Home , Köşe Yazıları , Partizan’cı Kirveye Mektup

Partizan’cı Kirveye Mektup

pNADİR BALTALI -26-07-2014- “Ellerinde lolipoplar, geliyor lubunyalar” diyerek katıldığın Trans Onur Yürüyüşü için Özgür Gelecek gazetesine izlenimini şöyle yazmışsın: “Sanırım Partizan, Partizan olalı böyle bir eyleme katılmadı, ama yine de eylemi kendi eylemine döndürmeyi başardı.”

Bu yürüyüşün bir hafta ertesinde 29 Haziran 2014’te gerçekleşen ve yaklaşık 20 bin kişinin katıldığı Eşcinsel Onur Yürüyüşü içinse bu kez İngiltere’nin İstanbul Başkonsolosu Leigh Turner Radikal’de yazdığı yazıyla çağrı yaptı; övünçle eşcinsel STK’lara İngiltere devleti adına verdikleri fonların ve desteklerin notunu düşerek.

Bir yanda “Nerdesin aşkım, burdayım kirvem” sloganıyla yürüyüşe damgasını vurmakla gururlanan siz Maoist Partizancılar, diğer yanda yürüyüş organizatörlerine yıllardır on binlerce sterlin akıtan emperyalist bir devlet aynı yürüyüşte. Çağın postmodern tezahürü diyerek bir kenara koymayacaksam bu manzarayı nasıl yorumlamalı, izaha nereden başlamalıyım?

Önceki yüzyılın ortalarına dek eşcinselleri hadım eden, hapseden, hasta ilan eden haydut bir devlet, bu yüzyılın başından itibaren “eşcinselleri özgürleştirmek” için mesai harcıyor. Yürüyüşe destek olmak maksadıyla İngiltere Konsolosluğu’nun binasından dalgalandırılan gökkuşağı bayrağı, siz Maoist Partizan’ların da elinde.

Eşcinsel harekete egemen STK’ların varlığını sorgulamaksızın kurulan ittifak ilişkilerinin, yan yana gelişlerin ve bayrak tutuşların hiçbiri, sizi, eşcinsellerin ve transların yanında kılmıyor. Ancak bu sizi, fonlarıyla ve hibeleriyle “eşcinselleri özgürleştiren” emperyalizmin günah çıkarma oyununun trajikomik bir oyuncusuna dönüştürüyor.

Dahası sırtını emperyalist fonlara yaslayarak, eşcinsel hareketin radikalleşme potansiyeline ket vuran bir avuç dolusu liberal STK’ya mücadelenin adresi olarak temsiliyet atfetmiş oluyorsunuz.

“Nerdesin Aşkım? Burdayız Kirvem” sloganını atmayı yürüyüşe damga vurmak olarak yorumlayan ‘köylü saflığınız’ olmasaydı, liberalizmin serin sularına açıldığınızı düşünebilirdim. Ama müteyakkız şehirli olmalarına rağmen sizin yaptığınız gibi Onur Yürüyüşü’ne bir şerh düşmeden iştirak etmeyi solculuktan sayanların olduğunu da biliyorum.

Ben, bir eşcinsel olarak, mensubu olduğum Sosyalist EBT Hareketi’nin aldığı kararın gereği olarak 2003 yılından bu yana düzenli olarak katıldığım Eşcinsel Onur Yürüyüşü’ne bu sene katılmadım.

Diğer deyişle, İngiltere Başkonsolosu’nun yürüyüş davetine icabet etmeyi, Amerikan Başkonsolosu’nun yürüyüş selamına “ve aleyküm selam” demeyi eşcinsel onuruma yediremedim.

Elli kişiyle birlikte iştirak ettiğim ilk başarısız Onur Yürüyüşü’nün elli bin kişinin katıldığı yürüyüşlere evrilmesi pek çok cinseldaşım gibi beni onurlandırmıyor. Aksine yürüyüşe katılım oranının başlı başına bir hedef haline gelmesi bana, üniversite eğitimi niteliğiyle değil, her şehre açtığı üniversite sayısıyla övünen bir gericilik biçimini anımsatıyor.

