Anasayfa , Diğer Köşe Yazıları , Batı'da asabi ruh halleri

Batı'da asabi ruh halleri

KORKUT BORATAV | 12 – 09 – 2011 | Bir hatırlatmayla başlayalım: Hem 1929’da, hem 2008’de iki önemli kriz dalgası Amerika’da patlak verdi. Amerikalılar birincisini büyük depresyon diye anarlar. İkincisini ise (bir benzetmeyle) büyük daralma (“great recession”) diye adlandırdılar.

Son krizdeki “daralma” ne kadar “büyük”tür? Yani, milli gelirdeki düşmenin süresi ve oranı, gerçekten “büyük” mü olmuştur?

ABD’de National Bureau of Economic Research, “daralma”nın takvimini tutar. Ve ekonomik daralmanın Aralık 2007’de başlayıp, Haziran 2009’da son bulduğunu, yani on dokuz ay sürdüğünü ilan etmiştir. 1945 sonrasındaki en uzun süren daralma budur.

Son kriz ABD’de ile sınırlı kalmadı; tüm dünyaya yayıldı. Bu nedenle, “daralma”nın uluslararası boyutuna da bakalım. Bu kriz metropolde yoğunlaşmış; milli gelir verilerini 2008-2009’da etkilemiş; gelişmiş ülkelerin tümü kapsandığında 2008’de sıfır büyüme; 2009’da ise yüzde 3.4 oranında küçülme gerçekleşmiştir. Çevre ekonomileri ise, “sadece yavaşlayanlar” ile “daralanlar” olmak üzere ikiye ayrılmışlardır. 2010’da ise milli gelir artışları hemen hemen istisansız tüm dünya coğrafyası için geçerli olmuştur.

Dünya kapitalist sisteminin merkezini en çok iki yıl etkileyen ve yüzde 3-4’lük bir küçülmeyle geçiştirilmiş görülen bir konjonktürü büyük daralma diye adlandırmak abartılı görülebilir. Ancak, madalyonun diğer yüzü de var: Krize yol açan temel etkenlerin olduğu gibi devam ettiği; canlanmanın özellikle bankaları kurtarmayı hedefleyen likidite pompalamasına dayandığı ortaya çıkmış; işsizlik de son iki yılda düzelmemiştir.

Giderek anlaşılmıştır ki, 2010 canlanmasının barutu hızla tükenmiştir ve Batı ekonomileri kriz öncesindeki büyüme oranlarına ulaşamayacaklardır. Bu iç karartıcı tabloya, Ağustos başından bu yana ABD ve AB’de borsaları, finans çevrelerini, hükümetleri serseme çeviren asabî ruh hallerini de etkileyelim. Metropol ekonomileri bir büyük daralma değil, çeşitli finansal gerilimler, krizler, bunalım-canlanma aşamaları içeren inişli-çıkışlı, bir büyük durgunluk dönemi içinden geçmektedirler. Ve 2011 sonbaharıyla birlikte yeni bir finansal çalkantı başlamaktadır.

* * *

Bu asabî ruh hallerinin ana nedenlerini kuşbakışı gözden geçirelim; özetleyelim:

* Kötümserliğin arka planında, tüm Batı ekonomilerinde canlanma konjonktürünün hızla son bulması yatıyor. 2011’in Nisan-Haziran dönemlerine ilişkin büyüme tahmini ABD’de aşağı çekildi. Avrupa’da sıfır civarında seyretmektedir. Öncü bir gösterge olan sanayi üretimi de Temmuz’dan itibaren ülkelerin çoğunda düşmektedir.

