Home , Köşe Yazıları , Yunanistan Mali Krizi ve AB’nin Yeniden Dizaynı

Yunanistan Mali Krizi ve AB’nin Yeniden Dizaynı

 VOLKAN YARAŞIR | 31 – 07 – 2010 | Yunanistan mali krizi, hem kapitalist krizin yeni bir evreye, hem de uluslararası sınıflar mücadelesinin yeni bir döneme girişini simgeledi.

Krizin ilk evresinde bankalar, sigorta şirketleri ve dev tekeller iflas etti. Dubai’den başlayan, Yunanistan’a sıçrayan süreçte ise devletlerin iflası gündeme geldi. Hatta devletlerin yaşadığı mali kriz, bir senkronizasyon niteliği kazandı.

Büyük bunalımların en karakteristik özelliklerinden biri olan senkronizasyon, Yunanistan’da yaşanan mali krizle, çıplak bir biçimde kendini dışa vurdu. Yunanistan’ı en başta İspanya, Portekiz, İrlanda ve İngiltere’nin izleme olasılığı AB’nin geleceği üzerine tartışmalara neden oldu.

Yunanistan krizi ikili anlam taşıyor: Yunanistan bir taraftan Avrupa’nın en zayıf halkası olarak öne çıkarken, diğer taraftan AB’nin yeniden dizaynını simgeliyor.

Spekülatif sermaye dünya finans kriziyle birlikte, dalgasal salınımlar yaparak, özellikle güney Avrupa ülkelerine ve Yunanistan’a yöneldi. Macaristan, Letonya, Litvanya gibi ülkelerde büyük vurgunlar gerçekleştirdi. Yunanistan’da yıkımlar yarattı.

Borç çevrimiyle dönen Yunanistan, 2000-2008 arasındaki likidite bolluğundan yararlandı. Krizle birlikte 2008’de yaşanan likidite sıkıntısı çevrimi kilitledi. Ekonomi hızla iflas sürecine girdi. Küresel krizin etkisiyle bütçe dengeleri altüst oldu. Bunun yanı sıra büyük sermayeyi, bankaları ve şirketleri kurtarma operasyonu, yani borçların devlet tarafından üstlenilmesi mali krizin patlamasına neden oldu.

Önce basit bir lokalizasyon vakası olarak değerlendirilen Yunanistan krizi çok önemsenmedi. Ne var ki, bir dizi ülkede benzer sürecin yaşanma riski, IMF ve AB’yi harekete geçirdi. Hatta Yunanistan krizi bir Avrupa krizi olarak değerlendirilmeye başlandı. AB’nin geleceğine yönelik tartışmalar yoğunlaştı.

Bu aşamadan sonra Avrupa Merkez Bankası ve IMF, Yunanistan’a 110 Milyar Avroluk kredi verme kararı aldı. Dört yıl içerisinde bu kredinin 500 Milyar Avroya yükseltilmesi bekleniyor. Avro bölgesi içinde 750 Milyar Avroluk bir “kurtarma” fonu oluşturuldu.

Verilen krediye ve Yunan hükümetine dayatılan yaptırımlara rağmen, Yunanistan’ın krizden kurtulması pek mümkün değil. Hatta orta vadede krizin derinleşme olasılığı daha da yüksek. Yunanistan’ın bütçe açığı, ekonomideki büyüme oranı ve kamu gelirlerini sağlamada yaşadığı sıkıntı, durumu vahimleştiriyor. Bundan dolayı Avrupa Merkez Bankası ve IMF önlem olarak, Yunanistan ekonomisini üç ayda bir denetleme kararı aldı ve kredi akışını bu denetimlerin sonucuna bağladı.

