“Her gün 100 bin kişi açlık ve açlığın neden olduğu hastalıktan ölüyor”
YUSUF KÖSE | 26 – 09 – 2010 | 20-22 Eylül 2010 tarihinde New York’da BM şemsiyesi altında toplanan 140 ülkenin hükümet ve devlet başkanları, yine dünyayı kurtarmaya söz vererek sonuç bildirisine, büyük işler başarmışcasına imzalarını attılar. Bu toplantının sonucu nasıl özetlenebilir diye sorulursa: Geldiler, lüks otelerde yatıp kalktılar, yediler, içtiler ve nutuk çekip geldikleri gibi gittiler. Alınan üst düzey güvenlik önlemleri ise görüntünün bir başka yönüydü.
10 yıl önce, 25 Eylül 2000’de yaptıkları toplantıda aynı şekilde olmuştu. O zaman daha kalabalık gelmişlerdi ve 8 maddelik bir metne imza atarak, 2015 yılına kadar bunları gerçekleştirecekleri vaadinde bulunmuşlardı. Bu maddeleri burda tek tek sıralamaya gerek yok. Sadece bazı önemli maddeleri ele alacağız.
BM’in “Binyıl Kalkınma Hedefleri”ni öçzet olarak şöyle sıralayabiliriz:
“Aşırı yoksulluğu ve açlığı ortadan kaldırmak” başlığı altında, günde bir doların altında geçinen ve açlık çeken insanların oranını yarıya indirmek”.
En iddialı hedefleri arasında yer alan bu sorun, gerileme değil ilerleme göstermiştir. Açlık çeken insanların oranı düne göre düşmedi, tersine daha da gelişti. BM raporları, açlığın bir önceki yıla göre azaldığını ileri sürerken, bağımsız kaynaklar ise bunun tersini ileri sürmektedir. Yine de BM’nin raporlarını esas alsak bile, şu anda dünyada 925 milyon insan açlık sınırının altında yaşamaktadır. Bu raporlar BM Gıda ve tarım Örgütü (FAO)’ne ait. Bazı kaynaklar ise aç yaşayan insanların bir milyarı aştığını, FAO’nun açıkladığı rakama bu yıl 105 milyon insanın daha.eklendiğini yazıyorlar.
Rakamlarla verecek olursak;
642 milyon Asya ve Pasifik, 265 milyonu Afrika, 42 milyonu Latin Amerika ve Karayipler, 15 milyonu ise Avrupa ve Kuzey Amerika gibi ülkelerde yaşam mücadelesi vermektedir.
Demokratik Kongo Cumhuriyeti’nde halkın %75’i açlıkla karşı karşıyaken, bu oran Eritre’de %66, Haiti ve Karayipler’de ise halkın %58’nin aç olduğu belirlenmiş durumdadır. Bu rakamlar, BM’nin milenyum toplantısından 5 ay önce FAO’nun genel müdürü Jacques Diof tarafından Latin Amerika ve Karayipler Konferans’ından açıklandı. (01.05.2010 Habertürk)
Kısacası, BM 1990’nı baz alıp 2015’de açlığı yarıya düşürmeyi hedeflemiş olsa da, hedef tutmayacağı gibi, açlık terndi yukarlara doğru tırmanmaya devam ediyor.
Günlük bir doların altında yaşayanların oranını yarıya indirebildiler mi? Ya da beş yıl sonra 2015 yılında incek mi?
Her yıl en az yüzbin insanın açlık nedeniyle öldüğü bir dünyada, kendilerini sorumlu tutmayan kapitalist sistem temsilcilerinin “açlığı önlemeleyiz” yönlü söylevleri, yalandan öteye gidemez.
Dünyada 2 doların altında yaşayanların sayısı nerdeyse dünya nüfüsunun yarısı kadar. 2,6 milyar insan günde 2 doların altında bir gelirle yaşamaya çalışıyor. Yaklaşık bir milyar üçyüz milyon insan bir dolarin altında bir gelirle günlük yaşam savaşı veriyor. Güney Asya ve Afrika’nın Güney Sahrası’nda nüfüsun %15’i bir doların altında günlük gelire sahip ve açlığın insanları kasıp kavurduğu bölgelerinde başında buralar gelmektedir. (Kaynak Dünya Bankası 2006. Yenilenmiş hali 7 Mayıs 2010- . Arada değişen bir fark olmadığı gibi, açlık ve yoksullukta BM ve FAO’nun iddiasının tersine artış gözlemlenmektedir.)
Açlıkla boğuşan insanların sağlık ve eğitim sorunlarını en asgari oranda bile olsa gidermesi olası mı? Elbette hayır. BM bu hedefini gerçekleştirebilmiş mi? Elbette buna da kocaman bir hayır demek gerekiyor.
