Home , Köşe Yazıları , Sınıfın yıkıcı silahı: Fabrika işgalleri…

Sınıfın yıkıcı silahı: Fabrika işgalleri…

“İki… Üç… Daha fazla ÇEL-MER!”

VOLKAN YARAŞIR | 14 – 08 – 2010 | ÇEL-MER fabrika işgali Sinter, Tezcan, Gürsaş fabrika işgallerinin bir devamı olarak gerçekleşti. Kapitalist krizin birinci evresi diye tanımlayabileceğimiz süreçte işçi sınıfı işgal, direniş ve grev şiarını hayata geçirdi. Sinter, Tezcan ve Gürsaş’ta gelişen fabrika işgalleri de bu dönemin özgünlüğüne uygun biçimlendi.

Ağırlıkta kendiliğindenci, uzun soluklu olmayan, taban örgütlenmeleri üzerinde şekillenmemiş eylemler olarak dikkat çektiler. Ama yine de sınıfın öfke ve kininin yansımalarının ifadesi oldular. Her şeyden önce fabrika işgal eylemi, uzun zamandan beri sınıf mücadelesinde unutulmuş bir eylem tarzının tekrar gün yüzüne çıkmasını işaretliyordu. İşgaller bir model eylem olarak öne çıkarken, yine krizin bu ilk evresinde bir dizi direnişe damgasını vuran model kimlikler doğdu. İşçi sınıfı, sınıfsal antagonizmanın keskinliği içinde kendi zenginliğini dışa vuruyordu.

Önce Dubai’de, sonra Yunanistan’da yaşanan gelişmeler, kapitalist krizin ikinci evresini işaretledi. Yunanistan mali krizi ve bu krizin senkronizasyon etkisi yeni bir döneme geçişi simgeledi. Bir yandan AB’nin yeniden dizaynını içeren süreç, diğer yandan AB’nin emperyalist çekirdeğinin dışında kalan coğrafyaların hızla Asyalaştığını gösterdi. Asyalaşma süreci aslında Çin çalışma rejiminin bu coğrafyalarda hayata geçirilmesinden başka anlam taşımadı. Bir karşı devrim süreci olan bu gelişmelere Avrupa işçi sınıfının tavrı da net oldu. Yunanistan işçi sınıfı bir öncü güç olarak gerçekleştirdiği grev ve genel grevlerle sürece damgasını vurdu. Benzer gelişmeler başka İtalya, Fransa, İspanya ve Portekiz’de yaşanmaya başladı. Bu ülkelerdeki işçi sınıfı sermayenin açık saldırısına karşı genel grevler, grevler, direnişler ve geniş protesto gösterileri gerçekleştirdi. Krizin ilk evresinde Avrupa işçi sınıfı ağırlıkta sektör bazında yer yer ülke düzeyinde eylemlerle tepkisini göstermişti. Bu süreçte uzun yılların yarattığı ataletten sıyrılan Avrupa işçi sınıfı, Fransa’da olduğu gibi “manager”ları rehin aldı. Fabrikalara yangın bombaları yerleştirerek haklarını korudu. İngiltere’de korsan ve illegal grevlerle sermayenin saldırılarına karşı kolektif duruşlar sergiledi. Kapitalist krizin derinleşmesi ve özellikle mali krizlerin yayılma riski ve sınıfa yönelik sermayenin açık saldırısı başta Akdeniz havzasını dalgasal bir şekilde harekete geçirdi. Bu evreye geniş kitle gösterileri, yaygın sektörel grevler ve genel grevler damgasını vurdu ve vurmaya devam ediyor.

