Home , Köşe Yazıları , 1 Mayıs'a Doğru Yerel Seçimlerin Sonuçlari Üzerine

1 Mayıs'a Doğru Yerel Seçimlerin Sonuçlari Üzerine

volkanyarasirKüresel düzeyde ve senkronize özellik taşıyan kapitalist krizin etkilerinin hissedildiği ve Ortadoğu’nun yeniden dizaynının gündemde olduğu koşullarda Türkiye’de yerel seçimler yapıldı. Krizin yıkıcı etkilerinin Ekim 2008’de ortaya çıkmasıyla, işçi sınıfı harekete geçti. İşten atılma, işyeri kapatmalarına karşı Gürsaş, Tezcan, Brisa ve Sinter’de fabrika işgal eylemleri yaptı. Ayrıca fiili sokak yürüyüşleri, çeşitli direnişler ve gösteriler gerçekleştirdi.

Krize karşı işgal, direniş, grev şiarı giderek maddi bir güç haline gelmeye başladı. Özellikle işsizlik tehdidi karşısında işçi sınıfı bir taraftan tedirginlik içine girdi, diğer taraftan öfkesini dışa vurmaya başladı. Bu ikili ruh hali içinde öfke giderek ağırlığını hissettiriyordu. İşten atılmalar 6-7 ay içerisinde, resmi rakamlara göre 500 bin, gerçek rakamlara göre ise 850 bine ulaştı. Sınıf kendisine yönelik bu acımasız tehdide karşı yeni arayışlar içine girdi. Ve Ne yapmalı? sorusuna, reflekssel de olsa yanıt üretmeye çalıştı.

Merkez ülkelerde kriz finans sektöründen başlayıp, üretim alanına yansıyan bir şekilde gelişirken, periferide ve Türkiye’de direkt üretim sektöründe kendini hissettirdi. Bu durum sınıfın hızla öz savunma içine girmesine yol açtı. Kısa bir dönemde kapitalist sistemin bütün simsarlığının, vahşiliğinin, çürümüşlüğünün ve kokuşmuşluğunun ortaya çıkması ve devletle sermayenin organik ilişkisinin alenileşmesi sınıfa dost ve düşmanı daha kolay ayrımlaştıracak olanaklar sundu. Ne var ki, 2009 Ocak ayından sonra ülke gündemini yerel seçimlerin işgal etmesi, AKP’nin krizin etkilerini öteleyen politikalar izlemesi, yaratılan yoğun manipülasyon ve parlamento esaslı hayal tüccarlığı sonucunda sınıfın eylemlilikleri giderek sönümlenme sürecine girdi. Bu havadan, zaten sınıf içindeki gelişmeleri anlamaktan uzak olan Türkiye solu şiddetle etkilendi. Yaratılan anaforun içinde kayboldu. Türkiye solu, işçi sınıfının kapitalizme karşı potansiyel düzeyde de olsa açığa çıkan öfkesini tetiklemek ve sınıfın özsavunma eylemleriyle bütünleşmek ve bu eylemleri doğrudan eylemlere dönüştürmek yerine, legalizmin ölümcül çekiciliğine ve parlamentarizmin ‚öldüren cazibesine‘ kapıldı. Tabi ki bu aktüel bir tavır alıştan öte, ideolojik-politik yönelimin bir ifadesiydi ve sorun sadece bugüne ilişkin bir sorun da değildi.

Sınıfın kendi varoluş problemlerinin ortaya çıktığı koşullarda atölyelerde, fabrikalarda, organize sanayi bölgelerinde, grevlerde ve direnişlerde sınıfla bütünleşmek, onunla organikleşmek ve kendi varoluşunu sınıfın varoluşuyla kaynaştırmak ve kendini yeniden inşa etmek yerine sola aktüel pozisyon alışlar daha ‚anlamlı‘ geldi. Birkaç devrimci yapının dışında kapitalist krizin bir tarihsel dönemi işaretlediği ve yaşanan konjonktürün kapitalist kriz üzerinden okunması gerektiği anlaşılamadı. Bu anlamda seçimlerde legalizm istismar edilerek inatla devrimin, sosyalizmin ve komünizmin ajitasyonunun ve propagandasının yapılması ve kapitalist krize karşı sınıfın kolektif tepkisinin örgütlenmesi es geçildi.

Kısaca seçim süreci ve sonuçları Türkiye solunun zihniyet dünyası, refleksleri ve politik yaklaşımları itibariyle tam bir dekadans içine girdiğini gösterdi. Seçim sonrasında bir çok eğilimin yaptığı değerlendirmeler, aslında bu hazin tablonun farklı biçimlerde ifade edilişinin dışavurumu oldu.

