Anasayfa , Köşe Yazıları , İran’da geleceğini arayan halk hareketleri…(I) – H. Gürer

İran’da geleceğini arayan halk hareketleri…(I) – H. Gürer

Dünyanın gözü son günlerde İran da gerçekleşen ve her gün artarak devam eden protesto eylemlerinde. Dünya’nın dört bir yanında yüzlerce kişinin, dünya medyasının İran’da neler olduğuna dair ifade ettiği bir çok şey var. Herkesin bu aktarımları yaparken izlediği metodoloji farklı. Bizim izleyeceğimiz yöntembilimimiz; kimi zaman tümdengelim[1], kimi zaman tümevarım[2] ve kimi zaman da analojik[3] olacaktır. Yani bilimsel yöntemin kullanıldığı üç akıl yürütme biçimini de uygulamaya çalışacağız.

Bu yazı dizimizde, bugünün İran’ının 100 yıllık tarihsel evrimine mercek tutarak bugün neler olduğuna dikkat çekerken, bu olguların gelecekte alacağı olası durumlara dair bir senteze gitmeye çalışacağız. İran, Ortadoğu politikasında en başat noktada duran ülkelerden biri olduğundan, onun ve bulunduğu coğrafyanın tarihsel sürecini bilmek, geçmişten günümüze gelişmelere hakim olmak ve özel de İran’ın, genel de ise Ortadoğu’nun resmini bütünlüklü görebilmek için de önemlidir. İran’a İran’ın ‘batısından’ bakan bir bakış açısı ile değil, İran’ın kendi penceresinden İran’a bakma empatisini ne kadar güçlü başarabilirsek o oranda Ortadoğu’da olup bitenleri anlama ve kavrayıp yorumlama verilerine de sahip olabiliriz. Bunun için ‘sıkıcı’, ‘uzun’ ve ‘yüzeysel’(!) de olsa ana başlıklar halinde küçük bir İran profili çizmek, 100 yıllık tarihin içinde küçük ve soluksuz bir gezintiye çıkmak hafızaları tazelemek açısından gerekli…

***

Yaşadığımız kapitalist sistem, insanı bir ekonomik veri olarak gördüğünden hayatın her alanında iktisat ile karşılaşır olduk. Global dünyada hiç “beni ilgilendirmez” dediğimiz şeyler sizin yaşam kalitenizi doğrudan etkileyen olgular haline gelmiş durumda. Örneğin; nasıl ki binlerce kilometre uzağımızda New York’taki “1929 Wall Street İflası” ve “New York Borsasını Çöküşü” olarak tanımlanan ve kapitalizmin büyük buhranlarında biri olan ve tüm dünyayı sarsan kriz dünya genelinde yüz binlerce küçük ve orta ölçekli işletmenin kapanmasına ve 30-35 milyon insanın işsiz kalmasına neden oldu, bu krizin doğrudan bir sonucu olarak ikinci paylaşım savaşı çıktıysa, İran’daki sorunlar, Irak’taki petrol krizi, bizim Türkiye’de ve ya Avrupa da yediğimiz domates ve yumurtanın fiyatı üzerinde etkiye sahip! Bu karşılıklı etki ve evrensel bağlantı yasası diyalektiğin temel yasasından biridir!

Öyleyse, dünyanın her köşesinde yaşanan her olay bizimle bağlantısı olup etkilediği gibi, insan olarak olup biten hiçbir şeye de kayıtsız kalamayız! 20.yüzyıl insanlığın büyük alt-üst oluşlarına, acılarına tanıklık etti; I. Dünya savaşı, yıkılan imparatorluklar, dağılan uygarlıklar, ekonomik krizler, yaşanan devrimler, kurulan yeni ülkeler, atom bombalarıyla son bulan milyonlarca insan yaşamı, II. Dünya savaşı, başka gezegenlerin keşfi, yıkılan sistemler, uluslararası kuruluşların ve organizasyonların oluşması vb. gibi olaylar, insanlığın geleceğini de aynı oranda şekillendirdi.

Ortadoğu özgülünde ele aldığımızda ise; Osmanlının çöküşü, Çarlık Rusya’sının yıkılması, İran ve Afganistan monarşisinin devrilmesi gibi bölgesel ve uluslararası büyük etkileri olan olaylar yaşanmıştır. Ortadoğu da yaşanagelen sorunlar ve savaşlar dünya siyasetinin bölge özgülündeki uygulamasından başka bir şey değildir. Ortadoğu’nun dünya siyaseti ve dolayısıyla tüm dünya insanlığının yaşamları üzerindeki doğrudan etkilerinin görülmesi ve anlaşılması önemlidir.

