Anasayfa , Köşe Yazıları , “ERMENİLER BİR ADIM ÖNE ÇIKSIN !”
ERMENİLER BİR ADIM ÖNE ÇIKSIN
ERMENİLER BİR ADIM ÖNE ÇIKSIN

“ERMENİLER BİR ADIM ÖNE ÇIKSIN !”

Sarkis Hatspanian / “1915’de Herkes Köyümün insanlarının Yaptığını Yapsaydı, Ermeni Halkı Soykırıma Uğratılmazdı !”

ERMENİLER BİR ADIM ÖNE ÇIKSIN

ERMENİLER BİR ADIM ÖNE ÇIKSIN

Kırkısrak, Kayseri’ye bağlı Sarız ilçesine 25 km. uzaklıkta Binboğa dağlarının eteklerindeki köylerden biridir. 1915 nisan sonu başlayan soykırımdan mucizeyle kurtulmuş bir avuç Ermeni, köyün yakınlarındaki dağın mağaralarına sığınmıştır. Kimseye görünmemek için haftalarca aç ve susuz kalan halkın gençleri, hiç olmazsa bebeklerine süt verip, onların yaşayabilmelerini sağlamak amacıyla gecenin karanlığından faydalanarak Kırkısrak köyüne iniyor ve koyunların, keçilerin sütünü sağıyorlarmış. Bir süre sonra hayvanlarının sütten kesildiğini farkeden Kırkısrak köylüleri, neyin ne olduğunu anlamak için gece nöbetine durmuşlar ve herşeyi anlamışlar. Köyün ihtiyarları dağdaki mağaraya ulaşarak bir deri-bir kemik kalmış insanlara “Biz Alevi Kızılbaşız, Ermeniler bizim kardeşimizdir. Bizden size zarar gelmez, buralarda açlıktan kırılır, kurda-kuşa yem olursunuz. Felaket zamanı ne kadar sürer bilmiyoruz ama, bu günler geçene kadar size her türden desteği sunmak boynumuzun borcudur” diyerek, yıllarca zor durumdaki bu insanların en temel ihtiyaçlarını karşılamışlar. Bu 1919 yılına dek böyle sürmüş ve feci günlerin artık geride kaldığına inanan Kırkısraklılar birgün mağaralara gelip “Gayrı gelin köyümüze, bizimle birlikte yaşayın” demişler. Hayattan umudunu kesmemiş olan Ermeniler Kırkısraklı bu insanların teklifini kabul edip, mağaralardan köye inmişler inmesine ama çok geçmeden onların orada olduğu devlet mercilerine ihbar edilmiş.
Köye gelen jandarmalar, tüm köyü meydanda sıraya dizip “Aranızda epeyi Ermeni olduğunu biliyoruz. Onları saklamanın yasak olduğunu bildiğiniz için de, Ermenileri bize teslim edeceksiniz…haydi bakalım, Ermeni olanlar bir adım öne !” diye emretmişler.
İstisnasız bütün köy, hep beraber bir adım öne çıkıp, mağrur duruvermiş ve hiç bir Ermeni’yi devlete teslim etmemiş.
Ermenilere yapılan soykırımın 100.üncü yılında acımıza ortak olmak amacıyla Büyük Britanya’dan Yerevan’a gelen Mahmut Uzun, onurlu o insanlardan Yusuf onbaşının torunuydu işte !
KIRKISRAK’IN ÖYKÜSÜ ŞÖYLEDİR:
Kırkısrak, Kayseri’nin Sarız ilçesine bağlı bir Alevi Kızılbaş köyü. Bu köyü yalnızca Alevi Kızılbaşlar değil, tarihlerini oradan başlatan bazı Ermeniler de kendi köyleri sayıyor… Sarkis Erkol, onlardan biri.
İstanbul doğumlu Erkol, kendini Kırkısraklı görüyor, “Büyüklerimiz için Kırkısrak bir yandan kurtuldukları, hayatta kaldıkları yer, diğer yandan doğup yaşadıkları yeni bir yuva” diyor.
Sivas Gürünlü olan dedemi 7 yıl askerlik, 4 yıl işçilik yaptığı soykırım yıllarının ardından Kırkısrak’a yerleşmiş, kendisi ise bir köy festivali için gittiğinde tanışmış köyüyle. Ama köy onu zaten tanıyor “2000 yıllında Kırkısrak’ı görünce, ‘evet burası benim köyüm, babamların dediği kadar burası bizim’ dedim. O sarılıyor, bu sarılıyor, ‘sen kimin oğlusun’ diye. Yaşlı bir teyze, neredeyse gözleri görmüyor. Sarıldı bana, ‘kurban sen Agop kokuyorsun’ dedi. Vallahi aynen böyle. ‘Teyze, ben Agop’un oğluyum’ deyince, kadın bir daha sarıldı bana. Öyle duygulandım ki…”
