece sömürü kolayca yeniden üretilmiştir. Fabrikalarda başlayan futbol üzerinden sömürü, mahalle, şehir ve ülke bazında devam etmiş ve bugün ciddi boyutlara ulaşmıştır. İki ayrı emekçi mahallesi arasında yapılan futbol karşılaşmaları taşlı sopalı kavgalara dönüşmektedir. Yine sınıf düşmanı burjuvaziye karşı uluslararası bir örgütlenmeyle mücadele etmesi gereken işçiler emekçiler, milli maçlarında kendi burjuvazisiyle kol kola girip, diğer ülkenin halkına emekçilerine küfretmekte veya saldırmaktadır. Bu durum, kaderini ancak sermayeye karşı örgütlü savaşımla değiştirebilecek olan işçilerin aleyhine olmaktadır.

 

İspanya İç Savaşı ve Franco Faşizmin İktidarı!

 

„Onları yüz binlik beşiklerde uyutuyorum!“[15]

 

Futbol afyonunun kitleleri uyutmasına, onların düzen sınırları içerisinde deşarj olmalarına en iyi örnek Franco faşizmi ve İspanya’dır. Bu konuda herkesin aklına Franco‘ nun İspanya ‚yı 30 yıl boyunca yönetmesinde 3F’nin ne gibi kolaylıklar sağladığını bilir. Bu 3F; Fiesta (şölen), Fuhuş ve Futbol ile yönettiği akla gelir. Ancak bu sözler diktatör Antonia Salazar’ın „Portekiz’i 40 yıl süreyle 3F- Fiesta, Fadima (örgütlü din) ve Futbol ile yönettim“ sözlerinden esinlenerek Franco’ya uyarlanmıştır. Tabii Franco’nun Barnebau Stadı için „Bana 150 bin kişilik uyku tulumu yapın“ sözünün de, futbolun afyon olarak kullanılması konusunda Salazar’ın sözünden aşağı kalır yanı yoktur. Yine İspanyol faşist diktatör Franco’ya, toplumu nasıl böyle kontrol altında tutabiliyorsunuz diye sorduklarında: „Onları yüz binlik beşiklerde uyutuyorum“. diye cevap vermiştir. Franco’nun yüz binlik beşik olarak nitelendirdiği yerler stadyumlardı.

 

Faşist General Franco, 1930′ larda Avusturya, Katalonya gibi bugün İspanya sınırları içerisinde yer alan bölgelerde patlak verip tüm İspanya ‚ya yayılmaya başlayan bir proleter devrimi askeri darbeyle engellemeye çalışmıştır. Daha sonra bu süreç bir iç savaşa dönüşmüş bu iç savaş 1939’da Franco güçlerinin zaferiyle sonuçlanmıştır. Franco 1939′ dan 1975’deki ölümüne kadar ülkeyi faşist bir diktatörlükle yönetmiştir. Birçok muhalifin sürgüne gönderildiği, devrimcilerin katledildiği bu dönemde, Franco rejimi, Bask ve Katalan halklarının da kültürlerini yok etmeye çalışmış, ülkelerini işgal etmiştir. Dilleri yasaklanan, çeşitli baskılara maruz kalan bu halkların o dönemde ki tesellilerinden birisi de kendi futbol kulüpleri olmuştur.

 

Futboldan bıkmış bir Katalan kadına, Barça’nın Real Madrid‘ i yenmesine neden sevindiği sorulduğunda şu yanıtı vermiştir: „Franco özerkliğimizi yok etti, dillimizi yasakladı ve Real Madrid taraftarıydı“. Franco döneminde Real Madrid maç yapmak için Barcelona’ya gelince Nou Camp Stadı’nın tribünleri yasaklanmış Katalonya bayraklarıyla donanırmış. Barça taraftarları bu maçlardan sonra en az futbolcular kadar yorgun olurlarmış. Sokaklarda „Katil Franco“ diye bağıramayan insanlar bunun yerine tribünlerde Real Madrid’li futbolculara bağırırlarmış.

 

Katalonya varlığını sadece Nou Camp’ta sürdürüyordu ve Franco’nun el sürmediği tek Katalan sembolü de Barça’ydı. Bugün de bu durum hala devam etmektedir. Katalan kimliğinin yeniden üretildiği ve sergilendiği yer Nou Camp’tır. Milli formanın yerine ikame edilen Barça forması Katalan kimliğinin simgesi olmuştur. Formasını kutsal olarak kabul edilmesi nedeniyle Barcelona milyonlarca dolar teklif edilmesine rağmen formasına reklam almayı reddetmektedir. Barcelona’ya „bir kulüpten öte“ bir anlam yükleyen Katalanlar, Franco faşizminin bitişini; Franco’nun ölümü ile değil, Barça’nın Real Madrid’de 5-1 gibi farklı bir skorla yenişi ile simgelemeyi tercih ederler.