Beş yaşın altındaki çocuk ölümlerini 1990-2015 arası dörtte üç oranında azaltmak, bütün erkek ve kız çocukların en az ilköğretimini tamamlamasını sağlamak, cinsiyet eşitsizliğini ortadan kaldırmak vb. gibi hedeflerde maalesef tutmamıştır. Günde 17 bin çocuk açlık nedeniyle ölüyor. Her gün 100 bin insan açlık ve açlığın getirdiği hastalıklar nedeniyle yaşamını yitiriyor. (Hermann Lueer, Her Gün Neden Yüzbin İnsan Açlıktan Ölüyor, Edıtıon/octopus Yayınları, almanca baskısı)
Çevreyle ilgili alınan kararda gülünç olmaktan öteye gitmemeiştir. Kyato anlaşması vb. gibi çevreyi korumakla verilen sözler ve anlaşmalar yerine getirilmediği gibi, çevre, daha doğrusu doğa SOS vermektedir. Ekolojik dengeler altüst olmuş ve hızla olmaya devam etmektedir.
BM’nin “milenyum” (Binyıl Kalkınma) hedeflerini gerçekten “iyi niyetli bir girişim” olarak değerlendirsek bile, BM gibi tekelci burjuvazinin sözcüsü ve koruyucusu bir örgütün bunu yerine getirmesi sözkonusu olamaz. BM’den “iyi niyet” beklemek, kuzuyu kurda teslim etmek gibi bir şey olur.
BM, bir başka söylemle, emperyalistler ve gericiler, kitlelerin gözünü boyamak için, kağıt üstünde bir çok kararlar alıyorlar. Ama, esas uyguladıkları ise, kapitalist sömürü sisteminin yasalarıdır. Yani, bir tarafta aşırı yoksullaşma ve bir tarafta ise sermayenin belli ellerde merkezileşmesi… Beylik deyimle, milyonerlerin yaratılması vardır.
Örneğin, şu anda dünyada sadece 9 milyon en zenginin günlük geliri yaklaşık olarak 33 milyar dolar iken, en yoksul 2,6 milyar insanın gelirinden 25 kat daha fazladır. Kısacası, milyonerlerin sayısı arttıkça, yoksulların sayısı katlanarak artmaktadır.
Kapitalist Sistem Açlığı Ortadan Kaldırabilir Mi?
Kapitalizmin karakteristiği gereği, aşırı üretim, aşırı mülksüzleştirme, üretimin yoğunlaşması, aşırı sömürü ve sermayenin merkezilşemesi şeklinde işler. Bunun anlamı, geniş kitlelerin mülksüzleştirilmesi ve aşırı sömürüye maruz bırakarak yoksullaştırılması, işsiz bırakılarak açlığa makkum edilmesi ve her geçen gün sermayenin merkezileşmesiyle birlikte, daha fazla yoksul ve çok az sayıda milyoner yaratmak demektir. Aşırı üretimin yoğunlaşması ve sermayenin merkezileşmesinin ivmesinin yükselmesine koşut olarak yoksullaşmada artmaktadır.
Ayrıca, zenginlik bazı ülkelerde, emperyalist ülkelerde toplanmıştır. Emperyalist burjuvazi, geri bıraktırılmış ülklerin yer üstü ve yer altı tüm kaynaklarına bir şekilde el koyarak ve onları kendi sermayelerini artırmak amaçlı kulanıyorlar. Hemen hemen tüm yarı sömürgeler borç batağı içindedir. Emperyalist tekeller bu ülkelere yüksek faizle borç vererek, o ülkeyi bütünüyle kendilerine bağlamış, ülke kaynakalarının önemli bir bölümü bu tekellerin kasalarına akması sağlanmıştır.
Bir tarafta devasa zenginliğin birikimi, bir tarafta ise buna koşut olarak aşırı yoksullaşma, kapitalist sistemin yapısal işleyişinden kaynaklanmaktadır. Kapitalizm, istese de zenginliği her tarafa aynı oranda yayamaz. Yaydığı taktirde kapitalizm kapitalizm olmaktan çıkıp, başka bir şeye dönüşür.
Kapitalizm aşırı üretim olduğu gibi aynı şekilde aşırı yoksullaşmada üretmektedir. Bu kapitalist sistemin olmazsa olmaz kurallarından ve yaşamasının temel koşullarından sadece birtanesidir. Çünkü, aşırı üretim aşırı sömürünün üzerinde şekillenir. Bu tezat gibi gözükse de, kapitalizm bu tezatlık içinde vardır. Denebilir ki, “kapitalistin amacı, ürettiği malları sürekli satmak ister, insanlar yoksul olunca o malları alamaz. Bu da kapitalistin çıkarına değildir.” Bugelişme o kapitalistin elinde olan bir şey değil. Kapitalist, aşırı üretim ve yeniden aşırı üretim yapmadan ayakta duramayacağı gibi, aşırı sömürü sağlamadanda varlığını sürdüremez. Bu iki yaman çelişme, kapitalistin yok olmasının da esasını oluşturmaktadır.
Kapitalizm, aşırı üretimin yanında aşırı tüketimi de körüklemektedir. Aşırı tüketim ise, belli ülkelerde, emperyalist-kapitalist ülkelerde gerçekleşmektedir. Söylendiği gibi, emperyalist ülkelerin çöpe attıkları yiyecekler, bir kaç kıtayı doyuracak boyuttadır.
