Anasayfa , Haberler , Tekirdağ tutsaklarından hakimliğe savunma mektubu

Tekirdağ tutsaklarından hakimliğe savunma mektubu

TEKİRDAĞ | 18 – 09 – 2011 | Tekirdağ F Tipinde bulunan ve çeşitli davalardan hükümlü 11 tutsak, hapishane idaresinin haklarında vermiş olduğu insanlık dışı disiplin cezalarına ilişkin infaz hakimliğine savunma mektubu yazdı. Baskıların arttırıldığını, yaşam koşullarının işkenceye dönüştürüldüğü belirten tutsaklar, cezaların, savunmalarının alınmadan, manipülasyonla yapıldığını söylüyor.

Tutsakların savunma dilekçesi şöyle:

TEKİRDAĞ İNFAZ HAKİMLİĞİNE

TEKİRDAĞ

Dosya No : 2010/1285

Konu: Tekirdağ 1 Nolu Cezaevi İdaresinin hakkımızda vermiş olduğu dsiplin cezalarına ilişkin..

Sayın Yargıç,

Cezaevi İdaresinin hakkımızda vermiş olduğu, her birimize onlarca, toplamda yüzlerce, “Ziyaret Kabulünden men” ve “Mektup, faks, telgraf alıp göndermekten (iletişim) men” cezalarının, cezaevi idaresi tarafından kendi hukuk ve yasalarını ne denli çiğneyerek verdiğini; amaçlarının neler olduğunu; cezaevinde tutsakların yaşam koşullarını ne denli keyfiyete dayalı yönetmeye çalıştıklarını; tutanak ve belgelerde tahribat yaparak, haksız ve baskıcı yöntemlerini meşru gösterme çabalarını anlatabilmek için konuyu ayrıntıları ile işlemeye çalışacağız.

Çünkü, konu haklı-meşru-insani taleplerimizin cezaevi idaresi tarafından, karşılanıp karşılanmaması olayından çıkmış, aksine baskılar daha da arttırılarak yaşam koşullarımızın işkenceye dönüşmesi için çeşitli uygulamalara başlanmıştır.Bunların başında “Dsiplin Cezası” saldırısıyla terör estirilmeye çalışılmış, ancak dsiplin cezaları, aksine bir kaosa dönüşmüştür.İşin içinden çıkılamayınca da bir dizi hukuksuzlukla savunmamızı almamak için türlü yöntemler, manipülasyonlar yapılarak savunmalarımız alınmadan cezalar verilmiştir.Sırf bu nedenlerle aslında her ceza için, ayrı ayrı savunma meşruluğu doğmuştur.Ancak, dosyanın birleşmiş olması nedeniyle savunmamızı hem genel hatlarıyla ayrıntılandırarak hem de daha anlaşılır olması için kimi konuları ek olarak sunacağız.

AĞIRLAŞTIRILMIŞ MÜEBBETLİKLERİN KOŞULLARI:

Bilindiği gibi, İdam Cezaları kaldırılarak, onun yerine Ağırlaştırılmış Müebbet Hapis Cezası getirilmiş, Ağırlaştırılmış Müebbet Hapis Cezasının nasıl infaz edileceği, 5275 sayılı yasanın 25. maddesi ve Adalet Bakanlığının tüzüğü ile yeniden belirlenmiştir.

Sözkonusu yasa şöyledir:

“AĞIRLAŞTIRILMIŞ MÜEBBET HAPİS CEZASININ İNFAZI (5275 sayılı Kanun)

MADDE 25

1*Ağırlaştırılmış Müebbet Hapis Cezasının infazı rejimine ait esaslar aşağıda gösterilmiştir.

a)*Hükümlü tek kişilik odada barındırılır.

b)*Hükümlüye günde 1 saat açık havaya çıkma ve spor yapma hakkı tanınır.

c)*Risk ve güvenlik gerekleri ile iyileştirme ve eğitim çalışmalarında gösterdiği gayret ve iyi hale

göre;hükümlünün açık havaya çıkma ve spor yapma süresi uzatılabileceği gibi kendisi ile aynı

ünitede kalan hükümlülerle temasta bulunmasına sınırlı olarak izin verilebilir.

d)*Hükümlü yaşadığı yerin olanak verdiği ve idare kurulunun uygun göreceği bir sanat veya meslek

etkinliğini yürütebilir.

e)*Hükümlü, kurum idare kurulunun uygun göreceği hallerde ve 15 günde bir kez olmak üzere f

bendinde gösterilen kişilere, süresi 10 dakikayı geçmemek üzere telefon edebilir.

f)*Hükümlü; eşi, altsoy veya üstsoyu, kardeşi ve vasisi, belirli gün, saat ve koşullar içerisinde 15

günlük aralıklarla ve günde bir saati geçmemek üzere ziyaret edebilirler.

g)*Hükümlü hiçbir suretle ceza infaz kurumu dışında çalıştırılamaz ve kendisine izin verilmez.

h)*……..

ı)*………

İnfaz Yasasında ise, Ağırlaştırılmış Müebbet Hapis (AGM) cezalarının nasıl infaz edileceği ayrıntılarıyla belirtilmiştir.Özetle, yasaya göre, Adli davadan ceza alan AGMlerin yatar süresi 30-40 yıl iken, siyasi tutsaklar açısından infaz süresi yoktur.Cezaevi İdaresi tarafından verilen Müddetnamede, “Yatacağı süre”nin karşısında ÖLÜNCEYE KADAR yazmaktadır.Buradaki “ölünceye kadar” tanımının, yasa çıkarken bizim, “bu yasa diri diri gömme yasasıdır” itirazımızın ne denli haklı olduğu açıktır..Yani seni asmıyorum ama cezaevinde öldüreceğim…

Bu yasanın çıkış dönemindeki tartışmaları anımsıyoruz.Abdullah Öcalan’ın 40-50 yıl sonra çıkacak korkusu yasaya damgasını vurmuş ve siyasiler infaz dışı bırakılmıştır.

12 Eylül Faşist darbesi mimarı Kenan Evren’in o dönem; “Asmayıpta besleyelim mi?” şeklindeki tarihe utanç olarak geçen söylemine, yani yasa “asmıyoruz ama içeride öldürüyoruz” şeklinde yanıt vermiştir.Ancak, herhalde “bu siyasiler-devrimciler inatçıdır, 90-100 yıl yaşayacağı tutar, 20 yaşında bir siyasi içeri girse 70-80 yıl onumu besleyeceğiz” diye düşünmüş olmalılar ki, AGMlilerin mahpusta yaşam koşulları son sınırıyla daraltılmış, zulüm ve işkenceye dayalı bir yaşam düşünülmüştür.

Yukarıda alıntıladığımız 25.maddenin hiçbiri kabul edilir değildir.Sadece bizim hücre yaşamı koşullarımızı işkenceye dönüştürmemekte, ailelerimizi de bu işkenceye tabi tutmaktadır.Özellikle 25. maddenin (e) ve (f) bendinde ziyaretçilerimize, ailelerimize de ziyaret ve telefon sınırlaması getirilmesi, ailelerimizinden cezalandırılmasından başka anlam taşımamaktadır. Öyle ki, anne ve babanla birlikte görüşemezsin.Ziyaret saatin bölüştürülerek ayrı ayrı görüştürülürsün…

Bu ve benzeri pek çok konu yasal olarak itiraz edilecek, yasal düzenleme yapılması için mücadele edilecek konulardır.Ancak, kimi maddeler ve konular var ki, yasa uygulama yetkisini cezaevi idarelerinin inisiyatifine bırakılmıştır.Bu durum görünürde “iyi bir şey” gibi düşünülse de, Türkiye’deki cezaevlerinin tarihi boyunca, özellikle siyasi tutsaklar bakımından ne denli, baskı,işkence ve katliamlara tanıklık ettiği gerçeğinden hareketle, uygulamada cezaevi idaresinin “keyfiyetine” bırakılması, yaşatılacak zulümün kat be kat daha arttırılacağından başka anlam taşımamaktadır.Bunun n somut örneği de yaşamış olduğumuz cezaevinde bizler üzerindeki uygulamalardır.İleride ayrıntılarıyla inceleyeceğimiz, yasanın en alt seviyede uygulanmaya çalışılması, keyfiyetin boyutunu ve yaşamımızı ne denli olumsuz etkilediğini gösterecektir.

Cezaevi idaresine koşullarımızı anlatıp, “yaşamsal ve insani diye tanımladığımız, önemini vurguladığımız taleplerimizi ilettik.Ancak czaevi idaresi beş yıldır olduğu gibi, bu baskıcı politikada israr etti…Ve bizlerde taleplerimizdeki israrımızı, yaşam koşullarımızın ne denli olumsuz olduğunu anlatabilmek açıcından kötülüğe karşı direnme hakkımızı kullanarak bir eylemlilik süreci başlattık.

Konunun daha iyi anlaşılabilmesi için,AGMlerin, “ölünceye kadar” hangi koşullarda nasıl yaşadığını; günlük en basit ihtiyaçlarını nasıl giderdiğini; insansız, diyalogsuz, sohbetsiz ortamın kişileri nasıl etkileyebileceğini vb vb gibi konuları, yaşamımızdan örneklerle anlatmaya çalışacağız.

TEK KİŞİLİK HÜCRELERİN FİZİKİ KOŞULLARI :

Koridordan giriş kapısının hemen solunda ayrı bir kapı ile ayrılmış 1×1 metre kadar özel bir bölüm:Tuvalet taşı, duş ve lavabodan oluşan tuvalet.

Tuvaletin duvar hizasına konmuş, 2 metre boyunda bir ranza.Ranza bitiminde tek gözlü bir dolap ve hemen bitişiğinde parmaklıklı, biri açılır kapanır iki bölmeli pencere.Pencere kenarında –bitişik- havalandırmaya açılan kapı.

(Buradaki pencerenin konumu, başta taleplerimiz içindeydi.C Blok hücrelerinin pencerelerinden açılır kapanır olan dolap tarafına yapılmıştı.Diğeri sabitti.Açılır kapanır olan ancak bir karış kadar açılıyor ve dolaba dayanıyordu.5 yıl aynı koşullarda yaşadık.2010 yılında hücreler boyanırken (son aylarında) bu pencerelerin yeri değiştirildi.Yeni açılır-kapanır pencere artık dolaba değmiyor.Ancak, “Madem ki tamirat-tadilat yapılıyor, ranza ve dolabın da biraz daha duvar dibine çekilmesi, pencere önünde biraz daha geniş yer kalması “talebimiz, “mimari yapı böyle değiştiremeyiz” gerekçesiyle kabul görmedi.Oysa istemimiz, 10 cm daha geri çekilmesiydi!)

Ranza kenarında 75×75 cm’lik plastik bir masa ve sandalye.Plastik masa yer kapladığı ve iki kapı arası volta atma zorluğu nedeniyle, bu masaların daha ufak masalarla değiştirilmesi talebimiz de yıllardır kabul edilmiyor.

Eğer, 5-10 günlük hücre cezası için gelmişseniz, yani geçiciyseniz, eşyanız yok ise, masa sandalyeyi ranza üzerine atıp volta atabilirsiniz.Yani iki kapı arası 4-5 adımlık volta alanınız olur.İdare edebilirsiniz.Ki, ileride inceleyeceğimiz gibi, bu hücreler zaten bunun için yapılmıştır.Yani hücre cezası için.Ve burada yaşam yasal olarak 20 günle (en fazla) sınırlıdır.

