Anasayfa , Köşe Yazıları , Avrupa’nın en zayıf halkası: Yunanistan

Avrupa’nın en zayıf halkası: Yunanistan

VOLKAN YARAŞIR | 09 – 04 – 2010 | Aralık 2008’de gerçekleşen Yunanistan’daki ayaklanma, neoliberal politikalara karşı bir isyan niteliği taşıdı. İşsizlik, toplumsal dışlanma, geleceksizlik, esnek ve güvencesiz çalışma, umutsuzluk isyanın biriktiği ve ateşlendiği zeminler oldu. Paris banliyölerinde göçmenlerin 2005’te yaktığı ateş Avrupa Birliği topraklarında sınıfsal ve toplumsal antagonizmanın dışa vurumunu işaretliyordu.

1992 Los Angeles Ayaklanması, 1995 Briston Ayaklanması Paris banliyölerine sıçramıştı. Yunanistan ayaklanması bu dalganın bir devamı niteliği taşıdı. Özellikle öğrenci-gençliğin toplumsal marjinalleşme, dışarıda kalma korkusuyla harekete geçtiği ve toplumun değişik kesimleriyle bütünleşen ayaklanma bir öfke patlamasıydı. Sokakların yeniden gerçek sahipleriyle buluşmasını sağladı. Özgürlüğün muazzam atmosferi barikatlarda, sokaklarda kendini dışa vurdu.

İsyan dalgası bir müddet sonra geri çekildi. Fakat bu gelişme Yunanistan topraklarında sınıfsal antagonizmanın ne derece keskin olduğunu göstermekteydi.

Kapitalist krizin sarsıcı etkileri uluslararası düzeyde bir yandan şirket iflaslarını gündeme getirirken, öte yandan toplu tensikatların yaşanmasına, işsizliğin yaygınlaşmasına neden oldu. Yunanistan da kapitalist krizden son derece sert şekilde etkilenen ülkelerden biri olarak öne çıktı. Bu konjonktürde (2009 Ekim ayında) yapılan genel seçimlerde sağ muhafazakar çizgiyi temsil eden Yeni Demokrasi Partisi başarısızlığa uğrarken PASOK zafer kazandı. Daha sonra YDP’nin krizin tüm sonuçlarını ve Yunanistan devletinin olağanüstü artan dış borçlarını sakladığı ortaya çıktı. Bir anlamda seçim yenilgisi, YDP’nin sorumluluk üslenmemesini ve kendisine karşı doğabilecek reaksiyonlardan kurtulmasını sağladı. PASOK, sendikal bürokrasiyle bir konsensüs sağlayıp, yaşanan süreci aşabileceğini hesaplamaktaydı. Bir dizi slogan ve ajitasyona rağmen, kapitalist krizin çıplak sonuçları Yunanistan’da kendini dışa vurdu ve bu noktada artık PASOK, Yunanistan ekonomisinin iflas ettiğini açıklamak zorunda kaldı.

Yunanistan hükümeti ardından “ekonominin canlanması için” işçi sınıfına yönelik son derece sert “istikrar programının” hayata geçirileceğini bildirdi.

Kapitalist kriz 2008 sonrasında General Motor gibi büyük şirketlerin iflaslarına neden olmuştu. Bu birinci köpük dalgasının sonuçlarıydı. Sürecin giderek derinleşmesi, bir şirket özelliği gösteren devletlerin de iflasını beraberinde getirdi. Önce küresel finans cenneti olarak gösterilen Dubai iflas etti. Bir yatırım şirketi olan Dubai World 59 milyar dolarlık borcunu 6 ay ertelemek isteyince uluslararası piyasalarda panik başladı. Dubai World’den sonra yan kuruluşu olan emlak şirketi Nakheel’de borçlarını erteleme talebinde bulundu. Aslında bu gelişmeler Dubai modeli olarak literatüre girmiş, borç mekanizmalarıyla büyüme tarzının çöküşünü işaretledi. Kapitalist krizle birlikte yaşanan likidite sıkıntısı, şirket devlet niteliğindeki Dubai’yi birden bloke etti. Çünkü ülkede küresel ekonomik aktörlere yönelik yaratılan gayrı menkul bolluğu alıcı bulamıyordu. Bağlantılı olarak 2009 yılının sonunda acil ödenmesi gereken 20 milyar dolarlık borç ödenemiyordu.

