Home , Diğer Köşe Yazıları , İşte kapitalizmin futbolu: Para-mafya-şike!

İşte kapitalizmin futbolu: Para-mafya-şike!

GÖKSEL RIZA ÖZKAN | 12 – 08 – 2011 | Neredeyse kapitalizmle birlikte gelişen modern futbol diğer spor dallarından farklı bir gelişim göstermiştir. Bir sektör olarak hızla büyüyen futbol, milyarları etkileyen bir görsel şov olmayı başarmış, dahası bir spor olmanın ötesine geçmiştir. Dünyayı sarsan I. Emperyalist Paylaşım Savaşı sırasında İngiliz siperlerinden Alman siperlerine doğru atılan futbol topu 50 bin insanın öldüğü bir çatışmayı başlatırken, futbolun gücü Hitler’den Mussolini’ye, Salazar’dan Franco’ya kadar birçok diktatörün ilgisini çekti.

Hitler’in ari ırkın üstünlüğüne dair düşlerini Dinamo Kiev’in Bolşevik futbolcuları kabusa çevirdi, Mussolini’nin mirası olan stadın adı, tribünlerine -Roma’da inşa edilen stada Faşist Parti adı verilmişti- A.S Roma taraftarları tarafından asılan Che posteriyle parçalandı.

İktidarların futbolun kitlelerde yarattığı etkileri kullanma ihtirasları her seferinde bir şekilde boşa düşmesine karşın futbol da kapitalizme yenik düştü.

Adına „endüstriyel futbol“ denen ve televizyonlarda izlemeye mahkûm edildiğimiz şarlatanlık sistemin çarklarından birine dönüşmüş durumda.

Bir yanıyla televizyon yayınlarından, forma satışlarına, futbolcu borsasından reklam gelirlerine, maçlar üzerine oynanan bahislere kadar devasa bir sektöre dönüşen futbol diğer yandan kitleleri uyuşturan ideolojik bir saldırı aracıdır. Futbolun içine düşürüldüğü bu cendere bizzat burjuvazi tarafından alkışlanırken Türkiye’de yaşananlar burjuvazinin „pisliğe“ nasıl da battığını bir kez daha gözler önüne sermiştir. Şike iddiaları arasında milyonların heyecanla izlediği Türkiye Süper Ligi’nin nasıl bir pisliğe bulaşık olduğu açıkça görülmektedir.

Taraftarların „ölümüne“ gittikleri maçların birer ikişer satıldığı, mafyanın en popüler isimlerinden faşist tetikçi Sedat Peker’in futbol sektöründe önemli yer tuttuğu, taraftarların gözyaşları arasında izlediği maçların sonuçlarının önceden belli olduğu, hatta şampiyonun bile „para“ ile belirlendiği, ikincinin ise parasının yetmediği için „verimli“ şike yapamadığı iddialar arasında yer alıyor.

İddiaların doğruluğu bir kenara futbola bulaşan pislik hemen her kesimce kabul edilmiş gerçeklik olduğu için mevcut durum yadırganmıyor. Açıktır ki paranın girdiği her alan gibi futbolun kirlenmesi beklenmeyen bir durum değil. Üstelik bu durum salt çeteler cenneti Türkiye’ye özgü değildir. Futbolun etkisinin geniş olduğu tüm ülkeler açısından durum benzer. Birkaç sene önce İtalya’da ortaya çıkan şike skandalı, Almanya’daki bahis skandalı futbolun düştüğü global garabeti ortaya koymaktadır. Bunun temel nedeni ise futbolun milyarlarca dolarlık rantın yaratılıp paylaşıldığı ekonomik bir sektöre dönüşmesidir.

Sektörün büyüklüğü öylesine iştah açıcıdır ki „milyon“ sıradan bir para niceliği gibi telaffuz edilmektedir. Ancak kapitalizmin tüm sektörlerinde olduğu bu sektörde de sınıf çelişkilerinin acımasız kuralları geçerlidir. Vitrindekilerin gerisinde duran, devasa bir sömürü alanı ve hayal kırıklığıdır. Sosyal tesislerde, stadlarda hizmet sunan binlerce emekçi ve futbolun popülerliğini insanlara yaymakla görevli basın emekçileri, bu sektörün yan ürünlerini üreten -forma, top, bayrak, ayakkabı vs- işçiler bu parıltılı hayatın mutfağında çalışıyor. Yıldız olma hevesiyle menajerlerin elinde oyuncak olan, zor şartlar altında alt liglerde oynayan binlerce futbolcu ve onların hayal kırıklıkları ise madalyonun öbür yüzünü oluşturmaktadır. Endüstriyel futbol tek başına milyonlar, şöhret ve eğlence değildir. Endüstriyel futbol acımasız bir sömürü, artı-değer ve hayal kırıklığı demektir.

