Anasayfa , Köşe Yazıları , Seçimler ve Politik Katılımcılık Hakkı Üzerine

Seçimler ve Politik Katılımcılık Hakkı Üzerine

köse yazisiUFUK BERDAN |04-08-2013 | Almanya’da 22 Eylül’de federal seçimler olacak. Göçmenlik, entegrasyon, bütünleşme ve katılımcılık eksenli siyasal tartışmalar yeniden alevlenecek. Kimi partiler yurttaşları ve göçmenleri yalancı vaadlerle kandırmaya, kimileri ırkçı söylemlerle bazı fanatik ve gerici kesimleri daha fazla kışkırtmaya, kimileri de asimilasyon ve inkarcılığa sürgit devam edecekler. Daha şimdiden AB üyesi ülkelerin dışından gelen ‘üçüncü ülkeler’ kategorisindeki göçmenlere seçme seçilme hakkı verilmesi veya verilmemesi üzerinden yaygın bir örtülü veya açık ötekileştirme kampanyası yürütülmektedir. Milyonlarca göçmen politik katılımcılık hakkından anti-demokratik yasalarla mahrum bırakılarak marjinalize eilmekteler.

Fakat politik katılımcılık hakkı evrensel bir haktır. Politik katılımcılığın en bariz siyasal simgesi ise seçme ve seçilme hakkıdır. Bu hak ”İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi” nde bireysel ve kollektif bir hak olarak korunmuştur.  Buna göre; ”Herkes, doğrudan veya serbestçe seçilmiş temsilciler aracılığı ile ülkesinin yönetimine katılma hakkına sahiptir.”  (Madde 21, Parağraf 1, İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi) Politik katılımcılık süreçlerinden bazı kesimlerin mahrum edilmesi sonuç itibarıyla siyasal-sosyal yıkımcılıktır, ayrımcılıktır ve örtülü kurumsal ırkçılıktır.

Ne varki, Avrupanın en demokratik ülkelerinden birisi olarak lanse edilen Almanya’da, Avrupa Birliği üyesi olmayan ‘üçüncü ülkeler’den gelen milyonlarca  göçmen ve bunların içinde de sayısal olarak en fazla Türkiyeli göçmen toplum bu haktan halen mahrumdur. Bu hakka sadece yurttaşlık hukuku çerçevesinde sahip olmak bir ayrıcalıktan öte toplumsal bir eşitsizlik göstergesidir.

Oysa ki Avrupa’da ‘üçüncü ülke vatandaşları’nın siyasal haklara erişiminin mümkün olduğu durumlar var. Danimarka, Finlandiya, Hollanda ve İsveç belli ikamet koşullarını yerine getirmiş olanlara yerel ve bölgesel seçim hakkı tanıyorlar. Hollanda’daki kentler beş yıllık izinli ikamet sonrasında, oy kullanma hakkı, kent çapındaki seçimlerde adaylık ve siyasal parti kurma hakkını yabancılara “kent vatandaşlığı” vererek tanıyor. Bu durumda, Hollanda’da kent vatandaşı olanlar, Hollanda ulusal birliğinin bir parçası olmadan, Hollanda vatandaşı olmadan ve hatta AB üyesi olan ülkelerden olmasalar bile kent düzeyinde seçme ve seçilme hakkına sahip olabiliyorlar. Buda gösteriyor ki vatandaşlık/yurttaşlık hakları, insan hakları  ve göçmen hakları meselelerinde AB içinde her yerde çifte standart hakim. Her ülke kendi genel ve konjünktürel çıkarlarına ve uluslararası piyasalardaki  rekabet gücüne göre politika belirliyor.

Küreselleşen dünyada, siyasal katılım süreçleri birbiriyle bağlantılı iki farklı açıdan sorgulanmalıdır: Öncelikle katılımcılık, genel demokratikleşme sürecine hizmet ettiği sürece,  vatandaşlığın ulustan arındırılmasına ya da ulus-devletten ayrılmasına atıfla incelenebilir. İkinci olarakta, katılım, sadece bir temsil unsuru ya da ulusal seçimlerde oy vermeye ilişkin bir eylem olmaktan öte toplumsal bir olgu olarak incelenebilir.