***

“Ortadoğu” kavramı 20.yy başlarında Britanyalıların kullanmaya başladığı, Avrupa merkeziyetçi yaklaşıma dayanan bir kavram olarak karşımıza çıkar. Ortadoğu dünya üzerinde politik-stratejik ve jeofizik özelliklerinden dolayı özel bir yere ve öneme sahiptir. Bu özelliğini üç temel öğeden; coğrafi konumundan, yeraltı ve yer üstü zengin enerji kaynaklarından, üç dinin merkezi olmasından alır. Coğrafi konumuyla Asya, Avrupa ve Afrika kıtaları arasında bu kıtaların doğal geçiş yolları üzerinde yer alan Ortadoğu; Rusya ile sıcak denizleri, Doğu ile Batıyı, Akdeniz ile Hint Okyanusu’nu birbirine bağlayan, aynı zamanda Avrupa ile Asya arasındaki bütün ticari ve kültürel bağlantıların yapıldığı, Asya, Afrika ve Avrupa kıtalarının kesişme bölgesidir. Yeryüzünün en önemli kara ve su yollarına sahip olmasının bu coğrafyaya kazandırdığı eşsiz jeopolitik değer, Ortadoğu’yu tarihin ilk dönemlerinden bu yana dünya egemenliği peşinde koşan güçlerin ilk hedefi haline getirmiştir. Asya ve Avrupa’ya yönelik tüm projelerin merkezini oluşturan  bu bölge, jeo-stratejik konumu nedeni ile Avrupa devletlerini deniz komşuluğuyla, Rusya, Hindistan, Çin, Afrika ve Balkanları karasal yollardan, Anadolu, İran ve Arap yarımadasını tümüyle etkileme potansiyeline sahiptir. Ortadoğu’nun coğrafi konumu birçok medeniyete ev sahipliği yapmış, bu medeniyetlerin her biri kendi çağlarında tarihin akışını değiştirmiş, ona yön vermiştir. Bir çok medeniyetin yaşam sürdüğü bu toprakların biriktirdiği kültürel zenginlik ise bilumum insanlığın kendi zenginliğidir. Tarihte insanların yaşamını etkileyen birçok gelişmenin, ilk olarak bu bölgede gerçekleştiği bilinmektedir. İlk yerleşik hayat, ilk tarım faaliyetleri, ilk yazı, ilk yazılı kanunlar ve ilk dinler hep bu bölgede ortaya çıkmış ve dünyaya yayılmıştır.[4]

Ortadoğu coğrafyası yalnızca yeraltı ve yerüstü doğal zenginlikleriyle değil, bir kıtadan bir başka kıtaya, bir coğrafyadan başka bir coğrafyaya ticari geçişlerin merkezi olma bakımından da (karasal bağlantıları, ırmakları, nehirleri ve su yolları-kanalları, deniz ve hava sahası) dünyaya egemen olmak isteyen güçlerin ilgisini çekiyor ve önemli bulunuyor. Mesela dünyanın en önemli su yollarından bir olan Afrika kıtasının çevresinde dolaşmaya gerek bırakmadan Güney Asya ile Avrupa arasında deniz taşımacılığına imkan veren, Hint Okyanusu’nu Akdeniz’e bağlayan en kısa deniz yolu olan, Akdeniz ve Kızıldeniz arasındaki Süveyş Kanalı. Yine Hürmüz Boğazı’nın Basra Körfezi’nin devasa petrol üretimini dünyaya açan kapı olması, İstanbul boğazı ile Karadeniz ve Marmara Denizi’ni ve Avrupa ile Asya kıtalarını birbirine bağlaması, Çanakkale Boğazı ile Marmara ve Ege Denizi’ni birbirine bağlaması bölgenin önemini arttıran bir diğer faktör. Fırat, Dicle ve Asi gibi önemli su yatakları ve su yollarına sahip Ortadoğu, bu jeopolitik ve jeostratejik özelliklerinden dolayı 18.yüzyılın sonu, 19.yüzyılın başlarından itibaren uluslararası güçlerin bölge üzerinde siyasi üstünlük kurma çabalarının yoğunlaşmasına sebep olmuştur… Bu özellikler “Ortadoğu’yu kontrol etmek Dünya’yı kontrol etmektir” söyleminin gerçekliğini gözler önüne sermektedir. Zira, bir bölgenin jeopolitik öneminin o bölgedeki doğal kaynakların oranından, petrol rezerv miktarına ve aynı şekilde petrol üretim oranı arasında doğru bir orantı olduğunu söylemek abartı olmayacaktır. Bu kısa örnekler Ortadoğu’nun özelliklerinin yalnızca küçük bir kısmını ifade etmekte. Bu küçük kısmın dahi Ortadoğu’nun uluslararası güçler için neden bu denli önemli olduğunu açıklamaya ve bu coğrafyada neden bir türlü istikrar ve huzurun hakim ol(a)madığına dikkat çekmek açısından yeterli olacaktır.