Yunanistan işçi sınıfının “kurtarma operasyonuna” tavrı son derece sert oldu. İşçi sınıfı ücretlerin 2014 yılına kadar dondurulmasına, çalışanların ve emeklilerin yılda iki kez verilen ikramiyelerinin kesilmesine, genç işçilerin ‘deneme süresi’ adıyla iki yıl boyunca asgari ücretin altında çalıştırılmasına, vergilerin, başta KVD’nin yükseltilmesine, belirli tüketim maddelerine uygulanan zamma, tüm kamu yatırımlarına son verilmesine, taşıma ve enerjinin özelleştirilmesine, emeklilik için çalışma süresinin 37 yıldan 40 yıla çıkartılmasına, işten çıkartılmaların kolaylaştırılmasına karşı net bir tavır sergiledi. Bir karşı devrim niteliğindeki bu programa işçi sınıfı, son altı ay içerisinde genel grevlerle ve sektör grevleriyle yanıt verdi. Bu gelişme krizin paradokssal etkilerini gösterdi. Sosyo-ekonomik formasyon itibariyle Avrupa’nın en zayıf halkası olan Yunanistan, sınıf direnci, mücadele gücü ve geleneğiyle Avrupa’nın en güçlü ülkesi olarak öne çıktı. Benzer uygulamalar İrlanda’da çok fazla sorun yaşanmadan hayata geçirildi. İşçi sınıfı kendisine yönelik bu karşı devrimci saldırıya kolektif yanıt üretti. Yunanistan’daki sınıfsal antagonizmanın keskinleşmesi, krizin aşılmasından öte, giderek derinleşeceğini gösteriyor.

AB’NİN YENİDEN DİZAYNI

Yunanistan mali krizi ve olası gelişmeler AB ve Avro’nun geleceği üzerine bir dizi problemi açığa çıkardı.

AB Almanya ve Fransa’nın belirleyiciliğinde bir emperyalist blok olarak giderek kristalize olmaya çalışıyor. Özellikle 1999’da Avro’ya geçiş son derece önemli bir merhale oldu. Bu bir anlamda AB kurgusunun tamamlanmasıydı. AB projeleri Almanya’nın ve Fransa’nın emperyalist hedeflerini ifade etti. AB’nin emperyal çekirdeğinin periferisinde yer alan ülkeler bu projelere bütünüyle angaje oldu. Finans kapital, çevre ülkeleri sömürgeleştirme programını hayata geçirdi. Uluslararası neo-liberal dizayn finans kapitale ve spekülatif sermayeye sınırsız talan ve yağma imkanı sağladı. Finans kapitalin hareket serbestliğinin önündeki bütün engeller (vergi oranlarının düşürülmesi, sosyal hakların gaspı ve bir dizi yasal düzenleme) kaldırıldı. Özellikle Almanya bu süreçten yararlanarak, bir yandan ABD ve Çin’le rekabet gücünü arttırmayı, diğer yandan Avrupa içerisinde rekabet gücü kazanmayı hedefledi.

AB ülkeleri 2008’de dışa vuran küresel finans krizine bu zeminde girdi. Krizden son derece etkilenen güney Avrupa ülkeleri, kendi kaderlerine bırakıldı. Yunanistan’daki gelişmeler de ilk başta benzer şekilde ele alındı. AB’nin iki dominant ülkesi tarafından hem güney Avrupa ülkelerine, hem de Yunanistan’a yoğun yaptırımlar dayatıldı.

Yunanistan’da devlet iflasının gündeme gelmesi AB içinde merkez ve çevre ülkeler arasındaki hiyerarşiyi ve sömürüyü çıplak bir şekilde ortaya koydu. Örneğin Alman bankalarının İspanya’dan 200 Milyar Dolar, İrlanda’dan 175 Milyar Dolar, Portekiz ve Yunanistan’dan 50’şer Milyar Dolarlık alacakları var. Fransız bankalarının ise İspanya’dan 250, İrlanda’dan 80, Portekiz’den 100, Yunanistan’dan 50 Milyar Dolar alacağı bulunuyor. Alman ve Fransız bankları ya da finans kapital %1 faizle topladıkları kredileri %5 ya da daha fazla tefeci faiziyle çevre ülkelerine veriyor. Yunanistan’ı “kurtarma” operasyonu adı altında AB’nin sağladığı krediler sayesinde Fransa 160 Milyon, Almanya 240 Milyon Avro, kredi veren diğer ülkelerin tümü ise 700 Milyon Avro tefeci faiz geliri sağlayacak.

