Anasayfa , Köşe Yazıları , Öfke ve cesaretle kutsanmış umut(lar)[*]

Öfke ve cesaretle kutsanmış umut(lar)[*]

“Ümidini kaybetmiş olanın
kaybedecek başka bir şeyi yoktur.”[1]

temeldemirerSoruları yanıtlamadan önce, konuyla doğrudan bağıntısı olduğuna inandığım Kanada Atasözü’nün, “Nisan yağmuru, Mayıs çiçeği getirir”; Alfred Adler’in, “İnsanların en mucizevi özelliklerinden biri eksiyi artıya dönüştürme gücüdür”; Tolstoy’un, “Haklı bir düşüncenin meyve vermemesi mümkün değildir,” sözlerinin altını çizmekte büyük yarar görüyorum…

1-) 301 madde mağduru oldunuz. Bu madde hakkında duygu ve düşüncelerinizi nedir?

“Mağdur” lafını sevmiyorum.
Egemen ideolojiye boyun eğmeyenlerin, yine “ceza” olarak onların şiddetine maruz bırakılması, “mağduriyet” sözcüğüyle açıklanamaz.
“Olan” bunun ötesinde bir şey; egemen yalanla çatışmayı göze alarak, onların karşısına çıkan başkaldırının hikâyesi…
Bu hikâye, bir “mağduriyet”ten ötede özgürlük kavgasıdır…
Bir an düşünün: Düşünce, dünyanın ve toplumun duyumlar aracılığıyla insan zihninde yansımasıysa eğer, düşünce özgürlüğü de, egemenlik(ler) karşısında “Hayır” diyebilen bireyin özgürlüğüdür; özgürlüğünü egemenlik(ler)e emanet etmemesidir…
Yani Jean Jacques Rousseau’nun, “İnsan doğaya özgür geldi, ama bugün her yerde zincirler içinde” dediği dayatmayı kabullenmemektir…
Ya da Karl Marx ve Friedrich Engels’in, “Egemen sınıfın fikirleri her dönemde egemen fikirlerdir. Yani toplumdaki maddi gücü yöneten sınıf, aynı zamanda entelektüel gücü de yönetmektedir. Maddi üretim araçlarını kendi tasarrufunda tutan sınıf aynı zamanda zihinsel üretim araçları üzerinde de kontrole sahiptir,” diye betimledikleri tabloda sözünü ettiğim tutum özgürlüklerin “ruhu”/veya “anası”dır…
TCK 301 ya da bir başkası (sadece 301 mi? daha ne kadar da çok 301 var…) fark etmez; bunların hepsi “yasak” alt başlığında insan(lar)ın sırtına geçirilmiş “deli gömleği”dir; ve de kabullenilmemelidir…
TCK 301 ya da bir başkası, bunların tümü özgürlüğümüzün cellâtıdır ki bu “raison d’etat”/ “hikmet-i hükümet”ten kaynaklanır; bir devlet sorunudur…
Hakan Aksay’ın ifadesiyle, “Eskiden 141-142’lerden çekinerek yaşardım; şimdi de 301’e dikkat etmek gerek her daim…
Olur a, ‘ters bir laf’ ediverirsin, ‘Türk Milletini, Türkiye Cumhuriyeti Devletini, Devletin kurum ve organlarını aşağıladın’ diye yakana yapışıverirler…
Ve ‘sistemin dışında’ olduğunu sokarlar gözüne, en azından alnına bir etiket yapıştırırlar, ‘bizden değildir’ diye.
‘Yabancı’ olursun böylece,”[2] diye ifade ettiği ol hikayatta TCK 301, eskiden TCK 141, 142 ve 163’üncü maddelerdi… Sonra Turgut Özal tarafından çıkarılan Terörle Mücadele Yasası ile 424, 425 ve 430 sayılı Kanun Hükmünde Kararnameler (Sansür ve Sürgün Kararnameleri) oldu… Vb’leri, vd’leri…
Dedim ya bu soru(n) devlete mündemiçtir ve ucuz liberal rüyalar, beklentiler ile çözüme kavuşturulamaz…
Özetin özeti: İsmet İnönü’nün, “Bu ülkede sadece Türk ulusu etnik ve ırksal haklar talep etme hakkına sahiptir. Başka hiç kimsenin böyle bir hakkı yoktur”;[3] Mahmut Esat Bozkurt’un, “Türk bu ülkenin yegâne efendisi, yegâne sahibidir. Saf Türk soyundan olmayanların bu memlekette bir tek hakları vardır: Hizmetçi olma hakkı, köle olma hakkı,”[4] söylemine denk düşen bir zihniyetle resmi ideolojiyi kollayan (Kerinçsiz’lerin!) TCK. 301 “ırkçı”, “ayrımcı”, “bölücü”, ötekileştirici bir mantık(sızlık)ın eseridir…

2-) 29 Kasım Ankara mitinginde Sibel abla (Özbudun) sizin yargılanma süreci ekseninde yürütülen mücadele sayesinde “301. maddeyi kaldıracağız” demişti. Kamuoyu desteğini nasıl görüyorsunuz?