Uluslararası güçler, gerek rakipleri üzerinde, gerekse dünya üzerinde egemenlik sağlamanın birincil yolunun Ortadoğu’yu kontrol altına almaktan geçtiğini bilmekteler. Sanayi devrimi, arabanın icadı, yakıtlı makinelerin yaygınlaşması ile birlikte dünyada hızlı bir şekilde makine kullanımının artması petrolün birçok alanda kullanılmaya başlanması ile özellikle 20. yüzyılın ilk çeyreğinden itibaren petrol hızlı bir şekilde değer kazanmış, Ortadoğu’nun ve buradan geçen kara ve deniz yollarının stratejik önemini dünyanın hiçbir yeriyle kıyaslanamayacak derecede artırmıştır.[5] Uluslararası Enerji Ajansının verilerine göre, 2010 yılı itibariyle ham petrol üretiminin %32’lik kısmı, ham petrol ihracatının ise %38’i Ortadoğu ülkelerinden yapılmaktadır.[6] Bu özellikler, dünya siyaseti için son derece önemli olduğundan, Ortadoğu’yu uluslararası siyasetin başka araçlarla ve en üst düzeyde, en kahredici şekilde yürütüldüğü ve uygulandığı bölgelerden biri haline getirmiştir.

Ortadoğu’nun bu stratejik konumu içerisinde yer alan ülkeler arasında en önemli ülkelerden biri İran’dır. İran aynı zamanda Ortadoğu’nun ve Dünya’nın en eski devletlerinden biridir. İran’ı bu denli önemli kılan faktörlerin başında ise Orta Asya, Hazar Havzası ve Orta Doğu üçgenin merkezinde bulunmasıdır. Bu özelliğiyle de İran geçmişten bu yana topraklarında pek çok kültür ve uygarlığı ve pek çok ulusu barındırmış, onların kültürel zenginliğine sahip bir geçmişe sahiptir. İran, Dünya’daki en büyük ikinci doğalgaz rezervine sahip olmakla birlikte, petrol gibi enerji kaynakları ile Ortadoğu ve dünya ekonomisinde önemli bir konuma sahiptir. Ayrıca Ortadoğu’daki en büyük otomobil üreticisidir. Dünyanın en zengin sanat geleneklerine sahip ülkelerden biri olma özelliğini de taşımaktadır. Bu yüzden bir çok sanat disiplinini (çömlekçilik, dokuma, hat sanatı, metal işleme, mimari, resim ve taş oymacılığı, halı dokumacılığı vb. gibi) içine almaktadır. İran UNESCO tarafından arkeolojik kalıntıları ve yerler açısından Dünyadaki en önemli yerler arasında yedinci sıradadır.[7] Matematiği, geometriyi ve astronomiyi mimarilerinde ilk kullananların da İran’lılar olduğu bilinmektedir. Bu özellikleriyle çok sayıda galeri ve sanat evine sahip bir ülke özelliğinin yanı sıra dünyadaki en büyük mücevher koleksiyonlarına da ev sahipliği yapmakta. Yukarıda belirttiğimiz gibi; İran Ortadoğu’nun ve dünyanın en eski devletlerinden biri. Bu yüzden de insanlığın büyük tarihsel, kültürel, sanatsal zenginliklerine de sahiptir.

Türkiye’ye sınır komşusu olan İran, siyasi ve politik çalkantılarıyla da Türkiye’nin siyasi ve politik kimi evreleri ile aynı oranda önemli benzerlikler içinde olmuştur. Ortadoğu coğrafyasında yaşanan alt-üst oluşların hiç biri İran’daki değişimlerden, alakasız ve tesadüf değildir. İran, Irak, Suriye ve Türkiye’deki yüz yıllık gelişmelere baktığımızda; kaoslar, ‘devrimler’, askeri darbeler, darbelerle ele geçirilen iktidarlar, komplolar, toplumsal dönüşümler, lokal savaşlar, mezhepçi iktidarlar, yerli işbirlikçiler, katliamlar, baskı ve zulüm altında inletilen bezginleşmiş kitleler ve efendilerine sadık kukla yöneticiler, kukla iktidarlar ile mağrur diktatörlerin ne kadar çok bir ve aynı benzerlikler taşıdığını göreceğiz!..