1997’de Almanya’nın inisiyatifi ve dayatmalarıyla Maastricht Anlaşması yükümlülüğünde imzalanan İstikrar ve Büyüme Pakt’ı Avro bölgesindeki devletlere belirli yükümlülükler dayattı. Pakta göre üye ülkelerin bütçe açığı GSMH’nın %3’ünü, yıllık milli borç ise GSMH’nın %6’sını geçemezdi. Pakt, özünde Fransa ve Almanya’nın periferiyi denetleme ve kontrol etmesini sağladı ve finans kapitalin dayatmalarının bir ifadesi oldu. Avrupa Merkez Bankası böylece neo-liberal politikaların yönlendiricisi gibi hareket etti. Yine aynı banka finans krizinin yarattığı iflaslar sonucunda bir dizi banka ve dev şirketin kurtarılmasında rol oynadı. Bu süreç devletlerin kamu borçlarının artmasına yol açtı. Mali iflaslar yeni kar alanları olarak değerlendirildi. Bundan dolayı Yunanistan’ın yaşadığı mali kriz ve olası mali krizler bir taraftan AB’nin yeniden yapılanmasını ifade ederken, diğer taraftan AB’nin emperyalist çekirdeğini oluşturan Almanya’nın ve Fransa’nın hegemonyasını güçlendirici etkilerde bulunabilir. Bugün AB’nin çözüleceği ve zayıflayacağı üzerinde yapılan mistifikasyonların tam tersine krizin kendisi AB’nin yeniden yapılanmasına ve özellikle Almanya ve Fransa’nın yeni emperyalist ataklarına yol açması muhtemeldir.

Yunanistan krizinin bir başka boyutu Avro’nun geleceğiyle ilintilidir. Avro sistemi merkez ve çevre ülkelerin aynı para birimini kullanmasını beraberinde getirdi. Ortak para birimine rağmen her ülkenin mali politikaları ayrı işlemektedir. Yunanistan krizinin sarsıcı seyri ve bir dizi ülkede benzer mali krizlerin yaşanma riski AB’nin şu andaki çelişkili yapısından kaynaklanıyor.

Kapitalist devletlerin borç ödeyememe koşullarında uyguladıkları temel yöntem devalüasyona gitme (yani para değerini düşürerek dünya piyasalarında rekabet gücünü arttırma ve uyguladığı para politikalarıyla uygun krediler bulma, böylece ekonomide yaşanan sıkışıklığı aşmaktır) ve devalüasyonla dengeleri yeniden sağlamaktır. Avro sisteminde kapitalist devlet bunu yapma olanağına sahip değildir. Tek para kullanıldığı için Yunanistan dahil, krizdeki birçok ülke, bağımsız bir para politikası uygulayamıyor. Avro’nun değerini kontrol edemiyor.

Bugün dünyanın en borçlu ülkesi olan ABD ve kamu borçlarının oranı ulusal gelir oranının %214’üne ulaşmış Japonya’da ise aynı sorun yaşanmamaktadır. Çünkü her iki ülke istediği anda, mali politikaların gereğine uygun parasını devalüe edebilmektedir.

Burada unutmadan vurgulamamız gerekirse, Avro’nun değer kaybetmesi, AB’nin çevre ülkelerini felç ederken, Almanya’ya rekabet gücünü arttırıcı olanaklar sunmaktadır.

Krizin yıkıcı etkilerini yaşayan ve devalüasyon yapma olanağına sahip olmayan Yunanistan ve İspanya, Portekiz, İrlanda, İtalya gibi ülkeler yaşadığı mali krizin bütün sonuçlarını emekçi sınıflara yüklemeye çalışıyor. İşçi sınıfına savaş açıyor. İşçi sınıfını boyunduruk altına almaya, tarihsel kazanımlarını yok etmeye, örgütsel gücünü felç etmeye, bilinç ve kimliğini deforme etmeyi hedefliyor. Böylece sınıfa köleliği dayatarak, çevrenin Asyalaşması (sistematik güvencesizleştirme, köle işçilik ve ucuz işgücü uygulamaları) doğrultusunda düzenlemelere girişiyor.