Ancak, kalıcıysanız, yani ölünceye kadar burada yaşayacaksanız, asgari zorunlu gereksinimler olacaktır.Televizyon, buzdolabı,sebzelik rafları, bulaşık sepeti, çamaşır sepeti, müzik aleti (bağlama gitar vb), kuş kafesi vb gibi.O eşyasız hücrede volta atılamazken, bu eşyalarla, hücrede kendinize yer açmak sihirbazlığınız gelişecektir.

TV için, 2.5-3 metrelik anten kablozu verilir.(daha uzun kablo, ya da uzatma kablosu talebi yıllardır kabul edilmemiştir)Kantinde satılan TV_sehpası 40 cm civarındadır yüksekliği.Bu nedenle mecburen masa üzerinde olacaktır TV.Türlü yöntemlerde deneseniz, en fazla 1-2 metreden TV seyretmek zorundasınız.Bilim adamlarının bu mesafeden TV seyretmenin zararlarını söylemelerini bilmeyenimiz var mı? (Ek-1 hücrenin çizimi)

 

TEK KİŞİLİK YAŞAM VE ETKİLERİ :

Doktora çıktığımızda söylüyoruz : “Hücreye gelip, nasıl bir yaşam koşullarımız olduğunu görün”..Dr.:”Biliyorum” diyor.Evet biliyordur, gidip görmüştür.Ancak orada 24 saat yaşamın nasıl olduğunun ayırtına asla varamamaktadır.

İletişimsiz, üretimsiz, sosyal ilişkisiz tecrit edilerek tek kişilik bir yaşam… Tüm bunlara ilaveten, adım atacak yeri olmayan, hareket edilemeyen, havasız, güneşsiz, nemli daracık bir hücre..Müdürlerin, Doktorların, yetkililerin gelip, nasıl bir ortamda yaşadığımızı görmelerini anlamalarını istedik..Hani iyi niyetle “belki bilmiyorlardır” diye.Oysa çok iyi bildiklerini biliyoruz.Üstelik bunların bile fazla olduğunu düşünen yetkililere tanık olduk.”AGMlik mahkumsunuz elbette bunlar olacak” anlayışlarını…

Burada, savunmamızda ne kadar anlatabileceğiz, bilemiyoruz.Çünkü, ne kadar anlatsak, mutlaka bir şeyler eksik kalacak.Zaten burada genelleme yapacağız.Oysa, her hücrede, her AGMlik tutsak, burada yazılamayan onlarca sorun yaşamaktadır.Bu anlamda tarihe not düşmesi bakımından sadece genel olarak sorunları anlatmaya çalışacağız.

HAVA SORUNU :

Hücrelerin en ağır sorunlarının başında hava sorunu gelmektedir.

Geçen yıl, yani direnişe başlamadan önce 5 yıl boyunca dolaba dayandığı için ancak bir karış açılan bir pencereden gelen havayla yaşamaya çalıştık.Sonra bu pencere diğeri ile değiştirilip tam açılır hale geldi.Yani 5 yıl boyunca defalarca bu konudaki talebimiz, “m,mari yapıyı değiştiremeyiz” denilerek havasızlığa mahkum edildik.Ancak, yine de bizler bu sürede yaz aylarında diğer camı çıkartarak hava gelmesineçabaladık.Çabaladık diyoruz çünkü 2 pencereyi de çıkarmamıza karşın, havasızlığı hep yaşadık.

Bugünkü haliyle, yani pencerenin tam açılır haliyle durumu anlatalım.Yazın diğer sabit pencereyi de çıkarıyoruz.Buna karşın 21 ya da 23 saat kapalı olan yaşamda ciddi bir havasızlık yaşanmaktadır.Çünkü havanın sirkülasyon yapacağı bir sistem yoktur.Tuvalete konmuş veızgaralı hava deliği tuvaletin kokusunu bile almamaktadır.Sirkülasyon olmadığı için, tüketilen oksijen yerine yeterince yenisi gelememektedir.Senenin üç beş günü (birkaç kez) rüzgarın esiş yönüne göre kısmen sirkülasyon olur. O da daha çok kış aylarında…

Bir sigara içildiğinde sigara dumanı asılı bir bulut gibi hücrenin ortasında durur.Bunun için çoğu zaman havlu ile daireler yaplıarak (pervane gibi) havanın temizlenmesine çalışılır. Yaşanılan havasızlığı gidermek için pencereye yapışılıp derin nefesler alınır.Bunlar senede bir iki kez olan şeyler değil, sık sık başvurduğumuz bir çabadır.

Evinizi ya da işyerinizi düşünerek “bizimde penceremiz o kadar, nasıl böyle havasızlık olur” diye düşünebilirsiniz.Ancak sizin işyeriniz ya da evinizde, kapı defalarca açılır kapanır hava sirkülasyonu sağlar; ikincisi de sizin pencereniz önünde 8 metre yüksekliğinde bir duvar yoktur.Dışarıdan gelen rüzgarı engellemez.

Bu daracık hücrede, bu havasızlığı etkileyen; nemi, kokusu ve tozuyla hücrede zorunlu olan gereçlerde vardır.Yatak, battaniye; giysiler, havlular toz üretir nemi çeker, bakteri üretir hücreye salar.Ekmek, sebze kahvaltılıklar koku üretir.Zeminin ve duvarların beton olması nedeniyle yaz-kış sürekli nem vardır.Tüm bu kokular ve toz nemle hücreye yapışır.Bütün bunlara birde tuvaletin nemi ve kokusunu ekleyin.Tuvalet her ne kadar kapı ile ayrılmış olsa da tam kapanan bir düzeneği yoktur. Hücrenin havasızlığına tuvalet kokusu da eklenir.Bütün bu nemli kokular, toz hücredeki eşyalara ve dahası duvara yapışır.Evet yapışır.Sirkülasyon olmayan hücrede duvarlar nemli kokuyu hapseder.

Bunun en bariz etkisini hücre dışına çıkıp girdiğimizde görür-tanık oluruz.

Revire çıktığımızda, her ne kadar cezaevi koridorları da yeterince temiz olmasa da, hücreye döndüğümüzde, camlar açık olmasına karşın, farklı kötü bir kokuya tanık oluruz.Aynı şey, adliye-hastahaneye gidiş gelişlerde de yaşanır.O kısa sürede aldığımız kısmen temiz hava bile bizim hücrenin ne kadar havasız olduğunu kanıtlar.Oysa biz gün boyu aynı havayı soluduğumuzdan, içerisinin ne kadar havasız, kokulu olduğunu ayırd edemeyiz.Farkında olmadan ciğerlerimiz çürümektedir.

Kapının açık olduğu (kimimiz için 1 saat, kimimiz için 3 saat) o kısa süre hücrenin, ciğerlerin bayram ettiği süredir.Kısmende olsa hücre biraz hava alır.Duvarlar, zemin, eşyalar kısmen de olsa oksijenle tanışır..Ama o kadar.Yine 21-23 saatlik depolama başlar.

Bazen ne yapsanız, kokular çıkmaz.Biz, kimi gardiyanların (sayımda sadece 1-2 saniye girip çıktığı) sürdükleri parfüm kokusundan rahatsız oluruz.Çünkü olmayan havasızlığa ağır bir parfüm kokusu musallat olur.Yine elde havlu, pervane yaparız.Aynı şekilde sayıma giren gardiyanlarda, o 1-2 saniyede hücrenin havasızlığından, farklı kokusundan rahatsız olur.Kimileri burun kıvırır, kimileri farkında olmadan burnunu tutar..Bu tuhaf çelişkiyi anlayabilirmisiniz?! Bizler, o havasızlığı, o nasıl olduğu bilinmeyen kokuyu soluyarak gün boyu yaşıyoruz ve ciğerlerimiz bünyemiz buna alışıyor!! Oysa yabancı biri anında tepki veriyor..

Hücreyi ne kadar temiz tutarsak tutalım, ne kadar tozunu düzenli alıp zemini düzenli yıkarsak yıkayalım beton zeminin bunda ciddi bir katkısı vardır. Yazın ve kışın beton zeminin tuvalet tarafında (kışında kapı tarafında) sürekli beyaz bir küf ürer.Nemden üreyen bu küf “güherçile” denen, metan gazı benzeri bir koku üreten mantardır aslında.Günlük yıkanırsa ya da paspas yapılırsa bu küfün oluşumu engellenir, ancak bu kez de hücrede 3-4 misli nem fazlalaşır.

Bütün bunlar, camlar çıkarılmışken yani yazın olur.Kışın ise pencereler mecburen kapanacaktır.Ve yukarıda saydığımız tüm olumsuzluklar 3-5 kat daha ağır duyumsanacaktır. Gerçek anlamda nefes almakta zorlandığımız günler çoğalacaktır. Ki, karlı, yağmurlu da olsa hücreye yağmur-kar girmesine karşın pencere az da olsa açık olmasına karşın..

Bazen yemek dağıtırken mazgal açılıyor, o bir-iki dakikada sirkülasyon yapıyor ve hücrenin havası değişiyor.Bu havasızlık nedeniyle kapıdaki küçük mazgal camı kıran, Ali Gülmez ve Alaattin Öget arkadaşlarımız idare tarafından “Hücre Cezasına” çarptırılmıştır.Gardiyanlara kimi zaman mazgalı bir süre açık tutmasını söylüyoruz.Ancak “kamera var” diye açılmıyor…

Uzun süreli bu yaşamın daha şimdiden Astım-Bronşit gibi hastalıklara neden olduğu, Dr. Raporlarından anlaşılacak.Hemen hemen tüm AGM’lerde nefes darlığı başlamıştır ya da hücre yaşamı gereği bunun ayırdında değildir.Ancak birkaç yıl sonra bu ortamın tüm AGMlerde kalıcı Astım vb ciğer rahatsızlıklarına neden olacağı aşikardır.Çünkü yukarıda saydığımız o nemli ve kötü havayı 21-23 saat solumak zorundayız.Sıcak suyun aktığı günler buhar hücrede bulut gibi olur ve tüm o kötü bakterili kokular yapışarak ciğerlerimize çekilecektir.

Bütün bunları dinlemek bile bir insana sıkıntı verecektir.Oysa bizlere zorunlu bırakılan yaşam budur.

Güneş.Yaşamın kaynağı güneş.Bilimin insan için vazgeçilmez dediği güneş bize yasaktır! Ne denli ince hesaplandı bilemiyoruz (!) ancak, tekli hücreler güneş almayacak şekilde dizayn edilmiştir. Sadece birkaç hücre sabah saatlerinde en fazla 1 saat kadar, yandan ince bir çizgi olarak görür güneşi.Yani o kadar girer.Çoğunluk hücrelere ise hiç girmez.Halkımızın “Güneş girmeyen eve Doktor girer” sözünün ne kadar doğru olduğunu öğrenmek için, AGMlerin Doktor raporlarına bakmak yetecektir.

