Anasayfa , Köşe Yazıları , Toplumsal İşlevi Bağlamında Müzik ve Siyaset İlişkisi – Özden Çiçek
Özden Çiçek

Toplumsal İşlevi Bağlamında Müzik ve Siyaset İlişkisi – Özden Çiçek

Özden Çiçek

En bilinen haliyle, müziğin varlığı insanın varoluşuyla başlar. Mağara duvarlarına yapılan resimlerden ve yapılan kazılar sonucunda enstrüman niteliği taşıyan aletlerden, müziğin yaşının insanın yaşına eş olduğunu söyleyebiliriz. Diğer yandan müziğin de ihtiyaçlar yani zorunluluklar sonucu ortaya çıktığını, avlanmaya giden avcının avını yakalamak için çıkardığı seslerle ilk müzik `eserine` rastlamış oluyoruz. Hatta avın başarılı geçmesi için ayinler yapılır, ayinlerin temel ögesini oluşturanlar ise; dans, tiyatro, vokal ve enstrüman müziğiydi. Müziğin anladığımız şekilde anlam kazanması, on binlerce yılın evrimiyle oluşmuştur. Öyleyse müzik nedir? Genel bir tarifle müzik; duygu ve düşüncelerin ifadesinde ses ve ritimden yararlanarak oluşturulan soyut bir sanattır, diğer bir tarifle kompozisyon olarak müzik, zamanın resmidir. Konu bağlamında en geniş tanımıyla siyaset ise; insanların hayatlarını düzenleyen genel kuralları yapmak, korumak ve değiştirmek için gerçekleştirdikleri faaliyetlerdir. Yazıda müzik tarihi ve toplumlar tarihi bilgisinden hareketle, siyasi tutum sergilemiş müzisyenler konu edileceği gibi, sanat dahası müziğin sınıflar üstü bir kavram olup olmadığı konusunda da belirlemelerde bulunulacaktır.

Müzik, bireysel olduğu kadar bireylerin içinde bulundukları kültürel, ekonomik ve siyasal koşullar ve etkileşimler nedeniyle bestecisi, yorumcusu ve tüketicisi ile toplumsal değişimlerden nasibini almıştır ve alacaktır da. Tarihsel süreç içinde yaşanan her olay; savaşlar, yasaklar, kurallar, kıtlık, bolluk, vs. müziği de derinden etkilemiştir.

Toplum, insan davranışlarını özgürlükten yasaklara, dayanışmadan gruplaşmalara yol açan değişkenlik gösteren ilişki ağıdır. Bu ilişki ağı içinde, daima dinamik olan müzik de, içinde bulunduğu toplumdan ve toplumun diğer öğelerinden etkilenmektedir.

Siyaset, ekonomi ve din, sanatın her alanını kendi ihtiyaçları açısından etkiler ya da dikte eder ve sanatın nasıl üretileceği konusunda büyük rol oynar. Toplum üzerinde büyük güce sahip olan siyasetin, müzikle olan etkileşimi daima iç içedir.

Toplumlar tarihi bilgimize dayanarak söylersek; toplumlar geliştikçe siyasi kurumlar da giderek organize olmuş, gelişmiş ve daha çok göreve sahip olmuştur. Tüm sanat dallarının kısmen veya büyük ölçüde siyasi kurumlar tarafından himaye edilmesi ve desteklenmesi ya da sanatla çatışması ve onu ötelemesi, geçmişten günümüze varlığını koruyan bir gerçekliktir.

Sanat önemli ve etkili bir dildir, bu nedenle insanları bilgilendiren, düşündüren,

duygulandıran ve harekete geçiren bir güce sahiptir. Öyle ki ulus-devlet kuramı içerisinde sanatçıların `milli birlik` oluşturma amaçlı yazılmış müzik eserlerine, ilkin marşlarda görülmeye başlanmıştır. Müzik belki de, tüm sanat dalları içinde insanları etkileme ve birleştirme gücüne en çok sahip olanıdır.

Siyasi gücü elinde bulunduranlar her çağda müziğin bu gücünden yararlanmak istemişlerdir. Yöneticiler tarih boyunca kendilerini öven, güçlerini vurgulayan müzisyenleri ödüllendirmiş ve onlara destek olmuşlardır. Bu durum köleci toplumla yani sınıfların ortaya çıkmasıyla başlayıp daha sonrasında Avrupa`da, Osmanlı’da ve günümüze kadar da benzer özellikler taşımaktadır. Osmanlı İmparatorluğu’nda çoğu padişah, eserlerini beğendikleri bestecileri desteklemiş, maddi kaynak sağlamış, beğenmediklerini de yasaklamıştır.