Sol liberallerin büyük bir hayranlıkla vurgu yaptıkları “sosyal Avrupa modelinin” altındaki gerçeklik böylece açığa çıkıyor. Bu gerçeklik yeni iktidar ve tahakküm ilişkilerinin inşası, işçi sınıfının ehlileştirilmesi ve köleleştirilmesidir.

Bu süreç Avrupa işçi sınıfın mücadelesinde yeni bir momentumu işaretlemektedir.

“AVRUPA HALKLARI AYAĞA KALKIN”

AB ülkeleri Avrupa Merkez Bankası ve IMF kararları doğrultusunda kamu finansmanında ortaya çıkan açıkları emekçi yığınlar üzerinden sağlamaya çalışıyor.

Yunanistan işçi sınıfı bir nevi sürekli şiddet ve sürekli karşı devrim niteliğindeki programa net bir tavır koydu ve ayağa kalktı. Bürokratik ve korparatist nitelikli, özel sektörde örgütlü 800 bin üyeye sahip konfederasyon olan GSEE’nin ve kamuda örgütlü 400 bin üyesi bulunan konfederasyon ADEDY’nin bütün blokajlarını kırdı. Yunanistan Komünist Partisi – KKE’nin çizgisinde yer alan PAME etkin katılımıyla birbiri ardına genel grevler ve sektörel grevler gerçekleştirdi. Özellikle 5 Mayıs genel grevi Yunanistan tarihindeki en önemli eylemlerden biri olarak dikkat çekti. Yunanistan işçi sınıfının militan ve radikal ruhu açığa çıktı. İşçiler parlamentoyu işgale kalkıştı, bazı bakanlıklar işçiler tarafından işgal edildi. 5 Mayıs sonrası gerçekleşen 20 Mayıs ve 29 Haziran genel grevleri sınıfın diriliğini, öfkesini dışa vurdu.

Yunanistan işçi sınıfı yarattığı büyük mobilizasyona rağmen anti kapitalist mücadeleyi sürükleyecek siyasal öncü ihtiyacını gün geçtikçe daha yakıcı hissediyor. Aynı ihtiyaç Aralık 2008 isyanında da kendini göstermişti. Başta başkent Atina olmak üzere birçok şehirde devlet otoritesi uzun bir süre yoktu. Son 6 ay içinde sınıf hareketinin yaşadığı bazı problemlere rağmen (kamu sektöründe çalışanlarla, özel sektörde çalışanlar arasında yeterince koordinasyonun sağlanamaması, işçi kitlelerinin üzerinde bürokratik ve korparatist sendikacılığın etkisinin varlığı ve özel sektörde küçük işletmelerin hakimiyetinden dolayı kolektif hareket kabiliyetinde açığa çıkan zafiyetler) son derece önemli kitle grevleri gerçekleşti.

Yunanistan’da yaşanan kitle grevleri aslında devrimi mayalandırıyor. Her genel grev, her direniş Yunanistan işçi sınıfının nesnel ve öznel şekillenmesini sağlıyor. Sınıfsal öfkeyi ve sınıfsal kini biriktiriyor ve büyütüyor.

Yaratılan bu eylemlere rağmen finans kapitalin işçi sınıfına yönelik son derece kapsamlı saldırısı boşa çıkartılamıyor. Yunanistan işçi sınıfının bugüne kadar gerçekleştirdiği eylemler tam karşılığını bulmuş değil. Bir günlük genel grev ne yazık ki her şeye yanıt üretemiyor. Grevlerin daha yıkıcı ve sarsıcı olması için hem genel grev süresinin uzatılmasına, hem de sınıfın geniş kesimlerinin iştirakine ihtiyaç var. ve her şeyden önce kitle grevleri reaksiyondan öte, direk kapitalizme yönelik bir aksiyon eylemine dönüşmesi gerekiyor. Sistemin bütünüyle felç edilmesi amaçlanmalı. Bu nokta sınıfın tarihsel birikimlerinin ışığında en sert eylemlerin gündeme gelmesini zorunlu kılıyor. Bu sabotajdan sokak savaşlarına,barikat savaşlarına kadar uzanan bir mücadeleyi içinde barındırabilir.