TUVALET BÖLÜMÜ :

Yaklaşık 1.00×1.40 metrelik hücre içinde ayrı bir bölüm.Tuvalet taşı, duş armütörü, duş, tuvalet musluğu ve bir el bile yıkanamayacak kadar küçük bir lavabo.Banyoyu tuvalet taşı üzerinde yapmak zorundayız.Akis durumda her banyoda kapıdan sızan su nedeniyle hücreyi su basmaktadır.Ki tuvalet taşı üzerinde dahi hücreye sürekli su sızmaktadır.Cezaevinde sık sık sular kesildiği için her hücrede mutlaka kova-leğen vardır.Sürekli yedek su tutulur. Kova armatürün altındadır.Ancak yarısı tuvalet taşına denk gelir.Doğal olarak tuvalet ihtiyacı için, günde birkaç kez leğenler ve yaklaşık 50 litrelik kovalar kenara çekilmek zorundadır.Bu yüzden de sık sık kol-omuz, bel rahatsızlıkları yaşanmaktadır.

En belalı olanı ise bulaşık yıkamaktır.El-yüz bile yıkanamayan ufaklıktaki (ki bulaşık yeri olarak kullanıldığı için lavabo görevi de görmemektedir) lavaboda günde 3-4 kez bulaşık yıkamak zorundayız.Burada türlü cambazlıklar yapılmak zorundadır.Çünkü, bulaşıkların duracağı yer yoktur, yıkanacak sıcak su kabını koyacak yer yoktur, lavaboda durulandıktan sonra durulanan tabakların konacağı yer yoktur.Hepsini bu el kadar lavaboda yapmak gerekmektedir.Her AGM lik kendince bir yöntem bulmuştur.Ancak bir gerçek vardır; 6 yıldır hemen hemen her gün o tabaklar yıkanırken, yıkandıktan sonra mutlaka yere tuvalet taşına düşer..Yeninden yıkanır.Ve onlarla yemek yenir.Yani tuvalette yıkadığımız kaplarla yemek yemek zorundayız..Neyin hijyeninimi sağlık koşullarınımı anlatalım.Artık anaokulunda öğretiliyor onlar çocuklara..Ama bizde devletin meşru gördüğü bir yaşam biçimi!!

SES-SİZLİK!

Bu tür uzun süreli sınırlı-daraltılmış yaşamın duyu organlarında ağır tahrşbatları vardır. Yukarıda da anlattığımız havasız nemli kokulu ortam tad alma duygusunu, koku duygusunu bozar; dar alana bakan gözler bir zaman sonra uzam esnekliğini yitirir.Gözler bozulur.

Ancak bunlar içinde sağlık açısından en ağır tahribat yapanı sese karşı duyarlılığın artmasıdır. Bunun pek çok nedeni vardır.Özellikle F tiplerinde sürekli yaşanan baskılar nedeniyle dış sese karşı bir duyarlılık gelişir.

Dışarıdaki sesi duymak için fazlaca gürültü-ses çıkarılmamaya çalışılır. Bu aynı zamanda yan hücrede kalan arkadaşınızı rahatsız etmemek içindir de. Öte yandan zaten istesenizde kendi kendinize ses çıkartamazsınız. Yaşamın büyük bölümü sesizlikle geçer.Bu durum giderek damlayan su sesinden bile rahatsızlığa neden olmanın yolunu açar. Ki, hemen hemen her hücrenin lavabolarından biri sifon armatür vb bozuktur ve sürekli damlayan su sesi vardır.Ayrıca F tipleri açıldığından beri sorun olan sifon sesleri…10 hücre ötedeki hücre dahi sifonu açtığında tüm hücrelerde alarm gibi sinir bozucu bir ses çıkar.Her ne kadar tutsaklar kendi içinde anlaşıp sifonu belli saatlerde kullansa da uzun süreli hücre yaşamında sese duyarlılık başlamakta kulak çınlamaları ses patlamaları vb gibi rahatsızlıklar artmaktadır.Bu konuda da AGMlerin Doktor raporları incelenmelidir.Gelecek yıllarda bu rahatsızlık daha da ağır olarak AGMlerin önemli rahatsızlıklarından biri olacaktır.

SOSYAL YAŞAM VE KOŞULLAR:

İnsan, sosyal bir varlık olarak en büyük ve güçlü özelliğini ieltişim olarak geliştirdi. Sosyal yaşamın en temel taşlarından biri, insanlar arasındaki iletişimin gelişmesiyle oluştu.Sınıfların ortaya çıkmasıyla birlikte her ne kadar düşmanlıkla başlamış ise de, aynı sınıfta sosyal ilişkilerin daha da gelişmesine neden oldu.Bu nedenle yüzyıllardan bu yana egemen sınıflar, sosyal yaşamı hep kendilerince yönlendirmeye çalıştılar.İnsanı sosyal yaşamdan koparabildiklerince koparıp paylaşımı ve ortak mücadeleyi engellemek için her türlü baskı, zulüm işkence ve katliama başvurmaktan geri durmadılar.Durmuyorlar.

Ülkemiz tarihi boyunca da cezaevlerinde bu uygulamalar tecrit, sürgün,hücre, kafes işkenceleriyle devam etti.12 Mart ve 12 Eylülde vahşete varan bu uygulamalar bugün ise F tiplerinde devam ettirilmeye çalışılmaktadır.

Hücre,cezaevleri tarihinde bir cezalandırma “disiplin” adı altında geçici bir uygulama iken AGMler bakımından bir yaşam biçimi haline dönüştürülmüştür. Buradaki amaç açık ve nettir; AGM likler ölünceye kadar sosyal yaşamdan koparılmalıdır, tek başına yaşamak, en sıkı tecrit uygulanmalı kendi kabuğunda ölüme mahkum edilmelidir.

Ama olmuyor, olamıyor. AGMlik tutsak, parmaklıktan da olsa tel örgülü duvarlar ardından da olsa iğne deliğinden ilişki üretior, üretmeye çalışıyor.Koşulları her ne kadar ağır olsa da..

Sesimizin yettiği-ulaştığı kadar çevremizdeki dost ve yoldaşlarımıza parmaklığa yapışıp bağırarak sesimizin ulaşmadığı hücrelere notlar yazıp küçük toplara sarıp çatıları-jiletli telleri aşarak ulaşmaya çalışıyoruz. Bize “bahşedilen” 1 yada 3 saatlik havalandırma süremizin çoğunluğunu sosyal ilişkimize ayırıyoruz.Aynı havalandırmaya çıktığımız yanımızdaki diğer AGMlik arkadaşımız-yoladşımızla ancak parmaklık ardından iletişim kurabiliyoruz. Parmaklıktan tokalaşıyor parmaklıktan çay vb ikram ediyor parmaklığın iki yanında sohbet edebiliyoruz. Binde bir de olsa yemek saatine denk gelmişse birimiz dışarıdaysak parmaklığın iki tarafında ayrı sofralar kurup birlikte yemek yiyoruz!

Yani açıkçası İNSANA yasaklıyız.. En fazla bir yada iki arkadaşımızın yüzünü görebiliyoruz.Tek başına tutulan arkadaşlarımız da var.Onlar hiç dost yüzü göremiyor..Haa inkar etmeyelim bolca gardiyan görebiliyoruz!…

Bizim için altın değerinde olan, 1-2 ve 3 saatlik zamanlara pek çok şey sığdırmaya çalışırken temel olarak sosyal ilişkiyi yaşamaya çalışıyoruz. Bunun yanı sıra yaşamın zorunluluklarını bu süreye sığdırmak zorundayız.En fazla sınırlama olan 1 saat havalandırma da neler yaşandığını kabaca anlatmaya çalışalım.

Yan hücrede arkadaşımız varsa önce ayaküstü hal hatır sorma, merhabayla başlar yaşam.Ardından yan havalandırmadaki dostlara seslenilir, gazete vb alışverişler yapılır teller üzerinden atılarak. Sıkça takılır gazeteler, 5-10 dakika onları düşürmekle uğraşılır. Yıkanmış çamaşır var ise onlar asılır havalandırmadaki ipe.(Bu çamaşır konusu yazın ve kışın ikili bir beladır aynı zamanda.Yazın günlük yıkanır çamaşırlar, günlük asılır.Kışın haftada toplu yıkanır.Ama çamaşır asacak yer yoktur. Kalorifer peteğinin sağına soluna sırayla dizilip günlerce kurutulmaya çalışılır.Ve tahmin edileceği gibi zaten soğuk olan hücre zorunlu olarak sürekli çamaşırların nemiyle nem oranı daha da çoğalır)

Hücrede spor ve volta olanağı olmadığından yani uzun süre hareketsizlik nedeniyle spor ve volta (yürümek) AGMlik tutsak için zorunluluktur.Sosyal ilişki ertelenemeyeceğinden asgari düzeyde ayarlamalarla spor yapılmaya çalışılır.10 dakika ya da yarım saat! Ya bu kadarla yetinilmek zorundadır ya da içeri girildiğinde hücrede uygun bir yer açıp (masayı ranza üzerine almak vb gibi) alan yaratılarak en azından yapılabilecek kültür-fizik hareketleri yapılır.Kimi arkadaşlarımız hücre içinde iki kapı arasında 5 adımlık yerde dolap beygirini çatlatacak inatla koşu yapar.

Yazın bayıltıcı güneşin olması kışın karın yağmurun olması havalandırma saatini asla engelleyemez. 1 saat altın değerindedir. Yağmurda olsa boranda olsa o süre havalandırmada geçirilir.

Denilebilirki “sonuç olarak çamaşırınızı da asıyor sohbetinizi de yapıyor sporunuzu da yapıyorsun daha ne olsun” Evet mucizevi bir şekilde bunların hepsini sığdırıyoruz bir saate. O bir saat olmasa da biz bir yolunu bulur bunları yine yaparız.Bunu ileride anlatacağız.En olumsuz koşullarda dahi devrimci iradenin ne denli yaşam üretme azmini vurgulayacağız.

Sorun burada havalandırma saatini kısıtlamanın artık cezaevi idareleri tarafından bir ceza gibi uygulanmaya başlamasıdır. 12 Mart, 12 Eylül dönemlerinde bile “havalandırma yasağı” diye bir yasak yoktur. Bugünkü yasalarda da yoktur. Ancak devlet AGMliklerin havalandırma konusundaki ısrarıyla bunu ne denli işkenceye dönüştürdüğünü anlamış olmalı ki özellikle son bir yıldır üçlü hücerelerde de kimi hücrelerin kapısını istediği saatte akapatabilmektedir. Tekirdağ 2 Nolu da bizim eylemimize paralel olarak başlayan protestolar nedeniyle, 9 aydır siyasi tutsakların kapıları saat 11.00 de kapatılmaktadır. Bizim bulunduğumuz cezaevinde de kısmen uygulamalar yapılmaktadır.Başka cezaevlerinde de başlamıştır.

Hava bir CEZA biçimi olabilirmi? Bu soruyu insanlık tarihi nasıl yanıtlayacaktır? Hangi yasal zeminle HAVA yasak ilan edilmiştir?Gerekçesi nedir? Hava alması engellenen bir tutsak iflah mı olacaktır?

DAR ALANDA FOTOKOPİ YAŞAMI ETKİLERİ :

Yukarıda açıklamaya çalıştığımız koşullar, bizlere biçilmeye çalışılan yaşam biçimidir.

Tarihsel deneyimlerden ve bilimsel incelemelerden de bilinmektedir ki uzun süreli dar alanda yaşam insan üzerinde fiziki ve psikolojik hastalıklara neden olmaktadır. Hele bu durum tek kişilik bir hücrede ve tamamen tecrit altındaysa etkileri daha da artacaktır.