 

Atletic Bilbao da Barcelona kadar güçlü olmasa da İspanya’nın önemli kulüplerinden biridir. Bask ülkesinin takımı olan Atletic, Bask kökenli olmayan hiçbir oyuncu oynatmayışıyla ve kendi evindeki (San Names) başarılarıyla ün kazanmıştır. SanNames’e giden bütün rakipler korku içinde sahaya çıkmaktadır. Bu durum taraftarlar arasında „Atletic çıkınca ETA susar“ şeklinde özetlenmektedir. Aslında bu cümle bile futbolun kitleleri apolitikleştirdiğinin apaçık göstergesidir. Zira Bask bölgesinin özgürlüğünü savunan ve bunun için mücadele eden ETA örgütü, bir futbol kulübüyle ikame edilmektedir.

 

Hazır konu İspanya iç savaş yıllarından açılmışken, bu dönemi oldukça özlü dizelerle dile getiren Kutup Yıldızı isimli müzik topluluğunun sözlerine yer vermeden, iç savaş yıllarında Franco faşizmine karşı mücadele eden devrimci-komünist Partizanlarıda anmadan geçmek olmaz.
„Bir koridor gibi çın-çın öten daracık sokaktan, ayaklarını vura vura uluslararası birlikler geçiyordu. Kimler yoktu ki aralarında? Uzun saçlı aydınlar, inatçı komünistler, nietzsche bıyıklarıyla yaşlı, sovyet filimlerindeki jönleri andıran yüzleriyle genç polonyalılar, kafası traşlı almanlar, cezayirliler, bunların arasına yalnışlıkla karışmış ispanyollar denebilecek italyanlar, hiç kimselere benzemeyen ingilizler, moris tores’e ya da moris şovalye’ye benzeyen fransızlar… Hepsi de çelikleşmiş dimdik!

Kışlalarına yaklaşıyorlardı ya, birden marş söylemeye başladılar. Ve yeryüzünde ilk defa olarak savaş düzeninde yürüyen her ulustan karmakarışık bir sürü adam, enternasyonal’i bir ağızdan söylemiş oluyordu…

 

Kimselere nasip olmayan böylesi bir kardeşleşmenin görkeminden titredi madrid. Coşkuyla fısıldadı tek bir ağız gibi: „bizimle savaşmaya, bizimle ölmeye gelmişler!“ Onların dil sorunu yoktu, dünyayı yaratan ellerinden tanırlardı birbirlerini. No Pasaran sır değildi onlar için. ve hangi dilde verilirse verilsin anlarlardı „hücum!“ komutunu. yüzlerini bile görmedikleri ispanya işçi ve köylüleri için aynı kahramanlık ve sadelikte öldü onlar. Öldüler haykırarak! diz çökerek yaşamaktansa ayakta ölmek yeğdir! No Pasaran!“

“Proleterya partisi, savaşta en ön safta / beşinci alayı kurdu /savunmak için ispanya’yı. / İspanya’nın çiçeği, en kırmızı çiçeği halkın / omuz omuza 4 taburla / dövüşüyor madrid sokaklarında. / Anacığım, anacığım / bak şuraya şarkılarla yürüyor alayımız, yürüyor savaşa doğru, yürüyor faşizme karşı! / No Pasaran

 

1970’lerden sonra esmeye başlayan küreselleşme rüzgarıyla futbol da bir kabuk değiştirme dönemine girmiştir. Bugün, az gelişmiş bir ülkenin milli gelirine denk bir bütçeye sahip futbol kulüpleri yeşil sahalarda boy gösteriyor. Yeşil sahalara sığamayan, borsalara, parlamentolara ve medyaya taşan futbolda yaşanan değişiklikler futbolun ve yan ürünlerinin pazarlanmasında, futbol-medya-politika-mafya ilişkisinde, taraftar ve yıldız futbolcu profilinde ve taktik anlayışlarda da bir kabuk değiştirmeye dönüşüyor. Artık kulüpler için ideal seyirciler şarkılar söyleyip çırpınan proleterler değil, stadyum localarına kurulan V.I.P. (Very Important Person)[16]‚ler!