* Bu zafiyet ortamının temel nedeni, 2010’dan itibaren ABD’de ve Avrupa’da ekonomik yönetimlerin hemen hemen tamamen finans lobisinin önceliklerine teslim olması yatıyor. Ana slogan basittir: “Merkez bankaları bize ucuz ve bol likidite pompalasın; ama devlet harcamaları kısılsın…” Kamu açıklarını tırpanlamak, stratejik bir öncelik haline getirildi. “Büyük durgunluk”un reçetesi de böylece oluşturuldu. Krizin ilk dalgası içinde tüketimdeki gerilemeyi telafi eden kamu harcamaları, devlet borçlarında da astronomik artışlara yol açmıştı. Şimdi ise, temel amaç, devlet borç kâğıtlarındaki olası aşınmaları frenlemek; kısacası rantiye konumlu finans sermayesini korumaktır.

* Asabiyete yol açan bir diğer gelişme, Avro-bölgesinin zayıf halkalarında borç krizi biçiminde patlak verdi. Ulusal paralarını terk ettikleri için bu devletler, para basarak veya alacaklılarını şu veya bu biçimde “vergileyerek” borç yükünü hafifletme seçeneğini de yitirmişlerdi. Otuz küsur yıl boyunca Üçüncü Dünya’ya verilen reçete bu kez Almanya ve IMF aracılığıyla Yunanistan, İrlanda, Portekiz’de uygulandı; İspanya ile İtalya için de tartışılmaya başlandı: “Borç krizlerinin yükünü, tümüyle borçlulara yıkmak; alacaklıları gözetmek…” Yani, iç talebi, özellikle kamu harcamalarını kısarak yaratılan “fazla”yı, alacaklı ekonomilere, bankalara (ve “kurtarma operasyonları”nın parasını veren devletlere, IMF’ye) aktarmak…

* Ne var ki, “kemer sıkma” nedeniyle durgunlaşan, küçülen ekonomiler, geçmiş borçların anaparası bir yana, faizlerini dahi ödeyebilmek için yeniden borçlanmak zoruna düşerler. Finansal piyasalar da köşeye sıkışan ülkelerden giderek artan faiz oranları talep ederler. Böylece başlayan kısır döngünün belli bir aşamadan sonra yeni “kurtarma operasyonları” ile aşılması imkânsız hale gelmiştir. Listeye İspanya, İtalya gibi büyük ekonomilerin katılma olasılığı gündeme gelince, “yolun son bulduğunu”, Hollanda Maliye Bakanı De Jager (adeta Almanya adına konuşarak) açıkça ifade etmiştir: “Avro bölgesinda AAA derecesini koruyan son ülkeler, geri kalanların borçlarını üstlenemez. Tek çözüm yolu, bütçelerde kemer sıkmaktır.”

* Avrupa’nın zayıf halkaları “kemer sıkarak” durgunlaştıkça, küçüldükçe, borç senetleri değer yitirir. Fransa ve Almanya’nın büyük bankaları, “çöp değeri taşıyan” bu varlıkları (alacakları) nedeniyle çürükçü duruma düşerler. Aynen üç yıl öncesinin ABD bankaları gibi… ABD hazinesince (astronomik fonlarla) kurtarılan Amerikan bankaları gibi, bunlar da er-geç kendi devletleri tarafından kurtarılacaklardır; ama, bugünlerde likidite sıkıntıları artmıştır. Özellikle dolar pozisyonlarındaki açıklardan kaynaklanan sıkıntılar Amerikan bankalarına taşınmıştır. Kredi puan notunun düşürülmesiyle Amerika’da başlayan sinir bozukluğu, Avrupa’daki borç krizinin katkısıyla ağırlaşmaktadır. Üç yıl önce ABD’den Avrupa’ya yayılan finansal kriz, şimdi ters yönde bulaşmaya başlamıştır.

* * *

Sermayenin metropol devletleri üzerindeki tahakkümü bugünkü biçimlerde, bu yoğunlukta sürdükçe, kapitalizm de bir büyük durgunluk içinde debelenecektir. Tek ışık belirtisi, halk sınıflarından başlayan direnme dalgalarının bir fırtınaya dönüşüp siyasi iktidarlara taşınma, yansıma olasılığıdır.