Soykırımdan sonra Erkol’un dedesi Sarkis, herbiri bir tarafa dağılan kız kardeşlerinden birinin yanında Avşin’deyken, Kırkısraklı Yusuf onbaşı ile karşılaşıyor. Anlatıyor Erkol: “Kırkısraklılar Yusuf onbaşı’ya Doç Drej derlermiş, ‘uzun kuyruklu’ demek. Dedemi orada görünce, ‘verin bana Sarkis’i, Kırkısrak’a götüreyim, orada başka Ermeniler de var’ diyor. Böylece bilinen yakın tarihimiz, Kırkısrak tarihimiz başlıyor.
Meriya Şevan
Yusuf Onbaşı’nın, (Doç Drej) diğer Ermeniler dediği, tehcirde çeşitli yerlerden gelip bu dağlara sığınan Ermeniler. “Söylendiğine göre toplam 43 Ermeniymiş. Kırkısraklılar, bu Ermenileri en az üç yıl boyunca dağlarda bir mağarada koruyorlar. Köylüler bu mağaraya sonradan, buradan kalan ve dedem gibi Gürün’den gelen Boğos Dede’nin adını veriyorlar. Kırmanci Qune Boğos, yani Boğos’un mağarası. Bu Boğos Dede’nin yanında Talas Koleji’nde okuyan on iki yaşındaki oğlu Bedros (Bedo) da varmış. Kırkısrak’ın Alevi Kızılbaşları bu Ermenilere Meriya Şevan, yani ‘gecenin insanları’ diyorlarmış. Jandarmalar köy köy dolaşıp Ermeni ararlarmış. Mağarada kalanlar ancak gece ortaya çıkıyorlarmış. Yusuf Onbaşı öyle düzenlemiş ki, her gün köyün bir evi bunlara yemek verirmiş.
Seferberlik yılları geçtiğinde, Yusuf Onbaşı diyor ki, ‘Artık savaş hali yok, kim ne istiyorsa biz onlara yardımcı olalım, gitmek istiyorsanız, istediğiniz yere kadar götürürüz. ‘Bazıları Halep’e gitmek istiyor… Onları Halep’in sınırlarına kadar götürüyor bizim Kırkısraklılar. Bir kısmı da köyde kalıp, oraya yerleşiyor.
Dedem Sarkis’e sarışın olduğu için Bozo derlermiş. Sonraları Yusuf Onbaşı dedemi, Sivas’ın kazası Tavralı bir ailenin kızı olan Bayzar nenemle evlendiriyor. Dedem Sarkis, Antep’teki bacısı Anuş’u köye getirtiyor. Onu da mağarada kalan Mardiros (Mado) ile evlendiriyor.”
Soykırımın ayırdığı kız kardeşler
Bizimkiler, seferberlik yıllarından önce Sivas Gürün’de yaşarlarmış. Dedem Sarkis, seferberlik yıllarında askerdeymiş. Yedi sene askerlik yapmış, dört sene Gâvur Dağları’nda yol yapımında çalışmış. Dedem askerlikten dönünce, bakıyor ki Gürün’de kimse yok. Ailesinden kimse kalmamış. Söyleniyor ki ona, yaşlı erkekler toplanmış bir derede öldürülmüş. Dedemin bacıları varmış. Biri Anuş. Kocası öldürülüyor. Bir kızı ile bir oğlu var; bir çocuğa da hamile. Bu çocuklar da seferberlik yollarında ölüyorlar. Dedem Kırkısrak’a geldikten sonra öğreniyor ki Anuş Antep’te. Rakel ismindeki bacısı da Brezilya’da, Mariam İstanbul’da ortaya çıkıyor. Dedem duyuyor ki diğer bacısı Ağavni’nin içinde bulunduğu kafile ordan geçerken, Avşinli Kolağası olan biri, onu beğenip, oğluna alıyor. Ağavni’nin adı Nadire oluyor. Nadire bize misafirliğe gelmişti. Çok müslüman olmuştu, namaz kılardı. Antep yollarında çocuklarını kaybeden Anuş İstanbul’da bizimle yaşardı. Anuş bu Nadire’ye müslüman olduğundan pek sıcak davranmadı. Oysa bacıydılar…
