Home , Dünya , Amaç Ortoduğu’yu felç etmek

Amaç Ortoduğu’yu felç etmek

6591-1Batı sömürgeciliği mamulatının temel taşlarından İsrail’in Gazze’ye saldırısının Ortadoğu’yu yeniden dizayn etme planlarından bağımsız düşünülemeyeceğini belirten Haluk Gerger, „Amaç halkların direnişini kırarak Ortadoğu’yu felç etmek ve zengin kaynakları denetime alma stratejisini sürdürmek. Gazze’de yaşananlar bir bakıma daha büyük göçertme operasyonunun parçası“ görüşünde. 

Suriye’de savaş ülkeyi pençesine aldı. Irak parçalanmanın eşiğinde, Gazze yeniden ateş altında, Mısır’da darbe yönetimi işbaşında, Yemen ve Libya’da bölünme senaryoları konuşuluyor. Ortadoğu’da Şii-Sunni kutuplaşması ve IŞİD’in varlığı tabloyu daha da karmaşık hale getiriyor. Gazetemiz Ortadoğu’da kartlar yeniden karılırken ve aktörler değişirken bölgenin içinde bulunduğu durumu ve sürecin nereye gittiğini uzman bir isim olan Haluk Gerger’e sordu. Ortadoğu uzmanı ve akademisyen Haluk Gerger, İsrail’in Gazze saldırılarının nedenleri ve sonuçlarını Ortadoğu’nun yeniden dizayn edilmesi planıyla birlikte ele alarak gazetemize değerlendirdi. İşte sorularımız ve Gerger’in yanıtları;
Sizce İsrail, neden şimdi Gazze’ye yönelik bu denli büyük bir operasyona girişti? Zamanlamada dikkat çekici olan bir durum var mı yoksa rutin mi? 
Bu operasyonu “rutin” olarak değerlendirmek yanlış olmaz. İsrail ara ara bu tür “toplu cezalandırma” saldırganlığını sergiliyor. Bir “davranış kalıbı”nın varlığı ortada. Değişen şey sadece konjonktüre bağlı olarak ileri sürülen “bahaneler.”

Operasyonun Suriye’deki iç savaş ve IŞİD’in giderek güç kazanan bir örgüt haline gelmesi ile bağlantısı nedir?

Kuşkusuz, Ortadoğu’da ne zaman ciddi bir bunalım ortaya çıksa Siyonist Devlet hemen “bulanık su”da avlanmaya başlar.  İsrail’in bu türden saldırıları için “özel neden” aramak yanlıştır. Örneğin, 2009’da tek bir İsrail yurttaşı bile hayatını kaybetmemişti ama o zaman da bugünküne benzer bir vahşi saldırganlık sergilenmişti. Bunun elbette öncesi de var. Bahane ve kışkırtma bir stratejik plan. Karşı tarafın bu tuzaklara düşmesi, kışkırtmalar karşısında çaresiz kalması, işin özünün gözlerden kaçırmasına fırsat vermemeli. Aslında İsrail saldırganlığı genel olarak Filistin’de, özel olarak da Gazze’de  “yapısal bir durum” olarak sürekliliğini koruyor. Gazze işgal ve tecrit altında. Orada her gün katliam hükmünü icra ediyor. Özellikle 2007’den bu yana bölgede hayatın idamesi için gerekli olan her şey, su, gıda, elektrik, gaz, gündelik yaşamın ayrılmaz araç ve gereçleri, her türden malzeme, giriş-çıkış çok sıkı bir denetim altında feci ölçülerde kısıtlanmakta. Böylesi bir genel ambargoyu, yedi yıl değil, yedi ay örneğin ABD’ye uygulayın, uygar Amerikalılar önce birbirlerini yerler, sonra da dünyanın dörtbir yanına nükleer bomba yağdırırlar. Bugünlerde olduğu gibi zaman zaman görünür fiziki şiddetin doruğa çıktığı anlar, asıl yapısal militarizmin, işgal gerçekliğinin, en temel milli/insani hakların gaspının ve  gündelik saldırganlığın çok daha öğütücü şiddetini unutturmamalı.

Cinayetler tahammüden işleniyor

İsrail varlığının sürekliliğini Arap halklarının, en başta da Filistinlilerin iradesinin kırılmasında, çürütülmesinde ve geleceğinin denetlenebilir halde tutulmasında görüyor. Dolayısıyla da, asıl hedefin direniş odaklarının, doğrudan siviller ve çocuklar olması, hastanelerin, okulların, camilerin, yerleşim merkezlerinin hedef seçilmesi tesadüf değil. Cinayetler tahammüden işleniyor.