İran da meşrutiyetten, monarşiye, dikta rejiminden İslam cumhuriyetinin kurulmasına uzanan, Irak ve Suriye de iktidarı ele geçiren Baas rejimleri, İran-Irak savaşı, körfez savaşı, Halepçe katliamı, Türkiye’de her on yılda bir gerçekleştirilen askeri darbeler, Arap baharı, Irak ve Suriye işgalleri, çıkarılan ‘iç’ savaşlar ile ülkelere çekilen balans ayarları, iktidar edilen  kukla yönetimler, İŞİD katliamları vb. gibi ardı ardına geliştirilen ve coğrafya halklarına hiç nefes aldırmayan onlarca büyük olay, farklı-farklı ülkelerde olsa da özünde coğrafya özgülünde birbirlerinin farklı tezahürlerde yansımalarıdır. Tüm bu sıraladıklarımız bölge üzerinde efendilerin paradigma değişiklikleri için ihtiyaç duydukları hadiselerden yalnızca bazıları… Ortadoğu ülkelerinin her birindeki tek tek gelişmelerin, gerçekleşen büyük toplumsal alt-üst oluşların önemli çoğunluğunun şu veya bu oranda, şu veya bu şekliyle bu coğrafya üzerinde hesapları olan uluslararası emperyalist güçlerin karanlık mahfillerde ürettiği planlardan bir bütün olarak bağımsız olduğunu düşünmek büyük saflık olur. Böyle düşünürken, egemenlerin her gelişmenin, her eylemin, her başkaldırının örgütleyicisi, yönlendireni veya destekçi olduklarını düşünmek de aynı oranda yanlış olacaktır. Böylesi bir düşünüş tarzı böylesi pratiklerin içerisine girmenin temel engelleyicisi olacaktır, ki egemenlerin istediği de budur. Bu yüzden halk isyanlarını değerlendirirken bu her iki yönü göz önünde bulundurmak bilimsel olarak doğruyken, paranoyaklık derekesine düşüp her protesto da, her halk hareketinin altında uluslararası bir güç aramak da o oranda yanlıştır! Batılı güçlerin İran halkının ayaklanmasına destek açıklamaları, perdenin ardında bu güçlerin olduğunu kanıtlamaz. Aksine batılı emperyalistlerin bu açıklamaları iktidarın işine gelecek, yandaşlarına ve geniş kitlelere “rejim tehlikede, dış güçler saldırıyor” diyerek ayaklanmaların özü ve nedenleri karartılarak protestolar “dış mihrakların” ürünü olduğu manipülasyonuna gidilecektir. Bilinmeli ki, özgürlüğe ve adalete susamış bir coğrafyanın insanlarının özgürlük arayışı, zulme karşı başkaldırıları hiçbir zaman bitmeyecektir. Egemenlerin denetiminde ve yönlendirmesinde olmayan örgütlenmeler de mutlaka olacaktır. Bu kaçınılmazdır.

***

Henüz ismi Persia[8] olan İran da, çeşitli uluslardan ve değişik etnik gruplardan bir araya gelen insanlardan (Gilanlı, Alı, Kürt ve Ermeni) oluşan ve kendilerine “Jangali”[9] adı veren gerilla birlikleri, 1920 sonbaharında Tahran’ı ele geçirmeye çalışırlar. (Dönemin hareketlerinde görüldüğü gibi (farklı düşünce altyapılarında olsalar da) tüm anti-emperyalist görüşleri bir arada toplamıştır.[10] Bu eylem, Sovyetler Birliğinin desteğiyle yapılır. Bunun birkaç nedeni var. Ancak en etkin neden; “1917 Rus Devrimi ile başlayan süreçte; büyük bir özgürlük ve devrim akımı dünyayı sarmıştı. Rus Devrimi’nden sonra iktidara gelen Bolşevikler İran’ın Çarlık Rusya’sı ile yaptığı bütün anlaşmaları iptal ederek yeni bir anlaşma yapmak istiyordu. Fakat iktidardaki Şah Rejimi, İngiltere yanlısı bir politika izliyordu. Halk içinde de Rus Devrimi’nin etkisiyle Rusya sempatizanı bir kamuoyu oluşmaya başlamıştı. Bu dönemde (Sultan Galiyev vb.) aydınların da etkisiyle, bütün Müslüman toplumlarında -sömürge ve ezilenler için- aslında aynı etki söz konusuydu.”[11] Jangali gerilla hareketi[12] Tahran’ı ele geçiremese de, politik ve sosyal krize neden olur. 21 Şubat 1921’de Rıza Han Seyyid, Ziyaeddin Tabatabai ile birlik olup İngilizlerin desteğini alarak darbe yapar. (İngilizler, Rusların İran’dan çıkmasını isterler. Çünkü Rusları kendilerinin sömürgesi olan Hindistan’a bir tehdit olarak görüyorlardı.)