Her şeyden önce sınıfın birleşik bağımsız gücünü yaratacak, sınıfın yıkıcı öfkesini tetikleyecek ve onun devrimci kimyasını açığa çıkartacak ve kapitalizme yöneltecek devrimci komünist bir siyasal öncünün ihtiyacı her geçen gün daha fazla hissediliyor.

Yaşanan sürecin birikimleri ve zenginlikleri ya sınıfın siyasal öncüsünü yaratacaktır ve mücadele kapitalist devlet iktidarına ve kapitalizme yönelecektir ya da kitle grevleri yavaş yavaş geri çekilip, sönümlenecektir. Bazı revizyonlarla Yunanistan’da yeniden “düzen” sağlanacaktır.

Yunanistan işçi sınıfı finans kapitalin saldırılarına karşı tam bir barikat oluşturdu. Bu barikat hem uzun ve zor mücadeleler sonucunda kazanılan hakların korunması ve saldırıların boşa çıkartılmasını, hem de Avrupa işçi sınıfına yönelik saldırıların ön cephesini oluşturuyor.

Yunanistan işçi sınıfı Avrupa işçi sınıfına yol gösteriyor. Avrupa halklarını ayağa kalkmaya davet ediyor. Gelişmeler özellikle Avrupa’nın Akdeniz havzasını önümüzdeki dönemde öne çıkartıyor. Bu coğrafya muazzam patlamalara gebe olabilir. Mali kriz dalgasının başta İspanya’yı sarması, ardından Portekiz ve İtalya’nın gelmesi, bu havzada sert sınıf mücadelelerinin yaşanabileceğini gösteriyor. Fransa ve İtalya’da güçlü bir işçi hareketinin olması ve sol bir geleneğin bulunması bu gelişmeleri besleyebilir. Avrupa’nın Akdeniz havzasında yaşanacak bir sarsıntı kıtayı sarsabilecek boyutlara ulaşabilir.

Kapitalist krizin derinleşmesi, mali krizin yayılma potansiyeli ve Avrupa işçi sınıfına yönelik sistemli saldırılar kıtadaki her ülkede sınıfsal antagonizmayı keskinleştirecektir. Şubat ayından bu yana, özellikle kemer sıkma politikalarına, “mezarda emekliliğe”, sosyal halkasın gaspına karşı, İspanya’dan İtalya’ya, Portekiz’den Belçika’ya, Almanya’da İngiltere’ye kadar son derece önemli işçi eylemleri gerçekleştirildi. Sınıfsal antagonizma bütün çıplaklığıyla grevlerde ve genel grevlerde kendini dışa vurdu. Bir sosyal konsensüs yapısı olan ETUC’un 29 Eylül’ü Avrupa eylem günü olarak ilan etmesi boşuna değildir. Kıtayı saran grev dalgasının zorlamasıyla bu kararlar alınmıştır.

Finans kapital sınıf mücadelesini kışkırtmaktadır ya da sınıfa savaş açmıştır. Bu savaş kapitalizmin restorasyonunu içinde taşıyacağı gibi, kapitalizmin kalbinde büyük sarsıntılara yol açabilir. Yunanistan bu anlamıyla da önemlidir. AB’de lokalizasyonun ne derece inceldiğini ortaya koymaktadır. Bu sermaye açısından geçerli olduğu kadar emek açısından da geçerlidir. Kapitalist küreselleşmenin bugün ulaştığı boyut Yunanistan’da bir kelebeğin kanat çırpışını İspanya’da kasırgaya, Almanya’da genel grevlere dönüştürebilir. Böylesine bir tarihsel konjonktür içindeyiz. Devrimin imkanların arttığı, hiç değilse sınıf mücadelesinin muazzam zenginliklerinin açığa çıktığı bir konjonktürden geçiyoruz.

Volkan Yaraşır