İçinden geçtiğimiz tarihsel süreçlerde bir geleneksel vatandaşlık hakkı olarak tasarlanmış  siyasal katılımcılığın, ulus-devlete üyelik ile ilişkilendirilmesinin sınırına gelinmiştir aslında. Gerek ulus-üstü ve ulus-altı düzeyde, gerekse de vatandaşlığın ulustan arındırılması yolu ile, vatandaşlık ile ulus-devlet arasındaki bağ giderek daha fazla kopmaktadır. Dolayısıyla da ulus-devlete üyelik şekli olarak tanımlanan yurttaşlık hakkı sosyal ve siyasal katılımın önkoşulu veya temeli olmaktan çıkmaktadır.

Günümüz dünyasında yurttaşlık/vatandaşlık hakkının en temel unsurlarından sayılan (politik) katılımcılık hakkı da, sermayeci küreselleşmenin  açığa çıkardığı toplumsal dönüşümlere bağlı olarak değişim geçirmektedir. Bu değişimin içeriği, yeni koşullara uygulanma biçimi ve toplumsal sonuçları itibarıyla da her ülkede, her kıta da farklı iktisadi, siyasi, sosyal, hukuksal ve kültürel normlardan hareketle şekillenmektedir. Birbirinden çok farklı yönetim sistemleri üzerine inşa edilmiş olsalarda, Avrupa ve Batı demokrasilerinin hepsinde, siyasal katılımcılık hakkı anayasal bir haktır ve hiç bir vatandaş/yurttaş bu haktan mahrum edilemez.  Bu hakkı kullanmak veya yeri geldiğinde protesto etmek adına kullanmamak hem bireysel hem de toplumsal bir sorumluluktur.

Bu hak siyasal, soyal ve hukuksal eşitsizliklere karşı nice bedeller ödenerek, nice mücadeleler verilerek elde edilmiştir. Bilinir ki bütün demokrasilerde yurttaşlar için, emekçiler için,  kadınlar için, göçmenler için seçme ve seçilme hakkı hep toplumsal mücadelelerle elde edilmiştir. Bu hakkı elde ettikten sonra toplumsal yaşam kendiliğinden eşitlenmez. Bütün toplumsal süreçlerde eşitlik hukukunun hakim olması için bütünlüklü toplumsal mücadeleler, devrimci reformlar veya toplumsal devrimler gereklidir. Kadınların seçme seçilme hakkını elde etmelerinden beri kadın üzerindeki erkek egemen cins baskısı ortadan kalkmamıştır. Ancak kadın üzerindeki politik katılımcılığı engelleyen baskılardan biri ortadan kalkmıştır ve bu bile başlı başına devrimci ve tarihsel bir kazanımdır.

Aynı durum göçmenler içinde geçerlidir. Göçmenlerin yerel, eyalet ve federal meclis seçimlerinde, yurttaşlıktan bağımsız olarak, seçme ve seçilme hakkına sahip olmaları ırkçı-ayrımcı hukuku bütünlüklü yok etmeyecektir. Ancak kurumsal ırkçılığı ve diskriminizasyonu pekiştiren bir haksızlık türü ortadan kalkacaktır. Eşitsizliklerden biri tarihe karışacaktır. Göçmenleri yurttaşlık haklarından mahrum bırakan ve siyasal-kurumsal-sistemsel ırkçılığı körükleyen o kadar çok yasal düzenleme vardır ki. Uygulama yasalarındaki bütün anti-demokratik düzenlemeler anayasalarda koruma altına alınan bazı eşitlikçi hakların altını oymak suretiyle onları boşa çıkarmakla kalmıyor, toplumlar arasına yasal yollardan nifak tohumları ekmeye devam ediyor. Bir çok Avrupa ülkesinde toplumsal refaha katkı sunan üretici insanlar, daha doğrusu emekçiler; yurttaşlar ve göçmenler olarak iki kampa bölünerek ve birbirinden çok farklı muameleye tabi tutularak parçalanıyor ve ötekileştiriliyorlar.

Bir çok Avrupa ülkesinde kanun yapıcılar, siyasal katılımcılık hakkının reforme edilmesini ve bu kollektif hakkın daha aktif ve daha yaygın bir şekilde kullanılmasını, modern zamanların bir ‘olmazsa olmaz’ı olarak algılamakta  ve  yurttaşlık hakkının en vazgeçilmez simgesi olarak bu hakkı sürekli yeniden tasarlarmaktalar.Seçme ve seçilme hakkının en yaygın kullanımı halkın dolaysız katılımcılığını yükselteceği varsayılmaktadır.

Ancak sermaye diktatoryasının çeşitli biçimler altında ve  küresel olarak hakim olduğu, hatta para-sermaye oligopolizminin bütün demokratik yönetim biçimlerini emrine amade kıldığı günümüzde politik katılımcılık hakkının göstermelik olarak reforme edilmesi alttan yukarı yükselen doğrudan katılımcılık  basıncı denetim altına almak içindir.