Bu nesnel durum karşısında dar kafalı aydın takımına tekrar en içlisinden „bir topun peşinde koşan 22 adam…“ türküsünü söylemeye başladığını şimdiden duymaya başladık. Futbolu hedef tahtasına oturtanlar bilerek veya bilmeyerek kapitalizmin çürümüşlüğünü aklamaktadır. Kurban olan futbolu katil ilan etmek, toplumdaki çürümüşlüğe aymazlığa dayanak saymak sebep ve sonucu karıştırmak anlamına gelecektir. Popüler sporlar arasında en kalabalık şekilde oynanan, tıpkı bir orkestra gibi bireysel yetenekle kolektif takım oyununu birleştirerek işbirliği ve rekabeti dengeleyen işçi sınıfının sporunu kirleten burjuvazi ve onun kokuşmuş düzenidir. Futbolun sahibi olan işçi sınıfı ona kendinden kattıkları ile bu oyunu böylesine etkileyici kılmıştır. Onun büyüsüne cevap arayan sosyologların çözemediği bu denklemin içinde doğrudan işçi sınıfı bulunmaktadır.

Burjuvazinin ilk zamanlarda futbolu aşağılaması ve futbolun anavatanı İngiltere’de tüm köklü futbol takımlarının işçi takımı olması da bundandır. Onun popülaritesi de bu sebeplerden dolayı bir tesadüf değildir.

Tüm bunlara karşın her örgütlenme gibi futbol örgütlenmelerinin -taraftar gruplarının- bir araya getirdiği milyonlarca insan açısından futbol tek birleştirici neden değildir. Özellikle son dönemlerde genelde milliyetçiliğin hakim olduğu tribünlerde sol taraftar örgütlenmeleri dikkat çekmektedir. Bunların en bilinenlerinden Livorno taraftarlarına dünyanın pekçok yerinden insanlar katılmakta olduğu somut bir durumdur.

Futbolu rekabete boğan ve onu seyirlik bir hale dönüştüren sistem bunca yıldır futbolun gücünü dizginlemeyi başarabilmiş değildir. Kirli elleriyle ona her dokunduğunda kirlettiği aslında futbol değil onun kapitalist bir imitasyonu olan „endüstriyel futboldur“. Gerçek futbol hala çocukların elinde sokaklarda iki taş, eskimiş bir topla aynı amatörlükte küreselleşen dünyaya meydan okumaya devam etmektedir. Bu hikaye başladığı yerde işçi sınıfının ellerinde mutlu sona ulaşacaktır. Futbol da tıpkı işçi sınıfı gibi kendini kirletmeye kandırmaya çalışanlara inat olduğu yerde parlamaktadır.

Bir futbol hikayesi

Kapitalizmin şikeyle kirlettiği futbolun bu günlerde anlatılan hikâyelerinden başka çok anlatılmayan ama unutulmaz hikâyeleri de vardır. Elbette bu hikâyelerin yaratıcıları da işçi sınıfı ve onun mücadelesini omuzlayanlardan başkaları değildir. Naziler II. Dünya Savaşı boyunca uyguladıkları yıldırım saldırı taktiği ile Sovyetler Birliği topraklarına kimsenin beklemediği bir anda saldırarak kolay bir işgal gerçekleştirir. Ukrayna topraklarına iyice yerleşen Alman ordularının uyguladığı terör ve baskılar Kiev halkının hayatını zindana çevirirken, işgal günleri boyunca 180 bin Kievli acımasızca ölüm kamplarına gönderilir. Tüm bunlar sürerken Alman faşizminin en büyük zevklerinden biri haline gelen ve Ari ırkın üstünlüğünü ispatlanmayı amaçlayan spor organizasyonları da düzenlenir. İşte böyle bir maç işgal altındaki Kiev’de Sovyet ve Nazi futbolcular arasında düzenlenir.

Almanlar, Ukrayna çevresindeki birliklerden en iyi oyuncuları topladıkları takımlarına yenilmez gözüyle bakarken, Kiev’in takımı çoğunluğu savaş öncesinde Avrupa’nın en iyi takımı olarak gösterilen ancak savaşta çok sayıda oyuncusunu kaybederek kapanma noktasına gelen Dinamo Kiev takımına, Lokomotif gibi takımlardan alınan oyuncular takviye edilerek oluşturulur. Almanlar kurdukları takıma „Luftwaffe“ (Alman Hava Kuvvetlerine verilen ad) adını verirken Kiev takımı da Dinamo Kiev’in kaptanı Nikolai Trusevich’in önerisiyle yeni bir başlangıcı simgelemesi için „FC Start“ adını alır.

9 Ağustos günü saat 17.00’de maç başlar. Maç üst düzey Nazi komutanları tarafından izlenirken Adolf Hitler de gelecek galibiyet haberini beklemektedir. Kievliler ise kalabalıklar halinde stada akarken üzerlerine doğrulan silahlar nedeniyle tezahürat yapamazlar.