 

Son Olarak;

Klasik bir söyleme dönüşmüş olabilir, belki iktisadi ya da sosyal yönüyle ’saçma’da gelebilir kimi okuyuculara, ama hiç düşündünüz mü, bir yıl, ya da sadece bir ay Türkiye’de veya Avrupa’da ki futbol ligleri iptal edilse, ona harcanan paralarla neler yapilabileceğini? Ne kadar açlık sınırında yaşayan insan açlığın pençesinden çekilip alınabilirdi? Ne kadar eğitim için maddi imkansızlıklardan dolayı eğitimini yarıda bırakan,yada okumak isteyen insan okutulabilirdi?

 

Daha ‚global‘ düşünecek olursak, bir yıllık futbol liglerinin masrafları, dünyanın çeşitli kıtalarında ve özel olarakta Afrika kıtasında, insanların açlıktan, sefaletten öldüğü, içecek su dahi bulamadığı, ortalama ömrün 40 yılı aşmadığı afrika ülkelerinde yaşamlarını yoksulluk içinde sürdüren binlerce insanın yaşamlarını kurtarmaya yetecek denli büyüktür!

 

Son Söz Yerine;

Özetlersek egemenler günlük hayatta kültürel ve söylemsel olarak kendi hakikatini yaratır ve bunu meşrulaştırmaya çalışır. Egemen bir iktidarın kendi gerçekliğine kitleleri ikna etmesi gerekir. Her iktidar kendi karşıtlığını yaratır ve karşıtıyla sivil alanda ideolojik hegemonya savaşına girer. Her toplumsal ve kültürel alan hegamonya mücadelesinin alanıdır ve bu alanlar hem bir birlerinden özerk hem de bağımlıdır. Bu anlamda hegemonya mücadelesi hem teker teker özerk alanlarda hem de alanların kesiştiği noktalarda sürmektedir. Bu anlamda “futbol sadece futbol değildir!“ Futbol hegamonya mücadelesinin sürdüğü egemen ideolojinin kendini yeniden ürettiği bir alandır. Futbol aracılığıyla ırkçılık, cinsiyetçilik, milliyetçilik gibi egemenleri besleyen ideolojiler meşruluk kazanmaktadır.

 

Futbol, Egemenlerin halkın gündemini suni bir takım konu ve olaylarla doldurması, kapitalistlerin  yaptığı sömürü girişimlerini gizlemek adına kullanılan zekice bir stratejidir!

Halkın zihinlerinin asıl gündemin dışında tutulması, tepki doğurabilecek faaliyetleri görmesinin engellenmesi, egemenlerin günümüzde varlıklarını sürdürmeleri için olmazsa olmazdır. Bu vesileyle oluşturulan yapay gündemlerde elde en iyi iş gören silah hiç kuşkusuz ki futboldur.
Yığınları kahve köşelerine maç izlemek için tıkıp, kitap gazete okuyup aydınlanmasını engellemek varken, neden sömürünün yarattığı esareti dert etmeleri istensin ki? Gazetelerin arka sayfadaki spor haberinde futbolcunun geçen haftaki sakatlığının geçmesi, haftaya oynanacak x-y maçına hazır olabileceği ‚haberleri‘ memleketi sömüren ve emperyalistlere peşkeş çekenlerin toplumu nereyi götürdüğünü yazan gazete makalelelerinden daha önemlidir!
İnsanlığın ayaklar altına alınıp çiğnenmemesi için ve özgürlüğü için bir karşı duruş / karşı çıkıs neden olsun ki? Günde 2 doların altında yaşamlarını sürdürmek zorunda kalan milyonlardan, yanı başımızda katledilen,dili,kültürü,kimliği kısacası herşeyi yasaklanan ve yok sayılan Kürt ulusundan, dağ başlarında, sokak ortalarında, işkence tezgahlarında ve hapishanelerde katledilen ve devrim düşüyle herkesin eşit ve özgür olduğu bir dünya isteyen devrimci-komünistlerin katledilmesinden bize ne! Yarın derbi var!

