Home , Haberler , Yeni Kadın: “Kadın beyanı esastır; aksini ispat yükümlülüğü erkeğe aittir”

Yeni Kadın: “Kadın beyanı esastır; aksini ispat yükümlülüğü erkeğe aittir”

ATİK bileşeni Yeni Kadın`ın, Merkezi Yönetim Kurulu`nun iç eğitimlerinde yaptığı tartışmalar sonucu anlayış ve fikir birliğine varılarak çıkardığı yazıyı aynen yayınlıyoruz.

Yeni Kadın`dan|31.01.2018|Kadının ezilmişliği, sömürüsü, baskı-kontrol altında tutulması, şiddete uğraması, yok sayılması, ikinci sınıf insan konumunda olması vb. olgular kadın mücadelesinin esaslarını oluştururken, bu mücadelenin öznelerinden Yeni Kadın olarak bir yandan bu olguların altında yatan nedenleri ortaya çıkartıp onlara karşı mücadele ediyor, diğer yandan da BUGÜN’den bu sorunlara müdahil olarak, olabildiğince aza indirme çabasını veriyoruz. Kadının cinsiyetiyle ilgili sorunlarının nihai olarak, tam da bu sorunların sebebi olan sistem içerisinde çözülemeyeceğini bilen, ancak çözümü belirsiz bir YARIN’a erteleme yerine, bugünden temellerini atmaya çalışan bir çaba içerisinde olmanın uğraşını vermekteyiz. Bunun için de bir yandan patriarkal sisteme karşı mücadele ederken, diğer yandan da kadınlar olarak mücadelenin öznesi olmaya, bizden önceki mücadeleci kadınların elde ettikleri kazanımlarımızı korumaya çalışırken yeni haklar elde etmeye, yaşam alanlarımızı genişletmeye çalışıyoruz. 

Kadın mücadelesi çok yönlü ve çok parametreli bir içeriğe sahip kuşkusuz. Biz yukarıda özetlediğimiz, toplumsal cinsiyet eşitsizliği terazisinde “kaybeden” kefede yaşayanlara gözümüzü dikerek, onu özne-esas alarak çalışma yürütmekte ve kararlarımızı da bu bakış açısından beslenerek almaktayız. Nitekim Yeni Kadın 14. Kongre iradesinin onayladığı “Kadın beyanı esastır; aksini ispat yükümlülüğü erkeğe aittir” ilkesi de bu bakış açısının bir ürünüdür. Yeni Kadın 14. Dönem MYK’sı olarak bu tüzük maddesini eğitim çalışmaları şeklinde ele alarak yürüttüğümüz tartışmalardan çıkardığımız anlayışı kaleme aldığımız yazıyı sizlere sunuyoruz.

Şiddet Nedir?

Tüm dünyada en yaygın insan hakkı ihlalleri arasında yer alan kadına yönelik şiddet tanımını yaparken, ilk akla gelen düşünce fiziksel bir yönelimi akla getirse de şiddet çok yönlü bir olgudur. Şiddetin tanımını yaparken de şiddeti dört şekilde ele almak zorundayız.

Fiziksel şiddet: Yumruklama, tokat atma, vurma, ısırma, çimdikleme, tekmeleme, saç çekme, itip kakma, yakma, boğazını sıkma, bir aletle vurma.

Ekonomik şiddet: Ekonomik özgürlüğü kısıtlama, eve para bırakmama veya çok az bırakma, sürekli hesap sorma, parayı kullanarak aşağılamaya çalışma.

Psikolojik şiddet: Küsmek, baskı uygulamak, intihar etmekle tehdit, çocukları uzaklaştırma, arkadaşlarınıza, ailenize sizinle ilgili yalanlar söyleme, onları görmenizi engelleme, güveninizi kırma, bilgi saklama, kıskançlık, gözdağı verme.