Yaşamı paylaştığımız, yanımızda ikinci-üçüncü şahısların olmaması; 24 saatlik yaşamın aynı dar alanda sosyal ilişkiden ve üretimden uzak olması nedeniyle tek kişilik hücre yaşamı esas olarak fotokopi bir yaşamdır. 5-10 dakikalık kaymalar dışında yeme-içme, hücre temizliği-genel temizlik gazete-dergi kitap okuma; mektup ya da yazı yazma havalandırma saatinde yapacakarımız vb mekanikleşmiş bir yaşam biçimine dönüşür.Giderek yaşamın farklı renkleri yok olur.

Siyasi tutsak doğası gereği kendisine dayatılan yaşamın bilincindedir.Bunu kırmak içinde üretir, okur,yazar.Ancak tüm hareketliliğine karşın yaşam koşullarının ağır sınırlılığı beynin faaliyetlerini de sınırlar.Kısa süre sonra, fiziki olarak romatizma eklem ve kas ağrıları, diş dökülmeleri, görme bozuklukları, kulak çınlamaları, sınırlı hareketten kaynaklı çeşitli organ rahatsızlıkları artmaya başlar. Her ne kadar, okusak, siyasi ya da edebi konularda araştırmalar yapıp, yazılar yazsak ta bu sınırlılığın getirdiği; dikkat dağınıklığı, unutkanlık, algıda güçlük, hafıza kaybı, düşünceyi toplayamama vb rahatsızlıklar baş gösterir.

Sosyal yaşamda yaşamı en sınırlı olan insan günde kaç kişiyle ve toplamda kaç saat konuştuğunu, karşıdakini kaç saat dinlediğini bilemiyoruz.Ancak bu durum bizim yaşamımızla kıyaslandığında, en sınırlı (ortalama) yaşayan insandan bile %10 dan dahi geride olduğumuz araştırmaya gerek bırakmaz.

Bize dayatılan bunca olumsuz yaşamın, cezaevi idaresinin, yasalarıni amaçlarının ne olduğunun; çürütmeye diri diri gömmeye hedeflenen politikaların nedenlerinin ne kadar bilincinde olursak olalım, buna karşı bir dizi refleksle yaşamımızı ne denli renkli ve diri tutmaya çalışırsak çalışalım, beynin ve organların belli sınırları vardır. Bu nedenlede yukarıda saydığımız bir dizi rahatsızlıklar böylesi tek kişilik hücre yaşamının doğal sonucudur.Ancak biz tüm bunları bir “yakınma” olarak ele almayız.Sınıf mücadelesinde hiçbir kazanımın bedel ödenmeden elde edilemeyeceğinin bilinciyle, bunu dirence dönüştürürüz.

Buaraya kadar anlattığımız AGMlik tutsakların koşullarını esas olarak siyasi tutsaklar açısından vurguladık.Adli davadan hükümlü AGMliklerin durumu da aynıdır. Ancak adli AGMlik lerin çoğunluğu, hem bireysel yaşamları gereği, hem de cezaevinin klasik numaralarından her ay üretilen af beklentileri nedeniyle idarenin “bahşettiği” yaşamı kabullenmektedirler. Çok az duyarlı adli AGMlik arkadaş yaşam koşullarının iyileştirilmesi için çabalamaktadır.

 

TALEPLERİMİZ VE İDARENİN YAKLAŞIMI :

Bizler altı yıldır koşullarımızın olumsuzluğunu, düzenlemelerin yapılmasını defalarca idareye ilettik. En fazla yaptıkları şey, önceleri birer yıl arayla, havalandırma saatini önce 2 saat, ikinci yıl sonunda 3 saate çıkarmak oldu.Defalarca diğer cezaevlerindeki, kimi 4-5 saat kimi gün boyu havalandırmaya çıkarılma ve yan hücredeki diğer AGMliklerle birlikte çıkarılmalarını anlattık, burada da uygulanmasını talep ettik.

“Yasada öyle bir şey yok”, “Diğer cezaevleri öyle uygulamıyor” vb denilerek taleplerimiz geri çevrildi. En son olarak, Bolu F tipinden gelen Ali Baba ARI’nın oradaki uygulamayı somut olarak örnekledik. Sonradan gelen Ali GÜLMEZ’in de Kırıkkale F tipinde gün boyu çıktığını vb anlattık. Ancak, “onlar yanlış yapıyor” denilerek yine reddedildi.

Bu nedenle taleplerimizi ve nedenlerini sıralayarak çeşitli kurumlara, Bakanlıklara, İdareye ilettik.Gerekçeleriyle birlikte taleplerimiz şunlardı;

1-Ağırlaştırılmış Müebbet cezalı mahpusların havalandırma saatlerinin, sağlıklı bir temiz hava ve güneş ışığından yararlanması koşullarının sağlanması için, havalandırma saatinin 8 saate çıkarılmasını;

2-Asgari yaşam standartlarının oluşabilmesi için; temizlik, hücrelerin yıkanması, çamaşır yıkama, kurutma ve hücrelerin havalandırılması için haftada bir tam gün kapıların (havalandırmaya açılan hücre kapılarının) açık tutulmasını;

3- AGMlerin aksi bir beyanı olmadığı sürece aynı havalandırmaya çıkarılanların, havalandırmaya birlikte çıkarılmasını; havalandırma kapılarının aynı anda açılmasını;

4-Tekli hücrelerin 1/3 oranında açılan havalandırma penceresinin tam açılabilmesi için düzenleme yapılmasını

(Bu talep yukarıda anlattığımız gibi boya tadilatı sırasında yapıldı)

Bu talepleri sadece biz iletmedik, bizimle birlikte AGMlik olmayan, üçlü hücrelerde yaşayan siyasi tutsaklar olarak ilettik.

Bu taleplerimizle idarenin görüşme istemimize ve taleplerimize duyarlılık yaratmak amacıyla, AGMlikle olarak havalandırma saatimizin bitiminde irademizle içeriye girmeyerek, bir köşede oturarak müdürle görüşme isteğimizi yineledik. Bir ki arkadaşımıza gelen II.Müdürler sorunu dinlemek yerine, içeriye zorla alınmamız talimatı verdi gardiyanlara.Ve kollarımızdan tutularak içeriye alındık.Aynı anlarda “Havalandırma Hakkımız Engellenemez” sloganı atarak iki dakika süreyle kapıları dövdük.

I.Müdür görüşme taleplerimize yanıt vermiyordu. F tiplerinde genel olarak I.Müdürler tutsaklarla görüşüp sorunlarını dinlerken, burada “pilot” uygulama olmalı ki, I.Müdür tutsaklarla görüşmüyor.Başgardiyan ya da II.Müdürleri gönderiyor, “sorun neymiş sorun” diyor. Gerek Başgardiyanlara, gerek II.Müdürlere sorunu anlatsak da “siz şimdi gidip, sadece taleplerimizi söyleyeceksiniz, yaşadığımız koşulları, sorunun ciddiyetini vb anlatmayacaksınız, bu nedenle, sorunun daha iyi anlaşılması için I.Müdürle görüşmek istiyoruz” diye yineledik.Ancak böyle bir görüşme olmadı.

Bir süre sorunun ciddiyetini daha iyi anlatmak amacı ile, havalandırma saatimizin bitiminde oturmak yerine bir parmaklığa tutunarak, direnç göstermeye çalıştık. Daha kalabalık ekiplerle karga tulumba hücrelere atılmaya başlandık.Özellikle ilk dönemlerde bu tür içeri almalarda pek çok kez darp edildik.”İnsanlık Onuru İşkenceyi Yenecek” sloganı ile uygulanan şiddeti protesto ettik. Halen de bazı arkadaşlarımıza zaman zaman şiddet uygulanmaktadır. Bu zorlamalar nedeniyle pek çok arkadaşlarımız sakatlandı. Halen de sakatıklar devam etmektedir. Kemal Ayhan arkadaşımız daha önce ameliyat olduğu ayaklarındaki teller iltihaplandı, rahatsızlığı arttı, yeniden ameliyat oldu.

AGMlikler olarak C Blokta olmamıza karşın, bir süre sonra bazı arkadaşlarımız B ve A Blok hücrelerine alındı.

Cezaevi idaresi, daha taleplerimizi dile getirdiğimiz ve oturma eylemine başlamamızla birlikte, sorunu dinlemek çözüm aramak yerine, bol keseden disiplin cezası terörü estirmeye çalıştı.. Sanırız, cezaevleri tarihinde bir ilke imza attılar.Bir günde ayrı ayrı 18 ay ziyaret ve iletişim cezası vermeye başladılar.

TALEPLERİMİZİN YAŞAMSAL BOYUTU VE YAŞAMSAL ZEMİNİ :

Buraya kadar AGMliklere uygulanan koşulları; tek kişilik hücre yaşamının gerçekliğini; taleplerimizi ve idarenin taleplerimizi anlamak, sorunu çözmek yerine, disiplin cezasıyle yanıt verdiğini anlattık.

Tek kişilik hücre yaşamının nasıl olduğunu, ne gibi sonuçlar doğuracağını vurguladık. Kuşkusuz bu koşulların tek başına somut gerçekliği, beraberinde bir dizi talep getirir. Ancak bizler bunu sınırlı tutarak, ACİL olarak son derece basit, insani ve yaşamsal konuları öne çıkardık.Israrla vurguladık, “taleplerimiz YAŞAMSALDIR” dedik.

Yukarıda anlattığımız tek kişilik hücre yaşamının, daha şimdiden bir dizi rahatsızlıklara neden olduğunu, kalıcı hastalıklara yol açtığını bizler pratik olarak yaşıyoruz.Sosyal iletişimin olmadığı, en temel insani gereksinimin yasaklandığı bir ortamda insani refleksimizi gösteriyoruz. Dayatılan bu yaşamı kabul etmiyoruz.Uygulayıcılar, nasıl olsa bu hücrede öleceksiniz diyerek bunlara gereksinimimiz omadığını düşünebilir. Ancak insanlık tarihi engizisyonlardan, köle pazarlarından bu güne “Uygulayıcıların” meşruluğunu-yasallığını tepeleye tepeleye geldi.Evet, belki bu hücrelerde öleceğiz, ama uygulayıcıların keyfiyeti ve “bahşettikleri” yaşam kırıntılarıyla yetinerek değil, aksine son güne dek insani değerleri en yüksekte tutarak “yaşamsaldır” diyoruz:Bu koşulların yaşamımıza kast ettiğini diri diri gömmeyi hızlandırdığını ve buna karşı direneceğimizi pratiğimizle gösteriyoruz.

Bir insanın “hava hava” diye tutturması, havanın insan yaşamındaki önemini anlatması sizlere tuhaf gelmiyormu?! Bunun bir gün iki gün değil yaşam boyu tekrarlanan ve yaşama kasteden vurgusunu anlatıyor olmak garip değil mi? Yarına bunu nasıl anlatacaksınız? Daha güncelliğini yitirmemiş ve halende kimi uygulamaları devam eden, 12 Eylül’de tutsaklara dışkı yedirmeler;donla mahkemeye çıkarılmalar; tekmil dayatmalar; kafesler;(o en ağır işkence ve katliamları saymıyoruz) yani yüzlerce o dönemin “meşrulukları” “yasallık”ları topluma anlatılamıyor.Peki sizler bu koşullarda ard arda gelecek AGMliklerin ölümlerini nasıl açıklayacaksınız?

Teleplerimizin “yaşamsal” boyutunu idarenin anlamadığı inancında değiliz.Aksine çok iyi anladılar ve bu nedenle bunu yasal zemini olmamasına karşın bir ceza sistemine dönüştürdüler..

