Home , Metin Ayçiçek , Newroz, süreç, Kawa ve Erdoğan

Newroz, süreç, Kawa ve Erdoğan

  • metin aycicekMETİN AYÇİÇEK-Kürt halkının örsünde sömürgeciliğe karşı mücadelenin sembolü olarak yoğrulan Newroz, her biri bir Demirci Kawa olan, bedenlerini özgürlük mücadelesine bedel olarak vermiş her halktan özgürlük savaşçılarının kahramanlık destanından başka bir şey değildir artık. 15 Ağustos’la yerel bir alanda yakılan Newroz Ateşi, Kobanê’de halkların devrimci kavgasıyla harlanarak, artık, yüzyılımızı dünya ölçeğinde aydınlatacak bir ışığın adıdır.

Her Newroz biraz daha yükselen bir heyecan ve artan bir katılımla kutlanırken, eski heyecanını büyük oranda kaybetmiş olan Newroz açıklamasına da saatler kaldı. Açıktan açığa “Kürt sorunu yoktur” diyen bir cumhurbaşkanının tekçi devletinde “barış” üzerine getirilecek öneriler, göle maya çalmaktan daha anlamlı bir boyut kazanmalıdır. 

Söz konusu süreci devam ettirebilmenin koşulları çok açıktır:

Birincisi: Heyetler, komisyonlar, görüşmeciler… Bunlar işin esası değildir. Liderlerinin toplum üzerindeki etkisi ne kadar güçlü olursa olsun, toplumla ayrıntıda paylaşılmayan bir barış sürecinden barış çıkmaz. Bu nedenle, göstermelik bir tarzla değil ama gerçek anlamda sürecin bütün detayları halklarla, kamuoyuyla paylaşılmalıdır. 

İkincisi: Akdoğan’ın açıklamasıyla “5-6 isimden oluşan bir gözlem heyetinin” görüşmeler açısından hiçbir anlamı olamaz. “Akil İnsanlar” deneyiminin tam bir fiyasko olan sonuçları hatırlanarak, “üçüncü göz“ önerisi güncellenmelidir. Üçüncü göz, kendisi de taraf olan bu devletinin vetosundan geçebilmiş isimlerden değil, uluslararası platformlarda etkisi ve taraflara yaptırım uygulayabilecek gücü olan devlet ya da uluslararası kurumlardan oluşur. Ötesi, göstermelik bir oyundur.

Üçüncüsü: Barış görüşmeleri, tarafların birbirini felsefi ya da ideolojik konularda ikna etmesi tartışmalarıyla oluşmaz. Zaten bu mümkün de gerekli de değildir. Zaman kaybetme ya da yürümeyen treni sallama hareketiyle, iki taraf için de hareketin devam ediyor algısını oluşturma çabası anlamına gelir. Felsefi ya da ideolojik konuların tartışılması bir barış sürecinin ön şartı da son şartı da olamaz. Müzakereler, tarafların, birbiri karşısında elde ettiği mevzilere ve güç konumlanışına dayanarak dillendirdikleri somut istemler ve pazarlıklar üzerinde gerçekleştirilir. Barış görüşmelerinin sürdürüldüğü tarihsel dönemlerde ateşkesler ilan edilse de, masada güçlü olmak isteyen taraflar arasındaki mücadele değişik yöntemlerle ama en amansız boyutlara tırmanır. Barış yapmak zorunda kalmış olan “savaşan taraflardan her birinin” istemlerini diğerine kabul ettirebilmesinin ön şartı felsefe bilgisinin derinliği değil, elindeki somut kozların güçlülüğüdür. Barış süreçlerine ilişkin tarihin gösterdiği tek gerçek budur. 

Dördüncüsü: Savaşların da bir etiği (ahlakı) olması gerekir. Savaşan güçlerin bu etiğe örneğin uluslararası savaş hukuku kurallarına uymaları beklenir. Ama bu, tarafların kendilerini zorlayarak birbirine nezaket gösterisinde bulunması zorunluluğunu yaratmaz. Savaş koşullarında aşırı nezaketin ya da hassasiyetin hesabı, fazladan akıtılan kanla ödenir. 

Beşincisi: “Niyet ya da samimiyet” gibi bireylere özgü iç dünyayı okumaya yönelik boş çabalar, yerlerini, hasta mahpusların ve çocuk tutsakların derhal özgürleştirilmesi; kalekol ya da karakol gibi silahlarla tehdit yöntem ve yapılanmalarının ortadan kaldırılması; İç Güvenlik Yasası gibi savaş hali hazırlıklarından hemen vaz geçilmesi; barışa özendiren bir barışçıl dilin diyalogda egemen kılınması gibi somut girişimlere terk etmelidir.

Ve altıncısı: Öcalan’ın PKK ve Kürt halkı ile ilişkilerinin devlet kontrolü dışında sürdürülebilmesi için, yaşam koşulları ve hukuki statüsünün özgürleştirilmesi gerçekleştirilmeden, tarafların eşitliğinden, bilgilerin temizliğinden, barışın güvenliğinden söz edilmesi asla mümkün olamaz.  

178