Cinsel şiddet: İstenmeyen cinsel davranışları yapmaya zorlama, istemediğiniz halde cinsel ilişkiye zorlama, cinsel yöneliminize bağlı davranışlarınızı değersizleştirme, taciz etme yani kadının istemediği halde cinsel şakalara, tekliflere, cinsel içerikli görsel, sözel ya da fiziksel bir harekete maruz bırakma, cinsel ilişki sırasında güç kullanma vb.

Şiddetin dayanakları nelerdir?

Sadece kadına yönelik değil, her türlü şiddetin temelinde yatan olgu güç ve iktidardır. Şiddetin bir güç gösterisi, bir egemenlik kurma aracı, bir sindirme fiili olduğu açıktır. Güçlüden güçsüze doğru olması ise şiddetin en çok kadın, çocuk, LGBTİ+, engelli ve yaşlılara yönelmesinin nedenidir. Yani kişi-toplum-devlet vs. kendisine göre daha güçsüz olan bu kesimler üzerinde güç ve iktidarını kurabildiği için şiddet uygular, uygulama hakkını kendisinde bulur. Nitekim şiddetin en yoğun hali, bu kesimlerin başkaldırdığı, otoriteyi kabul etmediği ya da kırmaya çalıştığı

noktada yaşanır. Boşanmak isteyen kadın, devletin politikalarına karşı çıkan işçi, heteroseksizme meydan okuyan LGBTİ+’lar… şiddetin en katmerlisiyle karşı karşıya kalır. 

İktidar ve güç olgusunun olduğu yerde bireysellikten, özel alandan bahsetmek mümkün değildir. Bu anlamıyla şiddet olgusunun kendisi zaten politik bir içerik taşımakla birlikte kadın ve LGBTİ+’lara yönelik şiddeti de bu durumdan ayrı değerlendiremeyiz. Nitekim bu olgudan hareketle, Yeni Kadın olarak biz de tartışmalarımızı kadına yönelen ideoloji üzerinden gündemleştirmenin daha doğru olacağını düşünerek tartışmalar yürüttük.

Kadına yönelik şiddete karşı mücadelede önemli bir silah

Kadına yönelik şiddet günlük hayatımızın bir parçasıyken, buna karşı mücadele etmememiz bir kadın örgütü olarak düşünülemez bile. Bu noktada 14. Kongremizde kabul ettiğimiz “Kadının beyanı esastır, aksini ispat yükümlülüğü erkeğe aittir” ilkesi temel argümanlarımızdan biridir. Bu ilke, başta cinsel şiddet olmak üzere daha fazla kadının şiddete karşı sesini çıkarabilmesini ve yaşadıklarını ifşa edebilme konusunda kendisini daha güvende hissetmesini sağlamaktadır. Tam tersi ise kadını daha fazla susmaya, yaşadıklarını içine gömmeye, kırılan kolunu yen içinde tutmaya teşvik etmektedir.

Neden başta “cinsel şiddet” olmak üzere dedik? Tüm şiddet türlerinde geçerli olmakla birlikte, cinsel şiddet kadın açısından tanımlanması, anlaşılması, paylaşılması, ifşa edilmesi vs. en zor olan alandır. Cinsiyet kimliğine doğrudan yönelen bu fiil, kadın açısından “utanması, çekinmesi, kendini sorgulaması, ispat etmesi” beklenen bir durumdur. Tabu haline getirilen ve bebekliğinden itibaren hem aile içinde hem de toplumsal olarak gizlenmesi istenen/öğretilen kadın cinselliğine yönelik bu saldırılar kadının kendisini suçlu görmesine ya da öyle görmese bile, açıkladığında “başına gelecekler” konusundaki yargılara ve deneyimlerine bağlı olarak en az dillendirdiği konulardır. Dolayısıyla kadının “sözünü esas alan”, “ispat etmesi için zorlamayan”, “bir daha aynı saldırıyla yüz yüze gelmesini engelleyecek önlemler alan” vs. bir yöntem yani “Kadının beyanı esastır, aksini ispat yükümlülüğü erkeğe aittir” ilkesi kadınlar açısından muazzam önemdedir.