Yazımızın başında da belirtmiştik, AGMliklerin infaz rejimini düzenleyen 5275 sayılı yasanın 25.maddesinin kabul edilmesi düşünülemez. Bu yasanın tümü için mücadele edilmelidir. Ancak bunun tek başına tutsakların talepleriyle değiştirilmeyeceğini, demokratik kurumların da çabalarıyla toplumsal duyarlılık yaratılarak değiştirilecektir. Bunun bilincinde olarak bizler, 25.maddede yer alan “ölünceye kadar tek kişilik hücrede tutulma” “ziyaretçi sayısının sınırlanması; akraba dışında 3 kişinin ziyaretçi kabulü; ziyaret günlerinin ayda 2 kez oluşu” “telefon görüşünün 2 haftada bir oluşu” “çeşitli faaliyetlere katılamama” vb gbi bir dizi konuyu gündeme getirmedik.Gündeme getirdiğimiz yasanın cezaevi yönetimine tanıdığı yetkiyi kullanması ve koşullarımızda kısmen iyileştirmelerin yapılmasıydı.Açıkça “yasayı uygulayın” demekti.

25.Maddenin C bendinden bir kez daha aktaralım;

“…. Gösterdiği gayret ve iyi hale göre: hükümlünün açık havaya çıkma ve spor yapma süresi uzatılabileceği gibi kendisi ile aynı ünitede kalan hükümlülerle temasta bulunmasına sınırlı olarak izin verilebilir.”

Cezaevi idaresine, havalandırma süresinin en alt sınır olarak 1 saat zorulu tutulduğunu, bunun dışında havalandırma süresinin uzatılmasının ve birlikte çıkarılmasının cezaevi idaresinin yetkisinde olduğunu defalarca anlattık.Ancak, önceleri “Hayır yasada öyle birşey yok” diye savundular.Yasayı göstermemize karşın, yasada 1 saat dendiğinde israr ettiler.Elbette ki yasayı anlamadıkları düşünülemez.Ancak yıllardır yapılan gibi geçiştirme tavsıtma, görmezden gelme tavırlarında ısrar ettiler.Diğer cezaevlerindeki uygulamalara verdiğimiz örneklere yine ilk zamanlar, “biz sorduk oralarda öyle bir şey yok” denildi.Oysa, istisnasız tüm F tiplerinde hem birlikte çıkılıyordu, hemde 4-5 saatten 8 saate kadar ya da gün boyu uygulamalar vardı.Sonradanda “oralarda pratik olarak öyle uygulanıyormuş ama resmi karar yokmuş” demeye başladılar.Sorunu kendilerinin çözemeyeceğini bakanlıktan ya da İnfaz Hakimliğinden bir karar gelirse hallederiz dediler.

Adalet Bakanlığına yazdığımız dilekçeye, bakanlık bir arkadaşımıza yanıt vermiş, “sorunun yetkisinin cezaevi idaresinde olduğu, orada çözüleceği” belirtilmişti.İdare yine bildik tavrıyla, “bize öyle bir şey gelmedi, orada söylenen o anlama gelmez” dedi.

Bu yaklaşımları nasıl yorumlayacağız?Sözkonusu yasa maddesindeki idareye tanınan yetkiyi cezaevi savcısı müdürler gerçekten anlamıyor mu? Elbette anlıyorlar ve hatta bizden daha iyi anlıyorlar. O yasayı anlamayacak hiçbir kişi savcı-müdür yapılmaz. Elbette çok iyi biliyorlar; diğer cezaevlerindeki uygulamayı o cezaevinde görevli meslektaşlarından bizzat dinliyorlar.Ama manipüle etmek için türlü çaba sarfediyorlar. Yasada belirlenen alt sınır 1 saate sığınıyorlar.Oysa, büyün yasaların genel mantığında ve işleyişinde bu vardır. Alt sınır ve üst sınır.Uygulayıcıya, alt sınırdan aşağı üst sınırdan yukarı yetki vermez.Ancak bu iki sınır arasında duruma göre arttırır-eksiltir..

Bizim koşullarımıda alt sınır 1 saat olarak belirlenmiştir.Üst sınır ise cezaevi genelinde uygulanan havalandırma saatidir.Biz bunu yaz-kış ortalaması olarak 8 saat diyebiliriz.Yasa açık söylüyor “… uzatılabileceği gibi…”

Bütün bunlara karşın gözden kaçmaması gereken, İdarenin kendi içinde çelişkiye düştüğü ciddi bir durum var.Söylemde “hayır o yasa öyle demiyor” “Bakanlıktan yada İnfaz Hakimliğinden karar gelsin..” denilse de, pratikte 3 saat uygulama yapabilmektedir.Yani bu inisiyatifin kendinde olduğunu kabul etmektedir.Demek ki 3 saat çıkarabiliniyor.Peki niye 5 saat, 8 saat olamıyor?

Gerçek burada açığa çıkıyor:Cezaevi İdaresi aylar sonra bir arkadaşımıza verdiği yanıtta, özetle şöyle demektedir;”..Bir havalandırmada üç hücre olduğu,üç kişinin ayrı ayrı havalandırmaya çıkması, gün ışığı hesaplandığında bir kişiye ancak 3 saat düştüğü, 3×3=9 saat gün ışığı olduğu, bu nedenle 3 saatten fazla çıkarılamayacağı”; bu sınırlamanın ise, birlikte havalandırmaya çıkmamızın koşulları olmadığından hareketle olduğu söylenmektedir.Yani demekki, 3 saat idarenin elinde olmayan sınırlama! Bu olmasa 5-10 saat çıkaracak! Ama bizim idaremiz, onca ay direndikten sonra mucizevi bir gerekçe bulmuş buna.Deniyor ki:”Kamera ve görevli memur denetimi olmadığından, AGMlik hükümlülerin, birbirini yaralayabileceği ya da öldürebileceğinden birlikte çıkarılmalarının uygun olmadığı!!” İşte tarihe geçecek bir gerekçe daha!

Önce ayrı ayrı ele alalım.Cezaevinde havalandırma saatleri yazın ve kışın gün ışığına göre yaptırılıyor. Yazın sabah 8.00 ile akşam 20.00 arası, kışın sabah 8.00 ile 17.00 arası.Bu bazen 16.00 ya inebiliyor.

Yazın sabah 8.00 akşam 20.00 arası 12 saattir.Yani demekki, üç havalandırma da olsa 12/3=4 saat çıkarılabilir.Ayrıca, tek tutulan yada 2 li hücrelerde kalan arkadaşlarımız var.Bunlar 6-8 saat çıkabilir? Göz göre göre, gün ışığında bile maniple yapılmaya çalışılıyor.Ancak, esas sorun başkadır ve önemli olan da budur:”Yaralayabilirler ya da öldürebilirler” denilerek, birlikte havalandırmaya çıkmamızın önü kesiliyor.

Yasa ne diyor “…aynı ünitede kalan hükümlülerle temasta bulunmasına sınırlı olarak izin verilebilir” Yasa kamera denetimi, gardiyan gözetimi diye bir kural koymuyor.Zaten böyle bir kural olsaydı yasa farklı olurdu.Ünite kavramı tartışılırdı! Ki bir dönem bu “üniteyi” gerekçe gösterdiler.Üniteyi, tek tek hücre olarak yorumladılar! Oysa ünite, tek hücre dışında bir anlam ifade eder. Cezaevinin bütünü de bir ünitedir, bir blokta bir ünitedir, ikili-üçlü hücrelerde bir ünitedir…

Evet sonuçta cezaevi idaresi, yasayı bizim söylediğimiz gibi kabul ediyor sonuçta.Ama, gerekçe bulma ustalığı ile!

“kendilerini yaralayabilirler, öldürebilirler” gerekçesinin, hiçbir yasal-hukuksal zemini olmadığı gibi, esas olarak cezaevi idaresinin tutsaklara bakış açısını göstermektedir. Onlara göre AGMlikler “teröristtir, canidir”, her şey yapabilirler.

Bir dönem milletvekili olarak, bulunduğu komisyondaki görevi gereği, Almanya’da cezaevlerini incelemeye giden Mehmet BEKAROĞLU bir gözlemini anlatıyor.Onları Almanyanın en tehlikeli mahpuslarının olduğu cezaevine götürüyorlar.Bekaroğlu, cezaevinde görevli bir gardiyana “Bu kadar tehlikeli suçlular arasında nasıl görev yapıyorsunuz” diye soruyor.Gardiyanın yanıtı “biz onları suçlu olarak görmüyoruz, insan olarak görüyoruz” oluyor. Bizde ise, görevli İkinci Müdür, bir siyasi tutsağa “sen teröristsin” diyebiliyor.”Öldürebilirler” yaklaşımının altında yatan mantıka işte budur.

Hangi gerekçeyle “öldürebilirler” denmektedir? Bu öngörüye nereden varıyorlar.Bırakalım Tekirdağ 1 Nolu F tipini (ki zaten burası ayrı bir kurum, burada hiç uygulanmadı) diğer tüm F tiplerinde, 2005 yılından bu yana birlikte aynı havalandırmaya çıkan AGMliklerin bir tek böyle yaralama-öldürme olayına rastlanmışmıdır?

Kaldı ki talebimizde özellikle vurguluyoruz: “aksi yönde bir talep olmadığı sürece..” diyoruz. Yani olaki anlaşamayan arkadaşlarımız oldu.Tornadan çıkmış makinalar değiliz.Anlaşamayacağımız insanlar da olabilir.Bu durumda idareye bildirilir ve birlikte çıkılmaz.Kaldı ki çok iyi biliyoruz, üçlü hücrelerde anlaşamadığı için başka hücreye geçmek isteyenlere cezaevi idaresi defalarca, bu talebi yerine getirmediği gibi “isterse birbirinizi öldürün” diyebilmektedir.Cezaevi İdaresi bizde böyle bir eğilim görse seve seve bu talebimizi kabul ederdi zaten.Birkaç teröristten kurtulmuş olurlardı!

Bu konunun bir başka boyutu: bizlere “yaralayabilir- öldürebilirler” gibi ithamda bulunmalarıdır.”Nasıl olsa ölünceye kadar hücrede gözü döner, önüne geleni keser-doğrar” gibi bir kafa yapılarına sahiptirler.Ağırlaştırılmış Müebbet Hapsin kendi kafalarında yarattıkları travmanın bir göstergesidir bu.

Böyle bir yargıya varma AGMlik tutsakları böyle itham etme hakları yoktur.Kafalarında oluşturdukları “terörist” imajı ile tutsaklara yaklaşma, istem ve taleplere bu nedenle karşı tavır alma hakları yoktur.Bu uygulamalara pek çok konuda tanık oluyoruz.Bunun bir baskı kurma politikası olduğunun da bilincindeyiz. Ancak pratik böyle değildir. Çağırın cezaevinde bizim bölümlerimizde görev yapan başgardiyanları ve tüm personeli, bizlerin ne kadar “tehlikeli” tutsaklar olduğunu sorun. Alacağınız yanıtlar, ne demek istediğimizin kanıtı olacaktır..

