Anasayfa , Köşe Yazıları , Zapatistalar Tekirdağ F Tipine Nasıl Girdi?[*]

Zapatistalar Tekirdağ F Tipine Nasıl Girdi?[*]

sibelozbudun“Zor olan başarılır,
imkânsız olan vakit alır…”[1]

Aslında nakledeceğim öykü, tam Aziz Nesin’in ağzına layık…

Rahmetlinin 40’lı yıllarda yazmaya başladığı hesaba katılırsa, demek ki 70 yıla yakın zaman geçmiş. Ve bu ülke hâlâ Aziz Nesin’lik olmaya devam ediyor… Bu da bir başarı, herhâlde…

Her ne hâl ise; biz gelelim öykümüze…

Gustavo Esteva ile Meksika’da tanışmış, söyleşmiştik; ayrılırken bize makalelerini vermişti. Çoğunluk, Meksika’daki toplumsal muhalefet hareketleri, özellikle de Zapatista Hareketi’nin Meksika muhalefetini etkileyiş tarzı üzerine yazılar.

Makaleleri okuduğumuzda, bunların bir kitap hâline getirilebileceği aklımıza geldi. Türkiye’de dikkatle izlenen EZLN ve izdüşümleri konusunda birinci elden bir kaynak… Esteva ile yazıştık, bu fikre o da sıcak baktı.

Kendisinden kitabın Türkiye baskısı için bir önsöz hazırlamasını rica ettik, bizi kırmadı. İngilizce bir önsöz hazırlayıp gönderdi.

Bu önsözü çevirip kitaba koyduk. Sonra şeytan mı dürttü ne, bir de Gustavo’nun hazırladığı İngilizce metni verelim dedik.

Kitap Kaldıraç Yayınları tarafından, Zapatista Deneyimi ve Meksika’da Değişim başlığıyla yayınlandı. Her zaman yaptığımız gibi, çeviri bedeli olarak aldığımız kitaplardan, cezaevlerindeki dostlarımıza da gönderdik; birer haber mektubuyla birlikte…

Aradan bir süre geçti, tutsak dostlarımızdan, gönderinin ellerine geçtiğine dair mektuplar akmaya başladı. Biri hariç. Derken, Tekirdağ cezaevinden Hikmet’ten de bir mektup aldık… Kitabın eline geçmediğini yazıyordu.

Cezaevlerinde bazen bu tür gecikmeler olur… Hikmet’e -galiba- bir süre daha beklemesini, eğer kitap eline ulaşmazsa bize bildirmesini yazdık…

Sonra iş anlaşıldı. Aziz Nesinlik memleketimde, Aziz Nesin’lik cezaevi yönetimi, kitabın “bazı sayfalarının resmi dil Türkçe’den farklı dil ve lehçede yazılmış olması nedeniyle” muhatabına vermemişti.

Ama Hikmet dişli çıktı. Derhâl kolları sıvayıp, Yüksek Güvenlikli Kapalı Ceza İnfaz Kurumu Eğitim Kurulu’na itiraz dilekçesini yazdı. T.C. Devleti’nin çarkları işlemeye başlamıştı. Eğitim kurulu Kurum Müdürü’nün başkanlığında altı üyesiyle toplandı, konuyu görüştü ve “gereğini düşündü”: 5275 sayılı yasanın 62. maddesinin 3. bendi, “kurum güvenliğini tehlikeye düşüren veya müstehcen haber, yazı, fotoğraf ve yorumları kapsayan hiçbir yayının hükümlüye verilmeyeceğini” belirtiyordu. Gerçi kitabın Türkçe bölümlerinde böyle bir şeye rastlanmamıştı, ama ya İngilizce sayfalar müstehcen ya da (maazallah) “kurum güvenliğini tehlikeye düşüren” ifadeler içeriyorduysa? Ve, “1 no.lu 5275 sayılı kanunun 62. maddesi uyarınca gazetenin (?) tercümesine ihtiyaç duyulmakta” idi ve “tercüme giderinin Ceza İnfaz Kurumu İdaresi’nce karşılanmasını zorunlu kılan bir yasal düzenleme bulunmadığı gibi bu yönde tahsis edilmiş bir ödenek tertibi mevcut olmadığından, süreli ve süresiz yayınların incelenmek üzere tercümesinin yapılıncaya kadar ilgilisine verilmemesine ya da gönderilmemesine, tercüme giderinin ilgilisince karşılanıp karşılanmayacağının belirlenebilmesi bakımından kararın bir örneğinin ilgilisine tebliğine, Zapatista Deneyimi ve Meksika’da Değişim başlıklı kitabın ilgili adına depoda muhafazasına, istemi doğrultusunda gerektiğinde dışarıdaki herhangi birine teslim edilebileceğine…” karar verdiler.