Nitekim biz de bu ilkeyi araştırırken/tartışırken meseleyi esasen şiddeti tanımlamakla ve bu ilkenin hangi şartlarda savunulması gerektiğine dair kısır tartışmaları aşarak ve hemfikir olarak sonuçlandırdık. “Her şart altında mı kadın beyanı esastır” “ya kadın yalan söylüyorsa” tartışmalarına dahi girmeden, şiddet olgusunun kendisine ve uygulayıcısına yönelip kadını esas almak gerektiği konusunda netleştik.

Erkek egemen sistemle beslenen anlayışın varlığını koruma iç güdüsü, ya da yüzyıllardır süregelen algısı ile insanlara kanıksattığı düşünce çerçevesinde “kadın beyanı esastır”ı tartışırken karşımıza elbette ki erkeği koruyan anlayışlar çıkmaktadır. Milyonlarca kadın, şiddetin her türlüsü ile yaşamını sürdürürken, bu anlayışların ortaya çıkması patriarkal sistemi ve bu sistemden beslenen erk-ekliği tanıyan bizler açısından şaşırtıcı olmamaktadır. Bu anlayış sahiplerinin cinsiyetinin kadın ya da erkek olması gerçekliği değiştirmemektedir. Bu nedenle patriarkadan beslenen anlayışlara karşı da ezilenin ezileni olarak tarif ettiğimiz kadının penceresinden olaylara bakarak mücadeleyi bir an olsun gevşetmemeliyiz.

Nedir bu ilke?

Baştan belirtelim, “Kadının beyanı esastır, aksini ispat yükümlülüğü erkeğe aittir” ilkesi bir hukuk kavramıdır. Yani toplumsal düzeni, adaleti sağlamak üzere oluşturulan kurallar bütününün bir parçasıdır. Adalet ve hukuk meselesine bakışımız “tarafsızlık” üzerine oturmamaktadır elbette. Sınıflı toplumlarda bu tür kavramların sınıfsal içeriğinden bağımsız kullanılması sisteme yedeklenmekten başka bir işe yaramaz. Nitekim örneğin AKP’nin bahsettiği “adalet” ile, bizim istediğimiz “adalet” arasında koskoca bir dünya ve dünya görüşü vardır. Bu tamamen durduğumuz yerle, mensubu olduğumuz sınıfla ilgili bir gerçekliktir. Buradan hareketle kadına yönelik şiddet meselesinde de öncelikle durduğumuz yerin  belirgin olması gerekir. Bir tarafta erkek egemenliğinin verdiği yetkiye dayanarak karşısındaki kadını mülkiyeti olarak gören, ona dokunmayı, rahatsız etmeyi, şiddet uygulamayı vs. “hak” olarak kabul eden bir erkeklik mekanizması, diğer tarafta erkek egemenliği tarafından aşağılanan, ezilen, baskı altında tutulan, yok sayılan cinsiyet kimlikleri (kadın ve LGBTİ+’ler).

Bizim durduğumuz/durmamız gereken yer gayet bellidir. Elbette ezilen kesimin yanında yer almak ve buradan doğru olguları yorumlayarak, hukuk-adalet sistemimizi inşa etmektir. Konumuz özgülünde somutlarsak, her türlü şiddet, baskı vs.ye karşı kadının (ezilenin) yanında yer almak, olaylara onun gözlerinden bakmak… Tam da patriarkal, gerici, sömürücü sınıfların “adalet” sisteminin aksi istikametinden yani…

İşte “ya kadın yalan söylüyorsa” şeklindeki “yakınmaların” başladığı nokta tam da burasıdır. Ezilenle değil ezenle empati kuran, ezilenin değil ezenin çıkarlarını gözeten, hata yapma olasılığını ezilen değil ezen lehine kullanan bir bakışın ifadesidir bu. Oysa biz ezilenlerin mücadelesini yürütenler olarak ezilenlerin, konumuz özgülünde kadının cephesinden yürütmeliyiz tartışmalarımızı.