Türkiye kapitalizmi cari açık, dış borç ve sıcak para sarmalı içinde her an Yunanistan’a benzer bir sürecin içine girebilir. Dış borcu 271 milyar Dolar’a ulaşan, cari açığı 17 milyar Dolar’ı bulan ve ekonomisi 100 milyar Dolar’lık sıcak parayla dönen Türkiye Cumhuriyeti son derece kaygan bir zeminde hareket etmektedir. Başlı başına Yunanistan’daki mali krizin Avrupa’da da yayılması bile, Türkiye kapitalizmini yıkıcı etkilerle karşı karşıya bırakabilir. Uluslararası sermayenin ihtiyaçlarına uygun olarak bir restorasyon sürecine giren Türkiye Cumhuriyeti bir yandan, Ortadoğu’da aktif taşeronluğa ve emperyalizmin lejyonerliğine sıvanırken, öte yandan bu adımların bir yansıması olarak bölgesel güç olma atakları yapıyor. Bu gelişmeler ülke içinde egemen klikler arasında politik bir iç savaşın yaşanmasına yol açıyor. Ayrıca emeğin boyunduruk altına alınması için hızla Çin çalışma rejiminin inşası yönünde düzenlemeler yapılıyor. Sınıfın kolektif gücünün parçalanması, tarihsel kazanımlarının gasp edilmesi hedefleniyor. Sistematik esnekleştirme ve güvencesizleştirme politikaları derinleştiriliyor. Kapitalist krizin bütün yükü işçi sınıfı üzerinden çıkartılmaya çalışılıyor. İşçi sınıfı kronik işsizliğe, açlığa, yoksulluğa ve geleceksizliğe mahkum edilmeye çalışılıyor.

İşçi sınıfı kapitalist krizin bu yeni evresine ve kendine yönelik topyekun saldırıya karşı farklı direniş ve eylem biçimleriyle yanıt üretiyor.

TEKEL direnişi bir yanıyla krizin ilk evresinde ortaya çıkan pratiklerin bir konsantrasyonu oldu, diğer yanıyla krizin yeni evresinin ilk pratiği olarak dikkat çekti. Aynı zamanda sınıf mücadelesinin yeni bir momentini simgeledi.

İşçi hareketi TEKEL direnişinin sona ermesiyle ağırlıkta lokal düzeyde eylemler ve direnişler gerçekleştirdi. Özellikle Esenyurt, Marmaray, Kent A.Ş., İski gibi direnişler öne çıktı. Bu birikimler sınıf mücadelesinin “sıcak yaz”ına hazırlık oldu. Ardından İzmir’de taşeron işçilerinin örgütlenme çabaları, İstanbul Belediye-İş üyesi işçilerin toplusözleşme sürecinde 5 bin kişilik fiili yürüyüşü, Kadıköy Belediyesinde yaşanan kısa grev ve taşeronlara karşı fiili eylemleri gündeme geldi. Bu pratikler sınıfa yeni birikimler sağladı ve deneyimler kazandırdı. Kısaca lokal düzeydeki eylemlerde bir yaygınlaşma dikkat çekti. Her ne kadar aralarında (yer yer destekleyici ilişkiler kurulmuş olsa da) belirli bir koordinasyon olmamasına rağmen işçi hareketi krizin yıkıcı etkilerine karşı yeni örgütlenme arayışlarına girdi, işten atılmalara, toplu tensikatlara karşı direnişler gerçekleştirdi. Ve bu direnişler yaygınlaşmaya başladı.

Bu arada özellikle UPS direnişi hem mahiyeti, hem kapsamı, hem de etki gücü açısından öne çıktı. UPS uluslararası bir şirket ve Türkiye’nin özellikle metropollerinde geniş kargo ve taşımacılık ağına sahip. 4000’in üzerinde çalışanı bulunuyor. TÜMTİS’in sendikal örgütlenme çalışmalarına başlaması, işveren saldırısıyla yanıt buldu. Sendikal örgütlenmenin dağıtılması yönünde bir taraftan işveren sistematik baskı yaparken, diğer taarftan polis de direnişçi işçilere yönelik ablukasını sürdürüyor. TÜMTİS başından itibaren tutarlı bir tavır gösterdi ve işten atılan işçilerle birlikte direnişi örgütledi. Kararlılıkla sürdürülen direniş, taşıdığı potansiyel itibariyle sınıf mücadelesinde bir odaklanmayı yaratabilecek içeriğe sahip. Bugün kargo ve taşımacılık sektörü kilit bir sektör olarak dikkat çekiyor. Kapitalist sistemin işleyişini sekteye uğratabilecek ve artı değerin realize olmasını engelleyebilecek bir içeriğe sahip. Bu sektörde gerçekleştirilecek yaygın bir eylem mal transferini engellediği gibi, ham maddenin fabrikaya ulaşmasını da engelleyebiliyor. Bunun somut örneği ABD’de 1997’de gerçekleşen UPS greviyle yaşandı. Grev boyunca hayat felç oldu, özellikle değerin transferi noktasında sarsıcı blokajlar yaşandı. Kargo tırlarıyla otoyollar kapatıldı, kargo uçakları kalkmadı.

