Home , Köşe Yazıları , Fehim Taştekin , Fehim Taştekin: İnsanlarla birlikte hakikat nasıl katledilir?

Fehim Taştekin: İnsanlarla birlikte hakikat nasıl katledilir?

Fehim Taştekin|19.11.2023|İnsanlarla birlikte hakikat nasıl katledilir?

Fehim Taştekin

İsrail Ordu Radyosu işgalci güçlerin hastanede geçirdikleri bir günün ardından „Hastane içinde kaçırılanların varlığına dair hiçbir belirti yok“ bilgisini geçti. Daha sonra ordu sözcüsü Hagari, Şifa’dan dünyaya bir görüntü sundu: Yere dizilmiş silahlar, askeri malzemeler ve üniformalar. Kim koydu? Hamas, Hagari bulsun diye orada bırakmış olmalı! Ne kadar da acemiler!

Yalan makineleri ölüm makinelerinin peşi sıra öldürüyor. Biri insanları, diğeri gerçekleri. İkisinin yaydığı görüntü herkes için şiddet ve işkence.

Bütün bir kampanya yalanlarla başladı. “Hamas teröristleri 40 çocuğun kafasını kesti, kadınlara tecavüz etti.”

7 Ekim operasyonu yöntem olarak sorgulanabilir, “insanlığa karşı suç” diye reddedilebilir ya da meseleyi 75 yıllık işgal-sömürge tarihinin tüm bağlamlarından kopararak kınanabilir ama ürettiği sonuçlar görmezden gelinemez: İsrail’in dokunulmazlığını, yenilmezlik mitini, askeri üstünlüğünü, istihbarat kapasitesini, aşılmaz duvarlarını, Demir Kubbesi’ni ve bunların ördüğü yüksek kibrini deldi.

İsrail’in intikamını almak, kendi başarısızlığını örtmek, bölgedeki caydırıcılığını yeniden inşa etmek ve en önemlisi Filistin’in kalan parçalarını yırtıp atma fırsatını değerlendirmek için sarsılmaz destek kolonlarına ihtiyacı vardı. Başbakan Benyamin Netanyahu’nun katıksız yalanlarına kendisinden hazzetmeyen ABD Başkanı Joe Biden da ortak oldu. Bozacının şahidi şıracı! Biden’ın tutumu İsrail lehine kartopu etkisi yaptı. Böylece destek sarsılmaz hale geldi. Bu destek sayesinde Gazze’de hastaneler, okullar, kiliseler, camiler, mülteci kampları, Kızılay, ambülanslar ve BM insani yardım kuruluşları dâhil hiçbir şeyin dokunulmaz olmadığını, yürüyen her canlıya dokunulacağını ve Filistinlilerin yaşamayı hak etmediğini böğüren bir soykırıma giriştiler.

Ama görüntüler destek kolonlarını çatırdatabilir. O yüzden sarsıcı şovlara ihtiyaçları var: Hastanelerde Hamas karargâhı arıyorlar. Rantisi’den başlayıp Şifa Hastanesi’yle devam ediyorlar. Ağır hastalar, yaralılar, çaresiz insanlar, çare için koşuşturan doktor ve hemşirelerin arasında korkunç bir tiyatro sahneliyorlar. Bir şey bulurlarsa “hastaneler bile terör yuvası” propagandasıyla arkalarında saf tutan gaddarlar ittifakını koruyacaklar.

