Anasayfa , Köşe Yazıları , Acı ve Umutların İçiçe Geçtiği Günler

Acı ve Umutların İçiçe Geçtiği Günler

Filiz DemirelFİLİZ DEMİREL | 24-11-2014 | Hamburg`dan yola çıkan ve yollarda çoğalan bir delegasyonun hikayesini kendi açımdan anlatmadan önce, bizi bu delegasyon ziyaretine davet eden ATİK`e çok teşekkür etmek istiyorum. Hamburg Eyalet meclisi milletvekillerinden Ali Şimşek`in de katıldığı bu delegasyona Hamburg`dan, Duesseldorf’tan, Avusturya`dan ve İstanbul`dan ve hatta daha sonra Dersim`den eşlik edenler de oldu. Deri-İş Sendika başkanının da katıldığı bu ziyaret benim için çok anlamlıydı. Diyarbakır ve Suruç`a ilk defa gitmenin heyecanı, Kobane`deki IŞİD katliamından kaçan mültecilerin dramı, yani bu güne kadar sadece basından takip ettiğimiz olayları bizzat yerinde incelemek hepimiz için çok önemliydi.

Bu nedenle olayları yerinde gözlemlemek, bilgi edinmek ve IŞİD katliamından kaçan mültecilere destek olabilmek için delegasyon olarak 6 ve 9 Kasım tarihleri arasında yollara düştük. ATiK`in oluşturduğu yardım kampanyasına Hamburglu işverenlerden de ilgi büyüktü. Bir çok insan yardımlarını bu organizasyon aracılığıyla mültecilere ulaştırdı. Yerinde inceleyerek halkın ihtiyaçlarını bizzat yerinde karşılamak, bence de en doğru yol ve bu yardımı gelecekte de aynı şekilde sürdürmek gerekiyor.

Bize her yerde eşlik eden ve hiç yalnız bırakmayan Karakoçan Belediye başkanına da çok büyük bir teşekkür borcumuz var.

İlk durağımız olan Diyarbakır`da bizi belediye başkanı Gülten Kışanak çok sıcak karşıladı. Son gelişmeler, mültecilerin durumları ve ihtiyaçları konusunda görüş alışverişinde bulunduk. Diyarbakır belediyesi binlerce mülteciyi kendi imkânlarıyla barındırıyor. Diyarbakır, Suruç ve sınır köylerinde karşılaştığımız tablo bizi çıplak gerçeklerle karşı karşıya getirdi. IŞİD teröründen kaçan, yerini yurdunu terk etmek zorunda kalan mültecilerin yaşam koşulları içler acısı. Uluslarasın yardımın ulaştığı bir kamp göremediğimiz gibi, federal hükümetin de sadece belli kesim mültecilere yardım eli uzattığını öğrendik. Yani „benim safımda olmayan beni ilgilendirmez“ mantığını orada da işletiyor bu gerici zihniyet. Mülteciler daha çok yerel belediyelerin, esnafın ve sivil halkın yardımlarıyla ayakta duruyor. Bunu bana Almanya`da anlatsalardı, abartıyorsunuz derdim. Ama biz bu gerçeği orada kendi gözlemlerimizle tespit ettik.

Suruç`a geçtiğimizde, orada oluşturulan kriz masaları ve Suruç belediye başkanı ile görüştük. Uluslararası heyetlerin bu bölgeye ilgisinin çok yüksek olduğunu Suruç`a gittiğimizde daha iyi gördük. Yerli yabancı heyetler gelip inceliyor ve mültecileri ziyaret ediyorlar. Ve hatta BDP binasının önünde Hamburg`dan gelen ve yardım getiren bir grup Alman gençle karşılaştık.