Ortadoğu’nun şiddet diyalektiği

Bu “yapısal” saldırganlığın bir başka boyutu daha var. Siyonist Devlet’in hedefleri öylesine geniş ve derin bir biçimde oluşturulmuştur ki, doğaları gereği, asla tam olarak gerçekleştirilemezler ve fakat hep “Devlet ve millet idealleri” olarak da yol gösterici olurlar. Siyonizm’in özü buradadır. Böyle olunca da, gerçekleşemez ideal hedeflerle şiddet birbirlerini beslerler ve Siyonist Devlet ile ontolojik bir bağ oluştururlar, yapısal bir sentez meydana getirirler. Örneğin, İsrail mutlak güvenlik kurmayı temel hedefi ilan etmiştir. Bu, yani bir tarafın mutlak güvenliği, doğası gereği kaçınılmaz olarak, geri kalan herkesin “mutlak güvensizliği” demektir. O halklar bakımından da bu aslında “mutlak kölelik” demektir. Şiddet diyalektiği böyle işliyor Ortadoğu’da. Ama ayrıca unutmamak gerekir ki, İsrail de ateş çemberi içinde kıstırılmış bir halde çırpınan akrep gibidir bu tabloda.

Tüm bunların Sisi yönetimindeki Mısır’la ilgisi nedir? Hamas ile Mısır yönetimi arasındaki gerginlik yasaklamaya kadar gitmiş ve bu durum Mısır ile kimi Körfez ülkeleri arasında da gerilime yol açmıştı. Mısır, Gazze’ye açılan sınır kapılarını da kapattı. 

Mısır, düşürülmüş bir ülkedir. Darbeler ve Sisiler de zaten bunun için vardır. Kuşkusuz Mısır’ın işlevi İsrail için yaşamsal önemde. Mısır sadece Filistinlileri yalnız bırakmıyor, Arap dünyasını içten içe çürütmenin, politik ve diplomatik olarak zayıflatmanın siyasetini gütmüyor, aynı zamanda, Gazze’nin tecritine doğrudan katkıda bulunuyor, Filistin’in yavaş yavaş ölmesi sürecinde rol üstleniyor. Son “ateşkes” oyunu da bu rolün bir parçasıydı. Hamas, “birlik hükümeti” anlaşmasıyla halkın oylarıyla elde etmiş olduğu neredeyse bütün yönetim mevzilerini rakiplerine bırakmıştı. Buna karşılık, Gazze yönetimi çökertilmeye çalışıldı, Hamas’a verilen sözler tutulması, kamu çalışanlarının maaşları bile ödenmedi. Bir de dış siyasette ve İsrail ilişkilerinde Hamas’ı devre dışı bırakmak, onun hayat damarlarını kesmek, fiilen tasfiye etmek demekti ve ateşkes süreci Hamas’ı tecrit etmenin bir aracı oldu. Böylece Hamas stratejik olarak toplumsal hayattan dışlanmış olmaktaydı. Bu bir oyundu ve Hamas da bu oyuna gelmedi, onu bozmaya kalktı.

Terör egemenlerin şiddet aracıdır

Bu arada bir koktaya daha işaret etmek gerek. O da “terör” meselesi. “Terör”, bir bastırma aracıdır. “Bastırma” ihtiyacı, yani halkları, direnişlerini, önderliklerini ve örgütlerini, kamuoyunu, muhalefeti “bastırmak” egemen konumda olanların amacıdır. Toplumsal muhalefet ve Direniş ise, aksine, halkı ve kamuyounu bastırmak değil, uyandırmak, ayağa kaldırmak ister. Bu nedenle “terör” egemenlerin sistematik şiddetinin adıdır, onların bir yönetme aracıdır. Ezilenlerin eylemlerini tanımlamakta kullanılmamalıdır. Elbette ezilenler de şiddete başvurur. Bu meşrudur. Ne var ki, ezilenler bazen “kör şiddet”e de başvururler. Sivillerin, masumların öldürülmesi buna bir örnektir ve elbette savunulamaz. Ama “terör” ile “kör şiddet” birbirlerinden kavaramsal olarak ayrılmalıdırlar. Biri, umarsız kalanın içine çekildiği provokatif tuzak, çaresizliğin çırpınışı ya da çığlığıdır. Yanlışlığı açıkca kabul edilmelidir, önlenmelidir, kınanmalıdır ama egemenlerin terörünü meşrulaştırmanın aracı da yapılmamalıdır. Hele ezilenlerin şiddetinin haklılığına asla gölge düşürülmemelidir.

