Anasayfa , Köşe Yazıları , Türkiye'nin "faydalı budalaları"

Türkiye'nin "faydalı budalaları"

Prof. Dr. GAZİ ÇAĞLAR | 07 – 11 – 2010 | Siyasal islamcılığın sol saflara yönelik “mevzi savaşçısı“ Ali Bulaç, emperyalizmin kısmen ehlileştirdiği islamcı karanlık ağının lideri Fethullah Gülen’in kendi sitesine de aldığı Zaman’daki bir yazısında “12 Eylül referandumu genel bir rahatlama getirdi“ tesbitini yapıp şöyle yorumluyor Türkiye’nin gidişatını:

“Türkiye’de ‚Batı-dışı ve bize özgü modernleşme‘ konsepti içinde Türkiye’yi demokratikleştiren, özgürleştiren ve zenginleştiren asıl aktörler, geniş toplumsal mobilizasyon imkânlarına sahip olan cemaatler, İslami-muhafazakâr fikri ve politik stoka sahip çevrelerdir. Bunların toplamı ülkenin ana gövdesini oluşturmaktadır. II. Mahmut’la formüle edilen ve İttihatçılık ve tekparti döneminde otoriter toplum mühendisliğine dönüşüp geçen yüzyıl boyunca emredici ve taşıyıcı araçlarla toplumu cendereye sokan modernizasyon, şimdi yerini sivil, demokratik ve geleneksel formu muhafaza etmeye  dayalı farklı bir modernleşmeye bıraktı.“ Ve artık “dindar-muhafazakar çevrelerin“ ilk defa “özgüvenli“ ve “inisiyatif sahibi birer özne“ olduğunu ekliyor (Hocaefendi ne demek istedi, Zaman, 16.10.2010). Yazının başlığından da anlaşılacağı üzere Bulaç, iyi bir mürid edasıyla Fethullah Gülen’in sözde gizemli bir açıklamasını müminler için tercüme ediyor.

Yine başka bir yazısında şu tesbiti yapıyor: “Batı’nın bizatihi kendisi çoğul olamamaktadır. Kolektif Batılı ‘öteki‘yle ilişkisini şöyle resmeder: ‘Öteki, beni tehdit eder. Ben, kendimi öteki üzerinden tanırım. Kendimi tanımak için, ötekini tanımlarım. Eğer öteki beni tehdit ediyorsa, ona karşı üç tutum içinde olabilirim. Bir, tehdidinden emin olmak için kendime benzetirim. İki, eğer bunu yapamıyorsam, arındırmaya tabi tutarım, gözümün önünden silerim. Üç, bunu da yapamıyorsam, jenosid uygular imha ederim’” (Dünyanın tasfiyesi, Zaman, 23 Ekim 2010).

Fethullah hocası ise bir mesajında tam da Ali Bulaç’ın monolitikleştirdiği Batı’ya atfettiği hiçte muhalif çoğula izin vermeyen, kendi dışındakileri sadece (eleştirel bilimden aşırdığı bir ifadeyle) ötekileştirmeyip, hemen düşmanlaştıran  özcülüğe  çağrı yapıyor: “Kanaat-i acizanemce bugün bize düşen en önemli vazife, yalnız ve yalnız kendi inanç ve düşünce sistemimize bağlılık içerisinde, kendi kültürümüz ve kültür ürünlerimize yönelip kendimiz olarak kalabilmenin mücadelesini vermek ve bu istikamette yeni düşünce ve irfan iştikaklarını da kendi fikir atlasımız üzerinde gerçekleştirmeye çalışmaktır“ (Fethullah Gülen’in peygamber yolu toplantısına mesajı, F. Gülen sitesi).

Başbakan Erdoğan ile ilgili de mesaj gönderiyor: “Allah O’nu Türkiye’ye bağışlasın!“ Bir başka mesajında, “devlet, ülke, ordu ve her kesimiyle halk düşmanlarına“ lanet okuyor. Gülen’in düşmanlarının başında sol, sosyalizm ve komünizm geliyor. Sol‘u ezdiği için darbeci Evren’i “cennetlik“ ilan ediyor: “Bu son hareketin mimarları bazı müspet icraatta da bulundular. Toplumu, dirilmesi için bir kere daha silkelediler. Sovyet imparatorluğu yıkılma sath-ı mâiline girdiği bir dönemde maceracı gençlerin Türkiye’yi Sovyetler’in peyki haline getirme oyununu bozdu ve ülkemizin içinden çıkılmaz bir bataklığa sürüklenmesini bilerek veya bilmeyerek önlediler. Bazı kıymetli vatan evlatlarına millete hizmet etme yollarını açtılar. İmam-hatiplerin açılmasına göz yumdu ve mekteplere ahlak, din dersi koymak suretiyle bir tarihi yanılgıyı düzelttiler” (aynı site).