Seçim sonuçları sınıfın örgütsüzlüğünü, bir kez daha açığa çıkardı. Sınıf bloke edildi. Hatta sınıfı deklase edici (işçilerin sınıfsal bağlarının kopması, aşınması, giderek kaybolması ve moral çöküntüsü anlamında) faktörler açığa çıktı.

Krizin işçi sınıfı içinde yarattığı arayış, hoşnutsuzluk ve reaksiyon, yeni alternatifler ortaya çıkmadığından dolayı yerini durgunluğa ve sessizliğe bıraktı. Solun böylesi bir alternatif yaratma ya da zeminlerini örme yerine düzen partileriyle aynı atmosferin içinde yer alması manidardır.

Bu genel belirlemeler ışığında seçim sonuçları temelde egemenler, işçi sınıfı ve Kürt ulusal hareketi açısından ele alınabilir.

Egemenler açısından seçim sonuçları bir istikrarsızlığı simgeledi. 2002 yılından beri oylarını düzenli olarak artıran AKP, bu seçimlerde önemli bir düşüş yaşadı. CHP ve MHP’nin oylarında görülen yükselme, Saadet Parti’sinin (SP) oy oranlarındaki artış egemen klikler arasında uzlaşma-çatışma eksenli yaşanan süreci etkileyecek mahiyet taşıyor.

AKP geniş kitleler nezdinde halen itibar görmesine ve „alternatifsiz“ bir konumda olmasına karşın yıpranma ve düşüş sürecine girmiştir. AKP’nin bu seçimlere ciddi olarak yüklenmesi, bir genel seçim atmosferine sokma gayreti, hatta Tayyip Erdoğan’ın direkt devrede olması bir sonuç vermemiştir. Krizin yıkıcı etkilerinin iyice açığa çıkmasıyla bu gerilemenin derinleştirmesi muhtemeldir.

CHP ve MHP’nin oy artışı, SP’nin belirli bir oy potansiyeline ulaşması önümüzdeki dönemde sermaye fraksiyonlarına farklı seçenekler sunmaktadır. Bu bir yanıyla da tek partili iktidar yerine farklı kombinasyonların ya da istikrarsızlıkların göstergesi olabilir. Siyasal tablonun böyle biçimlenmesine neden olan Kürt sorunu ve kapitalist krizdir. Bu nedenler büyük bir olasılıkla yaşanacak siyasal istikrarsızlığa da kaynaklık edecektir. Yine de burjuva düzeni sürmektedir.

İşçi sınıfı açısından seçim sonuçları son derece riskli bir dönemin habercisidir.

AKP yine geniş işçi yığınları tarafından rağbet gördü. CHP ve MHP’ye verilen oylar, bir boyutuyla AKP’ye reaksiyonu içerse de, önümüzdeki dönemde sınıfın milliyetçi ve dinsel gericilik eksenli bir polarizasyon içine girme olasılığını ortaya koydu. SP ise AKP’nin bırakacağı boşluğu daha iyi tahkim edecek, hayırsever kapitalizmin inşasında rol almaya aday olduğunu gösterdi. Sınıf yok edici ikilemle karşı karşıya kaldı: Dilenme ya da sürünme…

Bilindiği gibi her kriz anı iki olasılık yaratır; imkan ve tehdit. İşçi sınıfının ve siyasal öncüsünün örgütlülüğü devrimin imkanını yarattığı gibi, bu koşulların olmaması karşı devrim tehdidini ortaya çıkarır. Ya da karşı devrimin mayalanmasını. Seçim değerlendirmelerinde AKP’nin gerilemesi üzerine yapılan çözümlemeler son derece yanıltıcı yönleri içinde taşımaktadır. Özellikle T.C.’nin içine girdiği konjonktür ve kapitalist krizin boyutları AKP, CHP, MHP ve SP’nin aldığı oyların bir bütün olarak (milliyetçiliğin ve dinsel gericiliğin değişik tandanslarını içinde taşısa da) karşı devrimin mayalanma zeminin yaratmıştır. Sınıfın bağımsız-birleşik gücünün yaratılamadığı koşullarda milliyetçilik ve dinsel gericilik süreci belirleyen ana eğilimler olarak öne çıkmıştır ve güçlenmesi muhtemeldir.

Burada iki noktaya dikkat çekmek gerekiyor. İstanbul’da CHP’li Kılıçdaroğlu’nun seçim çalışmalarını „laiklik“ temasından öte yoksulluk, yolsuzluk ve işsizlik gibi sahici konular üzerine kurması sonuç getirdi. CHP il düzeyinde oylarını artırdı. Ayrıca birçok önemli ilçeyi kazandı.