 

Fun-Fiesta-Futbol gerçekliğini bilmeyenimiz ve de bu 3F’nin muhabbetini yapmayanımız yoktur… „Ama bu da; işin futbol boyutuydu“!!! denilerek işin içinden çıkılmaya çalışıldığı da her daim görülmektedir. Bu yaklaşım ne yazık ki pratik yaşamı ifade etmediği gibi, sistemin uyuşturucu zehir’ine karşı panzehir olma bilincinde de kırılmaların yaşandığını ifade etmektedir…

 

Pascal’ın, „Diz çök, inanırsın…“ diyen „saçmalığı“ndan malûl yerkürede, keşke yeryüzü, Bertolt Brecht’in, „Dünyadaki her şey, onu işleyip daha da güzelleştirenlerindir,“ deyişindeki gerçeklik üzerinde olabilseydi; ama değil…

 

 

Yararlanılan, Alıntılar ve Aktarımlar Yapılan Başlıca Kaynaklar:

– Endüstriyel Futbola Karşı Tribün Kültürü Dergisi,
– Futbol Asla Sadece Futbol Değildir; Simon Kuper, İthaki Yayınları
– Futbol A.Ş. – Christian Authier,
– Futbolun Kısa Tarihi – Theo Stemmler,
– Özgür Üniversite Forumu; „Türkiye Nereden Nereye? Sporda Dejenarosyon, Spor Etiği ve Sosyalist Etik“; Metin Kurt,
– Alsancak Stadı açık tribünü
– Adem KURTAR
– http://www.mavidefter.org

– http://www.komunistzemin.org

– www.koxuz.org

– http://www.haberfinike.com (Salih Emre AKBAŞ)

– http://www.candundar.com.tr

– BilimTeknik Dergisi sayı: 315 (Caner Açıkada)

– Seçilmiş Spor Makaleleri (Yrd.Doc. Dr. Suat Karaküçük)

– Türklerde Spor ( Fehmi İşcan)

– http://www.konya-gsim.gov.tr

– http://www.odevarsivi.com

– http://www.verkac.org

– http://www.sakaryamiz.net

– http://birleselim.net

– http://www.sendika.org

– http://www.itusozluk.com

– BilimTeknik Dergisi sayı: 315 (Caner Açıkada)

– Seçilmiş Spor Makaleleri (Yrd.Doc. Dr. Suat Karaküçük)

– Türklerde Spor ( Fehmi İşcan) 

H.GÜRER

Haziran 2008 / Cenevre 


[1] Simon Kuper’in kitabının orjinal ismi „Football Against the Enemy“ olan ve neredeyse bir dünya turu yaparak futbolun politika ve çeşitli kültürlerle ilişkisini araştırdığı “Futbol Asla Sadece Futbol Değildir“ isimli kitabının adı.

[2] Eduardo Galeano “Gölgede ve Güneşte Futbol“

[3]  „Hareket maddenin varoluş biçimidir“ (Friedrich Engels, Anti-Dühring, s. 116.)

[4] İki anlam içermektedir : [1] İki veya daha çok şey arasında konum, biçim ve belirli bir eksene göre ölçü uygunluğu. [2] (matematik) Eksen olarak alınan bir doğrudan, benzer noktaları karşılıklı olarak aynı uzaklıkta bulunan iki benzer parçanın birbirine göre olan durumu.

[5] akıl dışı, mantık dışı. ayrıca sadece görüler, duyular anlamına da gelir. bir de neden-etki bağını akılla kurduğumuz için, nedensiz, temelsiz anlamında da kullanılır. matematikte rasyonel olmayandır.

[6] Gösteri Çağı

[7] Alen Markaryan

[8] Erdal Atabek

[9] Mustafa Sönmez

[10] Aztekler bugünkü orta Meksika bölgesinde 14. ve 16. yüzyıllar arasında yaşamış bir Orta Amerika halkıdır. Zengin bir mitoloji ve kültürel mirasa sahip Aztek’lerin başkenti, günümüzde Ciudad de Mexico’nun bulunduğu Texcoco Gölü’nün ortasında yer alan Tenochtitlan kentiydi. Çok büyük bir uygarlık kurmuşlardı. Hernan Cortes’in Meksika’yı fethi sırasında yapılan ve Tenochtitlan kuşatması olarak bilinen savaş sonucunda Aztekler yenilmiş ve güçlerini kaybetmişlerdir. Ayrıca dünyanın en büyük piramidi Meksika’da Cholula de Rivadabia’da bulunur. Azteklere ait piramit 182.107 metrekare alan üzerine kurulmuştur ve yüksekliği 54 metredir.( http://tr.wikipedia.org)

[11] Temel Demirer

[12] Hakan Keysan

[13] Işıl Özgentürk, „Seks ve Futbol“, Cumhuriyet, 30 Mayıs 2006, s.20-8.

[14] Fırat Aydınkaya, „Dünya Kupası ve Irkçılık“, Ülkede Özgür Gündem, 21 Temmuz 2006, s.5.

[15] Franco

[16] Eski adı ‚Şeref Tribünü‘ yeni adı ise ‚Çok Önemli Kişi‘ yada ‚Protokol Tribünü‘

| 26 – 04 – 2009 |