Ve Gülen programını çoktan ilan etmiş: “…bu ülke ve bu topraklar, bugün de pek çok vefalı evladıyla, maziden âtiye geçiş heyecanı içinde.. hem de ümitle dopdolu ve milletini yükseltme hummasıyla inim inim olarak… Evet, pek çoğu itibarıyla bugünkü nesiller, birlik ve beraberlik şuuru ve milletlerini çağın birinci milleti haline getirme azimleriyle, hem bu dâvânın remzi, hem de bu misyonun temsilcileri gibi görünüyorlar. Bir muhalif rüzgâr esip her şeyi harman gibi savurmazsa, gelecek, bunların ebedî otağı olacağa benzer“ (Milletimizin ana davası, aynı site).

Gülen’in Allah adına Türkiye’ye bağışladığı Başbakan Erdoğan ise, referendumu kazanmanın rüzgarından sürat alarak, siyasal islamcılığın bayrağı haline getirilen türban tartışmasıyla ilgili “kamusal alan da ne oluyor“ diye soruyor: Bu şifreyle kastedilen ise, din ile devlet ayrımının, yani gerçek anlamda laikliğin ((Türkiye’de uygulandığı anlamda değil) giderek sulandırılıp “hazmede, hazmede“ kaldırılması!

Hedef, kapitalizmi devletin zor kurumları da dahil tüm aygıtlarıyla desteklenen bir islamcı hegemonya altında sürdürmek. Bu islamcı-muhafazakar toplum projesinde baş düşman, sanıldığı gibi CHP filan değil (onlarla sadece siyasal özgürlük prensipleri alanında problemliler), sınıf mücadelesinde diretenler: Çünkü islam dinine göre sınıflar yok, müminler ve “ötekileştirilenler“ var. Allah, zaten mülkü istediğine veriyor, zengin de yoksul da ondan. Dolayısıyla sınıf mücadelesi yürütmek, Allah’a karşı çıkmak anlamına geliyor. Özgürlük ise, islamcılığın meşru din olarak gördüklerinin özgürlüğü. İnanmamanın özgürlüğü değil.

Bu uzunca alıntıları okuyucu bağışlasın. Ancak asıl konuya, “faydalı budalalara“ gelmeden, İslamcı-doğucu cephenin hiçte demokrat, özgürlükçü, yenilikçi olmadığını, alabildiğine monolitik düşünen, bir çeşit geçmiş özlemiyle din tüccarlığını birleştiren, alt sınıfları uyuşturup aldatan bir özelliğe sahip olduğunu kendi ağızlarından tesbit etmek gerekiyor.

Bugün 12 Eylül askeri diktatörlüğünün doğrudan ürünü olarak büyüyen, faşist rejimin mirasını devralıp devam ettiren islamcı-serbest piyasacı-otoriter-tek tipçi-insanlığın yarısına (kadınlara) yönelik üniformacı seçkin cemaatler ve siyasi çevreler, stratejik istikametlerini ve taktiklerini yukarıdaki gibi belirliyorlar. Bu doğrultuyla da emperyalist-kapitalist sistemin bugünkü politikalarının “faydalı budalaları“ işlevini görüyorlar.

Pekala, bir tür entellektüel burjuva sosyalizmi, “özgürlükçülük“ ve “demokrasi“ adına yukarıdaki programın Türkiye’de uygulanmasına geniş anlamıyla soldan destek verenler ne diyorlar:

Birikim’ci Ömer Laçiner: “Gülen hareketi meşru bir harekettir“ (NTV).

DSİP’li Roni Margulies: “…en başarılı cemaat olan Fethullahçılar özellikle hedef gösteriliyor. Bu propagandayı bilerek veya bilmeyerek yutanlar, Kemalist devletin İslam düşmanlığına alet oluyor.“

İran Sol’unun trajik tarihinden ve TUDEH’in vahim hatalarından bihaber olanlar şöyle yazıyor:  “Bugün Müslümanlarla sosyalistlerin  aynı eylemde yer almasını eleştirenler, TUDEH’le aynı yerde duruyor… Bu yüzden savaşa, işgale, baskılara, haksızlıklara karşı İslamcılarla yan yana geliriz“ Başka yazıda: “İslam ya da herhangi bir din ya da dinin mensupları sosyalistlerin düşmanı olamaz. İslam fobisi emperyalizmin güncel silahıdır. Biz emperyalizme ve kapitalizmin yarattığı tüm sorunlara karşı Müslümanlarla omuz omuza mücadele ediyoruz“ (Sosyalist İşçi). TUDEH, İran’da mollaları ilk yıllarda desteklemiş, 1979 referandumunda “İslam Cumhuriyeti“ne evet demiş, islamcı hükümeti desteklemiş, diğer sosyalist solun yok edilmesinden sonra sıra kendisine gelmiş, 5000 civarında üyesi tutuklanmış, çoğu idam edilmişti. Türkiye’de sosyalistlerin bugün islamcılık karşısındaki tavırlarını belirleyebilmek için  en azından İran tarihini bilmeleri gerekmez mi?