Bu ilkeye dair bir diğer kafa karışıklığı, bu ilkenin bir soruşturma ilkesi olması ve doğallığında da failin kendini savunma, aksini ispat etme hakkının tanınması noktasında yaşanmaktadır. Kadının beyanının, soruşturmanın esasını oluşturması demek, suçlanan kişinin kendini savunma hakkından mahrum kalması anlamına gelmemektedir. Aksine, bu yükümlülük erkeğe aittir. 

Meseleyi kadının “yalan söyleyip söylememesinden” uzaklaştırdığımızda ilkenin ikinci kısmına geçebiliriz. “Erkeğin aksini ispat yükümlülüğüne sahip olması” konusu “erkek nasıl ispat etsin? Ya ortamda hiç kimse yoksa” vs. çığlıklara yerini bırakmaktadır. Yukarıda “adalete” nereden baktığımızla ilgili cümlelere atıf yaparak bu soruyu “düzeltelim”: “Kadın cinsel şiddete, tacize uğradığını nasıl ispat edecek?” Eğer ortada bir tanık veya fiziki anlamda bir iz yoksa, ya da kadın sürekli bir gizli kamerayla dolaşmıyorsa bunun imkansız olduğu açıktır. Ama bunun yanı sıra daha önemlisi, kadınların cinsel şiddet konusundaki deneyimleri, cinsel saldırıya, tacize uğradığında bunu kendisine dahi ifade etmekten imtina etmesi ve söylediği durumda yaşadıkları (suçlanma, olayın defalarca anlattırılarak travmanın büyütülmesi, dışlanma vs.) göz önüne alındığında okun ucunu kadına değil, fail erkeğe yöneltmek ezilenden yana bir adalet sistemiyle mümkündür ancak. Ve bugün bu konuda bu adalet sisteminin yapabileceği en iyi şey “kadının beyanını esas alarak, ispat yükümlülüğünü erkeğe devretmektir”. 

Soruşturma bu ilkeden mi ibarettir?

“Kadının beyanı esastır, aksini ispat yükümlülüğü erkeğe aittir” ilkesinin, bir hukuk kavramı ve soruşturma esası olduğunu söyledik. Ancak bu ilke, bir şiddet iddiasının

soruşturulmasında tek başına yeterli bir ifade de değildir. Bu tür bir iddiayı araştırıp soruştururken, örneğin, a) soruşturmanın kadın örgütlenmesinde yetkin kişilerden kurulacak bir komisyon tarafından gerçekleştirilmesi, b) ilk önlem olarak, erkeğin kadına zarar vermeyi sürdüreceği pozisyonun ortadan kaldırılması, kadının kendini güvende hissedeceği koşulların oluşturulması, c) kadının ihtiyaç duyabileceği duygusal, psikolojik vs. desteğin sağlanması, d) herkesin kadınla görüşerek olayı anlattırmasının önüne geçilmesi, e) kadının güçlenmesini sağlayacak araçların geliştirilmesi, f) iddia sahibi kadınla sorgular tarzda görüşülmemesi, g) kadının kendini suçlu hissettirecek argümanlardan uzak durulması, h) fail kişi suçlu bulunduğunda uygulanacak cezalandırma sistemi vs. vs. onlarca başlık altında yapılması ve yapılmaması gerekenler bütünü dikkate alınmalıdır.

Hem ilkenin kendisi hem de uygulama aşamasında yukarıda örneklediğimiz maddelerin, ciddi bir eğitimi ve uzmanlaşmayı gerektirdiği açıktır. Uygulamada elbette hatalar yapmamız mümkündür, ancak hatalarımızın bedelini kadınların ödememesi için özel bir dikkat harcamamız gerekir.

Toplumsal cinsiyet eşitsizliğinin giderildiği bir toplumda kuşkusuz bu ilkeye de ihtiyaç kalmayacaktır. Toplumsal eşitsizliklerin olduğu yerde, yasaların herkese eşit uygulanabileceğinden bahsetmek mümkün ve gerçekçi değildir. Hatta böylesi bir iddia, ezenden yana işletilen sürece doğrudan katkı anlamına gelir. Bu ilke, işte tam da bunun önüne geçebilmek için vardır.