***

Kollektif Batı işgalci ve sömürgeci gücün meşru müdafaa hakkını göklere çıkarıyor. İşgal altındaki Filistin’in meşru müdafaa ve direnme hakkı yok. O hak topraklar gibi gasp edildi. Direnişin yer üstünde var olabilme şansı da yok. O yüzden bütün askeri faaliyet yerin altına, tünellere çekildi. 6-12 km arasında genişliğinde ve 40 km uzunluğunda bir şerit olan Gazze’nin altında örülen ve toplam uzunluğu 400-500 kilometreyi bulan tünel ağının hastanelerde çıkışının olması da şaşırtıcı olmaz. Teorik olarak mümkün. Ama İsrail’in ne Rantisi ne de Şifa’dan çektiği tiyatro filminde iddialarını ispatlayacak inandırıcı bir şey çıkmadı. Bütün dünya Filistinlileri kökünden kazıyan soykırım ve etnik temizlik suçlarına değil hastaneden çıkacak bir deliğe odaklanmış durumda. İsrail haklı çıkacak mı çıkmayacak mı? Cenevre konvansiyonlarını yazanlar hastaneler ve ambülansların ‘askeri kullanım’ ihtimalini nasıl da unutmuşlar! Askeri sözcü Tuğamiral Daniel Hagari, BM Dünya Sağlık Örgütü’nü terör destekçisi olarak kriminalize etmek için kurumun logosunun olduğu kutuyu ve üzerindeki biberonu gösteriyor. Burası rehinelerin tutulduğu oda ya! Ardından Arapça günlerin yazılı olduğu çizelgeyi rehinelerin başında duran Hamas militanlarının görev listesi diye sunuyor. Fakat bu utanmazlık özellikle Batılı kanalların ekranlarında Hamas’a “bok sıçratan” görüntüler olarak döndürülüyor.

Hamas’ın güvenilir olup olmadığı ayrı. Burada bir soykırım suçu işlenirken Hamas’ın Filistinlilere karşı suçları, günahları, tutarsızlıkları ve siyasal İslamcı gündemiyle odaktan sapmanın sırası değil. Bu bizi İsrail’in meseleyi hapsetmeye çalıştığı denkleme götürüyor: “İsrail-Hamas savaşı.” Değil tabii.

Hastanelerin sığınak olarak kullanıldığı öteden beri tekrarlanıyor. Benim de 2014 savaşı sırasında Şifa Hastanesi’nde görüştüğüm Norveçli Doktor Mads Gilbert “İsrail’in hastanelerde Hamas komuta merkezleri olduğu iddialarından bıktım usandım. 100 kez söylediğim gibi Şifa’da hiçbir zaman üst düzey Hamas mensubu görmedik. Serbestçe dolaşabildik” diyor. Evet hastanede Gilbert gibi ölümü göze alıp çalışan yabancı doktorlar her zaman olageldi.

Amerikan yönetimi de İsrail’in yalan çarkına su taşıyor. Beyaz Saray Ulusal Güvenlik Danışmanı Jake Sullivan Hamas’ın hastaneler ve sivil tesisleri karargâh ve silah deposu olarak kullandığını öne sürdü. Ulusal Güvenlik Konseyi Sözcüsü John Kirby de „Hamas ve İslami Cihad’ın Şifa dahil bazı hastaneleri ve bunların altındaki tünelleri askeri operasyonlarını gizlemek, desteklemek ve rehineleri tutmak için kullandığına dair elimizde bilgi olduğunu teyit edebilirim“ dedi. Pentagon Sözcüsü Sabrina Singh aynı şeyleri tekrarlarken gazetecilerin ısrarlı soruları üzerine ABD istihbaratının Şifa hakkında bağımsız istihbarat toplayabilecek saha elemanı ya da istihbarat varlığı olmadığını birkaç kez vurguladı. Hepsi farklı istihbarat birimlerinden gelen değerlendirmelermiş, ayrıntıya giremezmiş. “Mossad ve Şin Bet’in yalanlarını pazarlıyoruz” diyecek halleri yok elbette.

İsrail Ordu Radyosu işgalci güçlerin hastanede geçirdikleri bir günün ardından „Hastane içinde kaçırılanların varlığına dair hiçbir belirti yok“ bilgisini geçti. Daha sonra ordu sözcüsü Hagari, Şifa’dan dünyaya bir görüntü sundu: Yere dizilmiş silahlar, askeri malzemeler ve üniformalar. Kim koydu? Hamas, Hagari bulsun diye orada bırakmış olmalı! Ne kadar da acemiler!