UPS’nin ülke çapındaki yaygınlığı ve sektörün yukarıda belirttiğimiz özellikleri direnişin önemini arttırmaktadır. TÜMTİS de bu durumun farkında olarak UPS örgütlenmesini kendisi için yaşamsal bir örgütlenme olarak deklare etmiştir. UPS direnişi bu özellikleriyle bugün lokal düzeyde gerçekleşen eylemleri kendi yörüngesinde toplayabilecek bir çekim gücüne sahiptir. Bu aşamaya gelme direnişin ve örgütlenmenin yaygınlaşmasına bağlıdır. UPS direnişi bu nitelikleriyle ele alınıp, değerlendirilmelidir. UPS direnişi yeterli destek ve yaygın örgütlenmeyle TEKEL’in yarattığı atmosferi yaratabilir. Hatta global bir marka olması uluslararası boyutta sarsıcı etkiler ve bir dizi enternasyonal sonuçlar doğurabilir.

Sinter’den ÇEL-MER’e ve yeni ÇEL-MER’lere

ÇEL-MER işgali daha önceki Sinter, Gürsaş ve Tezcan işgallerinin bir devamı ve ileri bir adımı olarak gerçekleşti. Krizin yeni evresinin yarattığı sınıf pratiği olarak dikkat çekti. ÇEL-MER işgali küresel krizin başladığı dönemdeki fabrika işgal eylemlerinden bir dizi farklı özellikler gösterdi. İşgal, taban örgütlenmelerinin bir yansıması olarak gerçekleşti. Eylemin direniş aşamasında çalışan işçilerle, direnişçi işçiler arasında bağlar kopmadı. Çalışan işçiler aktif bir şekilde, (işten atılma dahil) birçok riski göze alarak, fabrika önünde direnişçi arkadaşlarına destek verdi. Bu ilişki işgalin gerçekleşmesine de zemin yarattı. Hem atılan işçiler, hem de çalışan işçiler kolektif bir şekilde ve taban örgütlenmesinin yönlendirmesiyle işgal eylemine başladı. Böylesi bir şekillenme doğal olarak eylemin uzun soluklu ve kararlı bir biçimde hayata geçirilmesine yol açtı. İşgalciler, haklarını ve taleplerini son derece net ve uzlaşmaz bir şekilde ifade ettiler. İşgalci işçilerin bu tavrı sendikal bürokrasinin blokajlarını kırdı, hatta harekete geçmelerine yol açtı. Polisin engellemeleri boşa çıkartıldı. İşgal süresinde valilikle sendika yöneticileri arasında görüşmeler yapıldı. “80 kişilik” bir metal fabrikasının etkisi bütün bölgeyi sardı ve sarstı.

Eylemin iç örgütlenmesinin yanında, işgalin dışarıdan desteklenmesinde de önemli adımlar atıldı. Eylemci işçilerin aileleri ve demokratik güçler işgalcileri aktif bir şekilde, hatta çadırlar kurarak destekledi. Bu yön bugün yetersiz ve güçsüz olmasına rağmen son derece önemlidir. Gelecekte işgal ve direnişlerde ailelerin, devrimci, demokratik kurumların yanında, havzadaki işçiler ve bölge halkı tarafından aktif bir şekilde desteklenmesinin önü açılmıştır. En azından böylesi pratiklerin zeminleri oluşturuldu. 1968-1969 fabrika işgal eylemlerinin en çarpıcı yanlarından biri havzadaki işçilerden, bölge halkından ve ailelerden yoğun destek almalarıdır. Bu destek bazen polis ve askeri birliklerle açık çatışmaya dönüşebilmiştir.