Bu şekilde islamcı hegemonyanın “faydalı budalalığını“ yapanlar, Türkiye‘nin sosyalist tarihini de küçümseyip, en önemli akımlarına cepheden saldırıyorlar. Bu saldırılarda kullandıkları üslubu, çarpıtmaları, indirgemeleri, islamcılığı değerlendirirken kullanmıyorlar. İslamcılığın hegemonya mücadelesindeki “kurban“ mitolojisine iyice inandırmışlar kendilerini (hani islamcılık, kemalist iktidarın, batıcı-bürokrat cephenin ve nihayet tüm “batının“ düşmanı teranesi). Sanki bu ülke tarihinde şiddete tapan ve onu örgütleyen, islamcılık, sömürge tipi faşizm ve onun devlet ve sivil güçleri değil de sosyalistler:

Türkiye tarihinin tek gerçek doğrudan demokrasi deneyimini vefasızca küçümseyen Ömer Laçiner, “örneğin Fatsa’da amaç gerilla yetiştirmekti“ diyerek neredeyse Demirel’in ve 12 Eylül’cülerin dilini tekrarlıyor (Sol üzerine, marxist.org).

Roni Margulies: “En başta TKP, EMEP, ÖDP ve Halkevleri’nden oluşan dörtlü çete“ (Türk Solu Uzay Yolu’nda, Sosyalist İşçi)  söyleminde olduğu gibi sosyalist solun ana gövdesine küfür edebiyatında diretiyor.

Eski Aydınlıkçı Halil Berktay: “… TKP, Dev-Yol, TÖDP ve BirGün’ü hatırlatıyor. İlkin, siyaset nedir, nasıl yapılır, onyıllardır bir türlü anlamadıkları için. İkincisi, kendilerini kutsal ve dokunulmaz sandıkları için. Üçüncüsü, şiddet ve tahakküm alışkanlığından bir türlü kurtulamadıkları için“ (Taraf, 28.10.2010). Bu da egemenlerin, sosyalist sola yönelik küflenmiş suçlama kalıplarının tekrarından başka bir şeyi ifade etmiyor, hani proleterler siyaset bilmez, kaos ve “anarşi“ yaratırlar (anarşist arkadaşlar affetsinler, anarşiyi burada kendi tarihsel-kavramsal anlamında kullanmıyorum).

Lenin, sol gözleri kör olan ve dolayısıyla kitabi bir “demokrasi“ ve “özgürlük“ adına burjuvazinin çıkarlarının propaganda malzemelerini sorumsuzca tekrarlayan entellektüelleri, “faydalı budalalar“ olarak tanımlamıştı. “Faydalı budalaların“ mantar gibi patlamasının geri planındaki toplumsal-sınıfsal-siyasi dönüşümleri irdelemeye başlamalı! Ama her şeyden önce islamcı-otoriter-tektip karanlık ağının aldattığı işçilere ulaşılmalı, işçilerin, emekçilerin, yoksulların olduğu her yerde olmalı, onları aydınlatmalı!

Bakın yine aynı Lenin sosyalistlerin din karşısındaki tutumuyla ilgili ne diyor: „Dinin şahsi bir iş olarak ilan edilmesi – bu kelimelerle alışık tarzda sosyalistlerin din karşısındaki tutumu ifade edilir. Yanlış anlaşılmalara yol açılmaması için bu kelimelerin anlamını doğru tanımlamak gerekir. Biz, dinin devlet karşısında şahsa özel olmasını istiyoruz, ama partimiz karşısında  kesinlikle şahsa özeldir diye değerlendiremeyiz. Din, devleti ilgilendirmemelidir, dini cemaatler devlet iktidarıyla ilişkilendirilmemelidir. Herkes açısından, her istediği dine inanmak yada hiç bir dini kabul etmemek, yani ateist olmak serbest olmalıdır, ki sosyalistler kural olarak ateistir. Vatandaşları arasında dini bakımdan hiç bir şekilde hukuki farklılık yapılmamalıdır.  Resmi dökümanlarda vatandaşın mezhebinin belirtilmesinin bile kökünün kazınması gerekir. Kiliseye, kilise ve dini cemaatlere devlet tarafından hiç bir şekilde  mali destek verilmemelidir… Sosyalist proleteryanın bugünkü devlete ve bugünkü kiliseye  yönelttiği talep, din ile devletin tamamen ayrılmasıdır… Sosyalist proleteryanın partisi için din şahsa özel değildir. Bizim partimiz, işçi sınıfının kurtuluşu için mücadele eden sınıf bilinçli, ileri savaşçıların birliğidir. Böyle bir birlik, cahillik, bilgisizlik veya dini inanç şeklinde ortaya çıkan karanlık (mistik) adamlık karşısında kayıtsız kalamaz… Biz Rusya Sosyaldemokrat İşçi Partisi’ni başka şeylerin yanısıra  tam da işçilerin dini yönden her türlü aptallaştırılmasına karşı kurduk.“

Ve devam ediyor: “Bastırılan sınıfın yeryüzündeki cennet için devrimci mücadelesinin birliği, proleterlerin yukarıdaki cennet hakkındaki düşüncelerinden daha önemlidir.“

Bir muhalif rüzgar estirmeli! Aşağıdan, aşağıdan!