Ben kendi adıma daha şaşalı bir gösteri bekliyordum. Hagari detaylı keşif için zamana ihtiyaç olduğunu söylüyor. Sıkı bir senaryo lazım. Hagari’ye göre bulgular hastanenin uluslararası hukuku tamamen ihlal ederek terörizm için operasyonel olarak kullanıldığını kesin bir şekilde kanıtlamaya yetiyormuş. Kestirmeden bombalayın gitsin!

İsrail’in dostları Hagari’den hala umutlu; sözcüden işkence odaları, sığınaklar ya da karargahları gösteren şoke edici performanslar bekliyorlar. Asansör boşluğu, kablo, biberon, oyuncak bebek, kadın elbisesi, kamuflaj olarak perde, tuvalet ve (yerleştirilmiş) silahlardan fazlası… Hagari’nin “var” dediğini dünya alem hayal edecekse o başka. Haftanın günlerini nöbetçi Hamas militanlarının isimleri olarak sunmaktan daha fazlasını yapabilir. Aldığı maaşı ve omzundaki pırpırları hak etmeli!

İsrail devlet kurumları sosyal medyada defalarca komik duruma düştü ve yalan paylaşımları silmek zorunda kaldı. Bunlar arasında Gazze sokaklarında oğlunun çürüyen cesedini nasıl çıkardığını anlatan bir annenin sözlerini “Hamas’ı suçluyor” diye çarpıtan bir paylaşım da vardı. Kendini Şifa’da bir hemşire olarak tanıtan bir kadının Hamas’ı yakıt ve ilaç çalmakla suçlayan videosu da sahtekarca paylaşıldı. Bu kadının İsrail Dışişleri ile çalışan Aish International’ın sosyal medya yöneticisi aktris Hannah Abutbul olduğu anlaşıldı.

Endonezya Hastanesi’nde kalabalığın arasında birinin elindeki sopayı silah olarak gösterme becerisini de sergilediler. “Hastaneler bile masum değil” görüntüsü için İsrail ordusuyla, diplomasisiyle, medyasıyla canhıraş uyduruyor.

ABD Dışişleri Sözcüsü Matthew Miller, İsrail’in yalan yayma sicili sorulduğunda “Savaşın sisi içinde, binlerce kilometre ötede podyumda ileri sürülen iddiaları bağımsız olarak karara bağlamanın hiçbir yolu yok“ diyor. Ne ala! Ama ABD’den soykırım savaşına 14 milyar dolar bütçe, binlerce ton silah, İsrail’e zeval gelmeden katliam yapma güvencesi ve yalanlara borazanlık dahil her tür destek sunulurken bu sis hiçbir kritik karara engel teşkil etmiyor.

***

Şimdi ilk yalana dönelim. İsrail 7 Ekim’den bu yana Hamas militanlarının 40 bebeğin kafasını kestiği, kadınlara tecavüz ettiği, sonra bunları öldürüp cesetlerini yaktığı yönündeki iddialara kanıt sunamadı. Hamas’ın IŞİD’den daha beter olduğunu göstermek için suç mahalline götürülen gazeteciler kanıt istediğinde “Var ama gösteremeyiz” denildi. Fakat beri tarafta evler, araçlar ve cesetlerin nasıl kül olduğu ise gelen itiraflar ve görüntü analizleriyle ortaya çıktı: Fail İsrail’in kendisi.

7 Ekim cehenneminin perdesini yine İsrailli yetkililer, pilotlar, tanıklar, rehineler ve medya organları araladı. Filistin ya da Batı medyası değil. İsrail medyasının Batı medyasından daha cesur olduğu söylenebilir.

Filistinli kaynaklara göre İsrail’in sınırdaki Gazze Tümeni’ni birincil hedef yapan Hamas mümkün olduğunca çok asker öldürüp birkaç düzine rehineyle dönmeyi planlamıştı. Fakat sahada durum planlandığı gibi gitmedi, her şey kontrolden çıktı.

