İran 19 Mayıs’ta cumhurbaşkanlığı seçimine gidiyor. İran’a uzaydan düşmüş gibi gidenlerin en büyük çaresizliği kurulu düzen ve siyasal yapıyı anlama çabasıdır. “Sağcılar” ve “solcular” gibi tanımlamaları duyunca siyasal partilerin Batılı varyasyonlarını arar durursunuz. İşe yaramaz. Tedavüldeki dile göre eski Meclis Başkanı Hüccetülislam Mehdi Kerrubi solcudur mesela. Sağdan kasıt genelde ‘usulgarayan’ (ilkeciler) yani gelenekçi muhafazakârlardır. ‘Usulgarayan’ bütün gelenekçileri de kapsamıyor. ‘Amelgarayan’ (amelciler) yani pragmatist-modern muhafazakârların da bir kısmını sağa bir kısmını sola koymak mümkün.
Daha üst bir ayrım ‘reformcular’ ve ‘muhafazakârlar’ olarak karşımıza çıkar. Yaygın yanılgının aksine muhafazakârları ya da reformcuları tanımlayan şey dindarlık seviyeleri değildir. Sosyal-kültürel özgürlüklerin yanı sıra Batı ile ilişkiler iki kesim arasındaki ayrımları tayin ediyor. Ülkenin yakın siyasi tarihinde reformculara öncülük edenlerin çoğu din adamı. Bunların başında Ali Ekber Haşimi Rafsancani, Muhammed Hatemi ve Mehdi Kerrubi geliyor. Geçen ocakta vefat eden Rafsancani bu cenahın sistem içindeki en önemli dayanaklarından biriydi. Rafsancani dini lideri (rehber) seçme ve azletme yetkisine sahip Uzmanlar Meclisi’nin (Hubregan) de üyesiydi.
Reformcu-muhafazakâr ayırımı da belli yerlerde geçişken. Mesela ılımlı-yenilikçi-modern muhafazakârlar da reformcularla birlikte anılıyor. Rafsancani’yi tanımlayan ifade ‘ılımlı-pragmatist muhafazakârlık’ idi. Eski Cumhurbaşkanı Mahmud Ahmedinejad gibi ‘popülist sağ’ ya da ‘yeni sağı’ temsil edenler de özünde muhafazakâr. Bunlar düzen nezdinde üçüncü cepheyi oluşturuyor.
Dünyada bildik klasik sağ-sol kalıplara uymayan bu ayrımların ötesinde seçim yarışları reformcular ve muhafazakâr kamplar arasında yaşanıyor.
Düzenin adamı olanlar ve olmayanlar diye bir ayrım ise hepten faydasız. Düzenin adamı olarak görülmeyen her hangi biri zaten Anayasayı Koruyucular Konseyi’nin (Negâhban) eleğinde kalamıyor. Mollalar ve karşıtları diye bir ayrım da yararsız. Çünkü mollalar da reformcu, muhafazakâr ya da gelenekçi muhafazakâr cephe arasında yani sağ ve sol olarak bölünmüş durumda.
***
19 Mayıs seçiminde Ahmedinejad’ın adaylığının reddi nedeniyle bu seferki yarışta reformcu-muhafazakâr cepheleşme daha bir net.
Bir tarafta Cumhurbaşkanı Hasan Ruhani, İshak Cihangiri ve Mustafa Haşemitaba; diğer tarafta Hüccetülislam İbrahim Reisi, Muhammed Bagır Galibaf ve Mustafa Mir Salim.
Seçimin ağır topları Ruhani, Reisi ve Galibaf. Özetle Ruhani Reisi ve Galibaf’a karşı.
Ahmedinejad’ın üçüncü bir cephe açıp muhafazakâr iktidar planını sabote edeceği endişesiyle diskalifiye edildiği düşünülüyor.