Suruç`ta binlerce mülteci var.  Çadır kentlerin sorunları büyük. Barınma, ısınma ve sağlık sorunları çözüm bekliyor. Kadınlar çamaşır yıkamak için çadırın önünde ateş yakıp su ısıtmak, veya bebekleri için süt hazırlamak zorunda kalıyorlar. Yemek belediye tarafından dağıtılıyor. Şu an gündüzleri hava sıcak, ama akşam çöktüğünde ortalık buz kesiyor. Çadırların ısınma sistemi yok. Soba tehlikeli görüldüğünden izin verilmemiş, sanırım ama elektrik olmadığından, insanlar geceleri sadece yorganlarına sarılıp ısınmak zorundalar. Bu sebepten de kaynaklı olarak çocukların çok çabuk hastalandıkları belirtildi. Kadınlar gece bebek mamalarını ısıtamamaktan şikâyetçi. Anlayacağımız bu kamplarda en doğal ihtiyaçlar bile lüks olmuş…

Çocuklar, güneş yüzlü çocuklar gördük.. Hepsi birbirinden umutlu… Ama bazen o bakışların çok derinlerinde, çok erken büyümenin verdiği hüznü keşfediyor insan. Bize öyle sıcak sarıldılar ki… Ve sarılıp bırakmadılar… Her çadırda 5-6 çocuk var. Ne acı bir gerçek ki, o çocukların geleceği yok! Mültecilerin şartları değişmediği sürece, Kobane`ye, Şengal`e barış gelmediği sürece, ne o güneş yüzlü çocukların ne de anne babaların bir geleceği olamayacak maalesef.

Orada insanlarla birlikte olmak, onların acılarını paylaşmak, yaralarını bir nebze sarabilmek için Kürt, Ezidi, Alevi veya Türk olmak gerekmiyor. Sadece İNSAN olmak gerekiyor!

Ortaçağı aratmayan bu zulümler ve katliamlara karşı çıkmak, ezilenin ve mazlumun yanında olmak herkesin boynunun borcudur, diye düşünüyorum.

Suruç`tan ayrılıp sınırdaki köylere giderken, yolda Kobane`de atılan bir bombanın göğe yükselen dumanıyla kendimizi bir anda Kobane gerçeğinin içinde bulduk. Suruç`un adını bir türlü gırtlaktan, Kürt lehçesiyle söyleyemediğim Measer köyüne vardığımızda hava kararmıştı. Köy meydanında ateş yakan insanlar, köy halkı bizi karşıladı. Her gün bir çok ziyaretçinin gelip, mültecilere ve sınır ötesinde IŞİD`e karşı direnen insanlara manevi de olsa destek verdiğini kendimiz de gördük.

Sınır köylerinde mülteciler için çok az çadırlar kurulmuş. Her hane kendi sayısının iki üç katı mülteciyi evlerinde barındırıp; yemeğini, lokmasını paylaşıyor. En basit şartlarda yaşayan bu insanların gösterdiği insanlık dersi bizi utandırdı… Köylerde yaşayan mültecilerin moralleri daha yüksek… Aslında çatışmanın içindeler denebilecek yakınlıkta olsalar da… Zira atılan havan topları, silah sesleri bulunduğumuz köyden duyuluyor ve yükselen dumanlar görülüyordu. Zaten sınıra 2-3 km bir uzaklıktaydık. Orada kaldığımız gece çok yoğun çatışmalar oldu. Kaldığımız köy çok düz bir arazide olduğu için, Kobane`yi görebiliyorduk.

Sabaha karşı Dersim`den gelen bir grup genç insanın ateşi yükselterek, etrafında halay çekip söyledikleri türkülerle uyandım. Zaten o ortamda insanın gözünü uyku tutmuyor.. Ertesi sabah iki ölü ve dokuz yaralının getirildiğini öğrendik maalesef. Köylüler bu olayları neredeyse her gün yaşıyorlar.