“Tehlikeli” ya da “öldürebilir” öngörüsü için bir veri ya da gerekçe olması gerekir. Bunun bir örneğini yakın zamanda yaşadık cezaevinde..Bir adli tutuklu, gerekçesiz bir şekilde birkaç kişiye saldırmış.Ne zaman ne yapacağı belli olmuyormuş. Bu tutuklu, hücresinden revir-ziyaret vbne her çıkışında kalabalık bir gardiyan grubu tarafından götürülüp-getiriliyor. AGMlik değil, üstelik tahliye bekliyor.Ama cezaevinin en tehlikeli tutuklusu! Evet idare bu tutuklu için tehlikeli, yaralayabilir-öldürebilir diyebilir.Çünkü gerekçeleri var.Ancak sadece AGMlik olduğumuz için bizlere böyle ithamlarda bulunamazlar.

Cezaevi idaresi bunu çok iyi bilmesine karşın, taleplerimizi reddetmek ve baskı politikasını devam ettirmek için böyle bir gerekçe sunuyor.Oysa, gerek görüştüğümüz II.Müdürler, gerekse başgardiyanlar yaşam koşullarımızı ve taleplerimizi anlattığımızda, taleplerimizin ne denli haklı olduğunu kabul etmektedirler.Çünkü, özellikle başgardiyanlar ve gardiyanlar pratik olarak yaşam koşullarımızı görmekte ve sorunun ayırtına varabilmektedirler.

TALEPLERİMİZİN KABUL EDİLMEMESİNİN NEDENLERİ :

Yukarıda taleplerimizin aslında haklı ve yerine getirilebilir olduğunu ancak idarenin gerekçeler uydurarak bu taleplerin önüne geçmeye çalıştığını anlattık.Bu durum yeni bir uygulama değil, sadece AGMlerin taleplerine set çekmek değil. Cezaevi İdaresinin çok uzun zamandır uyguladığı bir “yönetim Politikası”dır. Bu politikaya temel olan şey ise “Bu talebi kabul edersek, taleplerin arkası kesilmez” kaygısı daha açıkçası korkusudur.Bunu defalarca idarecilerden duyduk. Herhangi bir talep içindeki “bunu kabul edersek arkası gelir” diyebilmektedirler.

Doğrudur, elbette talepler olacaktır.Olmalıdır da.Eğer olmazsa yöneticiler çekinmelidir.Tutsaklığın yüzlerce yasaklı yaşamın talepleriasla bitmez. Bir dal yeşilliğin yasak olduğu 7 yaşında bir çocuğun yolladığı bir çıkartmanın yasak olduğu, annenizin-çocuğunuzun fotoğrafını başucuna asmanızın yasak olduğu, bisküvitten pasta yapmanın yasak olduğu vb vb gibi akla hayale gelmeyecek yüzlerce yasağın olduğu bir ortamda talepler elbette olacaktır.Bunların bitmesi demek, insanlığın ölmesi demektir.Her cezaevinde her farklı mahpus ortamında farklı talepler olacaktır.

Ancak bizler siyasi tutsaklarız.Neyi, nasıl, hangi koşullarda hangi kurumlardan talep edeceğimizi biliriz.Bunlar uçuk, yaşama aykırı talepler olmamıştır hiçbir zaman. Olmaz da.

Burada sorun, talebin haklı ve karşılanmasının koşullarının olup olmadığıdır. Yönetiminde bu şekilde ele alması gerekmektedir. Ancak, “bunu karşılasam yenileri gelir” gibi bir zihniyet yönetimi, uygulanabilir her türlü baskı ve şiddetle sürdürerek yöneteceğine inanan faşist bir zihniyetten öte anlam taşımaz. Ülke tarihinde bunu yıllarca yaşadık, yaşıyoruz.Kimi cezaevlerinde “pilot” uygulamalar yapıldığına yabancı değiliz. Bulunduğumuz cezaevi yönetimi de adeta ayrı bir cumhuriyet gibi yasalara karşın kendince yasalar üreten; yasa ve tüzüklerde yer alan pek çok hakkı kendince yorumlayarak yasaklayan bir zihniyete sahiptir.

Birkaç basit örnek verelim, diğer cezaevlerinde olmasına karşın ve bunca yıl taleplerimize karşın, 10 yıl sonra hücrelere panolar konmuştur. 10 yıl sonra…Ancak bunu kabullenmek bile zorlarına gitmiş olmalı ki, birde “pano kullanma talimatı” ile panoya ne asabileceğimize sınırlama getirmiştir.

Diğer F tiplerinde yıllardan bu yana boncuktan süs eşya karton ve mukavvadan elişleri yapma, boya kalemleri; daksil prit gibi kırtasiye eşyaları vb pek çok şey serbest iken, bize bunların tümü yasaktır.Bir dönem kantinde satılan renkli kalemler daha sonra yasaklanmış, aramalarda kantinde satılan kalemlere el konulmuştur. Kandıra F tipinde her hücrede 1 adet saksı çiçeği yetiştirmek serbesttir. Ancak bizde bırakalım saksıyı rogar kenarında kendiliğinden yetişen otlar bile ezilip koparılmaktadır.Yine Kandıra’da radyo antenleri yeterince çekmediği için, idare tarafından uzatma anten kablosu verilmektedir. Ancak bizde yıllardır, sigara kalaylarından, süt kaplarından, süpürge tellerinden uzatılarak yapılan antenler yasaktır.Keyfiyete dayalı hücrelere baskın yapılarak  ya da normal aramalarda toplanmaktadır.”radyo çekmiyor, onun ne zararı var” diye itiraz edildiğinde “anten dediğin üzerinde olur” denerek alınmakta, itiraz eden tutsaklar çeşitli saldırılara maruz kalmakta, disiplin cezasına çarptırılmaktadır.

Bu örnekleri yüzlerce çoğaltabiliriz.(Ki Hakimliğinize gelen yüzlerce örneğe sizde tanıksınız) Burada anlatmaya çalıştığımız, idarenin “yönetim” mantığıdır.Sadece AGMliklerin insani ve meşru taleplerine değil, tüm taleplere karşı yaklaşımı budur. Bunun iyi bir yönetim olduğunu sanıyorlar.Ne kadar baskı ve şiddet uygulanırsa, tutsakların daha talepleri gelmeden bastırılırsa o kadar rahat edeceklerini sanıyorlar.. Dünyanın bütün Faşist Diktatörlükleri de aynı mantıkla sürdürmüşlerdir diktatörlüklerini.Bir dönem çok rahat etmişlerdir de.Ancak baskı ve şiddetin birikiminin kitlelerde patlama noktasını da yaşamışlar ve hepsi de tarihe gömülmüşler lanetle anılır olmuşlardır. Baskıların giderek artması ve birikimin sosyal patlamalara yol açtığı sosyolojik-bilimsel bir gerçekliktir. Bunlar dikkate alınmadan en masum talebi bile kabul etmemek de birikim yaratmaktadır.

Bizler ne talep ediyoruz?Yaşam koşullarımızın insani olmadığı, böyle bir yaşamda uzun yıllar yaşanmayacağını, daha şimdiden hastalıkların arttığını, kalıcı hastalıkların başladığını ve birkaç yıl sonra ölümlerin başlayabileceğini dile getiriyoruz.Peki dayanma sınırımız mı sınanıyor? Ölümlerin çıkması mı bekleniyor?

Yaşadığımız koşullarda iki örneği dikkate almanızı istiyoruz.Arkadaşlarımızdan Ali Baba ARI buraya getirilmeden önce Bolu F tipindeydi.Yıllardır 4-5 saat ve diğer arkadaşlarıyla birlikte havalandırmaya çıkarılıyordu.Ali Gülmez’in Kırıkkale’de kapısı gün boyu açıktı. Buraya getirildiklerinde ise, 1 saat havalandırma ve tek başına uygulaması başladı.Bunu nasıl kabul etmemizi bekliyorsunuz? 5-6 yıldır AGMlik olarak tek kişilik hücrede yatan insanlar, sanki yeni ceza almış gibi burada sıfırdan uygulamaya tabi tutuluyor. Havalandırma süresi uzatılacak denmesine karşın da uzatılmıyor.Halen A.Gülmez 1 saat, A.Baba Arı 2 saat çıkarılmaktadır. Bu iki örnek, çarpıcılığı bakımından ciddi olarak sorgulaması gerekmektedir.

DİSİPLİN CEZALARI İLE YARATILAN KAOS:

Daha öncede belirttiğimiz gibi, taleplerimize idarenin yanıtı, yoğun bir disiplin cezası terörü estirmek oldu.”Öyle bir ceza verelim ki, eylemden vazgeçsinler” diye düşünmüş olacaklar ki, işi, günde 9 ayrı kapı dövme ve slogan atmadan 18 ay ceza vermeye kadar götürdüler.Bir-iki gün devam eden bu uygulamanın da yararı olmadığını anlayarak, yoğun disiplin cezasından vazgeçmişler, işin içinden çıkamaz hale gelmişlerdir.Bu kaostan kurtulmak için de, savunma alma sürecinde çeşitli taktikler denemiş sonuçta kaosu daha da arttırmışlar. Ve sonuçta ortaya savunmaların alınmadığı, çeşitli yalan tutanaklarla cezalar verilmiştir.

Verilen her disiplin cezası için, alınmayan savunmalara ayrı ayrı değineceğiz.Bunları ek olarak sunacağız.Ancak bu süreçte cezaevi idaresinin ne gibi hukuka aykırı ve yasadışı yollarla cezalar verme yoluna gittiğini genel olarak ele alalım.

USUL YÖNÜNDEN

1-İlk günler, savunma vermemiz için “yazılı” bildiride bulunmamız dayatıldı.Ancak bizler, sözlü söylemimizin yeterli olduğunu, savunmamız istenen yazıda da “sözlü yada yazılı” dendiğini, savunma vermek istediğimizi sözlü olarak ilettiğimizde israr ettik.Kabul edildi.

2-AGMler olarak ve diğer üçlü hücrelerdeki tek tek arkadaşlarımızın tamamı, savunma vermek istememizi bildirmemize karşın, savunma için sadece birkaç arkadaş çağrıldı. Diğerleri için ise “….. kişiler yasal süresi içinde sözlü veya yazılı savunma vermek için idaremize herhangi bir beyanda bulunmamışlardır” denilerek, savunmaya dahi çağrılmadan cezalar verildi.

Oysa istisnasız bütün disiplin cezaları için, içerideki çağrı butonlarına basarak, görevli gardiyanlara tek tek söyledik.Sadece bir kez de değil, kapımızı açmaya-kapatmaya geldiklerinde de söyledik.”Sonradan söylemedi demeyin,tutana geçin” dedik.Görevli gardiyanlar “tutanağa geçtiklerini” söylediler. Ki geçmişlerdir de.Ancak daha önce de tanık olduğumuz bir gerçeklik var. Görevli gardiyanların tuttukları tutanaklar, daha sonradan, idarenin istemiyle değiştiriliyor.Buna karşın  israr ediyoruz.Savunmaların alındığı günlerde, butona basışımız, gardiyanın mazgala gelişi, kamera kayıtlarında mevcuttur.Diğer yandan, o günlere ait gardiyanların tuttukları tutanaklar cezaevinden istenmelidir ve görevli gardiyanlar tanık olarak dinlenmelidir.

İfadeye çağrılanlar rastgele seçilmiştir.Disiplin cezası kararlarında da görülecektir ki, yan yana kalan aynı anda gardiyana söyleyen arkadaşlardan biri çağrılırken, diğeri çağrılmamıştır.