Emekçi kitlelerin kendiliğinden değil, kendisi için dolaysız siyasal  katılımcılık talepleri,  insanların, toplumların ve  halkların birbirine daha fazla yakınlaştığı günümüz dünyasında daha fazla öne çıkıyor. Toplumsal üretimin küreselleşmesi, üretim süreçlerindeki tekonolojik devinimlerin sosyal ve siyasal ilişkilere yansıması, bilgi-kültür-bilişim süreçlerine erişimin dehşet boyutlarda kısalması ve nispeten özgürleşmesi derinlerde sessiz kabaran basıncı  yüzeye çok çeşitli biçimlerde yansıtıyor. Demokrasiler tabandaki sessiz basınç olmadan zaten varolamazlar. Hiç bir demokrasi tabandaki eşitlik, adalet, kardeşlik, sosyal paylaşımcılık ve özgürlük gibi konulardaki doğrudan-dolaysız mücadeleler  olmaksızın var olamaz ve yaşayamaz. Dolayısıyla bütün demokrasilerin yaşam suyu toplumsal mücadelelerdir. Toplumsal mücadeleler olmaksızın hiç bir siyasal  üst yapı, hiç bir yönetim, hiç bir iktidar toplumsal süreçleri kendiliğinden değiştir(e)mez.

Bütün siyasal iktidarlar, hükümetler ve yasa yapıcılar  toplumsal, yapısal ve dönemsel sorunlardan  hareketle genel ve özel yönetme politikaları belirlemek durumundadırlar. Egemen güçler,  kimin ve hangi sınıfların temsilcisi olduklarına bağlı olarak, bu sınıfsal konumlanışta taraf olmaya ve hasımlarının özgürlük mücadelesini çeşitli biçimlerde bastırmaya zorunludurlar. Devrimlerden çıkarları olan bütün ara katmanların, halkın ve emekçilerin eşitlik, adalet ve özgürlük mücadelesi sadece şiddetle ve kanla bastırılmaz. Sınıfsal şiddet, güç ve kuvvet kullanımı bütün burjuva yasama-yürütme ve yargı erklerinin temelidir zaten.

Burjuva hukukta en temel şekilleniş olan ‘kuvvetler ayrılığı’ ilkesi neyin ürünüdür? Kuvvet erkleri ve bunların ayrı güçleri, neye, kime ve hangi sınıflara karşı konumlanırlar? En demokratik ülkelerde dahi kuvvetler ayrılığı ilkesi -sözde halk adına, özde ise sermaye egemenliğini korumak adına- yeri geldiğinde kaba şiddetli ve yeri geldiğinde kanlı aldatıcı bir mekanizmadır. Yasama, yürütme ve yargılma erkleri bütün oportunist politikaları da içinde barındırmıyor mu? Emekçi kitlelerin ve halkın nihai çıkarları açısından burjuva kuvvetler ayrılığının en demokratik halde bile hiç bir özgürleştirici anlamı yoktur. Çünkü, sermayenin egemenliği koşullarında bu ilke doğrudan-dolaysız-taban katılımcılığını değil, bunlar adına dolaylı- temsili ve gerçektende sadece sözde katılımcılığı ifade etmektedir.

Göçmenler için seçme ve seçilme hakkını sadece toplumsal bir ayrımcılığı ortadan kaldırmak için isterken, bu hakkın kullanımını da sadece bununla sınırlamak anlamsız ve yetersiz kalır. Günümüz dünyasında toplumsal mücadeleler ulusal, etnik, kültürel, cinsel, mülkiyetçi bütün sınırları aşarak ilerletilebilinir. Dolayısıyla toplumsal-siyasal-sosyal katılımcılık yasal hak sınırlarıyla ifade edilemeyek kadar geniştir. Taksim direnişinde de görüldüğü gibi gerçek politik katılımcılık hakkının özü; forumlarda, parklarda ve meydanlarda halkın kendi hakkını doğrudan kullanması mücadelesinde görüldüğü gibi ‘beyler vermez, biz alırız zor ile’ diyebilme cesaretini kuşanmaktır. Politik katılımcılık bahşedilmez mücadeleyle kazanılır ve korunur.

Göçmenler için seçme ve seçilme hakkı verilene dek mücadelemiz sürecek, bu hakkı kazandıktan sonra başka biçimler altında ve diğer eşitsizlikleri de bertaraf etmek için sürgit devam edecektir.