Diyorum ya, Hikmet vazgeçmiyordu… Yine kolları sıvadı, bu kez, uygulamanın keyfî olduğu gerekçesiyle Tekirdağ C. Başsavcılığına suç duyurusunda bulundu.

Savcı soruşturma evrakını inceledi, inceledi, inceledi… C. Başsavcılığı ya da Çorlu Ağır Ceza’ya itirazı kabil olmak üzere, kovuşturmaya yer olmadığına hükmetti.

Ah Hikmet… Evet, tahmin ettiğiniz gibi… Bu kez Çorlu Ağır Ceza Mahkemesi’ne gönderdi itiraz dilekçesini… Mahkeme Başkanı, Zapatistaların giderek kalınlaşan dosyasını önüne aldı, inceledi… Yok… Tekirdağ C. Başsavcılığı’nın kararı usul ve yasaya uygundu. Bu nedenle Hikmet’in “itirazının reddine” ve “CMK’nın 173/3. maddesi uyarınca psta giderlerinin itiraz edenden (yani Hikmet’ten) tahsiline…” karar verdi.

“Artık kesin yılmıştır,” diyeceksiniz, ama siz Hikmet’i tanımıyorsunuz ki… Bu kez Tekirdağ 2. Ağır Ceza Mahkemesi’ne yöneltti itirazını…

Ve… İnanamayacağınız bir şey oldu… Başkan Gökhan Pala ve iki üye, (Arif Olgun ve Naci Ergin) toplandılar. Hayır, “Zapatista Deneyimi ve Meksika’da Değişim isimli kitap ile ilgili olarak mahkemece verilmiş herhangi bir yasaklama veya toplatma kararı” yoktu. “Ayrıca itiraz konusu kitabın içeriğinde kurum güvenliğini tehlikeye düşüren veya müstehcen haber, yazı, fotoğraf ve yorumun olduğuna dair herhangi bir tespitin de bulunmadığı” anlaşılmıştı. Üstelik, “ülkemizce de imzalanmış olan Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin 10 ncu maddesine göre ‘herkes anlatım (ifade) özgürlüğüne sahipti. Bu hak, düşünce özgürlüğünden başka, resmi makamlar karışmaksızın ve ülke sınırları söz konusu olmaksızın, haber ve düşünce almak ya da vermek özgürlüğünü (altı çizili) içerir’di ve ifade yada haber alıp verme özgürlüğünün kısıtlanması yasayla öngörülmeli” idi ve “demokratik bir toplum için gerekli olmalı” idi. Bütün bunlar göz önünde bulundurularak, “İtiraza konu olan Zapatista Deneyimi ve Meksika’da Değişim isimli kitabın ilgilisine verilmesine (…) kesin olmak üzere oybirliği ile karar verildi”…

“Zapatistalar” sonunda Tekirdağ F Tipi Cezaevi’ne girmeyi başarmışlardı!

* * *

Bu “mutlu son” ile biten ender cezaevi öykülerinden… Ne yazık ki pek azı böyle sonuçlanıyor. Üstelik de son zamanlarda “içerideki” dostlarımızdan gelen mektuplar, baskıların, keyfî uygulamaların giderek yoğunlaştığını gösteren ipuçlarıyla dolu. Keyfî uygulamalar, mektup/görüş yasakları, sevkler, hücre cezaları, atölye vb. çalışmaların tretmana bağlanması, sohbet, havalandırma gibi hakların kullanımı konusunda idareyle işbirliği koşulunun öne sürülmesi[2] … Zaten F Tipi “sterilite”si içerisinde uğuldayan bir yalnızlığa tutsak kılınmış genç insanların “ruhlarını teslim alma”ya yönelik bir dizi keyfî tasarruf… Üstelik Batı’dan Doğu’ya gidildikçe, durum daha da ağırlaşmakta… TBMM İnsan Hakları Komisyonu’na bağlı Cezaevleri Alt Komisyonu daha geçtiğimiz günlerde Van Cezaevi ile ilgili insanı insanlığından utandıran bir raporu açıkladı. Raporda kapasitesinin iki katı tutuklu ve mahkûmun bulunduğu cezaevinde tutsakların “çırılçıplak soyulup makatta arama yapıldığı” belirtiliyor…[3]