Yakılan ateşlerin etrafında her gece toplanan, nöbet tutan insanlar ve onların öyküleri, umutları ve acıları hala taptaze… Özellikle kadınlar. Onlar dimdik duruyorlar, yüzlerinde umutsuzluk yok, içleri kanasa da, onlar biliyorlar ki, bir gün barış gelecek Kobane`ye…

Sonuç olarak üzerinde durulması gereken konu; bizlerin Avrupa`dan neler yapabileceğimiz ve bu süreçte insanlara nasıl yardım edebileceğimizdir.

Ben özellikle yardım konusunda milletvekilleri olarak federal parlamento aracılığı ile de yapılan uluslararası yardımların o bölgelere ve mültecilere ulaştırılması konusunda daha hassas davranılması ve yerinde kontrol edilmesi gerektiğine inanıyorum. Çünkü bizim gittiğimiz yerlerde bu yardımlardan eser yoktu. İnsani yardım konusunda alman federal hükümetinin yapabileceği çok daha fazla şeyler var. Suriye sınırlarında yaşayan mültecilerin sayılarına baktığımızda görüyoruz ki, Almanya ve Avrupa kapasitelerinin çok altında bir dayanışma göstermektedir. Bu yönde federal parlamentodaki büyük koalisyon yeterince hassaslık göstermiyor.

Özellikle Hamburg veya Almanya Kızılhaç örgütü veya THW aracılığı ile orada altyapı ve teknik alanda yeni kurulacak çadır kentler kapsamında da birlikte çalışma olanaklarının aranması ve gelen yardımların koordine ve organize olabilmesi açısından teknik yardım sunulması çok önemli.

Küçük yerel belediyeler kendi olanakları, esnaf ve yerli halkın yardımı ile binlerce mültecinin en cüzi ihtiyaçlarını karşılamaya çalışıyorlar. Türkiye devletinin bu bölgeye hiç bir ayırım yapmaksızın, tüm mültecilere ve yerel belediyelere eşit davranarak, daha fazla finansal yardım sunması gerekiyor.

Kobaneli ve Şengalli mültecilerin politik çözüm ve barış sürecinde yalnız bırakılmaması gerekir. Çünkü bu bölgelere barışın gelebilmesi kısa vadeli bir olay gibi görünmüyor. Bu bağlamda değinmek istediğim bir nokta da, IŞİD´in yardım kaynaklarının kesilmesi, bölgede barışın tekrar sağlanması açısından büyük önem taşıyor. Burada uluslararası politikaya çok büyük görev düşüyor. Halklar üzerinde oynanan politikalara son verilmelidir.

İnsan olmanın verdiği görevden yola çıkarak, dilini anlamak, aynı dinden olmak veya aynı kültürü paylaşmak gerekmiyor. Su an tüm Dünya Kobane ile dayanışma içinde ve bu dayanışma ateşi sönmemeli, aksine yükseltilmelidir… IŞİD`e karşı direnmek hepimizin görevidir diye düşünüyorum. Biz Hamburg`da yaşasak ta, Kobane`nin ve Şengal`in aslında ne kadar yakın olduğunu bizzat burada da hissediyor ve görüyoruz. Gençlerimizin IŞİD`in tuzağına düşerek bu katliamlara katılması, demokrasi ve insanlıktan uzaklaştırılmasına göz yumamayız.

Ben bu delegasyon ziyaretinden çok etkilendim… Çok kısa bir sürede çok yoğun bir kaç gün geçirdik. Döndükten sonra bu yaşadıklarımı içimde yoğurmam gerekti. Kendi adıma söyleyebileceğim şey; insanım diyen herkesin Kobane`ye, Şengal`e ve mültecilerin yaşadıklarına kayıtsız kalmayıp, işin bir ucundan tutması gerektiğidir. Gün birlik günüdür! Halkların kardeşliği ve BARIŞ için hepimizin el ele vermesi gerekiyor.

Unutmayalım ki, mesafe olarak çok uzakta da olsa, içimizde, yüreğimizin ta derinlerine işleyen o güneş yüzlü çocukların hüzünlü ama bir o kadar da umutlu bakışları bizi bekliyor