Onur Yürüyüşleri’nin uğramak durumunda kaldığı cebirsel akıbet de, kalabalıkların her sene artması oldu. Ancak süreçle kalabalıklar, hedefi, ideali ve talebi olan kitlelerden, hedefini yitirmiş, idealsiz ve talepsiz güruhlara dönüştüler.

Liberal eşcinsel STK’ları eliyle tertip edilen bu sayısal marifet, adına eşcinsel görünürlüğü verilen başarının tezahürü olarak yorumlandığında bir eşcinsel olarak yalnızlaştığımı hissettim. Oysa benden talep edilen, etrafına küfürler eden; ettiği küfürleri politik bir hüner olarak kurgulayan, gey kültürü denilen Amerikancı yaşam pratiklerini yeniden üreten, fuhuşu meşru gören, çürümeyi özgürleşme olarak yorumlayan lumpen güruhların görünürlüğüyle övünmem ve onur duymamdı.

Kendimi dahil etmekte özel bir başarısızlık sergilediğim bu tablo, Avrupa’nın, Amerika’nın, Dünya Bankası’nın ve anlaşmalı profesyonel reklam ajanslarının eliyle gün be gün eşcinsel realitesi olarak yutturuldu.

Demokrasicilik…

Bu tabloda, bedenleri fuhuşa mahkum edilen trans kadınların, gey kültürüyle hayatları tüketicileştirilen eşcinsellerin gerçek ve yakıcı sorunları sahte bir şenlik illüzyonuyla manüple ediliyor ve çarpıtılıyordu. Eşcinsel ve transların kendi sokaklarını kapsamayan bir görünürlük şovu, gündelik hayatta maruz kalınan gettolaşmayı ve güvencesizliği hasır altı etmekteydi. Dikkatlerin yakıcı ve gerçek problemlerden, görünürlük kaygısına çekildiği bir alanda var olmak kakafoniyi de kaçınılmaz kılmıştı.

Artık bir yürüyüşle değil, yıldan yıla sululaşan bir karnavalla karşı karşıya kaldık.

Onur karnavalı, uluslararası arenada itibarını yitiren gerici AKP’ye demokrasicilik tesis ediyordu. Eşcinsellerin ve transların “özgürce yürüyebildikleri” bir İslam ülkesi propagandası hükümet bürokratlarının elinde bir koz oldu ve kullanıldı. Avrupa Birliği İlerleme Raporlarında Onur Yürüyüşleri’nin barışçıl geçmesi alkışlanıyor ve AKP gericiliği demokratlığıyla puan topluyordu.

Dolayısıyla tüm bir dönem tek bir yürüyüşe izin verilmeyen İstiklal Caddesi yıllık karnaval vizesini her sene alabildi. Endişeli Avrupa’nın ağzına bal çalmak için yobazlarca aranan kan bulunmuştu.

Onurum, aranan kana can olmamamdan geliyor.

Onur Yürüyüşü’ne katılım oranının kendinden menkul bir hedef haline getirilmesine, Onur Yürüyüşü’nün içi boş bir karnavala dönüştürülmesine, Onur Yürüyüşü’nün eşcinsel ve transların gerçek sorunlarını gizlemenin politik bir aracı haline getirilmesine ve Onur Yürüyüşü’nün AKP gericiliğine meşruiyet sağlamasına karşı dikkat çekmek için 2014 Eşcinsel ve Trans Onur Yürüyüşü’ne katılmayarak protesto ettim.

Bu eleştirilerin esamesini yapmadan Eşcinsel Onur Yürüyüşü’ne katılmak, ezilenlerin geri yönlerini okşamayı solculuk sayanların işi olmalı.

Teyakkuzda olalım.