Örneğin; Kanuni Sultan Süleyman askerlerin cengaverlik duygusunu körelttiği için yaylı sazları yasaklamıştır. Pek çok besteci, krala bağlı olarak çalışmıştır. Bu anlamıyla `ısmarlama sanat` anlayışı geçmiş yüzyıllardan kalma bir olgudur. Sanatı destekleme fikrinden hareketle, dönemin burjuvaların sunduğu olanaklar, müzisyenlerin geçimlerini sağlamada önemli bir yer tutuyordu. Şimdi de sponsor adıyla bildiğimiz kurum ve kuruluşların ya da piyasa koşullarını belirleyen bu kişilerin isteği doğrultusunda yapılan sanat, sanatın meta değeri taşıdığının da göstergesidir aynı zamanda. Daha sonra kültür endrüstrisi içerisinde yeralan müzik endrüstrisi kavramı Theodor W. Adorna ile düşünce dünyamıza girer. T. Adorno`ya göre kapitalizm için müzik; hem bir hizmetçi, hem de bir metadır. Sistem, müziği bir eşya konumuna getirdiği zaman, sistem ve müzik birbirinden ayrılmaz iki parça haline gelir. Sistem tarafından ikon haline gelen ya da getirilen Michael Jackson bunun en bilinen örneklerindendir. John Street`e göre pop, kendisini yaratan endrüstriden ayrılamaz. Bu nedenle kayıt teknisyenleri, avukatlar, yapımcılar, diskjokeyler, müzik yazarları, medya vs. kültür endrüstrisinin vazgeçilmez elemanlarıdır.

Sanatın tüm alanlarında olduğu gibi müzik sanatında da siyasette etkin rol alan ya da siyasi mesajlar içeren müzisyenler tarih boyunca hep olmuştur. Örnekler vermek gerekirse Monarşi karşıtı Amedeus Mozart, Napoli’de Cumhuriyetçiler için marş yazan Domenico Cimarosa, İtalyan Ulusal Parlementosu`nda görev yapan Guiseppe Verdi, Nazi döneminde Müzik Odası başkanlığı yapan Richard Strauss, Yahudi karşıtı görüşleriyle tanınan ve Hitler’e yakın olması nedeniyle faşist olarak tanınan Richard Wagner. Irkçılık o denli etkindir ki Yahudiler`in beş duyuyla algılamaları oldukça kısıtlı olduğunu düşünür Wagner ve o`na göre Yahudi`den sanatçı da olamaz! Yine o dönemde Almanya`da caz müziği dinlemek de sakıncalıdır, çünkü caz müziği ile Alman gençlerinin yozlaşacağı görüşü hakimdir. Nazi kamplarında Wagner`in müzikleri dinletilirken, 1980 askeri faşist cunta döneminde siyasi tutsaklara da Hasan Mutlucan `ın dinletilmesi benzer yönetemler arasındadır.

Pek tabii siyasi liderlerin de müzik üzerinde önemli etkileri olmuştur. Totaliter rejimlerde devlet, sanatın tüm dallarında kontrolü sürekli elde tutmaya çalışır, bu da sanatı ve sanatçıyı doğal olarak daraltır. Nazi Almanya’sında olduğu gibi, sanat eserlerinde herkesin anlayabileceği basit bir dil beklenir. Buna uygun davranan müzisyenler ve diğer sanatçılar ekonomik olarak ödüllendirilir ve resmi statülerle onurlandırılmıştır.

Ekim devrimi, 19. yüzyıl koşullarında dünyayı etkileyen toplumsal bir altüst oluşun hareketiydi. Bu toplumsal altüst oluş sayesinde, hayatın pek çok alanında olduğu gibi sanat ve sanat eğitiminde de kendisini göstermeye başladı. Ekim devriminden sonra sanat yaşamla bütünleştiği gibi, sanatın kitlesel biçimde eğitimi ve icrası olanaklı hale geldi. Andrei Jdanov`a göre Sovyet bestecilerinin iki önemli görevi vardı:

  1. Sovyet müziğini geliştirmek ve yetkinleştirmek.
  2. Bu müziği yoz burjuva etkenlerin sızmasına karşı koymak olmalıdır, biçimindeydi.

