Anasayfa , Köşe Yazıları , Aleviler ve Alevilik (IV) Rıza Algül

Aleviler ve Alevilik (IV) Rıza Algül

rizaAleviler ve Alevilik (IV)

 

Alevilik bir din değil, bir felsefedir

 

Bir not düşelim: Bir önceki yazıda Alevi felsefesini işlemiştik. Makalenin uzun olabileceğini düşünerek iki bölüme ayırdığımız “Alevilik bir din değil, bir felsefedir” yazısını, önceki bölümde kaldığımız yerden devam ediyoruz.

Aleviliğin, herhangi bir din gibi “kutsal kitabı” yoktur. “Okunacak en büyük kitap insandır” ilkesi, insanın sözünü, “Tanrı’nın-Allah’ın sözü” olan kitaplardan daha üstün tutması bu gerçeği yeterince açıklıyor.

Çünkü Alevilik “bir din” değil, felsefi-sosyolojik bir bakış açısı, bir dünya görüşüdür; “ahretçi” değil, dünyevidir; “dogmacı” değil, aklidir; “dinsel” değil, bilimseldir. Kısaca: “Keramet”çi değil, “marifet”çidir. Alevilik’teki “Dört Kapı”dan üçüncüsünün “Marifet (= bilim, bilgi) Kapısı” olduğunu burada anımsatmak istiyoruz.

Aleviliğin en temel ayırt edici özelliği, insanı tanrılaştırmış olmasıdır. İnsandan başkasından “şefaat ummak”, insandan başkasına “tapmak” Alevi felsefesinde yer bulmaz. Yunus bunu, şöyle açıklıyor:

Aşk imandır bize, gönül cemaat

Dost yüzü kıblemdir, ettim selâvet

Dost yüzünden başka taptığım yoktur

Bundandır, kapıda kaldı şeriat

Açıklama:

Biz sevgiye inanırız. Sevgi bizim dinimizdir. Yeryüzünün bütün insanları, gönlümüzde yer alan cemaattir.

Bize “Peygamber” ve “kıble” gerekmiyor. Biz selâvetimizi insana yaparız. Çünkü insanın yüzü bizim kıblemizdir.

İnsanın yüzünden başkasına (Tanrı’ya-Allh’a) tapmıyoruz.

Bundan dolayı “şeriat” denen din ve dinsel buyruklar bizim kapımızdan içeri girmez.

Hallac-ı Mansur’un ve Hace Bektal Veli’nin izinden giderek insanı “tanrı”, sevgiyi “din” olarak gören Yunus, “ibadet”i şöyle anlıyor:

Din tamamdır bize, varsa muhabbet

Yunus’ta gördüğümüz gibi, Alevi felsefesi, “ibadet”i “muhabbet” olarak anlıyor. İnsanı “tanrı”, sevgiyi “din” olarak gören Alevi felsefesinin “ibadeti” “muhabbet” olarak anlaması kendi içinde tutarlı ve bütünlüklü bir sistem oluşturuyor. Yunus bununla da yetinmiyor, ibadeti zorunlu ve çeşitli biçimlere (Form) indirgeyen dine daha da açıktan karşı çıkıyor:

Ne Kâbe’ye varalım

Ne mescide girelim

Ne su ile yunalım (yıkanalım)

Tümüdür illetimiz

Su ne kadar arıtsın

Kötülüğünden seni

Meğer bizi pak ede

Haklı adaletimiz

“İbadet” adına “camiye gitmeyi”, “Kâbe’yi hac etmeyi” ve “su ile yıkanmayı” kendisi için “illet” gören Yunus Emre adını açılmış camilerin ve din okullarının olduğunu anımsatırsak, din kurumlarının ne kadar sahte zeminler üzerine kurulduğunu, Aleviler açısından deformasyonun ve giderek asimilasyonun hangi boyutlara vardığını görebiliriz.

Ağızdan çıkanı kulak duymalı

Fakat Aleviler’in de buradaki payı az değildir. Çünkü Aleviler, Alevi felsefesinden uzaklaştıkları ölçüde Yunus’tan ve bu felsefi çizgiyi sürdüren diğer ozanlardan da uzaklaşmışlardır.

Hallac-ı Mansur’u ve onun serini vererek bayraklaştırdığı “insanın tanrı olduğu” ilkesini Aleviler’den duymuş veya okumuş olabiliriz. Fakat Hace Bektaş Veli’nin, Yunus Emre ve diğer ozanların sürdürdüğü Hallac-ı Mansur’un “Tanrı-Allah insandır, çünkü Tanrı’yı-Allah’ı yaratan insandır” ilkesi hala özlü olarak ve bütünlük içinde anlaşılmış değil.

Bu nedenle, bu ilkeyi birkaç temel noktada somutlaştırarak açıklamakta yarar var:

“En-el Hak”:

Bu, “ben Tanrı’yım-Allah’ım”, “Tanrı-Allah benim, insandır”, demektir. Bu devrimci ve aydınlanmacı ilke, Alevi felsefesinin temelini oluşturuyor. Bu temel üzerinde yükselen Alevilik, “bilgin-kâmil insan”ı tanrılaştırmıştır; adaleti ve erdemi tanrısal insanda görmüştür. Bu demektir ki, Alevilik, insanın dışındaki bir “Tanrı’yı-Allah’ı” kabul etmemiş, ret etmiştir.

İnsanın dışındaki Tanrı’yı-Allah’ı ret eden Alevilik, Tanrı’ya-Allah’a ait olan dini ve dine ait her şeyi de (“öbür dünyayı”; “cennet” ve “cehennem”i; “huri” ve “gılman”ı; “cin”, “melek” ve “şeytan”ı ve “alın yazısı”nı da) ret etmiştir. Bu ilke, her şeyi yaşadığımız dünyada arıyor ve istiyor. Bundan dolayıdır ki Hace Bektaş Veli, “Her ne ararsan, kendinde ara!”, demiştir.

İnsanı tanrılaştırmış Alevilik, doğal olarak, yeryüzünün neresinde olursa olsun, insana kötülük ve haksızlık etmeyi, insanı sömürmeyi suç saymıştır.

İnsanı tanrılaştırmış Alevilik, tanrısal insan için her hangi bir inançsal veya coğrafi sınır çizmemiştir. Tersine, dünyadaki bütün insanları dostça kucaklamış, birini diğerinden “üstün” saymamıştır. İnsanlar arasındaki din ve millet-ulus kavramlarını ve farklılıklarını kendisinin dışına atmıştır. “Yetmiş iki millete bir nazarda bakmayan bizden değildir!”

İnsanı tanrılaştırmış Alevilik, tanrılaştırdığı insanı “erkek” ve “kadın” diye ayırmamıştır. Cins ayrımcılığı yapmış her dine veya geleneğe karşı çıkmıştır.

Not: Gelecek yazıda, tarihsel ve ilkesel yönleriyle “Aleviler’deki asimilasyon”u işleyeceğiz.

Rıza Algül