SİBEL ÖZBUDUN | 26 – 04 – 2015 | “Yönetimin desteğine gereksinim/duyan, yalnızca yanlış’tır. Doğru,/kendi başına ayakta durabilir.”[1]
Geçenlerde AKP hükümeti ile HDP heyetinin “Kürt sorununun çözümü”ne ilişkin olarak yaptıkları ortak açıklamada, hatırlanacağı üzere sürecin kapsam ve içeriği 10 başlıkta toplanmıştı.
Tarafların “çözüm”den farklı şeyler anladıkları (AKP “çözüm”ü PKK’nin silah bırakması olarak okurken, Kürt hareketi ağırlıklı olarak “demokratikleşme çerçevesi” olarak gördüğü 10 maddeye öncelik verilmesi konusunda ısrarlı) izleyen tartışmalarda ortaya çıksa da, 10 maddenin ortak bildiride yer alması, onları ister istemez kamuoyunun tartışma alanına dahil ediyor.
Ortak bildiride sadece başlıklar olarak sunulan maddelerin içeriklerinin nasıl doldurulacağı, bu bakımdan önemli. Her birini neo-liberalizmin terimleriyle (adem-i merkezileşme, yönetişim, yerele ağırlık, mikro-kalkınma, şeffaflık/hesap verilebilirlik vb.) içeriklendirmek mümkün elbette. Ve eğer bu 10 madde siyasal platformda tartışmaya girerse, iktidar çevrelerinin anlamlandırması, hiç kuşku yok ki bu yönde olacak…
Yaşamı neo-liberal talan düzeni tarafından yağmalanan “ötekiler”in, yani işçilerin, emekçilerin, ezilenlerin, sömürülenlerin, küçük köylülerin, mevsimlik tarım işçilerinin, kadınların, yoksulların, işsizlerin… bu maddelere yükleyecekleri içerik ise elbette çok farklı olacak.
Bu konuda kritik bir önem taşıyan 5. maddeyi, yani “çözüm sürecinin sosyo-ekonomik boyutları” ile ilgili olan başlığı ele alacak olursak; Kürt coğrafyasının muazzam doğal kaynakları ve “ucuz” işgücü kapasitesiyle sermayenin ağzını sulandırdığı, uzun zamandır malûm. “Bölgesel kalkınma” çabaları eğer çokuluslu şirketler, onların yerli ortakları ile yerel Kürt burjuvazisinin eline bırakılacak olursa, bunun Kürt coğrafyasını özgürleştirmek bir yana, sömürüyü katmerlendireceği ortadadır.
Bu nedenle hiç kuşkusuz Kürt coğrafyasının dinamiklerini harekete geçirecek 90’ların zorunlu göçünün -en azından bir kısmının- geri dönmeye özendirilmesi, radikal bir toprak reformunun eşliğinde gerçekleştirilmeli; tarımsal üretimin, üreticilerin söz ve karar sahibi olacağı üretim ve dağıtım kooperatifleri aracılığıyla gerçekleşmesini sağlayacak düzenlemelere öncelik verilmelidir.
Öte yandan bölgenin doğal kaynaklarının kullanım tarzında bölge insanlarının katılım ve kararı olduğu kadar bu kaynakların kullanımında önceliğin Kürt coğrafyası olmasının gözetilmesi önemlidir.
Madde başlığında belirtilen “yerel yönetimlerin güçlendirilmesi” (buna “iktisadi-siyasal açıdan” ibaresini de ekleyelim, dilerseniz) önemlidir elbette; ama “yerel yönetimler/ yerel yöneticileri sürekli olarak tabanın denetimi altında tutacak düzenlemeleri” unutmadan. Akla ilk elde dönüşümlü başkanlık, yerel yönetimlerin akçalı işleri konusunda şeffaflığı, geri çağırma gibi mekanizmalar geliyor. Yerel yönetimlerin “yerel bürokrasiler” ya da “kastlar”a dönüşmemesini sağlayacak ve onları yerel sermayenin etkisinden uzak tutacak düzenlemeler… Örneğin faaliyetlerini çeşitli konularda oluşturulacak halk meclisleri ile birlikte kararlaştırması gibi.
Kürt güçleri, 10 madde ile murat ettikleri özerklik çerçevesini (tıpkı Kobanê’de olduğu gibi) bir “geçiş”, kolektivist, halkçı bir toplumsal-iktisadi örgütlenişe “geçiş” olarak tasarlarlar, 10 maddenin içeriğini bu doğrultuda doldururlarsa, yalnızca bu coğrafyanın Kürtlerinin hak ettikleri “kendi kaderini tayin” hakkını elde etmiş olmakla kalmazlar; aynı zamanda bu tarihsel adımlarını, insanlığın yarıdan fazlasını açlığa, yoksulluğa ve yoksunluğa mahkûm kılan neo-liberal kapitalist talan düzenine karşı “Başka bir dünya mümkün!” diye ayaklananların saflarındaki onurlu yerlerini almış olurlar.
Başta Paris Komünü olmak üzere pek çok “komün” deneyimi böylesi bir yönelişe bol miktarda örnek sunmaktadır; Malum “Rêveberîya ku me hînî îdare kirina dê xwe bi xwe dike, rêveberîya herî baş ev e/ Kendi kendimizi idare etmeyi öğreten yönetim, en iyi yönetimdir,” der W. Goethe…
8 Mart 2015 11:14:01, Ankara.
N O T L A R
[*] Kaldıraç, No:166, Nisan 2015…
[1] Thomas Jefferson.