Besteci Dimitri B. Kabalevski`ye göre;“ usta bir müzisyen; birinci sınıf sanatçı, yaratıcı, iyi bir öğretici ve yeni yaşamın yapılandırılmasında etkin rol oynamalıdır.“ Sovyetler Birliği eğitim politikasında sanat eğitimine olabildiğince önem verilmiştir. Bu yanıyla çoksesli müzik eğitimi önem kazanırken, batı Avrupa`da da kabul gören iki önemli besteci Dimitri Şostakoviç ve Sergey Prokofyev`i belirtmeliyiz. Her iki besteci de müziğin her türünde eserler vermişlerdir. Yine Aram Haçaturyan ve Sergey Rahmaninov `da Sovyetler Birliği`nin kalburüstü bestecilerdendir. Müzik eserlerinde aşk temasına da yer verilmiştir, ancak bunu bayağılaştıran üretimlere karşı ciddi tavır sergilenmiştir. Düşünsel planda kurulan yeni düzenin, yaşamsal boyut kazanması için sanatın her alanına ama özellikle müziğe önemli görevler yüklenilmiştir.

Diğer yandan 19. ve 20.yüzyılda ulus devlet inşası sürecinde ‘ulusal köken’lere sahip çıkma, `milli şuur` oluşturma adı altında yürütülen kültürel müdahaleler sadece Türkiye`ye özgü olmayıp, dünyanın başka başka ülkelerinde de görülmüştür. Osmanlı İmparatorluğu sonrası Cumhuriyet`in kurulmasıyla birlikte `milli kimlik` inşası sürecinde eğitim görmeleri için Avrupa`ya müzisyenler gönderilmiş, halk müziği temalarına dayalı batı müziği armoni kurallarına göre çok seslendirilmiş bestelerin yapılması desteklenmiştir. Cumhuriyet’in ilk yıllarında iktidar, müzik eserlerine yön vermiş ve onu şekillendirmiştir. Televizyonun tek kanallı dönemlerinde TRT bünyesi içinde müzik eserleri denetimden geçmek durumundaydı, 1968-1972 yıllarında denetime gönderilen 2394 eserden sadece 950’si yayınlanabilir izini alabilmişti. Yine Muzaffer Sarısözen tarafından  kurulan Yurttan Sesler Korosu`nun amacı ise ‘ulusal duygu birliği yaratmak’ ve ‘memleket sesleriyle kulaklarımızı doldurma’ isteğidir.

Müzikte protest eğilimler özellikle 1960`lı yıllarda kendisini daha fazla hissetmiştir. Amerikan pop müziğinde yerel şarkılarda ‘zafer, grev, birleşin’ gibi sözcükler bu şarkılarda sıkça kullanılmaya başlandı. Dönemin bilinen müzisyenlerinden Woody Guthrie, Pete Seeger`in ardından Bob Dylan, John Baez vs… gelmektedir. Yine Rock’un yükselişini dönemin sosyo-politik olaylarından soyutlamak doğru olmayacaktır. Dünya konjöktürüne bağlı olarak 1968 etkileşimi müzikte de kendisini gösterecektir. Bu dönemde Rock , Amerika`nın Vietnam’ı işgal sürecinde bir karşıtlık oluşturur. Latin Amerika’da Victor Jara, Gilberto Gil, Maris Bethania, Mercedes Sosa; Yunanistan’da Mikis Theodorakis; İrlanda’da The Wolfe Tones ve niceleri politik müzik yapmışlardır. 1990’lı yıllardan sonra büyük çıkış yapan rap, hip-hop gibi müzik türlerinde de sık sık politik sözlere yer verilmektedir.

Türkiye`de de benzer etkiler 1970’li yıllarda görülmeye başlandı. Ruhi Su, Mahsuni Şerif, Ozan Şahturna, Zülfü Livaneli, Timur Selçuk, Melike Demirağ, Ferhat Tunç, Ozan Emekçi, Ahmet Kaya, Grup Yorum, Grup Kızılırmak … gibi müzisyen ve müzik grupları sundukları eserlerle toplumsal mücadelenin birer parçası olma çabasını göstermişlerdir. Yine bu yıllarda dillendirilen `devrimci müzik` kategorisi baş gösterir. Ruhi Su, ‘devrimci müzik’ kategorisini doğru bulmuyor, söz ve içeriğin bu konuda bizi yanılttığını ve eğer varsa böyle bir kategori bunun da gene çoksesli olabileceğine vurgu yaparken şu ifadelerin altını çiziyor: “Devrim sözcüğünden uygarlığa, özgürlüğe ve insanca yaşama yönelik çabaları anlıyorum. İster hazırlayıcısı olsun ister yaratıcısı olsun, sanatın da hem bu çabaların içinde hem de bu çabaların bir sonucu olarak var olması gerekir.” Yine bizim için çoksesli müzik, devrimci müzik olabileceğini düşünür. Bu bağlamda ilahi ,sözlerinden dolayı ne kadar ilahi ise, devrimci müzik de sözlerinden dolayı o kadar devrimcidir, görüşündedir. Yılmaz Güney`de de rastladığımız biçimiyle, slogana indirgenmiş sanat anlayışını da reddeder.