Saadet partisi ve özellikle Mehmet Bekaroğlu benzer temalar üzerinde durdu. Bekaroğlu’nun Desa direnişçisi Emine Aslan’ı ziyaretinde söylediği ‚cipli başörtülüler bana oy vermesin‘ sözü aslında bir seçim perspektifinin ürünüydü. Bu iki deneyim krizin derinleşmesiyle sınıfın bağımsız-birleşik gücü yaratılmadığı koşullarda, işçilerin nereye yöneleceği gösterdi.

Kriz koşulları sınıfın üzerinde bir kara veba gibi dolaşan işsizliği yaygınlaştırmaktadır. Bugün Türkiye’de açık ve sayılamayan işsizlerin toplamı 6 milyondur. Eylül 2008’den beri bu sayıya 1 milyona yakın kişi eklenmiştir. Gelişmeler ve eldeki veriler, 2010 sonlarına kadar bu sayıya 2-3 milyon kişinin daha katılacağını göstermektedir.  Yani çok kısa bir zamanda gerçek işsiz sayısının 10 milyona yükselmesi olasıdır. Bu muazzam bir rakamdır.

İşsiz yığınlar üst kimliğinin oluşmadığı koşullarda, hızla ötekileştiren, lümpenleşen, reaksiyonel özellikler gösteren bir karaktere sahiptir. Önümüzdeki dönemin temel görevini sınıfın bağımsız-birleşik kitlesel gücünü açığa çıkartmak olarak belirlersek, bu gücün organik parçası olan işsizlere yönelik somut politikaların geliştirilmesi yaşamsal önem taşıyacaktır. Eğer bu başarılamazsa bu kitlelerin sistem tarafından mobilize edilmesi kaçınılmazdır.

ABD’de Obama’nın iktidara gelmesi ve hegemonya krizine karşı restorasyon çabaları, yeni Irak ve Afganistan politikaları ve NATO’nun yeni paradigması,  T.C:’nin neo-Osmanlıcılık yönelimlerini beslemekte, işsiz yığınların neo-lejyoner olarak devreye sokulmasının önünü açmaktadır. Ayrıca bu işsiz yığınların 1926 Almanya’sında Beyaz Gömlekliler, daha sonra Kahverengi Gömlekliler ve SA’lar, 1922 İtalya’sında Kara Gömlekliler, Franco İspanya’sındaki falanjlar olarak karşımıza çıkması olasıdır.

AKP, CHP, MHP ve SP’nin aldığı oyların bir yanıyla katastrof zeminleri yarattığı göz ardı edilmemelidir. Dinsel gericilik ve milliyetçilik dalgasının işsiz yığınları hızla sarması ve faşizmin kitle ruhunun sokakları işgal etmesi olasıdır. Kendini „küçük adam“ hisseden işsiz kolayca Kara Gömleklilere ve SA’lara dönüşebilir.

Bundan dolayı seçim süreci ve sonuçları sınıfın kapitalist krize karşı açığa çıkan öfkesini, hoşnutsuzluğunu, reaksiyonunu massedici bir işlev gördü. Sınıf bloke edildi. Eğer devrimci alternatifler yaratılmazsa „mutluluk yerini ödeve, özgürlük yerini otorite ve disipline, eşitlik yerini hiyerarşiye“ bırakacaktır. Naziler 1928 seçimlerinde 12 milletvekilliği kazandı. 1930 yılında oyları 6,5 milyona, milletvekili sayısı 107’e yükseldi. İki yıl sonra oyları % 36’ya, milletvekili sayısı 230’a ulaştı. 1933’te ise iktidarı ele geçirdiler. 1929 krizinin etkileri ve 1931 yılındaki 6 milyon işsiz Nazizmi iktidara taşıdı.

Yaşanan kapitalist kriz sürecinde uluslararası düzeyde yaygınlaşan ekonomik-milliyetçilik ve korumacılık eğilimleri işçi sınıfı için yeni tehlikeleri işaretlemektedir. İşçi sınıfına Nazi çalışma rejimini andıran uygulamalarla köle işçilik ya da işsizliğin kahredici sefaleti dayatılmaktadır. Bu ablukanın dağıtılması önümüzdeki en temel görev olacaktır.