Darbenin başarısının ardından Tabatabai başbakan, Rıza Şah Pehlevi ise ordu komutanı olur. Birkaç ay sonra Savunma Bakanlığını da üstlenir. Yani hem ordu komutanı, hem savunma bakanlığı yetkisi Rıza Şah Pehlevi’nindir. Tabatabai ile kurdukları hükümet çok uzun sürmez. Yüz gün (100) içinde Rıza Şah Pehlevi 1923’te gücü ele geçirerek Tabatabai’yi tasfiye eder ve başbakan olur.

Pehlevi tüm gücü ele geçirince Kaçar Hanedanı’nın son şahı olan Ahmet Şah Kaçar ise önce İngiliz büyükelçiliğine oradan da Avrupa’ya sığınır. (Ayrıca, Kaçar Hanedanlığının son döneminin kapitülasyonlar aracılığıyla İran’ın Batı tarafından hızla sömürgeleştirildiği dönem olduğunu da belirtelim!) Meclis 12 Aralık 1925’te toplanarak hâlâ kraliyetin sahibi gözüken Kaçar Hanedanı’nın son şahı Ahmet Şah Kaçar’dan alınıp Rıza Şah Pehlevi’ye verilmesine karar verir. Pehlevi böylece İran’ın yeni şahı olur ve Pehlevi Hanedanı’nı kurar.

***

Rıza Şah Pehlevi reformculuğuyla ve yüzünü batıya dönmesi ile bilinir. Dikta yönetimiyle saltanatını sürdürürken, ülkesi için “laik” bir “Cumhuriyet” kurmayı arzular. Mustafa Kemal’in “cumhuriyetini” bir çok konuda örnek alır. Dikta yönetim biçimiyle her türden muhalefet edeni ve farklı düşüneni “demir yumruk” ile ezer. Önce Mirza Kuçik Han ve Kürt isyanlarını ezer. Askerlik kanunu geçirir, ordunun modernizasyonunu sağlar. İslam’ın getirdiği yasalarla kadınlar baskı ve cendere altına alındığından ülkenin kadınlarını özgürleştirmek amaçlı kara çarşafla örtünme yasaklanarak kılık kıyafet devrimi başlatır. Kadınları sosyal yaşamın ve iş hayatının içine alacak ve yasal haklar sağlayacak düzenlemeler yapar. Bunu evlenme yasası ve “Tahran doğulu kadınlar kongresi” takip eder. (Kadına dönük bu reformlara önemli sayıda dindar kadın karşı çıkar ve Pehlevi iktidardan düşene dek sokağa dahi çıkmadıkları ifade edilir!) Ülkede fabrikalar kurulur, tarımda ve ekonomide ilerleme kaydedilir. Demir yolu taşımacılığı, sanayi, tüneller ve köprüler yapılır. Din adamlarının uluorta vâaz vermesi engellenir ve camilerde yapılması düzenlenir. İran milli bankası kurulur, İngiliz bankalarının İran ekonomisindeki yeri küçültülür. Eğitim de reforma gider; medrese eğitimine son verir, modern okullar açılır. Tahran üniversitesi kurulur. Burslarla bir çok öğrenci Avrupa’ya okumak için gönderilir. Yapılan tüm reformlara Mollalar tarafından karşı çıkıldığı gibi eğitim reformuna da karşı çıkılır. Mollalar tarafından “Okullar oğullarınızı kâfir, kızlarınızı fahişe olmak için eğitiyor” sloganıyla camilerde boy gösterir. Bu propagandalar bir çok ailenin çocuklarını okullardan almasına neden olur. Başta mollalar, muhafazakâr kesimler, din alimleri her türlü reforma karşı çıkar, halkı kışkırtır. Rıza Şah Pehlevi tüm karşı çıkmalara karşın reformlarını yapmayı sürdürür. Karşı çıkanlara karşı da mücadele içine girer. Birçok din adamı, Rıza Şah Pehlevi’den Irak topraklarına, Kerbela ve Necef’e kaçar. Bazıları ise Kum’da gizlenir. Onlardan biri de Rıza Şah Pehlevi’nin yaptıklarını gelecekte yıkacak olan Ayetullah Humeyni’dir.

