TÜRKİYE | 07 – 11 – 2010 | Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç’ın tutuklu gazetecilerle ilgili yaptığı açıklamalar oldukça dikkat çekici. Sözü edilen bu gazetecilerin muhalif gazetelerin çalışanları olduğu da yine Arınç’ın sözlerinden anlaşılmaktadır: Gazeteleri; “…adı sanı duyulmadık”, “ …aradığınızda yerini bulamadığınız”, “elden dağıtılan gazeteler” olarak tanımlamakta, bu gazetelerde çalışırken tutuklanan gazetecileri ise; “ Gazeteci sıfatı taşıyıp, terörden yatanlar ” olarak adlandırmakta, suçlarını da; “adam öldürmek ”, “terör örgütüne üye olmak”, “ terör örgütünde eylem yapmak ” olarak sıralamaktadır.
Arınç, böylelikle hem muhalif basını hem de tutuklu gazetecileri hedef göstermektedir. Evet ben İşçi Köylü gazetesi ve Partizan dergisini çıkaran Umut Yayıncılık bünyesinde çalışmaktayım. Muhalif bir yayın anlayışına sahibiz. Ve Anayasa, yasalar ve ve uluslar arası sözleşmelerde yer alan düşünce özgürlüğü çerçevesinde faaliyet yürütmekteyiz. Ve yayınlarımız gerek mali gerekse de cezai olarak denetimden geçmektedir. Arınç’ın açıklamalarını büyük bir talihsizlik olarak değerlendirmek isterdim ancak bu açıklamanın arkasında gerçekleri bildiğimizden böyle bir değerlendirme yapamıyoruz. Şöyle ki;
– Muhalif gazetelerin arkasında büyük sermaye grupları yoktur. Bu gazeteler onların çıkarlarını değil, yoksul halkın – emekçilerin çıkarlarını koruyan bir yayın anlayışına sahiptir. Bu da “doğal” olarak belli kesimlerin bu gazetelerden (haberdar olmamasını demeyeceğim), heberleri yokmuş gibi davranmalarını beraberinde getirmektedir.
– Muhalif gazeteler devlet ihalelerinden, reklam pastasından pay alamıyor değiller- almıyorlar ! Bu da, bu gazetelerin (muhalif) kendi yağıyla kavrulmasını, satışından elde edilen gelirle kendini finanse etmesi anlamına gelmektedir. Ayrıca gazetelerin satışı evet, elden yapılmaktadır. Çünkü büyük sermaye gruplarına ait dağıtım şirketlerinin talep ettiği dağıtım ücretleri karşılanamayacak boyuttadır.
– Bu gazetelerin adresleri gazetelerin arkasında yazmaktadır. Ayrıca muhalif olmalarından kaynaklı olarak gerek gazete büroları gerekse de çalışanları sürekli denetlenmekte ve polisin yakın ilgisine mazhar olmaktadırlar.
– Muhalif basına ( ve de çalışanlarına) dönük tüm “yasa-dışı” ilan etme çabalarına karşın, bu yayın kuruluşları uzun kesintisiz bir süreden beri devletin yasaları çerçevesinde yayın yapmakta ve devlete vergi ödemektedirler. Vergisini ödeyen ve yasalar çerçevesinde yayın yapan bir kuruluşun yasadışı olduğunu iddia etmek kendini inkar etmek anlamına gelmektedir.
– Ancak muhalif basına ve çalışanlarına dönük keyfi baskı- engelleme ve hedef gösterme çabaları uzunca yıllardır devam etmektedir. Gazetelerin (v.d. yayınların) hemen tüm sayılarına davalar açılmakta, toplatma ve kapatma cezaları verilmekte ve çalışanları tutuklanmaktadır. Bu gün itibarıyla cezaevlerinde onlarca tutuklu gazeteci vardır.
– Arınç tutuklu gazeteciler için “gazeteci sıfatı taşıyıp, terörden yatanlar” iddiasında bulunmuştur. Böyle bir iddianın bir devlet bakanı tarafından yapılması büyük bir talihsizliktir. Oysa cezaevlerinde tutuklu bulunan gazetecilerin dosyaları ile ilgili gerekli araştırmayı yapmış olsaydı, gerçeği apaçık bir şekilde görecekti. Ancak böyle bir şeye ihtiyaç duymamış muhalif olana karşı yaklaşımını apaçık bir şekilde göstermiştir.