Halk edebiyatı geleneğinde söz, müziği önceler. Türkiye toplumunda ise sözlü müzik enstrüman müziğinden daha ayrıcalıklı yere sahiptir. Diğer yandan sözsüz müziği anlamak önemli bir ayrıntı olsa da, bunun ancak eğitimle mümkün olabileceği gerçeğini de akıldan çıkarmamak gerekir.

Müzik eserleri, dünyanın her yerinde kaçınılmaz bir şekilde seçim mitinglerinde yer aldı. Bazı şarkılar parti sloganı hâline geldi. Beğenilen müzisyenlerin toplumdaki etkisinden yararlanılmaya çalışıldı. İngiltere`de Margaret Thatcher’in seçim çalışmalarında Rod Stewart şarkılarıyla destek sundu. Türkiye seçimlerinde müziğin devreye girmesi ise 1965 yılında gerçekleşen seçimlere denk geliyor. Tülay German `ın seslendirdiği Yarının Şarkısı Türkiye İşçi Partisi`ne armağan edildi ve seçim kampanyasında kullanıldı. Milli gururu okşayan tüm marşlar bu anlamıyla zaten siyasidir. Uluslararası düzeyde karşılamalar, açılış törenlerinde karşılıklı olarak ulusal marşların çalınması, bandolar ve bizdeki adıyla Mehter Takımı ve Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestrası da müziğin siyasal güçlerle ya da iktidarla direk ilişkisinin olduğunu düşündürmelidir. Ayrıca müzik, siyasal ilişkilerde yumuşatıcı ve kaynaştırıcı bir role de sahiptir. Örneğin İran Şahı Rıza Pehlevi’nin Türkiye’yi ziyaretinde Atatürk, Adnan Saygun’dan Türk-İran dostluğunu işleyen bir eser bestelemesini ister ve Özsoy opera eseri, o dönemde yazılmış ilk opera eseri olma özelliğini de taşır.

Günümüz şartlarında her toplum hızlı bir kültürel değişim yaşamaktadır. Modern devlet anlayışında sanatı ve sanatçıları desteklemek, devletin asli görevlerinden biri olarak görülmektedir. Sınıflı toplumlar kuramından hareketle adına modern de desek devletlerin olduğu, sınıfların varolduğu bir dünya sisteminde insan ve de onun ürettiği sanat da özgür değildir.

Müzik kurallarındaki değişiklik toplumu yöneten kuralların değişmesine bağlıdır…“ diyen Sokrates, böylelikle her yapıtın çağının ürünü olduğunu bizlere duyuyor. Robert Schumann`da “Dünyada olup biten her şey beni ilgilendiriyor. Toplum, edebiyat, politika. Ve bunlar üzerine düşünüyorum, ardından hissettiklerimi müziğimle dile getiriyorum.“ diyor. Öyle ise müzik sınıflar üstüdür diyemeyeceğimize göre, müzik siyasetle her zaman iç içdedir. Toplumu etkileyen her olay ve her düşünce sanatı da direk etkiler ve sanatçı da bu iradeyi sanatına dönüştürür. Ruhi Su`nun deyimiyle müzik; toplumun ikinci anadilidir ve bu bağlamda müziği yaratan halktır, müzisyenler ise onu düzenleyendir.

Sanatla dahası müzikle dünyanın değişmeyeceği aşikâr, ancak yaşadığımız hayatı sorgulamak ya da müziğin yüksek seviyedeki örnekleriyle yaşamımızı güzelleştirmemiz mümkün.

Bu bağlamda müzik eğitimi tıpkı tarih, coğrafya ve matematik gibi vazgeçilmez temel eğitim alanlarından biri olmalıdır. Platon, müzik eğitimini neredeyse matematik eğitimiyle eş tutar.

Ludwig van Beethoven`in müzikteki dehasını sadece müzikle sınırlandırırsak Beethoven`e haksızlık etmiş oluruz, çünkü onun dehası Fransız devrimi döneminde müziğine yansıyan özüdür aslında. Diğer yandan sanatın görevi insanı yüceltmek yerine insanı araştıran ve yine insana dönen bir edimdir. Bu edimi de sanatçı; öz, biçim, estetik ve dünya görüşüyle oluşturur.

Bu nedenle müziğin toplumsal görevi gerçekliği çıplak biçimiyle yansıtmak olmayıp, bu etkiyi sağlayan bir iradenin ürünüdür ve yansımasıdır. Yalıtık bir özgürlükten ziyade, toplumsal manada bir özgürlükten söz ederken, sanat da gerçek anlamda toplumsal özgürlük koşullarında boy verir.

Özden Çiçek  Eğitimci / Müzisyen

08.01.2018/ Hannover