Son olarak DTP’nin aldığı oylar Kürt halkının ulusal enerjisini açığa çıkardı. Her şeye karşın dosta düşmana Kürt varlığını gösterdi. AKP’nin son derece provokatif atakları, DTP’yi dıştalayan ve etkisizleştirmeyi amaçlayan politikaları boşa çıktı. Kürt halkı bende varım dedi. Ne var ki burada unutulmaması gereken bu enerjinin bir pazarlık konusu olması ve Ortadoğu’nun yeni dizaynına uygun bir Kosova modelinin zeminlerini örme riskini içinde taşımasıdır.

Kürt sorununun Barzani’leştirilerek ya da Türk-İslam, Kürt-İslam sentezi çerçevesinde „çözülmesi“ (Fethullah Gülen’nin Kürt federe devletindeki ekonomik ve nüfuz alanı çabaları boşuna değildir), emperyalizmin bölge ihtiyaçlarına göre sorunun ele alınması gündemdedir. Bu bir anlamda separatist bir yönelimdir. Bu kurguyu bozacak tek güç Kürt yoksulları ve Kürt işçileridir. Aslında seçimlerde Kürt yoksulları ve işçileri net olarak tavrını koymuş, büyük oy farkıyla tarafını göstermiştir. Ama ulusal sorunda unutulmaması gereken, geniş spektrum yaratan siyasal eğilimlerin süreci belirlediği ya da süreçteki en örgütlü kesimin ağırlığını koyduğudur. Bugün Kürt egemenleri veya burjuvazisi arkasına Kürt yoksullarının ve işçilerinin enerjisini alarak devrededir. Kürt halkının bir Kosova modeline ya da sürecin Barzani’leştirilmesine izin vermesi geleceğinin karartılması anlamını taşıyacaktır. Evet DTP’nin aldığı oylar önemlidir ama bu oyların yarattığı enerjinin nasıl şekilleneceği daha da önemlidir. Kısaca bugün Kürt sorunu yeni bir eşiktedir. Sınıfsal ayrışma ve farklılaşmanın açığa çıkacağı ve hızla artacağı bir sürece girilmiştir. Özellikle Batı yakasında sınıfsal enerjinin açığa çıkması ve enternasyonal dalganın yükselmesi bu ayrışmada ciddi önemde rol oynayacaktır. Batı yakasında sınıfsal enerjinin açığa çıkması ulusal enerjinin yönelimini de belirleyecektir. Yani enternasyonal görevler dünden çok daha acilleşmiştir. Bu bir yanıyla „İşçilerin Birliği, Halkların Kardeşliği“ şiarının örülmesi anlamını taşımaktadır.

Sonuç olarak işçi sınıfının önünde son derece önemli sorunlar ve yoğunlaşacak bir mücadele gündemi bulunuyor. Özellikle işçi sınıfı işsizlik ve sınıfın tarihsel kazanımlarının (kıdem ihbar tazminatının, en temel sosyal haklarının ve ikramiyelerinin vb.) gaspı, sistemli güvencesizleştirme saldırılarıyla karşı karşıyadır.

İşçi sınıfına Nazi çalışma rejimi ya da Vietnam çalışma rejimiyle köle işçilik ve beleş ücret dayatılıyor. Ve işsizlik korkusuyla felç edilmek isteniyor. Seçimler, sınıfın sorunlarına odaklanmasını ve somut yanıtlar üretmesini engelleyen bir içerik taşıdı. Ama kapitalizmin krizi devam ediyor. Sermaye krizin mahiyetini soğukkanlılıkla sınıfın üzerinden çıkartmak istiyor.

Bu koşullarda gerçekleşen 1 Mayıs en başta Gürsaş, Tezcan, Brisa ve Sinter’de başlayan fabrika işgal eylemlerinin ruhunun ve radikalliğinin taşındığı gün olmalıdır.

Sınıfın kapitalist krize karşı öfkesinin açığa çıktığı işgal, direniş, grev şiarının alanlarda maddi bir güç haline geldiği gün olmalıdır.

Kapitalist krize karşı en başta Taksim meydanı, yani 1 Mayıs meydanı sınıfın siyasal kitle eyleminin yapıldığı alana dönüşmelidir.

1 Mayıs seçim atmosferinin yarattığı ataletin kırıldığı, sinizmin dağıtıldığı, sınıfsal öfke ve coşkunun işçi sınıfını kavradığı bir gün olmalıdır. 1 Mayıs sınıfa karşı sınıf politikalarının açığa çıktığı bir gün olmalıdır. 2009’u kazanma 1 Mayıs’ı layıkıyla kutlamaktan geçecektir. Her şey işçi sınıfı için…

1 Mayıs’ta Taksim’de, 1 Mayıs alanında!

Her yeri 1 Mayıs alanına çevirmek için, alanlara!

VOLKAN YARAŞIR

| 19 – 04 – 2009 |