Beş aydan fazla süren zorunlu istirahatten sonra yeniden merhaba, sevgili dostlar. Bu yazıdan itibaren gene her hafta bu köşeden düşüncelerimi sizlerle paylaşacağım. Gündemi uzun süre yakından takip edememek insanı hantallaştırıyor doğrusu. Ama yeniden gündeme bakınca, – dökülen kanların, ölen suçsuz insanların, onca acının artması haricinde – pek fazla bir değişimin olmadığını görmek, „nerede kalmıştık“ sorusunu anlamsız kılıyor. Hatırlayacaksınızdır, 2008’deki son köşe yazıma „İsrail karşıtlığı antisemitizm midir?“ başlığını koymuştum. Son ayların gelişmelerine bakınca, „antisemitizm“ tartışmalarının hala güncelliğini koruduğunu görüyorum. Bilhassa Almanya’da.Almanya bu günlerde antisemitizm bağlamında Papa XVI. Benedikt’i tartışıyor. Somutta ne olmuştu: XVI. Benedikt 24 Ocak 2009’da aşırı muhafazakar ve Yahudi düşmanı olarak bilinen Pius X Kardeşliği’ne mensup dört başpiskoposun kiliseden atılma kararını geri almıştı. Gerçi aynı tarihlerde İspanya’daki bazı faşist rahipleri de „aziz“ ilan etmişti, ama Almanya kamuoyunu meşgul eden bu olmadı. Almanya, Papa’nın „yanlış“ kararlar aldığını tartışmaya başladı.
Öncelikle geriye dönüp bazı noktaları açmakta yarar var: Bildiğiniz gibi XVI. Benedikt aynı zamanda bir Almanya vatandaşı ve selefi Papa Paul’ün göreviyle Kardinal Ratzinger adı altında Vatikan’ın „İnanç Kontrolörlüğü“nü yapıyordu. Bu makamın görevi katolik dünyasında kim herhangi bir yazıyı kaleme alıyorsa, o yazıyı kilisenin dogmaları açısından kontrol etmekti, yani bu makam kilisenin resmî sansür dairesidir. İlginçtir, başında bulunduğu makam bir zamanların ünlü Büyük Engizisyon Ustası Kardinal Don Fernando Niño de Guevara’nın binasında konuşlanmıştır. Tarihin bir cilvesi mi, yoksa Vatikan’ın geleneğini sürdürmek istemesi midir, bilemem ama, bildiğim kadarıyla „İnanç Kontrolörlüğü“ makamının kilise içerisinde bile hayli eleştirildiğidir. Böylesi bir makamdan gelen yeni Papa’nın tutuculuk konusunda selefinden pek geride kalmayacağı da, seçildiğinde yapılan yorumlar arasında yer alıyordu.
Bu nedenle Pius X Kardeşliği gibi aşırı muhafazakar kesimlerin kiliseye yeniden kazanılmış olması şaşırtıcı bir gelişme olmadı. Sorun XVI. Benedikt’in yeniden kiliseye aldığı başpiskoposlar arasında İngiltereli Richard Williamson’un bulunması. „Monsinyör“ daha bir kaç hafta önce verdiği bir röportajında „Nazi Almanya’sının Holocaust’u gerçekleştirdiğine inanmadığını“ söylediği ortaya çıkınca, kıyamet koptu. XVI. Benedikt Papa seçildiğinde „Biz Papa’yız“ başlığını atarak, şoven sarhoşluk içine giren Bild gazetesi bile, XVI. Benedikt’in bu kararını geri almasını istemeye başladı. Yetmedi, tartışmaya Şansölye Merkel de katıldı. Devlet katında ve Kilise içerisinde de „çatlak“ sesler çıkmaya başlayınca, 1870 Temmuz’undan bu yana Papa’nın aldığı kararların „yanlış olamayacağı“ dogmasına rağmen, XVI. Benedikt’in „tarihsel bir hata“ yaptığı eleştirileri karşısında Vatikan, başpiskoposlar hakkındaki kararını izafîleştirmeye başladı. Yapılan bir açıklamada Richard Williamson’un Holocaust konusunda söylediklerini geri alması istendiği bildirildi.
Buna rağmen tartışmalar dinmek bilmiyor. Vatikan, antisemitizm suçlaması karşısında savunma pozisyonundan kurtulamıyor. „Monsinyör“ Williamson’un faşizan ruhlu bir Yahudi düşmanı olduğundan şüphem yok. Ayrıca Almanya gibi, insanlığın hafızasına bir utanç abidesi olarak kazılmış olan emsalsiz caniliğin gerçekleştiği bir ülkenin, bilhassa antisemitizm konusunda hassas olmasından daha doğal bir şey olamaz elbette. Zaman aşımına uğramayacak bir suç olan Holocaust hiç bir zaman unutulmamalıdır.
Ancak Almanya egemenlerinin tarihten kaynaklanan sorumlulukları yerine getirdikleri de bence pek şüpheli. Süren güncel tartışma bile, ikiyüzlülüğü bariz bir biçimde gösteriyor. Faşist rahiplerin „aziz“ ilan edilmesine tepki göstermeyen, Almanya’da halen Hitler’i fahri hemşeri olarak kayıt altında tutan onlarca kenti ve yüzlerce okulun nazi büyüklerinin isimlerini taşıyor olmasını unutan Almanya egemenleri, dünyaya antisemitizm dersi vermeye kalkmamalıdırlar. Yapılan araştırmalar Almanya toplumunun büyük bir kesiminde hala antisemit tasavvurların hakim olduğunu kanıtlamaktadır. Bu bilinmesine rağmen Almanya egemenleri antisemitizme karşı gûya mücadeleyi ve İsrail ile dayanışmayı hikmet-î hükümet ilan etmektedirler. Eh, hibe edilen Dolphin denizaltılarının ve koşulsuz politik dayanışma sayesinde de İsrail egemenleri, Almanya’daki yaygın antisemitizmi konu yapmayınca, „al gülüm, ver gülüm“ örneği güzelce sergileniyor.
İnsanlık düşmanı bir ideoloji olan antisemitizmin gerek İslam dünyasında, gerekse de Batı Uygarlığı’nın merkezlerinde yaygın olduğu şüphe götürmez bir gerçek. Her alanda antisemitizme karşı çıkmak da insanım diyen herkesin görevi olmalı. Ama, İsrail devletinin politikalarına yönelik her eleştiriye antisemitizm suçlaması yapıştırılmasının da, ABD’nin, AB’nin, NATO’nun ve İsrail devletinin yayılmacı savaş politikalarına ve militarizmlerine karşı çıkanlara iftira atmaya yaradığı da unutulmamalıdır. Almanya egemenleri başkalarının kapısı önünde çöp aramak yerine, önce kendi kapıları önündeki pisliği görmelidirler.
| 17 – 02 – 2009 |