Dubai’deki gelişmeler birden benzer özelliklere sahip, dış borçla ekonomik döngüyü sağlayan ya da krizin olmadığı dönemlerdeki likidite bolluğuyla ekonomik “gelişme” gösteren bir dizi ülkenin iflasını tartışılır kıldı. Başta Yunanistan olmak üzere Portekiz, İspanya ve İrlanda’da da devlet iflasları gündeme geldi.

Yunanistan’ın 300 milyar Euro’luk dış borcunun bulunması ve kısa zamanda ödenmesi gereken 30-40 milyar Euro’luk dış borç yükümlülüğü Dubai gibi Yunanistan’ı da iflasın eşiğine getirdi.

Yunanistan’daki kriz, Avrupa Birliği’nin yaşadığı bir kriz olarak değerlendirildi. Benzer gelişmelerin Portekiz, İrlanda ve İspanya’da olma olasılığı birliğin “kristalize” yapısını etkileyeceği doğrultusunda yorumlar yapıldı. PASOK lideri George Papandreou AB’den acil yardım talebinde bulundu. AB’nin emperyalist çekirdeği oluşturan ve dominant iki ülkeden biri olan Almanya böylesine bir talebe sıcak bakmayacağını açıkladı. Bu süreç Avrupa Birliği’nin krizi olarak değerlendirilse de, aslında bir emperyalist blok olan Avrupa Birliği’nin yeniden yapılanmasını ve yeni emperyalist politikalarını açığa çıkardı. Burada özellikle Almanya devlet iflasının yaratacağı katastrofu hissettirerek, Yunanistan’ı yeniden sömürgeleştirilmesi veya sömürünün derinleştirilmesi için adımlar atmaya zorladı. Bu yönde de sonuç alıcı adımlar atıldı. Yunanistan, Portekiz, İspanya ve İrlanda’nın yaşadığı kriz bir anlamda AB içerisinde Almanya’nın hegemonyasını arttırıcı, pekiştirici işlev gördü ve görüyor. Bu gelişmeler AB’nin emperyalist çekirdeği ve periferisi arasındaki yeni iş bölümünün bir yansıması olarak değerlendirilebilir. Daha önce İrlanda’da yaşanan gelişmeler ya da AB’ye tam teslimiyet doğrultusundaki politikaların benzerinin Yunanistan’da yaşanması muhtemeldir.

Portekiz, İrlanda, İtalya, Yunanistan ve İspanya’nın 2010 yılının Aralık ayına kadar ödemeleri gereken toplam borç tutarı 405 milyar Euro’ya yakındır. Bugün İrlanda, Yunanistan ve AB’nin periferisindeki ülkelerde yaşanan sorunların asıl sebebi borçlarının varlığı kadar, bu borçlara bağlı olarak ödenmesi gereken faiz ve faiz oranlarıyla ilintilidir. Bu oran periferi ve merkez ülkeler arasında iki kata kadar yükselmektedir.

PASOK özellikle Almanya’nın belirlediği çerçevede IMF ve AB’yle bir anlaşmaya vardı. Acil borç ödemelerini bu anlaşma üzerinden realize etmeye çalışacak. Bunun Yunanistan halkı için anlamı işsizlik, geleceksizlik ve umutsuzluk olacaktır.

PASOK hükümeti gündeme sokmaya çalıştığı istikrar paketiyle kamu harcamalarını radikal bir şekilde kesintiye uğratmayı ve sınıfın tarihsel kazanımlarını gasp etmeye çalışıyor.

PASOK Yunanistan’da 2010 yılında işsizliğin % 20’lere ulaşacağını tahmin ediyor. Ama buna rağmen bu yıl içinde kamu sektöründeki tüm işe alımların durdurulmasını ve her emekli olan 5 kişiye karşılık 1 kişinin işe alınmasını hesaplıyor. Ayrıca kamu sektöründe bir dizi tasfiyenin yapılması hedefleniyor. Bunun yanında maaşlarda kesinti yapılması, KDV’nin % 21’e çıkartılması, ödeneklerde % 12 kesintiye gidilmesi, emekli maaşlarının 2010 yılı süresince dondurulması, 13. maaş olarak adlandırılan Noel ikramiyesinde % 30 kesinti yapılması, yine paskalya ve yaz tatili dönemlerinde verilen yarım maaş ikramiyenin % 30’unun azaltılması amaçlıyor. Ayrıca akaryakıt fiyatlarına 3 cent ve 8 cent arasında zam yapılması, alkollü içkilere % 20, sigara fiyatlarına % 65 oranında ek vergi uygulaması gündeme alınmış durumda.