Ya da tutsakların incelemede bulunan TBMM Komisyonu üyelerinin ifadelerine göre “tabut görünümündeki odalarda tutulan”, “kendi aralarında ve ziyaretçileriyle Kürtçe konuşmaları yasaklanan”, “haftada bir gün, o da 6-7 dakika sıcak su verilen”, “zorla itirafçılaştırma dayatmalarına maruz kalan” ve bu nedenle de açlık grevi başlatan Erzurum H Tipi mahkûmları?[4]

Şikâyetler yalnızca “sol” tutuklu ve mahkûmlardan mı geliyor? Şu habere ne buyrulur? “Ergenekon Davası’nda Emekli Yüzbaşı Gazi Güder 17 ay sonra tahliye oldu. Cezaevindeki sanıklara, ‘baskı olduğunu’ öne sürerek ‘Tekirtanamo’ benzetmesinde bulundu…”[5]

Dediğim gibi, bugünlerde çoğu cezaevi öyküsü son derece “tatsız” gelişiyor… Ve içeridekiler, hepimizden daha fazla ilgi, daha fazla dayanışma hak ediyorlar…

* * *

Ha, bu arada Hikmet’ten bir mektup daha geldi. Tutsakların o hayranlık veren yaratıcılıklarıyla birkaç sayısını “içeriden” çıkarmayı başardıkları “Eylül” dergisinin “sakıncalı” bulunarak kendilerine verilmediğini söylüyor…

Zapatistalar Tekirdağ F Tipi’ne girmeyi sonunda başarmışlardı.

Acaba tutsakların çıkardığı, onların ellerinin emeği ve gözlerinin nuru, onların şiirleri, öyküleri, karikatürleri, desenleri ile yüklü Eylül de bunu yapabilecek mi?

Haydi Hikmet!…

 

N O T L A R

[*] Esmer, No:51/5, Mayıs 2009…  

[1] V. İ. Lenin.

[2] Çağdaş Hukukçular Derneği, 2008 yılında içinde Tekirdağ, Edirne, Kandıra ve Bolu’daki F Tipi cezaevlerinde kalan tutuklu ve hükümlülerle görüşerek, ‘Cezaevleri İzleme Komisyonu Hak İhlâlleri Değerlendirme’ başlıklı bir rapor hazırladı. Rapordaki bazı saptamalar şöyle:

* “Adalet Bakanlığı 2007 tarihli genelgesiyle tutuklu ve hükümlülere haftada 10 saat 10 kişiyle sohbet hakkı tanındığı hâlde, personel ve yer yetersizliği bahane edilerek tutukluların hiçbirine bu kapsamda görüşme yaptırılmıyor. Genelgede sohbet hakkı için odaların kullanılabileceği belirtilse de, tuvalet olmayan, yeterince ısıtılmayan yerler kullanılıyor.

* Sağlık sorunu yaşayan tutuklu ve hükümlülere kalıcı ve etkili tedavi yerine geçici ve sadece ilaç tedavisine dayalı tedaviler uygulanıyor. Tutuklu ve hükümlüler sabah 08.00’de dilekçe vermedikleri taktirde revire gidemiyor. Tam teşekküllü hastaneye sevk, uzun zaman alıyor. Mesai saatleri dışında hapishanede bir hekim bulunmuyor, üstelik doktorlar muayene etmeden ilaçlar yazıyor.

* Disiplin uygulamaları keyfiyet üzerinden yürütülüyor. Tutukluların her itirazları kendilerine disiplin soruşturması olarak geri dönerken, disiplin kararlarına karşı yapılan itirazlar reddediliyor.

* Keyfi olarak verilen disiplin cezaları, açık görüş hakkını ellerinden alırken, cezaevlerinin yaşadıkları yerlere uzak olması ailelerin görüşe gelmelerine engel oluyor.” (Ömür Şahin, “F Tipinde İşkence, Keyfi Ceza”, Radikal, 10 Şubat 2009, s. 12.)

[3] “Van Cezaevi Raporu Tüyler Ürpertici”, Cumhuriyet, 22 Nisan 2009, s. 16.

[4] http://www.gazeteguncel.com/haber-Iste-Komisyonun-Erzurum-raporu-3467/

[5] Musa Kesler, “Tekirdağ Cezaevi ‘Guantanamo’ Gibi”, Milliyet, 7 Aralık 2008, s. 20.

 | 16 – 05 – 2009 |