ÇEL-MER işgali bu yönleriyle yeni dönem fabrika işgallerinin prototipidir. Bu işgal eylemlerinin yaygınlaşması ve derinleşmesi sınıf hareketinde son derece muazzam kazanımları beraberinde getirecektir. Böylesine işgaller bir havzadaki, kapitalist krizinde yarattığı, patlamaya hazır sınıfsal öfke ve kini ateşleyebilir. Havzanın harekete geçmesinde katalizör rolü oynayabilir. Yine bir havzada ÇEL-MER benzeri birkaç işgalin gerçekleşmesi sınıfın tüm dikkatini bu alana odaklayacaktır. Benzer bir durum bazı kentlerde, (örneğin Manisa gibi) bütün kenti harekete geçirebilecek sarsıcı sonuçlar doğurabilir. Güney Kore işçi hareketinin en önemli pratiklerinden biri spontane gerçekleşen işyeri grevleridir. Bu grevler son derece yıkıcı niteliktedir ve militan karakterdedir. Ve Güney Kore işçi hareketinin dalgasal yükselişinin mayalanmasını sağlamıştır. ÇEL-MER benzeri gelişmeler de sınıf hareketinin hızla şekillenmesinin önünü açabilir.

Bugün bir yandan ÇEL-MER benzeri fabrika işgal eylemlerini yaygınlaştırmak gerekirken, diğer yandan bu işgallerin bir adım daha ötesine geçmenin projeleri oluşturulmalıdır.

Kapitalist kriz, devletlerin mali krize girmesiyle birlikte yeni bir aşamaya geçti. Kriz giderek derinleşiyor. Bir katastrof niteliğine bürünerek, daha yıkıcı ve daha sarsıcı yeni bir finans krizinin doğma olasılığı artıyor. Bu sürecin Türkiye’ye yansımasının da son derece sarsıcı olacağı ortadadır. Yunanistan’a benzer bir mali krizin işçi sınıfı için anlamı topyekun saldırıdır. İşçi sınıfı kendi ontolojisine yönelik böylesine bir saldırıya yanıtı net olmalıdır. Bugün ÇEL-MER işgali aslında sınıfsal antagonizmanın son derece sert geçeceği dönemlere ışık tutmaktadır. 2001 Arjantin krizinde yaşandığı gibi, işçi sınıfı salt işgal eylemleriyle yetinmemeli IMPA, Zenon, Chivilart gibi, işgalden özyönetim pratiklerine geçebilmelidir. Zaten Türkiye işçi sınıfının tarihinde 1968-1969 fabrika işgal eylemlerinin yarattığı muazzam birikim kendini Alpagut ve Günterm özyönetim pratikleriyle dışa vurmuştu. Şimdi yine aynı yoldan yürümek gerekiyor. İşgal eylemleri üretime el koyma ve özyönetim pratikleriyle taçlandırılmalıdır. Çünkü fabrika işgalleri işçi sınıfına hedefin neresi olduğunu (yani kapitalizmi ve onun ruhu olan özel mülkü) gösterirken, özyönetim pratikleri ise nasıl bir dünya istediğini ortaya koymaktadır.