Bu maç herkes için Alman faşizmi ve sosyalizm arasında geçen bir maç olacaktır.

Maçın nasıl geçeceği başta yapılan seromonide de ortaya çıkar. Alman futbolcular „Heil Hitler“ diyerek sağ elleriyle selam verirken herkes aynı hareketi Sovyet futbolculardan beklerken onlar yumruklarını havaya kaldırır ve statlar da Sovyet bağlılığını simgeleyen „fizcultura“ (fizik kültür) diye bağırarak selam verirler.

Hemen her şey FC Start futbolcularına karşıdır. Alman futbolcular düzenli idmanlar sayesinde fizik olarak çok üstündürler, Alman takımının yedek kulübesinde bir takım daha çıkaracak kadar daha oyuncu vardır. Oysa Kiev takımının yedek kulübesinin bankında teknik direktör Grigory Osinyuk tek başına oturmaktır. Daha da önemlisi, maçın hakemi bir SS subayıdır. Yokluklar içinde sahaya çıkan Kievli oyuncuların üzerinde ağustosun yakıcı sıcağına rağmen kışlık yün formaları varken Alman futbolcular sahaya en yeni formalarıyla çıkmıştır.

Maçın başlaması ile birlikte Almanlar hakemleri yardımıyla atak yapmaya başlar. Maç giderek Kievli futbolcular için dayak yeme seansına döner. Öyle ki Almanların ilk golü geldiğinde, kaleci Trusevich kafasına aldığı bir darbeyle yerde baygın bir halde yatmaktadır. Tüm bunlara rağmen FC Start ilk yarıyı, SSCB’nin en iyi forvetlerinden bir olan Kusmenko ve Goncharenko’nun iki golüyle 3-1 önde kapar. Bütün tribünler coşmuştur, sessizlik yırtılmış, zafer şarkıları ve marşlar söylenmeye başlar. Tabi ki sonuç, sinirlenen Alman askerlerinin tribünlere saldırması olur. Ama ne sahadakiler ne de tribündekiler vazgeçmeye niyetli değildirler.

Devre arasında FC Start soyunma odasına gelen „kibar“ bir SS subayı, maçı kazanmayı düşünmemelerini öğütlemesine rağmen futbolcular ve teknik direktör son bir toplantı yaparlar ve boyun eğmemeye karar verirler. O sırada şehirdeki tek somut direniş alanı maçın yapıldığı stat haline gelir. Futbolcular aldıkları kararın etkisiyle ikinci yarıya çok rahat çıkarlar ve son maçlarını 5-3 kazanırlar. Almanlar çıldırır. Hele ikinci yarıda, takımın en genci altın çocuk lakaplı defans oyuncusu Klimenko, defanstan aldığı bir topla tüm Alman takımını geçer ve sonra kale çizgisinde durur ve yüzünde alaycı ifade ile topu kaleye atmak yerine sahanın içine vurur, bu Almanları deliye döndürür.

Maçın sonunda işgal altındaki Kiev büyük bir zafer duygusu ve gurur yaşamaktadır. Öyle ki Almanlar genel bir ayaklanmadan korktuklarından FC Start oyuncularına saldırmaya cesaret edemezler. Maçı takip eden günlerde bir fırında işçi olarak çalışan takım oyuncuları Gestapo tarafından fırından gözaltına alınırlar. Sahadan sonra faşizmin zindanlarında da tam bir direniş gösterirler. 20 gün boyunca işkence yapılarak sabotaj ya da hırsızlık gibi suçlar üzerlerine yıkılmaya çalışılır. Amaç futbolcuları idam etmektir. Ancak futbolcular gene bir takım halinde işkenceden başları dik çıkar. Bunun üzerine toplama kamplarından en korkunçlarından biri olan Siretz’e gönderilirler.

Açlık susuzluk, işkence ve ağır çalışma koşulları altında takım tek bir kayıp vermeden 6 ay boyunca direnir. Takım Almanlara onların istediklerini, yani teslim olduklarını göstermemeye kararlıydı.

24 Şubat 1943 sabahı kamp komutanı Paul Radomsky takımı tek sıra halinde dizer. Devriye gezen bir Alman aracının bombalanmasının intikamını alacağını söyleyen Radomsky önce büyük golcü Kusmenko’yu, daha sonra altın çocuk Klimenko’yu, kafalarına tek bir kurşun sıkarak öldürür. Sıranın kendisine geldiğini gören kaptan Trusevich yumruğunu kaldırır ve haykırır: „Krasny sport ne umriot!“ (Kızıl sporu asla öldüremeyeceksiniz!) İdama karşı direnen Trusevich arkadaşları ile aynı akibeti paylaşır ve cansız bedeni yere yığılır. Öldüğünde üzerinde 9 Ağustos 1942’de oynadığı son maçta giydiği „1“ numaralı eşofmanı vardır.