Uzun bir anlatıya kestirmeden özetle gireyim: 7 Ekim’de sabahın erken saatlerinden itibaren İsrail ordusu militanlarla birlikte kendi vatandaşlarını tank, helikopter ve füzelerle öldürdü.

Haaretz gazetesine konuşan Be’eri kibbutzunun güvenlik koordinatörü Tuval Escapa “saldırı başladığında İsrail ordusu ile acil yardım hattı kurduklarını” ve “komutanların çaresizlik içinde rehinelerle birlikte teröristleri de ortadan kaldırmak için kibbutz sakinlerini bombalamak dahil çok zor kararlar aldığını” anlattı.

Yediot Aharonot gazetesi 15 Ekim tarihli haberinde, 7 Ekim’de Hamas baskınından yaklaşık 1 saat sonra helikopter müdahalesinin başladığını, gün boyu operasyona 28 helikopterin katıldığını, pilotların kimin asker kimin terörist kimin sivil olduğunu ayırt etmekte güçlük çektiğini, yine de karınlarındaki bütün mermileri defalarca boşalttıklarını, yüzlerce 30 mm top mermisi ve Hellfire füzesinin kullanıldığını yazdı.

Yanan, hatta gövdeleri eriyen onlarca aracın hali Hellfire ateşine bağlanıyor.

Yediot Aharonot’a göre Hamas militanları pilotlar ve İHA operatörlerinin işini zorlaştıracak taktikler kullandı. Militanlar koşmadan yerleşimlere doğru yavaş yürüyerek İsrailli olduklarının sanılmasını sağladı. Bu aldatmaca birkaç saat işe yaradı. Bunu fark eden pilotlar saat 09.00 sularında tüm kısıtlamaları kaldırdı. Pilotlar üstlerinden izin almadan, telefon ve WhatsApp ile gelen mesajlar hariç hiçbir istihbarat olmadan, Filistinliler ile İsraillileri ayırt edemeden İsrail bölgelerine top ve füze yağdırdı. Gazete “Binlerce teröriste karşı ateşin hızı ilk başta muazzamdı ve ancak belirli bir noktada pilotlar saldırıları yavaşlatmaya ve hedefleri dikkatlice seçmeye başladı” ifadelerini kullandı.

Nova müzik festivali alanından dağılan insanların ya da Gazze’ye götürülmekte olan rehinelerin içinde olduğu araçlara Apache helikopterleriyle ateş açıldı.

İsrail haber portalı Mako’nun 21 Ekim tarihli haberine göre “ilk etapta İsrail’in havada 8 helikopteri vardı ve kader belirleyici kararların alınmasına yardımcı olacak neredeyse hiçbir istihbarat yoktu. Gazze’den sızma dalgası yerde kaosa yol açarken şaşkın pilotlar füze ve makineli tüfek salvolarıyla çılgınca bir saldırı başlattı. Apache pilotları çok miktarda mühimmat attıklarını, ‚helikopterin karnını‘ dakikalar içinde boşalttıklarını, yeniden silahlanmak için uçtuklarını ve tekrar tekrar havaya döndüklerini ifade ediyor.”

Mako, Hamas militanları rehinelerle Gazze’ye geri dönerken Gazze Tümeni’nin hızla çökmüş olması nedeniyle yağmacılar ve Hamas’a bağlı olmayan düşük seviyeli gerillaların serbestçe İsrail’e akın ettiğini, böylece karmaşanın daha da büyüdüğüne dikkat çekti.

Yani Apache helikopterleri müzik festivali ve kibbutzlardan Gazze’ye dönen araçlara odaklanıyordu ama içinde rehinelerin olduğunu da biliyorlardı. Ayrıca araçlardan inen ya da Gazze çevresindeki tarlalarda yürüyen silahsız insanlara da ateş açıyorlardı.

Mako’ya konuşan bir pilot, Gazze’ye dönenlere ateş etme konusunda ikilem yaşadığını anlatırken bu araçların çoğunda rehinelerin olabileceğini düşündüğünü, yine de ateş açmayı tercih ettiğini belirtiyor:

“Kendime rehinelere de ateş etme olasılığımın düşük olduğunu söylüyordum. Fakat kararımdan bütünüyle emin olamıyordum.”