Eski Başbakan Mir Hüseyin Musavi ve eski Meclis Başkanı Mehdi Kerrubi’nin ev hapsine alınıp Yeşil Hareket’in bastırıldığı 2009’daki seçimden sonra sistemin, içeride Ahmedinejad’ın kutuplaştırıcı mirasını bitirecek, kitleleri sistem içinde tutup taşları yerine oturtacak; dışarıda ise Batı ile gerilimleri azaltacak esneklikte birine ihtiyacı vardı. 2013’teki seçimde o isim düzenin en kritik makamlarında yer almış, 6 dil bilen ve nükleer müzakerelerle ‘Diplomat Şeyh’ lakabını kazanmış Hasan Ruhani’ydi. Ruhani reformcuları sandığa çekip düzenin meşruiyetiyle ilgili toz bulutlarını nispeten dağıttı. Sistem açısından görevini ifa etti. Ancak reformculara verdiği sözleri yerine getiremedi. Batı ile nükleer uzlaşma sayesinde bazı yaptırımları kaldırttı ama nükleer programla bağlantılı olmayan diğer yaptırımlar kaldı. Ekonomide düzelmelere rağmen hedefi tutturamadı. Reformcu liderlerin ev hapsine son veremedi. Çok sayıda reformcu kadro hala hapiste. Özgürlükler alanında umulan genişleme de sağlanamadı. Batı ve Körfez ülkeleriyle uzlaşma stratejisine karşı Meclis ve Devrim Muhafızları gibi müesses nizamın temel kurumlarından gelen direnci kıramadı.
ABD’de Donald Trump’ın iktidara gelmesiyle nizamın radikal unsurları bu kez cumhurbaşkanlığı koltuğu için İbrahim Reisi’yi öne sürdü. Eski Başsavcı ve Uzmanlar Konseyi üyesi olan Reisi bu cephenin nazarında ABD’yi İran konusunda fabrika ayarlarına döndüren Trump’ın sertlik yanlısı politikalarına yanıt verecek bir isim. Yani özetle diyaloga açık Barack Obama’ya denk gelen Ruhani’ydi, Trump’a denk gelen de Reisi. (Tabii Trump’la İran’ın hangi kanadının uzlaşabileceği ya da Suriye, Irak ve Yemen’deki savaşlar sürerken Körfez’le kimin açılım yapabileceği de ayrı bir soru işareti.)
Diğer yandan bir iddiaya göre sistem Reisi’yi, Hamaney’in yerine müstakbel dini lider olarak hazırlıyor. Bu değerlendirmeye göre Hamaney gibi öncesinde cumhurbaşkanlığı yapmış bir ayetullahın rehberlik makamına geçmesi evla olabilir. Tabi kaybederse rehberlik makamında gözü olan rakiplerinin önü açılacak. Bir başka iddia da rehberlik makamı için Reisi’ye sıra gelmesi mümkün değil ve onun aday gösterilmesi Ruhani’nin seçilmesini garanti etmek için.
1980’leri yaşamış olanlar için kötü bir üne sahip olan ama yeni nesillerin fazla tanımadığı Reisi geçen yıl İmam Rıza Türbesi Vakfı’nın (Asitan-ı Kuds-ı Rezevi) başkanlığına atanarak hatırlı bir titre kavuştu. Yıllık geliri 200 milyar doları bulan bu vakıf üniversite, enstitü ve araştırma kurumlarının yanı sıra tarım, gıda, ilaç, ahşap, madencilik ve ulaştırma dahil çok sayıda alanda şirketleri bünyesinde barındırıyor.
***
Batılı medyada yansıtıldığı gibi nizamın bütün unsurları gerçekten Reisi’nin arkasında mı? Reisi, Uzmanlar Meclisi’nin de üyesi. Meclisin 88 üyesinden 50’si Reisi’nin adaylığına destek veren bir mektuba imza attı. Bu önemli bir gösterge. Ayrıca Reisi, Devrim Muhafızları ve istihbarat birimleriyle de yakın ilişkilere sahip.
Yine de Reisi bir bütün olarak müesses nizamın adayı demek yanıltıcı olabilir. Koyu muhafazakâr rengine rağmen bu kurumlar içlerinde farklı eğilimleri barındırıyor. Mesela yaygın kanaatin aksine Devrim Muhafızları yekpare değil. Muhafazakâr kanadın diğer adayı Tahran Belediye Başkanı Galibaf da, Devrim Muhafızları’nın eski komutanı olarak bu yapıdan destek görüyor. Nükleer anlaşma ve ABD’yle uzlaşmayı reddeden çıkışların geldiği Devrim Muhafızları içinde Ruhani’yi destekleyen bir kanat da var.