301 ve tüm baskı yasalarına karşı mücadeleyi yürüten, yine emek ve özgürlükten yana olanlardır…
İsmail Beşikçi’den Fikret Başkaya’ya, Ankara Düşünceye Özgürlük Girişimi’nden Kamu Emekçileri’ne ve DİSK’e ya da ÇHD’den DTP, SDP, EMEP, Halkevi, AKA-DER ve bir alay yürekli avukatlar yanında, sokaklarda omuz omuza olduğum insanlara birlikte verilen bu kavga aslında bir özgürlük mücadelesi…
Bu mücadele 301’de ötekilere, haksız ve yalan ne varsa hepsine karşı, elbette sevgili Sibel’in belirttiği gibi kazanacak…

3-) Demokratik bir Türkiye için siz neler yapılması gerektiğini düşünüyorsunuz? Kimler üstüne düşen görevi yerine getirmiyor?

Sadece, ama sadece ısrarla, bıkıp usanmadan, umutla mücadele etmek gerekiyor…
Evet biz(ler)e, öfke ve cesaretle kutsanmış umutlar gerekiyor… Hem de Ahmed Arif’in dizelerinde haykırdığı üzere:
“Nasıl severim bir bilsen./ Köroğlu’yu,/ Karayılan’ı,/ Meçhul Askeri…/ Sonra Pir Sultan’ı ve Bedrettin’i./ (…) Öyle yıkma kendini,/ Öyle mahzun, öyle garip…/ Nerede olursan ol,/ İçerde, dışarda, derste, sırada,/ Yürü üstüne – üstüne,/ Tükür yüzüne celladın,/ Fırsatçının, fesatçının, hayının…/ Dayan kitap ile/ Dayan iş ile./ Tırnak ile, diş ile,/ Umut ile, sevda ile, düş ile…”
Dövüşen herkes, görevlerini yerine getiriyor; dövüşmeyenler ise, görevlerini yerine getirmeyenlerdir. Bunların kim olduğuysa herkesin malumu değil mi?

4-) Yunanistan’da yükselen bir öfke var. Siz dünyayı da takip ediyorsunuz, Nedir bu Yunanistan meselesi?

Ege’nin öte yakasında yaşanan sosyal bir patlama ya da Paris varoşlarındakini anımsatan bir başkaldırı…
Söz konusu başkaldırı, “No Future!/ Gelecek Yok!” diye haykıran kapitalist sürdürülemezliğe karşı ezilenlerin, ötekileştirilenlerin, dışlananların “Na vuliaksi o dunyas!/ Batsın bu dünya!” öfkesiyle itirazıdır…
Bu bir isyandır! Örneğin Ethnos gazetesinin anketine göre halkın yüzde 60’ı Yunanistan’da yaşanan olayların “sosyal ayaklanma” olduğu kanısında.[5] Bu tür sosyal ayaklanmalara, XXI. yüzyılın kriz dünyasında daha çok tanık olacağız!
Herkes bu tür ayaklanmalara, daha büyük ve kapsayıcılarına, hem de her yerde hazır olmalıdır…
“Neden” mi?
Gayet basit: Kapitalizm artık sürdürülemezdir; yıkımdır; yok ediciliktir; hakkın-hukukun; ekmeğin-özgürlüğün gaspıdır…
Ve tam da bu noktada Mine G. Kırıkkanat’ın işaret ettiği üzere, “İnsanlığın ortak bir vicdanı varsa, dayanağı ‘hakkaniyet’ duygusudur. Tarihte isyan diye nitelenen tüm halk hareketlerinin çıkış noktasına baktığımızda, daima örselenmiş bir ‘hakkaniyet’ buluruz.”[6] Özetle hak aramak, XXI. yüzyılda kapitalizme karşı isyanla özdeşleşmiştir…
Böyle de olacaktır…
Yunanistan’daki başkaldırının, bizlere anlattığı budur…

5-) Iraklı gazetecinin ayakkabı fırlatma olayını nasıl değerlendiriyorsunuz?

S. Carnot’un, “Uyanık bir tek insan, uyuyan binlerce kişiden daha güçlüdür”; Vauvenarques’in, “Büyük işler başarmak isteyen kimse, ölüm yokmuş gibi davranmalıdır,” sözünün doğruluğunu eylemiyle kanıtlayan Muntazar el Zeydi kardeşimizin eline sağlık ….
Bir çift ayakkabı, ezilenlerin bazukası işlevini gördü…
Tek bir cümleye sığdırmak gerekirse: XXI. yüzyılın kapitalist kriz dünyasında, TCK 301’den emperyalizme dek insan(lık)a düşman olan her şey karşısında, Muntazar el Zeydi’nin cüretiyle, bizlere öfke ve cesaretle kutsanmış umutlar gerekiyor…
Dediklerimi Cemal Süreya’nın dizeleriyle noktalayalım:
“Son kötü günleri yaşıyoruz belki/ İlk güzel günleri de yaşarız belki/ Kekre bir şey var bu havada/ Geçmişle gelecek arasında/ Acıyla sevinç arasında/ Öfkeyle bağış arasında…”

23 Aralık 2008 16:45:42, Ankara.

N O T L A R
[*] Çoban Ateşi, Yıl:2, No:76, 15 Ocak 2009…
[1] Bois.
[2] Hakan Aksay, “KGB, Aşk ve 301. Madde”, Taraf, 20 Aralık 2008, s.2.
[3] Başbakan İsmet İnönü, Milliyet, 31 Ağustos 1930
[4] Adalet Bakanı Mahmut Esat Bozkurt, Milliyet, 19 Eylül 1930
[5] “Bu Aslında Sosyal Ayaklanma”, Taraf, 15 Aralık 2008, s.3.
[6] Mine G. Kırıkkanat, “Hakkaniyet İsyanları”, Vatan, 12 Aralık 2008, s.13.