Muhalif bir gazetede çalışıyor olmam nedeni ile haksız yere 14 aydır tutukluyum. Tutuklandıktan bir yıl sonra ilk defa mahkeme huzuruna çıktım. Tutukluluğumun devamına karar verilerek duruşma 6 ay sonrasına ertelendi. Hakkımdaki iddiaların hiçbir temeli bulunmamaktadır. Çalıştığım gazetedeki görevlerim nedeniyle muhabirlerle, yayıncılarla, sendikacılarla ve daha bir çok kişiyle yapılan görüşmelerim yasadışı gösterilmeye çalışılmış, yine gazetede yayınlanan yazıların bilgisayar ortamındaki word halleri delil olarak yasadışı ilan edilmiştir. İnanılır gibi değil yazı hazırlanmış ve gazetede yayınlanmıştır. Bunun bilgisayar ortamındaki hali örgütsel belge olmuş, oysa mahkemede bu yazıların yayınlandığı dergi ve gazete sayılarını mahkemeye sunduk. Ancak mahkeme tarafından hiç dikkate alınmamıştır.
Yargılandığım dosyadaki sanıkların hiç birini tanımamaktayım. Dosya sanıkları da beni tanımamaktadırlar. Bütün aşamalarda ayrıntılı beyanda bulunmalarına rağmen benimle ilgili hiçbir beyanları yoktur. İlginç olan bu aşamalarda kendilerine benimle ilgili soru dahi sorulmamıştır. Bu kişileri işledikleri iddia edilen eylemler konusunda benim yönlendirdiğim iddia edilmiş bunun hiçbir somut delili bulunmadığı gibi komik bir iddiadır. Bu kişilerle telefon görüşmesi yaptığım iddia edilmiş ancak dosyada bu kişilerle yaptığım herhangi bir görüşme tapesi sunulamamıştır. Sunulamaz da çünkü bu kişilerle hiçbir zaman ne telefonda ne de yüz yüze görüşmem olmuştur. Bu dosyadaki sanıkları tamıyorum iddia edilen eylemlerle suçlanmadığım bu eylemler hakkında tarafıma soru dahi sorulmazken neden bu dosyada yargılandığımı anlamak zor.
Muhalif bir insanım yasaların teminatı altında bir yayın kuruluşunda çevirmen-gazeteci olarak çalışmaktayım. Bu çalışmamdan dolayı tutuklanmam ve çalışmalarımın da yasadışı ilan edildiği bu sürecin, tam da “demokrasi” söylemlerinin yoğun olarak, hem de hükümetin tüm kademelerinden dillendirildiği bir dönemde yaşanması, dikkatlerden kaçmamaktadır. “Demokrasi” söylemleri eşliğinde, neredeyse her türden yasal çalışmanın, yasal miting, basın açıklaması vb. etkinliklerin, emekçilerin hak arama mücadelelerinin “yasa-dışı” ilan edilmesi çabalarına tanıklık ediyoruz.
– Mesela, parasız eğitim isteyen öğrenciler, hem bu talebi dile getirdikleri hem de TEKEL İşçilerinin eylemlerine destek verdikleri gibi gerekçelerle tutuklanmakta, “örgüt üyeliği” iddiası ile davalar açılıp, 15 yıla kadar hapisle cezalandırılmaları istenebilmektedir.
– Yasal mitingler de verilen konserler sırasında söylenen şarkılara alkış tutarak eşlik edenlere “örgüt propagandası yapmak”tan cezalar verilmektedir.
– Bu politikalar sonucu tıka basa dolan hapishanelerde, tutuklu ve hükümlülere dönük hak gaspları da her geçen gün artmaktadır.
Özellikle de siyasi nedenlerle hapse atılanların tutulduğu F Tipi hapishanelerde uygulanan tecrit politikası, keyfi disiplin cezaları, dayak vb. uygulamalar eşliğinde, bu süreçte daha da katmerlenerek sürdürülmektedir. Aralarında ölümün eşiğine gelmiş olanlarında bulunduğu hasta mahpusların durumlarına ilişkin görmezden-duymazdan gelme pratiği de yine aynen korunmaktadır.
Böylelikle hem tutuklu bir gazeteci olarak hapishanelerle ortaya çıkan “doğal” bağımdan hem de gazetecilik mesleğinin gereği-görevi olduğunu düşünerek, hapishanelerin durumuna da dikkat çekmiş olayım.
24 . 10 . 2010
Suzan Zengin
Tutuklu Gazeteci – Çevirmen
Bakırköy Kadın Kapalı Hapishanesi B-4