Başta rehberiyet makamı olmak üzere nizamın temel kurumlarının alenen bir adayın arkasında durması İran siyaset geleneği açısından pek acullük sayılır. Öne sürülen bir adayın kaybetmesi nizamla ilgili meşruiyet tartışmasını körükleyeceği için bu tür bir görüntüden kaçındıkları söylenebilir. 2013’te Ruhani’nin kazandığı seçimde olduğu gibi Hamaney bu kez de oldukça mesafeli bir görüntü veriyor.
***
Seçim sürecinde bütün adayların katıldığı tartışma programları ve miting meydanları siyasal dinamizmin hala güçlü olduğuna işaret ediyor. Hepsi İslam Devrimi’nin mirasına sahip çıkan bu adaylar arasındaki tartışmalar ne nezaketen ne de göstermelik.
Bir başkası dile getirdiğinde ‘muharip’ (Allah’la savaşan), ‘zıddi inkılabi’ ya da ‘fitneci’ damgası yiyebileceği sözler propaganda sürecinde bolca sarf edildi. Reisi ve Galibaf, Ruhani’yi yolsuzluk, yasadışı ithalat, bazı kişilere haksız kazanç, avantajlı kredi temini ve yandaşa bol keseden maaş vermekle suçladı. Ruhani’nin kardeşi ve özel danışmanı Hüseyin Feridun ile ilgili yolsuzluk soruşturmasının engellendiği de gündeme getirildi. Ruhani ise Galibaf’ın 1990’ların sonunda polis şefiyken öğrenci olaylarını güç kullanarak bastırdığını ve memleketi Meşhed’deki yolsuzluk skandalında parmağı olduğunu söyledi. Ruhani, Reisi’ye de devrim karşıtları arasında kendisine ‘Katliamcı Ayetullah’ denilmesine neden olan geçmişini hatırlattı. (Bu arada Reisi ayetullah değil). Ruhani’nin keskin sözlerinden bir kaçı şöyle:
“Şaşkınım. İnsanların dillerini kesip koparıp seslerini kısanlar bugün özgürlüklerden bahsediyor.”
“Halkımız siyasi ve sosyal özgürlük istiyor. Bu seçimde 38 yıldır bildikleri tek şey infaz ve hapsetmek olanlara oy vermeyeceksiniz.”
“Bu seçime şiddet ve aşırılıkçılığın icra edildiği döneminin bittiğini söylemek için girdik.”
Reisi 1988 yazında İran-Irak savaşı sırasında Saddam Hüseyin’le işbirliği yaptıkları suçlamasıyla solcular ve Halkın Mücahitleri üyelerini idamla yargılayan ve devrim karşıtlarının ‘ölüm komitesi’ olarak andığı heyetin üyesiydi. Uzun bir sessizlikten sonra bu mesele geçen yıl Büyük Ayetullah Hüseyin Ali Muntazeri’nin bir ses kaydıyla gündeme gelmişti.
Kayıtta, komite üyeleriyle toplantıda Muntazeri, “Bana göre İslam Cumhuriyeti’nin en büyük günahı (ki tarih bizi affetmeyecek) sizin tarafınızdan işlendi. İsimleriniz tarihe suçlular olarak geçecek. Uyuyamıyorum ve her gece iki üç saat düşünüyorum; bu insanların ailelerine ne yanıt vereceksiniz?… Buna cevaz vermiyorum, tek bir kişinin bile idamına karşıyım” diyordu.
Kaydı yayımlamakla suçlanan Muntazeri’nin oğlu Ahmet Muntazeri 21 yıl hapis cezasına çarptırıldı. Cezasının 15 yılı tecil edildi ve sonradan ‘yukarıdan müdahale’ ile bırakıldı.
Devrimin lideri Ayetullah Ruhullah Humeyni’nin halefi olan Muntazeri, Humeyni’ye mektup yazarak idamları eleştirmişti. Birçok konuda Humeyni ile ters düşmesi nedeniyle liderliği kaybeden Muntazeri, Aralık 2009’da ölünceye kadar ev hapsinde tutuldu. Muntazeri, Yeşil Hareket’in ruhani lideri olarak da anılıyordu.