Yoksullaşmanın yalnızca geri bıraktırılmış ülkelerde olduğu da tam gerçeği yansıtmamaktadır. Bir yanıyla doğru iken, bunun bir yanı ise emperyalist ülkelerde de aşırı yoksullaşma mevcuttur. Örneğin Almanya’da nüfusun %17’si yoksulluk sınırında ve altında yaşamaktadır. Her 7 Amerikalı’dan biri aç yaşıyor.
Teorik olarak olsun, pratikte olsun, kapitalizmin yoksulluğu ve açlığı ortadan kaldırması bir yana bölgesel eşitsizlikleri azaltması dahi olası değildir. Yoksullar ile zenginler arasındaki açı her geçen gün büyüyecektir. BM Genel Sekreteri Ban Ki Moon’un; “120 milyar dolar olursa açlıktan ölen kalmayacak” vb. yollu açıklamaları ise, yalan ve oyalamadan öte bir şey değildir. Çünkü yoksulluğu ve açlığı sistemin kendisi üretmektedir. Sistem ortadan kaldırılmadan bu tür sorunların çözümü olası değildir.
Yine bir kaç istatistikle kapitalist sistemin, yoksulluğu ve açlığı nasıl ürettiğini ortaya koymaya çalışalım:
1960 yılında emperyalist ülkelerdeki kişi başına gelir düzeyinin oranı yoksul ülkelerdeki kişi başına düşen gelirin 11 katı iken, bugün 33 katına yükselmiştir. Emperyalist ülkelerle yoksul ülkeler arasındaki açı büyüdüğü gibi, yoksullar ile zenginler arasındaki açıda uçurumun ötesinde yerini almıştır.
BM’in “her ülke Gayri Safi Yurt İçi Hasıla’sının (GSYİH) %0,7’ni milenyum hedeflerine ayırmalı” önerisi ve kararı ise, herhangi bir anlam ifade etmiyor. Birincisi; bu üstlenmeyi yerine getirmeyen ülkeler üstünde her hangi bir yaptırım sözkonusu değil. İkincisi; çoğu ülkeler, özellikle de emperyalist ülkeler bu taahhütlerini yerine getirmeye yanaşmıyorlar, “yardım” adı altında sadece “bir-kaç” dolar vermekle yetiniyorlar. Bu kadarlık meblağ ise ne kadar “yardım sever” olduklarının reklam bedeli olarak verilmektedir. %0,7’lik oranı, bugüne kadar beş tane ülke yerine getirmiş. Almanya gibi zengin ülkeler ise % 0,4’den öteye geçememiş. Bu nedenle olsa gerek, Alman başbakanı Merkel’in BM’deki “yoksullukla mücadele” konuşması Alman basınında “komik” olarak değerlendirildi. ABD emperyalizmi ise bir cent dahi koklatmamış. Ama silahlanmaya milyarlarca dolar ayırıyor ve harcıyabiliyor.
Açlık Nasıl Ortadan Kaldırılır?
Devasa bir üretimin gerçekleştiği, teknolojinin muazzam ölçüde geliştiği bir dünyada; açlıktan hergün binlerce insanın ölmesi, okul çağında milyonlarca çocuğun okula gidememesi, kadınların aşırı baskılara maruz kalmaları, kısaca tüm sömürü ve baskıların nedeni kapitalizmin kendisidir. Bu sorunları ortadan kaldırmak içinde kapitalist sistemi, yani sömürü ve baskı sistemini ortadan kaldırmak gerekiyor. Özel mülkiyetçi toplum, var olduğu sürece, üretim araçlarını elinde bulunduran bir avuç burjuva sınıfı, mülksüzleştirilmiş geniş yığınları aşırı baskı altında tutarak sömürmeye devam edecektir. Kapitalist sistem yaşamaya devam ettikçe, doğa ve onun bir parçası olan insanlıkta daha büyük acılarla karşı karşıya kalacaktır.
Kapitalist sistemin yarattigi sorunlari ortadan kaldırmanın yolu; kapitalist sistemin yıkılması ve yerine sosyalist sistemin kurulmasıyla gerçekleşebilir. İnsanlığın önündeki yegane çözüm budur. Bunu gerçekleştirecek olanda işçi sınıfı, emekçiler ve ezilen dünya halkları olacaktır. Yani, sömürüye, açlığa, baskıya maruz kalanlar, kendilerine bunları reva gören burjuva sınıfı yıkıp, baskısız, sömürüsüz bir toplumsal sistemi gerçek haline getirmeleriyle, ezilen sınıfların acıları da bitecektir.
Sosyalizm, sistem olarak, uzun bir süre varlığını sürdürememiş olmasına rağmen iyi bir deneyim bırakmıştır. Sosyalist ülkelerde, açlık, açlıktan ölende, eğitimsiz de, işszilik/işsizde yoktu. Sosyalizm insanları daha özgür bir topluma, yani komünizme götürecek olan geçici bir toplumsal sistemdir.
İşçi sınıfı ve ezilen halklar, kendi geleceklerini kendileri kurmadıkları sürece, BM gibi tekelci burjuva örgütlerin yalan masallarını daha çok dinlemek zorunda kalacaklardır. Bu masallara dur demenin zamanıdır şimdi…!