“Alevi Kızılbaşı da, Ermenisi de Kırkısraklıyız”
Köyün Alevi Kızılbaşları ile Ermenilerinin ilişkileri hala devam ediyor: “Biz Alevi Kızılbaş-Ermeni ayrımı yapmadan kendimizi Kırkısraklı görürüz. Babam Agop 1926 Kırkısrak doğumlu. Dedemin diğer çocukları Bedros, Sarkis, Arek, Siranuş, Margrit, Nişan, hepsi Kırkısrak’ta doğdu. Kırkısraklılar bizim için çok şey anlatırlardı. Bizimkiler zanaatkâr olduğu için, köyden çok kişi onların çırağı olmuş, onlardan öğrenmişler kalaycılığı, demirciliği, ayakkabıcılığı. Bedo dede çulhacıymış, yani yün dokuma işi yaparmış. Babam köşkerlik yaparmış, ayakkabıcıymış. Bana öyle geliyor ki, onlarla bizimkiler aynı kaderi paylaştıkları için hoşgörüyle yaşamışlar… Kader arkadaşları oldukları bu insanları korumuşlar. Biz hala bugün babamızın arkadaşlarının çocuklarıyla canciğer arkadaşız. Bize öyle saygılı olmuşlar ki, bizim mezarlarımızı kendilerininkine karıştırmamışlar.”
Din, dil farklılığının yarattığı sorunları soruyoruz, Sarkis Erkol, “Köyde kilisemiz yokmuş, ama dedem rahat dua öğretirmiş bizim çocuklara. Bu Bedo dede, hani Talas Koleji’nden ayrılan dedemiz herkese Ermenice öğretirmiş… İncilden, biz Avedaran deriz. Benim babam, halalarım hep Kırmanci bilirler, konuşurlardı” derken kendisinin de biraz Kırmanci anladığını ama konuşamadığını ekliyor.
‘Kin yürek pasıdır, çürütür yüreği’
Ailemin hayatı dedemle başlıyor… Arkadaşlarımdan kimisine Giresun’dan fındık gelir, kimisine, dedesi olur miras kalır, kimisine Malatya’dan kaysı gelir… Bizim için öyle bir şey yok … 1915’ten öncemiz yok ki olsun, eksilmişiz biz … yokuz. Kırkısrak’a cıscıbıldak gelmişiz. Bunlara rağmen bizimkiler, bize seferberliği büyük bir kıyım olarak anlatmazlardı. Bilerek anlatmazlardı. Sonradan öğrendik. Bizim büyük yazarlarımız hep 1915’te öldürülmüşlerdir. Biz merak ederdik niye böyle diye… Ben çocuklarıma da kinle anlatmam bunları. Çünkü biliriz ki “kin yürek pasıdır, çürütür yüreği”. Ama bir sorun varsa, bu sorunun nedenlerini de bilmek lazım.
Dostluk İstanbul’da devam etti
Ermenilerin İstanbul’a gelmeleri ise Yusuf Onbaşı’nın, “gidin İstanbul’da Ermeni olarak yaşayın. Bize karışarak kendinizi kaybetmeyin” öğüdüyle gerçekleşiyor. 1948’lerde Kayseri’nin Pınarbaşı kazasına taşınan Erkol’un babası burada evleniyor. Birkaç yıl sonra da İstanbul’a taşınıyorlar. “Hiç Kırkısraklı olduğumuzu unutmadık. Biri hastalığı dolayısıyla İstanbul’a geldimi bizde kalırdı, babam hastaneye götürür, yardım ederdi. Biri askere gidecek, gelir birkaç gün bizde kalırdı. Eskisi kadar olmasa da hâlâ böyledir. Bunları kimi arkadaşlarımıza anlattığımızda gerçekten şaşırıyorlar. Tabi benzer şeyleri anlatan arkadaşlarımız da oluyor. Bizim tarihimizdeki olaylar daha çok Van’dır, Muş’dur, Kars’tır, oralarda olmuş. Ve ne yazıktır ki, benim anlattıklarımı anlatamayacağımız pek çok acı olay yaşanmış bu topraklarda. Planlayıcıları olmasalar da, bizim trajedimizde, dediğim gibi kimi Kürt aşiretlerinin de rolü yadsınamaz.”

Sarkis Hatspanian – Սարգիս Հացպանեան