Ruhani ayrıca ekonomik alanda da düzeni iğneledi. Total, Eni ve BP gibi şirketleri petrol sahalarında yatırıma ikna etmeye çalışan Ruhani, Devrim Muhafızları’nın devasa şirketlerle ekonomiye hükmetmesine karşı çıkarken dış yatırımın gelmemesini bu faaliyetlere bağladı. Bu da müesses nizamın en hassas olduğu konulardan biri.
Yine Cumhurbaşkanı, Devrim Muhafızları’nı balistik füze denemesi yaparak nükleer anlaşmayı sabote etmeye çalışmakla suçladı.
Ruhani’nin hedefi Reisi ve Galibaf olsa da eleştirilerin muhatabı rejimin ta kendisi. Zülfü yâre dokunmuş olmalı ki Hamaney düşmanların İran aleyhine kullanacağı ahlaksızca açıklamalardan kaçınılması uyarısında bulundu.
2009’daki gibi sadece sandık hilelerini değil rejimi de sorgulayan bir sosyal dalgalanmaya yol açmadığı sürece bu türden bir tartışma ortamına imkân tanınması sistemin kendini koruma yeteneği olarak da okunabilir. Bu aynı zamanda çok köklü kültürel ve siyasal birikim üzerinde oturan bir toplumun her şeye rağmen siyasetten kopamayan reaksiyoner karakterine de işaret ediyor.
***
Peki, sandığın olası sonucuna dair neler söylenebilir? Usulgarayan cenahı Ruhani’nin önüne tek aday çıkarmaya çalıştı ama siyasal tablodaki bölünmüşlük nedeniyle bunu başaramadı.
Ruhani küskün kitleleri sandığa çekemezse yarış ikinci tura kalabilir. İkinci turda Reisi’yi önlemek için ‘akıllı oy’ mekanizması devreye girebilir ve Ruhani kendi performansından memnun olmayan reformcuların oyuyla ikinci dönemini garantileyebilir. Bu açıdan Ruhani’nin korktuğu şey sandığa ilgisizlik. Sandığa ilgisizlik, rehberin, “Oy kullanmak dini vecibedir” sözünü emir telakki eden muhafazakâr kitlelerin değil cumhurbaşkanlarının işlevsiz bırakıldığını düşünen kesimlerin sorunu.
Sandığa dair dinamizm, 1979’da Şah’a karşı olduğu gibi İran toplumunun hesaplaşma potansiyeline dair de bir şeyler söylüyor. 2009’daki boy gösterisi, devrimin amaçlarından sapıldığını düşünen kesimlerin yönlendirici kapasitesi ile 1980’lere yetişmemiş olan yeni kuşakların buluşması sayesindeydi. Ancak müesses nizam, Besic gibi sahip olduğu müdahale güçlerinin yanı sıra bir el işaretiyle milyonlarca insanı sokağa dökerek karşı koyma kapasitesini de gösterdi. Bu potansiyel kesinlikle hafife alınmamalı.
2009’da olduğu gibi 2017’deki reformcu cepheyi destekleyenler, devletin güvenlikçi yapılanması ve ‘derin devlet’ mekaniğine karşı İran’ın siyasi, ilmi, felsefi, kültürel ve sanatsal derinliğine yaslanmasını istiyor. Bu cephe bunu yaparken devrimin asıl ilke ve dinamiklerinden sapıldığı tezini işliyor. Bu yaklaşım kolayca dışlanmalarını ve aforoz edilmelerini de önlüyor. 2009 sonrası yaşananlar hatırlandığında mücadeleyi “devrim içinde devrim” zemininde yürütmenin varoluşsal bir soruna tekabül ettiği anlaşılıyor. O zaman devrimin öncül isimlerinden Muntazari ve Rafsancani hain, Muhammed Hatemi ve Mehdi Kerrubi ajan, Mir Hüseyin Musevi ve devrimin kadın önderlerden Zehra Rahneverd fitneci, devrimin ilk Dışişleri Bakanı İbrahim Yezdi sapık, devrimin ideologları Murteza Mutahhari, M. Hüseyin Beheşti ve Ali Şeriati’nin çocukları ile Humeyni’nin torunları düşman ilan edilmişti. İran’da siyaset ince ince işleniyor ama kantarın topuzunun pek ağır indiği yerler de az değil. Siyasal-toplumsal türbülans potansiyeli ne kadar yüksekse siyaset yeteneği de o kadar derin.