Buradaki esas sorun idarenin kendi yarattığı kaostur.Bir günde 12-13 tutsağa 9 ayrı disiplin cezası verilmiştir.Doğal olarak 12×9=108.Yani bir günde 108 savunma almak zorundadır.İfadeleri alan bir yada iki II.Müdürlerdir.Pratikte bunu uygulayamadıkları için, yalan ve çarpıtmalara başvurmak zorunda kalmışlardır.Bu nedenle seçmece birkaç arkadaşımızı çağırıp, diğerleri için “başvurmadılar” demişlerdir.

Biz niye savunma vermeyelim.Aksine derdimizi anlatacak bir olanak bulmuşuz.Anlatmak istiyoruz ki, görevliler-sorumlular, gerçekten neden eylem yaptığımızı anlasın.İfade vereceğimiz günlerde, görevli gardiyanları da gerçekten yorduk.Çünkü birkaç kez çağırıp “niye savunmamız alınmıyor, niye çağrılmıyoruz” diye sıkıştırdık.

Savunma almadan ve üstelik savunma verme irademize karşın,”başvuruda bulunmadılar” gibi bir çarpıtma sonucu verilen bu cezalar, yasal olarak geçersiz sayılmalıdır.

3-Savunma için çağrıldığımızda da çeşitli dayatmalarla karşılaştık. Bunun en bariz, en hukuksuz olanı, savunmamızı bir iki kelimeye almaya çalışmaları; “Yaptın mı, yapmadın mı” gibi bir dayatmanın savunma almak olmadığını;nadı üzerinde savunmamızı istediklerini, o halde neyi neden yaptığımızı anlatalım ki, kendimizi savunmuş olalım; söz konusu olanın “ifade” değil, savunma olduğunu savunmaya sınır yada engel konulamayacağını; “yaptınmı, yapmadınmı gibi bir soruya yanıt vermemizin, savunma değil kendimizi suçlama olduğunu;(bu arada “o halde ‘yapmadım’ de” diye önerilerle de karşılaştık II.Müdürlerden!)yaptığımız bir eylemi yapmadım demiyeceğimizi, bunu kendilerininde çok iyi bildiğini; savunmamızı yapalım ki belki disiplin kurulunda bazı üyelerin taleplerimizi haklı bulup, disiplin cezası verilmesine karşı çıkacağını” vb anlattık. Ancak tüm ısrarlarımıza karşın savunmamız alınmadı. Böyle yaşanan bir-iki çağrılma içinde disiplin cezası kararlarında şöyle demişler:”…. Kişiler yasal süresi içinde sözlü savunma vereceğini idaremize bildirmiş, hükümlüler ifade alınması için çağrılmış, ancak vermiş oldukları beyan ifadelerini de imzalamamışlardır.Ayrıca tutanakla ilgili sorulara cevap vermemeleri nedeni ile savunmaları alınamamıştır.”

Bazı arkadaşlarımızın tek kelime ifadesi tutanağa geçmemiştir ki, ne imzalanacak. Ayrıca “sorulara cevap vermemeleri” sözü yanlıştır.Biz cevap verdik, vermek istedik.Ancak onlar bizim verdiğimiz savunmayı tutanağa geçmek yerine, kendilerinin istemi gibi savunma hazırlamak istediklerinden savunma verilememiştir.

4-Bazı arkadaşlarımız için ise “yaptıkları savunmalarında” denilerek, özetle taleplerimiz yazılmış, savunma alındı gibi gösterilmiştir.Oysa bazı arkadaşlarımızın savunması yarıda kesilmiş, daha fazla alamayız, bu kadar yeter denilerek kesilmiş ve arkadaşlarımız tutanağı imzalamamışlardır. O kararlarda “savunmaları alındı” denilen kimi kararlarda da savunma alınmadığı için, bu kararlarda geçersiz olmalıdır.

5-Bazı arkadaşlarımız 17.00 den sonra savunmaya çağrılmıştır.Her konuda “mesai saati” dayatması yapan idare, 17.00 ye kadar bildirimde bulunulmayınca geçersiz sayan idare, geç saatlerde ifade almaya çağırmaya başlamış, yine yaptın mı yapmadın mı dayatmasında bulunmuş, mesai saati geçtiği için ifade vermeyeceğimizi kabul etmemişlerdir.

6-İfade-savunma alınmasına ilişkin, yukarıda anlattığımız tüm konulara, ifadeyi almaya çalışan II.Müdürler dışında orada yazman olarak bulunan görevli gardiyanlar tanıktır.Bu gardiyanlar tanık olarak çağırılmalı, iddialarımız sorulmalıdır.

7-Savunma alınması esnasında “avukat bulundurma” talebimiz tutanaklara dahi geçmemiştir. Oysa , savunmanın her aşamasında Avukat bulundurma hakkımız mevcuttur.

8-Aynı günlerde Adalet Bakanlığının çıkardığı “Tutuklu ve Hükümlü El Kitabı” idare tarafından bizlere dağıtıldı. Kitabın 29. sayfasında, “Disiplin cezası kararlarının alınma usulü ve tebliği” başlığında aynen şöyle yazmaktadır;

“Hakkında disiplin soruşturması açıldığında MUTLAKA savunman alınır..”

Buradaki “mutlaka”nın anlamı çok açıktır.Savunma alınmak zorundadır.Biz vermek istemesek dahi savunma almak için çaba sarf edilmeli, eğer alınamıyorsa nedenleri belirtilmelidir.Burada ise tam tersi, biz savunma vermek istiyoruz,idareyi hukuka-yasalara-tüzüğe uygun davranmasını istiyoruz.Ancak idare ifade almamak için çabalıyor.Çünkü kendi yarattığı kaostan çıkamıyor.Ve yalan-çarpıtmalı tutanaklarla ceza veriyor.İşin içinden böylece çıkıp, topu İnfaz Hakimliğine atıyor.. Tabii tüm hukuksuzluklarla…

Yasa açık ve net: “Mutlaka savunma alınır” Peki alınmadan ve çeşitli çarpıtmalarla cezalar veriliyorsa ne olacak? Cezaevi idaresinin yarattığı kaosu, İ.Hakimliğimi çözecek?! Oysa İnfaz Hakimliğinin görevi yaratılan kaosu çözmek değil, idarenin uygulamalarının yasalarca hukuka uygunluğu konusunda biz, burada savunma verdiğimiz için, konu idarenin uygulamalarını denetlemek değil, bizzat karar verici-ceza verici durumuna düşmektedir.

Oysa yasal süreç, usulüne uygun olarak, cezaevi idaresinin savunmamızı alarak ceza vermesi olmalıdır.Eğer bu olmuyorsa SAVUNMA ALINMADAN verilen cezalar tümden geçersiz sayılmalıdır.Burada savunma yapıyor olmamız idarenin kusurunu örtmez, örtmemelidir.Böyle olmalıdır ki cezaevi savunma almanın önemini anlamalıdır.

9-Bazı arkadaşlarımızın Adli Tıp ve hastane raporları vardır.Rahatsızlıkları nedeniyle Avukatları olmadan bu arkadaşlardan ifade alınmaya çalışılması, imza istenmesi yasalara aykırıdır.

VERİLEN DİSİPLİN CEZALARININ HUKUKA UYGUNSUZLUĞU: ESAS YÖNÜNDEN

1-9 aydır devam eden direnişimiz bütünlüklü bir eylemdir. Taleplerimize ilişkin duyarlılık yaratması; yaşam koşullarımızın yaşamsal sorunlar içerdiği için, sesimizi ilgililere duyurma çabasıyla yapılan bir eylemdir.Bir süreç eylemidir. Bir kez yapılıp biten bir eylem değil, taleplerimize yanıt verilene dek sürecek bir eylemdir. Bir gündede bitebilirdi, 9 aydır devam ediyor ve belki 9 yıl daha devam edecektir. Her gün ya da her saat, bitip, yeniden başlayan; yeni talep ya da yeni eylem biçimiyle devam eden bir eylem değildir.

Cezaevleri tarihinde bu ve benzeri eylemler eylem sona erdikten sonra eylemin niteliğine göre ele alınır. Ölüm orucu ya da süresiz açlık grevine giden bir eylemciye, kaç gün açlık grevine gittiği, günde kaç slogan attığı hesabıyla, her gün ve gün içindeki sloganlar nedeniyle cezalar verilmemiştir; çıkan isyanlarda kaç gün isyan sürdüyse, isyan süresince günlük disiplin cezaları uygulanmamıştır; kimi “rehin alma” eylemlerinde kaç gün rehin aldığı, rehin tuttuğu her gün için ayrı ayır cezalar uygulanmamıştır.Bu örnekleri çoğaltabiliriz.

Ancak, bu eylem süresince başka nedenlerle, başka konularda soruşturma açılabilir.Ki bunun örnekleri vardır. Bu eylem sürecinde kimi arkadaşlarımıza mazgal camını kırma (ki nedeni havasızlık için olmasına karşın) sayımda müdürle tartışma; keyfi aramaya tavır alma vb gibi nedenlerle disiplin cezaları verilmiştir.Bunların savunmaları ayrıca yapılmaktadır. Farklı konular olması nedeniyle bu tür konularda ayrı soruşturma açılabilir, ancak, devam eden eylem için, her gün, her saat ceza uygulanamaz..

2-Verilen disiplin cezası kendi içinde keyfiyetler içermektedir, ve çelişkilerle doludur.Normal olarak disiplin cezası verilecek konular bellidir.Bir olaya ceza verilmişse, aynı olaya yine ceza verilmelidir! Ancak bize verilen disiplin cezalarının hiçbir kriteri-kuralı yoktur. Öyle ki;

a) İlk günler günde birer ikişer ceza verilirken, birkaç gün sonra ve birkaç gün 1 günde 9 kez kapı dövmek, 9 kez slogan atmaktan 18 ay cezalar verilmeye başlanmıştır.Ancak yaptıkları yanlışı anlamış olmalılar ki, sonraki günler yine günde bire düşürülmüş, sonra da tamamen vazgeçilmiştir.Aylardır eylem devam etmesine karşın ceza uygulanmamaktadır.

İdare burada iki durumdan birinde yanlış yapmaktadır. Ya böylesi her kapı dövme ve her slogan için disiplin cezası vermekle yanlış yapmıştır; yada eğer bu cezalar doğru ise, dokuz aydır devam etmesine karşın ceza vermemekle yanlış yapmaktadır. Ya haksız yere cezalar vermektedir, ya da görevini yerine getirmemektedir. Böylesi bir çifte standart, daha doğrusu keyfiyet doğurduğu yasal sakıncalar nedeniyle kabul edilir değildir. Şu ana dek verilen disiplin cezaları 40 ayın üzerinde ziyaretten men, 40 ayın üzerinde mektup telgraf faks alıp göndermeden men cezasıdır yaklaşık 7-8 yıl arası bir cezadır bu. Keyfiyetin neden olduğu sonuçtur.Eğer, günde 18 ay ceza uygulaması yasal ise, 9 aydır aynı şekilde uygulanmalıdır. Bu da bugüne kadarki haliyle 5.400 ay ceza verilmesini zorunlu kılar.Yani yaklaşık 450 yıl…

Bu anlamda verilmiş olan disiplin cezalarındaki günde 18 aya varan keyfiyet ciddi olarak sorgulanmalı, yasal zeminine oturtulmalıdır.