Rıza Şah Pehlevi’nin tüm girişimleri, bütün reformları, emrindeki tüm güçleriyle ülke genelinde cumhuriyet propagandası yapmasına karşın başarılı olamaz. Kitleler dinin ve mollaların yoğun etkisi altındadır. Düşlediği tarzda bir cumhuriyet aynı zamanda bağımsız bir İran demektir. Ülkesinde ki yabancı güçlerin varlığı ve etkinlikleri onu rahatsız eder. Özellikle de İngilizlerin varlığı! (Aynı zamanda bu yabancı güçler kendisini iktidar eden güçlerdir!) Bu yüzden kraliyet havayollarının İran üzerinden uçuşlarını reddederek, İngilizlerle tek taraflı olarak petrol anlaşmalarını fesheder. Artık kurmayı düşündüğü cumhuriyetin iki büyük düşmanı vardır. Biri; kurulacak cumhuriyet İngiliz çıkarlarına aykırı olduğu için İngilizlerdir. Diğeri ise kurulması arzulanan ‘laik cumhuriyeti’ kabul etmeyen mollalar, muhafazakâr kesimler ve din alimleridir. Çünkü cumhuriyetin kurulması bu kesimlerinde çıkarlarına aykırıdır. Uzun yıllar boyu İngilizler mollaların nabzını tuttukları için, onlara verdikleri destek sayesinde mollalar cumhuriyete şiddetle karşı çıkar. Gerici mollaları takiben eğitimsiz halk da onlara uyarak cumhuriyeti reddeder. Kitleleri arkasına alamayan Pehlevi’nin tüm uğraşları ve reformları geri teper…

[1] Tümdengelim: Genel bilgiden hareketle yaşanmış olan tek tek olayları anlamlandırma.

[2] Tümevarım: Tek tek olayların bilgisinden genel bir bilgiye ulaşma.

[3] Analoji : Aynı olay ya da olgunun benzer birçok yönünün zaman ve mekân faktörleri göz önüne alınarak karşılaştırılmasıdır.

[4] H.Çelik, 2014, Ortadoğu’da ABD Politikaları ve Büyük Ortadoğu Projesi, Yüsek Lisans Tezi, Ankara.

[5] https://www.stratejikortak.com/2016/06/ortadogunun-onemi.html

[6] P. İpek, 2013, Enerji Güvenliğinde Ortadoğu Bölgesi’nin Jeopolitiği ve Enerji Piyasalarında “Muğlak” Bir Devrimin Yansımaları, ORSAM, Ankara.

[7] Bustling bazaars and ancient sights, parched deserts and snowcapped mountains, awesome architecture and simple hospitality retrieved, 23 January 2008.

[8] Rıza Şah Pehlevi, 1935 yılında ülkenin Persia olan adını Aryanlar’ın ülkesi anlamına gelen İran olarak değiştirir.

[9] “Jangali Hareketi” nin başını Mirza Kuçik Han çekiyordu. Mayıs-Haziran 1920’de Enzeli şehrinde Sovyet yetkililerle işbirliği anlaşması yapan Mirza Küçük Han; partisinin ismini, Adalet Partisi’nden İran Komünist Partisi (Fırka-i Komünist-i İran) olarak değiştiriyordu. Parti, değişik etnik gruplardan gelen üyelerden oluşmaktaydı. Dönemin hareketlerinde görüldüğü gibi –farklı düşünce altyapılarında olsalar da-tüm anti-emperyalist görüşleri bir arada toplamıştı. 4 Haziran 1920 tarihinde merkezi Reşt şehri olmak üzere ‘İran Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti’ ilan edilmiştir. Kaynak: https://tr.wikipedia.org/wiki/Mirza_Küçük_Han

[10] https://tr.wikipedia.org/wiki/Mirza_Küçük_Han

[11] https://tr.wikipedia.org/wiki/Mirza_Küçük_Han

[12] 1921’de Rusların desteğini alan Mirza Kuçik Han Gilan’da Sovyet bir cumhuriyet ilan etti.

Kaynak: https://hakangurer.blogspot.co.uk/