Yunanistan işçi sınıfının kendisine yönelik sistematik bir karşıdevrim niteliğinde olan bu saldırıya, daha başlamadan cevabı son derece sert oldu. 2009 Ekim ayında büyük bir oy çokluğuyla iktidara gelen PASOK’un (işçi veya emek anlamına gelmektedir) politikalarına işçi sınıfı bir dizi grev ve genel grevle yanıt verdi.

Yunanistan işçi sınıfı 2010 Şubat ayından itibaren hem sektörel bazda grevler, hem de tüm sektörleri kapsayan genel grevler gerçekleştirdi. 2008’in ayaklanma ve isyan ruhu bu grevler içerisinde yeniden hayat buldu.

Yunanistan işçi sınıfı kapitalist krizin faturasını ödememek ve sermayenin saldırısına karşı Şubat ayının başında sektörel bazda 48 saatlik bir uyarı grevi gerçekleştirdi. Ardından 10 Şubat’ta ağırlıkta kamu emekçileri greve çıktı. Kamu Emekçileri Konfederasyonu (ADEDY) tarafından gerçekleştirilen greve öğretmenler, sağlık çalışanları, temizlik ve belediye işçileri yaygın olarak katıldı. Ayrıca özel sektörün bazı alanlarında çalışanlar da greve iştirak etti. Ardından 24 Şubat grevi yaşandı. Bu greve finans ve medya alanında çalışanlar ve  özel sektörün değişik kesimlerinde çalışanlar katıldı. Mart ayına girildiğinde, 5 Mart’ta, Yunanistan halkı sokaklara çıktı. Polisle yer yer çatışmalar yaşandı. PAME’nin (Bütün İşçilerin Mücadele Cephesi) örgütlediği 24 saatlik greve tersane işçileri, devlet ve özel sektörde çalışan basın işçileri katıldı. Ayrıca Yunanistan’ın iki büyük konfederasyonu ADEDY ve GSEE (İşçi Sendikaları Konfederasyonu) üyesi tüm işçiler iştirak etti. Yarım gün iş bıraktı. Ayrıca PAME üyeleri 60 kamu binasında işgal gerçekleştirdi. Ardından 8 Mart’ta öğretmenler yeniden greve çıktı.

11 Mart’ta ADEDY ve GSEE’nin önderliğinde geniş işçi yığınlarının katıldığı genel grev gerçekleştirildi. Genel greve 100 binlerce işçi katıldı. 24 saat süren grev, Yunanistan’da hayatı felç etti. Özellikle ulaşım, sağlık ve eğitim sektöründe grev son derece etkili oldu. Grevcilerle polis arasında saatlerce süren şiddetli çatışmalar yaşandı.

İşçi sınıfı bu eylemleriyle sermayeye ve kapitalist devlete karşı net bir tavır sergiledi. “Geçit vermeyeceğiz” ve “geri çekilmek yok” dedi. Sokaklarla fabrikalar buluştu, sınıf kolektif gücünü çok kısa zaman aralığında tekrar tekrar ortaya koydu. Sendikal bürokrasinin blokajları direnişler, eylemler, grevler ve genel grevler içerisinde dağıtıldı. “Kapitalizme karşı savaş!”, Yunanistan işçi sınıfının şiarı oldu.

Avrupa Birliği ülkeleri içerisinde Yunanistan pratiği son derece önem taşımaktadır. Özellikle Avrupa’nın Akdeniz havzası muazzam sınıfsal mücadelelere gebedir. Finans kapitalin kıtada başlatacağı savaşın ön cephesi Yunanistan’dır. Tıpkı ülkemizde TEKEL işçilerinin sınıfın öncü müfrezesi olması gibi. Yunanistan işçi sınıfının direnişi bu anlamda Avrupa işçi sınıfının ve özellikle Akdeniz havzasında son derece sarsıcı etkileri olacaktır. Buradaki olumlu veya olumsuz gelişmeler direkt olarak İspanya, Fransa, Portekiz, İtalya’yı etkilediği gibi İngiltere ve Almanya’yı da etkilemesi muhtemeldir. Yunanistan’da kavga devam ediyor. Ve bu kavga Avrupa işçi sınıfının kavgasına ışık tutuyor.