Bu nedenlerle, cezaların tümü süreç nedeniyle iptal edilmelidir.

b)AGMlikler dışında üçlü hücrelerde kalan bazı arkadaşlara da aynı eylemler için cezalar verilmiştir.Burada da “seçmece” yapılmıştır. Eyleme başından itibaren, tüm siyasi tutsaklar katılmasına karşın, kriterlerinin ne olduğunu bilemediğimiz “seçmece” arkadaşlarımıza cezalar verilmiştir.

Cezaevinde savunma almaya geldiğinizde bu duruma Hakimliğinizde tanıklık etti.AGMliklerin içeri alma saatlerinde, tüm siyasi tutsaklar slogan atıp kapı dövdü.Ama o günlere ilişkin “seçmeceler” yapılmadı..

Bu anlamda kriteri belli olmayan “seçmece” olarak disiplin cezası verilmiş AGMlikler dışındaki arkadaşlarımıza uygulanan disiplin cezaları geçersiz kabul edilmelidir.

3-Direniş süresince ve halende atılan “Havalandırma Hakkımız Engellenemez” sloganı, cezaya tabi tutulacak bir slogan değildir. Oysa bu slogan için 40 ayı aşkın disiplin cezası verilmiştir.Sloganın içeriğindende anlaşılacağı gibi, bu slogan bir hakkın engellenmesini dile getiren bir slogandır.Yasalarda, sloganlar için “gereksizlik” göreceli bir kavramdır.Bir durumda gerekli olan başka durumda gereksiz olabilir.Kaba bir örnek verelim; siyasi tutsaklar, İsrail siyonizmine karşı slogan attıklarında disiplin cezası alabiliyorlar, ama Ülkenin Başbakanı İsrail’e yüklendiğinde alkış alıyor! Biz gereksiz yere slogan atmış oluyoruz. Oysa Filistin halkının katledilmesini protesto ediyoruz. Demek ki gereklilik “bilimsel ya da haklı-haksızlığına” bakılmaksızın, uygulayanın  keyfiyetine kalıyor.

Bizim durumumuzda ise “havalandırma hakkımız Engellenemez” sloganı tam da talebimizi dile getiren, uygulamayı protesto ederek, kitlelere duyurmaya çalışan bir slogandır.Gereksiz değil aksine zorunlu bir slogandır.

Cezaevi idaresi bu cezanın gerekçesi olarak 5275 sayılı yasanın 43/2d maddesini gösteriyor.”Kurumda korku kaygı veya panik yaratabilecek biçimde söz söylemek veya davranışta bulunmak..” iyi de bu slogan nedeniyle kimin yaşamı olumsuz etkilenmiş.. Dolayısıyla, hem yasal dayanak olarak, hem de içerik olarak bu slogan disiplin cezası verilecek bir slogan değildir.Bu nedenle, sloganlar nedeniyle verilen disiplin cezaları geçersiz sayılmalıdır.

4-Söz konusu direnişimiz içerik itibarı ile yaşam koşullarımızın kötülüğüne duyarlılık yaratmak için yapılan hak arama ve halen olan uygulamayı protesto eylemidir. Hak aramak, bir kötülüğü protesto etmek, bunlar için örgütlenmek, toplumsal duyarlılık yaratmak, yasalarca da meşru bir insan hakkıdır. Bizlerin tutsak olması hak aramamızı, kötülükleri protesto etmemizi engellemez.(Ve hatta son CMK’ya, bir kötülüğü, ilgililere bildirmemek suç kapsamına girmiştir.)Toplumların ilerlemesi, demokratik haklar için mücadele ve kazanımlarla gelişir. Hak aramayan toplum gelişmez, geleceğini ileriye taşımaz. Tüm toplumların gelişimi mücadeleler, bedeller ve sonuçta kazanımlarla olmuştur, olmaktadır.

Cezaevleri tarihinde siyasi tutsaklar olarak onlarca yıldır her türlü zulüm ve işkenceye direndik. Yüzlerce arkadaşımız baskınlarda, ölüm oruçlarında, işkencelerde katledildi. Ancak hiçbir dönem Devrimci duyarlılığımız bastırılamadı. Kazandığımız direnişler oldu, kaybettiğimizde. Ancak kaybettiğimiz hiçbir direnişte, kaybettiğimiz haklılığımız değildi.sadece dönemin işkenceci ve katliamcıları, geçici zafer naraları attılar. O günü kurtardılar.Haklılığımız ise tarihe kazındı.. O nedenledir ki bırakalım 12 Mart, 12 Eylül uygulamalarını daha sıcaklığını yitirmemiş 19 Aralık katliamında zafer kazananlar, madalyalarla, primlerle, kıdemle ödüllendirilenler yani “kazananlar”, bugün sanık sandalyesinde. Gerçekler açığa çıktıkça meşruluğumuz, direnişimizin haklılığı da kabul görüyor.

Bugünkü direnişimizde haklı ve meşru bir eylemdir. Bağırıp-çağırıp, gürültü koparıp cezaevinde ortam bozmak gibi bir amacımız yok. Söylemekten bıkmayacağımız bir şekilde daha insani yaşam koşulları istiyoruz. Hava istiyoruz, yanımızdaki arkadaşımızla sosyal iletişim istiyoruz. Bunun için de sesimizi dağa-taşa, toplumun duyarlı kesimine, Bakanlığa, mahkemelerinize, savcılığa, idareye duyurmaya çalışıyoruz.

İşte bu anlamda, direnişimiz meşru, haklı ve yasaldır.

12 Eylül döneminde bile, binde bir bile olsa, “Faşizme karşı mücadele haklıdır” diyerek mütaalasında devrimcilerin 12 Eylüle karşı mücadelesini haklı bulan Askeri savcılar çıktı bu ülkede.. Bugün ise, hak arama çabamız bile cezaya tabi tutuluyor.

Yukarıda açıkladığımız nedenler, yasaların hak arama mücadelesi çerçevesinde değerlendirilerek, verilen cezalar tümden iptal edilmelidir.

5-Türkiye, genel anlamda hak ihlalleri, işkenceyi önleme, hukuk vb konularda pek çok alanda Avrupa Birliği ile sözleşmeler imzalamıştır. Bunlardan “Avrupa İşkenceyi Önleme Komitesi (CPT)” ile yapılan sözleşmeye göre, kabaca “tutuklu ve hükümlülere ailelerine yönelik uzun süreli cezalar verilemez” maddesi bulunmaktadır. Bu sözleşmenin ana teması da, aileye yönelik, aile kurumunun etkileneceği disiplin cezaları verilemeyeceğidir. Buraya sadece bir davadan örnekler aktaracağım.

AİHM’nin, 20 Mayıs 2008 Strasborg, GÜLMEZ-TÜRKİYE kararında şöyle denmektedir:

“48-…… mahkeme bu nedenle başvurucunun ziyaret hakkının yaklaşık olarak bir yıl süreyle kısıtlanmış olmasının, Sözleşmenin 8. Maddesi kapsamında aile hayatına saygı hakkının ihlali olduğu sonucuna varmıştır.(A-B-4). Gülmez-Türkiye davası sayfa 12

50-… Bu noktada mahkeme tekrar hatırlatır ki, Avrupa Cezaevleri Kuralları 60.4 maddeye göre hiçbir disiplin cezası aile ile bağlantıyı tamamen ortadan kaldırmamalıdır. (A-B-4)-Aynı dava sayfa 13

Söz konusu AİHM kararında ayrıntılar mevcuttur.(EK-2 AİHM KARARI)

Bu kararlardan da anlaşılacağı gibi, aile hayatını engelleyen uzun süreli cezalar verilemez. Bizim durumumuzda şu an için bu dava 7 yıldır. 7 yıl boyunca alınacak, olası cezalarıda düşünürsek bu durum ömür boyu sürebilir.

Bu anlamda AİHM kararları da dikkate alınarak, aileye yönelik verilmiş olan bu disiplin cezaları bir bütün olarak geçersiz sayılmalıdır.

SONUÇ VE TALEP OLARAK

Savunmamızın başından sonuna, yaşam koşullarımızın olumsuzluğu dikkate alınarak, eylemimiz ve verilen disiplin cezalarının hukuksuzluğunun usul ve esas yönünden itirazlarımız incelenerek;

1-      a) Yaşadığımız koşulların ne denli olumsuz olduğu ve taleplerimizin daha anlaşılır olması bakımından, tutulmakta olduğumuz tek kişilik hücrelerin, Hakimliğiniz ya da tayin edilecek uzman bir bilirkişi tarafından yerinde incelenmesini.

b) Cezaevi Disiplin Kurulunun hakkımızda vermiş olduğu cezalarda savunmamızı almama gerekçesi olarak gösterdiği “…savunma için herhangi bir bildirimde bulunmamıştır” yalanının ortaya çıkması için; sözkonusu savunmanın alındığı günlerde bulunduğumuz hücre, koridor kamera kayıtlarının, cezaevi idaresi tarafından istenilerek incelenmesini;

c) İfadeye çağırılan kimi arkadaşlarımızın, mesai saati dışında ifade alınması itirazlarının kanıtlanması için, ifadeye çağırılış saatlerimizin, tutanak ve kamera kayıtlarının incelenmesini

d) II.Müdürler tarafından savunma almak için çağrıldığımızda, ifadelerimizi “yaptınmı-yapmadınmı” gibi dayatmayla sınırlanmaya çalışılması, ifadelerimizin ve anlatımlarımızın tutanaklara geçirilmemesi ya da cümlelerimizin değiştirilmesi konusunda, yazman olarak görev yapan, görevli gardiyanların tanık olarak dinlenmesini;

e)AGMlik tutsakların özellikle tek kişilik hücreye konmalarından sonraki (ve varsa önce ya da sonra Adli Tıp yada hastane raporları) revir dosyalarının idare tarafından istenilerek incelenmesini ve rahatsızlıklarımızın yaşam koşullarından kaynaklananlarının cezaevi tabibi tarafından dinlenmesini.

f)Bizler için cezaevi İdaresinin taleplerimizi reddetme gerekçelerinden biri olan “yaralayabilir-öldürebilirler” suçlamasının, hangi gerekçelere dayandırıldığının cezaevi idaresine sorulmasını

Bu konu özelinde bunca yıl bizde görev yapmış olan görevli gardiyan ve başgardiyanların tanık olarak dinlenmesini ve böyle bir gözlemlerinin olup olmadığının sorulmasını

g) Bazı tanıklıkların gıyabımızda olmasının doğuracağı sakıncalar bakımından, dinlenecek ilgili tanıklıklarda bizimde hakimliğinizdeki duruşmada hazır bulundurulmamızı;

h)Kimi görevli memurların “sözleşmeli personel” olması ve amir-memur ilişkisinden dolayı zarar görebileceğinden ve bu nedenle, gerçek beyanlardan sakınabileceğinden, tanıkların yasal güvenceye alınmasını;

2-  Usul ve esas yönünden birden fazla hatalarla verilmiş olan; yasalara, tüzüklere ve hukuka aykırı olarak hakkımızda verilmiş olan, dava konusuna ilişkin, cezaevi idaresinin vermiş olduğu, her biri ayrı ayrı olmak üzere 80-90 aya varan; “ziyaret kabulünden men” ve “mektup, faks,telgraf alıp göndermekten men” cezalarının tümünün iptal edilerek kaldırılmasını TALEP EDİYORUZ.28.07.2011

Adres:1 Nolu F Tipi Cezaevi

TEKİRDAĞ