Fabrikayı işgal etme kültürü anti-kapitalist bilincin hızla şekillenmesini yaratacaktır. Bir taraftan fabrika işgal eylemleri yaygınlaştırılmaya çalışılırken, diğer taraftan bu eylemlerin üretime el koyma ve özyönetim pratikleriyle derinleştirilmesinin propagandası yapılmalıdır. Özellikle krizin yıkıcı etkilerinin açığa çıktığı dönemlerde (toplu tensikat, işyeri kapatma, makineleri kaçırma) sınıf, elindeki en önemli yıkıcı silah olan fabrika işgal eyleminin yanında üretime el koyma pratiğini de gündemine alabilmelidir. Bugünden bu perspektifle hareket ederek, üretime el koyma pratiklerini tartışmalı ve sınıfa hedef olarak göstermeliyiz. ÇEL-MER işgali aslında böylesine bir adıma son derece yaklaşmıştır. İşçiler sendikal örgütlülük haklarını kazanarak, eylemi başarıyla bitirmişlerdir. Ama önümüzdeki günler sistematik güvencesizleştirme ve esnekleştirme politikasının bir yansıması olarak yoğun işten atılmalara, işyeri kapatmalarına, toplu tensikatlara ve her türlü örgütlenme çabasının şiddetle bastırılmasına gebe günlerdir. İşçi sınıfı ÇEL-MER pratiğinde olduğu gibi, işsizliğe, geleceksizliğe, güvencesizleştirmeye karşı yanıtı fabrika işgal eylemleri ve yaygın direnişler olmalıdır.

ÇEL-MER işgali kapitalist krizle birlikte doğan model eylem pratiğinin en konsantre halidir. 1968-1969 fabrika işgal eylemleri* öne çıkan işyerleriyle (Derby işgali 1968, Singer işgali 1969, Demirdöküm işgali 1969, Sungurlar işgali 1970 gibi) anıldı. Bu işyerleri “tarih yazan işyerleri” olarak iz bıraktı. ÇEL-MER bu anlamda da bundan sonraki süreçte yaşanacak fabrika işgal eylemlerine hem örnek oluşturmakta, hem de izlenecek yolu göstermektedir. Artık ÇEL-MER gibi direnişler yeni Derby’ler, Demirdöküm’ler olarak anılacaktır. Adlarıyla bir eylem tarzını ve karakterini işaretleyeceklerdir.

UPS direnişi ve ÇEL-MER işgali bugün sınıf hareketinde yaşanan yaygın lokal direnişleri kendi yörüngesinde toparlayacak ve şekillendirecek eylemlerdir. Yaşanan eylemlerin lokalizasyon sınırını kırarak kolektif bir aşamaya gelmesi, yeni işçi örgütlenmelerinin yaratılmasıyla olanaklıdır. Bugün yetersiz ve palyatif de olsa Direnişçi İşçiler Platformu gibi örgütlenmeler önem taşımaktadır. Sorun sınıfın yaratıcı ve yıkıcı gücünün bu örgütlenmelere taşınması ve bu örgütlenmelerin direnişlerden güç ve direnç almasıdır. UPS direnişi ve ÇEL-MER işgali bu anlamda da lokal düzeydeki direnişlerin şekillenmesine yol açabilir. Önümüzdeki dönemde İstanbul Büyükşehir Belediyesi işçileri, Samka, İSKİ, İzmir taşeron işçileri gibi işyeri temelli, lokal karakterli eylemler yaygınlık göstermesi olasıdır. Sorun bu direnişlerin ortak bir mecrada toplanması ve sınıfın kolektif gücünün açığa çıkartılmasıdır. Bu alanlardan gelecek birikimler, deneyimler ve sarsıcı pratikler 2011 yılında gerçekleşecek kamudaki toplu sözleşme sürecine yön gösterecektir. Bugünden anlaşıldığı kadarıyla bu toplu sözleşme sürecinin sert geçmesi olasıdır. Yüz binlerce kamu işçisinin dikkati UPS’de ve ÇEL-MER gibi pratiklerde olacaktır. Bu işçilerin sendikalı olmasından kaynaklanan ortak hareket etme zeminleri de oldukça fazladır. UPS direnişi ve ÇEL-MER fabrika işgali gibi eylemler olası grev ve direnişlerin yol göstericisidir. İşçi sınıfı muktedir olduğunu hissettiği an harekete geçtiği andır. Bu anlamda krize karşı sınıfın eylem şiarını bütün havzalara, işyerlerine, atölyelere taşımak son derece önemlidir. Yaşasın işgal, direniş, grev!

* Bu konuda daha geniş bilgi için bakınız Volkan Yaraşır, İşgal Direniş Grev, Mephisto Kitabevi, 2006

(Sosyalizm İçin Kızıl Bayrak, Sayı: 2010/32, 13 Ağustos 2010)