Haber Merkezi | 11.06.2020 | Toplumsal Entropi – Amerika’da her şey yolunda gibi görülüyordu. Aslında her şeyin yolunda olmadığı, tıpkı bir maddenin ısısı gibi biriken, ırkçı fikirlerin devlet enstrümanı içerisinde yaygınlaşan bir birikim süreci kendisini tamamlamak üzereydi. Nitekim maddenin içerisinde yer alan işi odaklanmış birikimin kendisi tamamlanmıştı artık.
Amerika’da George Floyd adında ve o ana kadar hiç kimsenin tanımadığı bir siyahi haykıracaktı nefes alamıyorum diye. Oysaki nefes alamayan sadece G. Floyd değil toplumun ta kendisiydi. Nihayetinde bir anda kurulu sanılan düzen veya düzensizlik karmaşaya dağılım sürecine bir anda geçti. Toplumsal antropoit yeni bir evirilmeye geçiyor, doğanın kanunu gereği hiçbir şeyin ebedi olmadığını, ezen ile ezilenin semiyotik bir birlikteliğinin olamayacağı bir kez daha ezilen halkın sesiyle sokaklara yansıyacaktı.
Sokaklar bugüne kadar sesiz ama derinden biriken bir öfkeyle; üstün ırk, beyaz ten ayrışımı gibi baskıların altında kalmak istemeyen paralel topluluğun, gettoların kriminalize edilen yeni bir jenerasyonun tepkisine sahne oldu. Günlerce polis şiddetine ve devlet eliyle üstü örtülen cinayetlerine karşı protestolar durmaksızın ilerleyecek ve büyüyecekti. Düzen dipten mayalanan halkın öfkesiyle dağılmıştır artık. Her şey gelişmeleri yeniden yasal zeminde tutmak için çabalarken, ardı ardına gelen açıklamalar kimi yerlerde ulusal muhafızları tehdit olarak kulanmış, kimi yerlerde ise gösterilerin üzerine yine polis şiddeti ile karşılık verilmeye çalışılmıştır.
Tüm bu gelişmelerin ortasında Amerikalı olup da ama bir Amerikalı gibi kabul edilmeyen bir Afro-Amerikalı “Biz baskıyı, yağmayı ve şiddeti sizlerden öğrendik” diyerek 400 yıllık acılarını bu birkaç kelimeyle ekran karşısında kristalize edecektir. Plantaj işçileri olarak yerlerinden yurtlarından zor gücü ile getirilerek, uzun ve ölümcül yolları zincirlere bağlanarak, köle pazarlarında dişlerine kadar bakılarak, onurları ezilerek, yok sayılarak biriken bu tarihi öfke artık kendisine yanıt arama eğilimine dönüşmüştür. Bundan sonra direnişe dönüşen G. Floyd cinayeti, artık yanıtını sokağa çıkma yasağına rağmen on binlerce insanın öfkesiyle birleşecek ve sonuç isteyecektir.
Ancak ABD’de yaşanan polis şiddeti ve ırkçılığın yaygınlaşmasına yönelik aranan yanıtların dalgaları Avrupa ülkelerinde de yankısını göstermiştir. Fransa gettolarında göçmenlere uygulanan paralel topluluk politikası ya da ikinci sınıf kategorisinde görülen göçmenler, yaşadıkları ekonomik sıkıntıların yanı sıra maruz kaldıkları devlet kurumları ve polis şiddetine karşı koymaya başlamışlardır. G. Floyd bu anlamıyla gelişmekte olan ve kurumsal düzlemde büyüyen ırkçılığa karşı eylemlerde tepkilerin sembolü konumuna gelmiştir.
Irkçı ve faşist tandanslı partilerin ulusal ve milliyetçi yaklaşımlarla topluma nüksetmekte olan göçmen ve mültecilerin tüm sorunlarının tek sebebi gibi görülmesi gelişen faşist eğilimli dalgaların yatağına zemin sunmaktadır. Faşist partilerin parlamento içerisinde giderek güçlenmesi ve devlet içerisinde kurumsal bir güce dönüşmesi, artık yaşadığımız bir gerçekliliğin en somut yanıtıdır.
Tarihin bu asimetrik akışı içerisinde yaşadığımız anın önemli ipuçları açığa çıkardığı gerçeklik, gelişen ırkçı dalganın karşısında anti faşist kurum ve kuruluşların yanında biz demokratik güçlerin de gelişmesi ve güçlenmesi kaçınılmazdır. Gelişmekte olan bu tepkinin kendisi, gelişen ve giderek şiddetli eğilimlere evirilen bu ırkçı dalganın karşısında örgütlü mücadelenin manidar olduğu kadar, olanaklarını da doğru ele almamızı göstermektedir.
Irkçı partilerin içerisinde militanlaşan ve göçmenleri hedef alan kesimlerin gizliliği kalmadı. İstihbaratın bilgileri dahilinde olan ve bu kişilerin silahlı saldırılarına kadarki süreç içerinde sadece gözlemlemeyle yetinen polis takibatı akıllarda oluşan soruların da yanıtını açığa çıkarmaktadır. Polis içerisinde göçmen ve mülteci kesimine yönelik şiddetin tendensiye artması artık sorgulanan ve yanıtları istenen bir konuma kavuşmuştur. Irkçılığa karşı gelişen bu süreç sadece polis içerisinde ırkçı tandansları değil genel iç faşistleşmenin kendisini sorgulayarak ilerlemesi gerekir.
Bu anlamda göçmenlerin ve mültecilerin yanı sıra dünyanın her yerinde artan yoksulluğun ve buna paralel uygulanan baskıcı despot devlet politikaların sonucu, kurulu sanılan güneşi batmayan imparatorlukların da düzeninin bozulacağı birikim süreci tamamlandığında toplumsal atropinin kaçınılmaz olacağı aşikardır.
Bir Mücadele Okuru