Apache birliğinin komutanı ise “Hızlıca ateş açmak zorunda kaldığımızı biliyorum. Kendi bölgemizdeki insanlara ateş açmak; bunu asla yapabileceğimi düşünmemiştim. Sayıları o kadar fazlaydı ki, kendimi neye ateş edeceğim konusunda ikilemde buluyordum” diyor.

Haaretz yazarı Amos Harel’e göre Gazze Tümeni Komutanı Tuğgeneral Avi Rosenfeld, Erez Kapısı’na giren militanları püskürtmek için çaresizce ordudan hava saldırısı talep etti. Ve bina İsrail füzeleriyle vuruldu. O sırada üs İsrail Sivil İdaresi’nin memurları ve askerleriyle doluydu.

Gazze’ye giriş-çıkışları kontrol eden Erez aynı zamanda büyük bir askeri tesis. Burada askeri birlikler, istihbarat birimleri ve işgal altındaki topraklarda yürütülen faaliyetlerden sorumlu COGAT yer alıyor. Ben de Gazze’ye geçiş yapmaya çalıştığım sırada Filistin tarafından atılan roketler nedeniyle Erez’in bodrum katındaki sığınaklarına iki kez inmek durumunda kalmıştım.

Bir de İsrail Radyosu, Maariv gazetesi, Kan televizyonu ve Kanal 12’ye konuşan bir rehine var: 44 yaşındaki Yasmin Porat. Festival alanından kaçıp Be’eri yakınında bir eve sığınıyor. Kanal 12’ye röportajında evi basan militanların sığınağın kapısına dayandığını, direnen ev sahibini öldürdüğünü ama daha sonra kendilerine kötü davranılmadığını anlatıyor. Bir militanın İbranice olarak “Bana bakın, sizi öldürmeyeceğiz, sizi Gazze’ye götüreceğiz. Sakin olun, ölmeyeceksiniz” dediğini aktarıyor. Benzer ifadeleri Maariv’le söyleşisinde de tekrarlıyor.

Kan’a röportajında 4 rehine olarak başka bir eve götürüldüklerini, orada 40 militanın 12 rehineyi bir evde topladığını anlatan Porat “Bize kötü davranmadılar. Çok insanca davrandılar, yani…” derken “İnsanca mı? Gerçekten mi?” sorusuna şu yanıtı veriyor:

“Evet yani bizi koruyorlar. Orada burada bize içecek bir şeyler veriyorlar. Gergin olduğumuzu gördüklerinde bizi sakinleştiriyorlar. Çok korkutucuydu ama kimse bize şiddet uygulamadı.”

Askerlerin evi kuşatıp ateşe başladıklarında bir militanın kendisini canlı kalkan yapıp dışarı çıktığını, bu sayede kurtulduğunu ve fakat diğer rehineler yerde yatarken yoğun ateş açıldığını belirtip ekliyor: “Rehineler dahil herkesi ortadan kaldırdılar. Çünkü çok çok ağır bir çapraz ateş vardı. Çılgın çapraz ateşin ardından eve iki tank mermisi atıldı. Küçük bir kibutz evi… Ve herkes öldü. Hayatta kalan bir kadın dışında, onu daha sonra buldular.”

Porat ölümlerden açıkça orduyu sorumlu tutuyor.

Porat, İsrail Radyosu’na yaptığı açıklamada da İsrailli siviller arasında çok sayıda can kaybına yol açan “çok ağır çapraz ateş“ ve “İsrail tank bombardımanı” olduğundan bahsediyor. İsrail Özel Kuvvetleri’ne atfen “Rehineler dahil herkesi ortadan kaldırdılar” diyor. Porat militanların davranışlarına dair de „Bize kötü davranmadılar. Kimse bize şiddet uygulamadı. Amaç bizi Gazze’ye kaçırmaktı, öldürmek değil“ ifadelerini kullanıyor.