Erdoğan’ın açıklamalarının da etkisiyle yandaş medyada Yahudi ve İsrail düşmanlığına varan haberleri okuyoruz. Oysa AKP Hükümeti döneminde medyada gördüğümüz „One Minute“ şov kurgusuna rağmen İsrail ile Türkiye arasındaki ekonomik ve askeri ilişkiler üst seviyede seyretti ve seyretmeye de devam ediyor. AKP hükümeti yetkilileri, Davutoğlu ve Başbakan Erdoğan da dahil olmak üzere İsrail’e yönelik sert açıklamalar yaparken, somut hiç bir tepki ortaya koymuyorlar. Tam bir hamaset siyaseti yürütülüyor, bunu nasıl yorumlamak gerekir?
Türk toplumu elbette şovenizmin, yabancı düşmanlığının, ırkçılığın ağır etkileri altında çarpık bir ideolojik kıskaç içinde. Anti semitizm de bunun bir parçası. Bu kabul edilemez ve mutlaka genel demokrasi mücadelesinin ayrılmaz bir parçası olmak zorunda. Hükümetler, genel olarak egemenlik sistemi, her yerde ve her zaman toplumun en geri, en çarpık, en düşük “değerler”i üzerinde yükselir, onları kendi politikalarına kalkan yapar, araç yapar, manipülasyon manivelası yapar, destek yapar. Bugün resmi olarak yapılan budur. Ne var ki, sistem ve hükümet bir yandan halkın bu geri duygularını istismar ederken, bir yandan da bu retoriği kendi işbirlikçiliğini, hatta suç ortaklığını kamufle etmenin aracı olarak kullanıyor. Hükümet ve sistem sizin de belirttiğiniz gibi kesin olarak İsrail dostudur, kullanılan resmi dil bir kamuflajdır. Yönetenler ile yönetilenler arasındaki ilişki böyle yürüyor genellikle. Ayrıca hükümet kendi suç ortaklığını da örtmeye çalışıyor bu tür demogojilerle.

ABD ve Almanya gibi ülkeler İsrail’in Hamas’ın saldırıları karşısında kendini savunma hakkı olduğunu savunuyor ve Gazze’ye yönelik operasyona da seslerini çıkarmıyorlar. Nedir İsrail’i Ortadoğu’da bu kadar önemli bir ülke haline getiren? Suriye’deki ve Irak’taki gelişmelerle birlikte ele aldığımızda bu gücü neye bağlamalıyız?

İsrail, genel olarak, Batı medeniyetinin, dünyaya bakışınının, hayat tarzının ve çıkarlarının Ortadoğu’daki bir implantasyonu. İsrail aynı zamanda anti-semitik/anti Judaik Batı’nın, en son Nazizmin işlemiş olduğu suçların faturasının Ortadoğu’ya ödettirilmesinin bir projesi. Bu, İsrail için de manevi ve maddi bir güç kaynağı. Buna koşut olarak, Batı uluslararası düzenlenmelerinin, bugün Yeni Dünya Düzeni’nin, somut Batı çıkarlarının silahlı bir garnizonu, kalkanı, sıçrama tahtası, jandarması, vurucu gücü İsrail. Daha derinlerde de, ırkçılığı, din ve mezhepsel düşmanlıkları, tarihsel intikamları da bulabilirsiniz elbette. Bugünkü konjonktürde, iki noktaya dikkat çekmek gerek. Birincisi, Ortadoğu statükosu, Birinci Dünya Savaşı’nda temelleri atılan, dizaynı büyük oranda gerçekleştirilen, İkinci Dünya savaşı sonunda da İsrail devletinin kurulmasıyla birlikte son şekli verilen bir Batı sömürgeciliği mamulatıdır. İsrail bu düzenin temel taşlarından biridir. İkinci olarak, Arap dünyasındaki halk hareketlenmelerini, içten içe hep süregelen huzursuzluğu, direnişleri kırmak, Ortadoğu’yu ayağa kalkamaz bir biçimde felç halinde bırakmak, bu arada o çökertilirken enerji kaynakları gibi temel zenginliklerini de denetim altında tutmak stratejisinde, Arapların zaaf anları birer “fırsat penceresi” olarak görülür ve her seferinde bir hamle yapılır ya da yaptırılır. Şimdi de öyle bir zaman. Bir bakıma daha büyük göçertme operasyonunun parçası Gazze’de yaşananlar. Nihayet, sermayenin ve piyasaların yönettiği dünyamızda, bu alanlarda da İsrail’e muazzam güç veren geniş kaynakların olduğu bir sır değil. Batı ile İsrail arasındaki bağı klasik işbirliği ya da ittifak ilişkileri ile açıklayamayız. Bu organik bütünlük, tarihsel, stratejik, moral ve finansal/ekonomik boyutları içinde tanımlanmalı.

Filistinle dayanışmayı eskiden hep solcu hareketler üstlenirdi şimdi bu tüm dünyada olduğu gibi Türkiye’de de İslamcı diyebileceğimiz kesimlerin tekelinde gibi görünüyor. Bu sosyal ve siyasal değişimin sebebi nedir? 

Sovyetler Birliği’nin çöküşü ve sosyalizmin genel bunalımı sürecinde toplumsal aidiyet bağları, sınıf ekseninden din, milliyet, aile gibi başka odaklara kaydı. Dinsel sadakat odağı bu boşluğu dolduran temel unsurlardan biri oldu. İran Devrimi’yle başlayan süreç siyasal İslamı ayrıca bir muhalefet referansı olarak güçlendirdi. Emperyalizme karşı direnişte radikal İslam’ın rol alması ve buna koşut olarak sömürgeciliğin hedefi haline gelmesi de bu süreci hızlandırdı, derinleştirdi. Emperyalizm ile ezilenlerin dünyası arasındaki çelişkiler keskinleştikce, İslam bir kurtuluş ve direniş bayrağı olarak yükseltildi. İnsanlar, elbette direnenlere sarılıyor, kendisine umut kaynağı olabilecek gücü olduğuna inandıklarına sığınıyor. Bu da bir tür güç savaşımı ve boşluk tanımıyor. Çeşitli ideolojik renkleri ve politik konumlarıyla İslam böyle toplumsal destek kazandı. Türkiye’de gördüğümüz ise, bu renklerin en sahtecisi, en işbirlikçisi, en bencili, gericisi ve manipülatif olanı.

Hamas’ın yeni dönemdeki rolü ne? 
Hamas’ın direnişçi işlevi sürdüğü ölçüde gücü de kırılamayacak. Kuşkusuz askeri darbeler yiyor, belki politik ve sosyal olarak hatalarından kaynaklanan kan kayıpları da yaşıyor ama sonuçta kadim Filistin direniş bayrağını o taşıyor. O bayrak da kolay kolay yere düşmez. Ancak daha yükseklere kaldıracaklar çıkarsa Hamas’ın tarihsel işlevi sonlanabilir. Şimdilik olduğu yerde duruyor ve bence Filistin’in öteki parçasında da bir dinamiğin içinde yer alıyor. Bölge konjonktürü, İran-Hizbullah ekseni de Hamas’ı besliyor.

Filistin uzlaşı hükümeti bu operasyon sonrası dağılır mı? 

Şu anda görünen “birlik hükümeti” çerçevesinde bir ortak Filistin cephesi iç bütünlüğünü koruyor. İsrail’in bunu dağıtma hayalleri bu operasyonun bir parçasıydı ama başarıya ulaşmış görünmüyor. Şayet bu iç tesanüd sürdürülebilirse, Filistin hareketi güçlenir ve İsrail ile dostları zorda kalır. Filistinlilerin bu fırsatı tepeceklerini sanmıyorum. Abbas yönetimi de politik ve diplomatik alanda birlikte hareket etmenin kendi lehlerine olacağını görüyor gibi. Filistin’de işbirlikçiliğe kayan eksen ile arada kör şiddet ile provokasyon tuzaklarına düşmeyi içeren ve destekleri sınırlı eğilimlerin birbirlerini dengeleyerek ortaklaşmaları iyi sonuçlar verebilir. Taraflar herhalde bunun ayırdındalar.

Tüm bu gelişmeler ışığında Obama siyasetinde ne tür yönelimler beklenebilir?

Obama seçildiğinde Filistinliler bunu davul-zurna ile kutlamışlardı. Mazlumlar bazen böyle ham hayallere kapılabiliyorlar. Obama şimdiye dek yaptıysa onu yapacak. Birincisi, Obama’nın dünya görüşü zaten böyle. İkincisi, onu ya da herhangi bir ABD yönetimini tutsak almış çok daha büyük güçler, süreçler, odaklar hakim Amerika’da. Bu da “yapısal”, “organik” bir ilişkiden kaynaklanıyor ABD emperyalizmi ile Siyonist Devlet arasında. “Çevir kazı yanmasın” siyaseti ile “günü kurtarmak” arayışları devam eder Obama’nın ve “uluslararası toplum”un, Birleşmiş Milletler’in ve gözü kararmış İsrailli yöneticilere rağmen yine İsrail Devleti’nin güvenliği uğruna rasyonel davranan Obama gibiler bazı kırıntılara Siyonistleri razı etmeye çalışırlar. Bunun adı da diplomasi olur, barış çabaları olur, Filistinlilerin haklarının sağlanması olur… O çok sözü edilen Filistin Devleti bile aslında ancak bir başlangıç olabilir adil bir çözüme ve ne kadar uzakta olduğu ortada. 1968 sınırlarına dönüş bile adil çözüm olamaz ki, neredeyse artık lafı bile edilmez oldu. 1947-48 haksızlığını gerçekten ortadan kaldırmak içinse daha çok mücadele ve direniş gerek. Ortadoğu hamuru daha çok su kaldırır ve daha çok Obama eskitir, daha çok Netanyahu’yu tarihin çöplüğüne atar.

ÇİĞDEM DEMİREL/ Yeni Özgür Politika