Haaretz 20 Ekim’deki haberinde ordu rehine alınan İsraillilerin evlerini bombaladıktan sonra Be’eri’de kontrolü ele aldığını belirterek durumu şöyle özetledi:

“Bedeli korkunç oldu: En az 112 Be’eri sakini öldürüldü. Diğerleri rehine alındı. Katliamdan 11 gün sonra, yıkılmış bir evde bir anne ve oğlunun cesedi bulundu. Enkaz altında hala cesetlerin olduğuna inanılıyor.”

i24 kanalının muhabiri ise Be’eri’deki gözlemlerini “Küçük ve şirin evler bombalandı ya da yıkıldı. Bakımlı çimler zırhlı bir aracın, belki de bir tankın paletleri tarafından parçalandı“ diye aktardı.

Mondoweiss’in gözlemine göre 7 Ekim baskınından tam iki gün sonra birçok İsrailli rehine hâlâ hayattaydı. Mondoweiss „7 Ekim’de rehinelerin İsrail’in telaşla verdiği ilk tepkide çapraz ateşte ölmüş olmaları anlaşılabilir ama kibbutz ve içerdeki herkese saldırma kararının açık bir askeri hesaplamayla alındığı görünüyor“ yorumunu yaptı.

Festival alanından kaçan Danielle Rachiel de yaşadıklarını “Kibbutzdaki döner kavşağa ulaştığımızda İsrail güvenlik güçlerini gördük. Başımızı öne eğdik, bizden şüpheleneceklerini biliyorduk, külüstür bir arabanın içindeydik… Teröristlerin geldiği yönden geliyorduk. Askerlerimiz bize ateş etmeye başladı. Ancak İbranice ‘Biz İsrailliyiz’ diye bağırdıktan sonra ateş kesildi ve güvenli bir yere götürüldük” diye anlattı.

İsrail’in BM Büyükelçisi Gilad Erdan 26 Ekim’de BM kürsüsünde “hayvanlarla savaştıklarını” anlatırken “Hamas’ın vahşetini görmek için okutun” yazan bir QR kodu gösterdi. Bu kodu tarayan gazeteci Max Blumental “Yanmış cesetler ve kararmış vücut parçalarından oluşan yaklaşık 8 adet tüyler ürpertici görüntü buldum. Bir tanesinde çöp konteynerine yığılmış, tamamen kömürleşmiş erkek cesetleri görülüyordu. İsrailli görevliler hayatını kaybetmiş İsraillileri bu şekilde bertaraf eder miydi? Gilad Erdan’ın Hamas’ın vahşet fotoğraflarını göstermesinden 12 saat sonra ilgili Google Drive dosyasında (artık erişilemiyor) sadece bir kısa video vardı. Gizemli bir şekilde ortadan kaybolan fotoğraflar arasında yanmış cesetlerle dolu çöp bidonunun görüntüsü de bulunuyordu. Acaba Hamas tarafından ‘yakılarak öldürülen’ İsraillileri değil de Hellfire füzesiyle yakılan Hamas savaşçılarını gösterdiği için mi silinmişti?” diye soruyor.

İsrail rehineleri öldürmez mi? Ordunun Hannibal Protokolü’ne göre yapabilir.

İsrail basınındaki ifşaatlar Batı medyasında tam anlamıyla karartmayla karşılaşıyor. Gidişatı değiştirmese de bunların kayıtlara geçmesi gerekiyor. Belki savaşın sisinin en azından bizim kafamızda dağılmasına vesile olur.

İsrail gasp edilmiş topraklarda kendi varlığını Filistinlilerin yok edilmesine bağladığını icraatlarıyla zaten anlatıyor. Bunun için kendi vatandaşlarını da kurban edebileceğini kanıtladı. Hannibal kriterleri işte!

Ne kadar çok Filistinli öldürülürse 7 Ekim’de küle çevirdikleri İsrailliler hakkında da o kadar az konuşulacaktır.

Gazete Duvar