Yargıçlar ilk kaçanlar olur salondan. Yargıçlar ilk kaçtılar sahneden. Sahne tek perdelik bir oyun için düzenlenmişti baştan. Senaryo kâr ve çıkar güdüsüyle kirlenmiş kalemlerle yazıldı.
Başı da sonu da belli bir oyun. Yönetmen, elinde kırbacıyla ve yüzlerce polisin arasında sahnede yer alsa da, tutsaklar yönetilmemekte kararlı, haykırıyorlardı. Ezilen halklar ve emekçilerden gasp edilmiş zenginlikler üzerinden “biat” için ulufe dağıtır gibi, çaldıkları adalet üzerinden “af” dağıtıyordu modern çağın kadıları rüşvet olarak.
Ne ortaçağdan kalma fiziksel ve modern çağın psikolojik şiddet yöntemleri, ne ceza indirimi vaatleri teslim almaya yetmiyordu cezayı yaratan sisteme başkaldıran komünistleri. Kapatılsa da bütün ses kanalları, elleri kelepçelenip kesilse de diller, yüzlerce yıllık bir türkü yetiyordu bu zulüm sisteminin ufkunu karartmaya. Pir Sultan soyundan bir Victor Jara, “Kadılar sultanlar ferman yazarsa / işte kement işte boynum asarsa / işte hançer işte kellem keserse / dönen dönsün ben dönmezem yolumdan!” diye yankılanıyordu üç yüz yıl sonrasında insanlığın ufkunda.
29 Mayıs’ta Münih’te izlediğim 10 politik tutsağın “tiyatro mahkemesinden” kıvançla çıktım. Mahkeme ilk kez bu kadar gerçek, yargılama bu kadar gerçekçi olmuştu. Sahneyi gizemli kılan bütün dekorlar kaldırılmış, kendini gizlemeye zorlayan utanma duygusu bütünüyle atılmış, sistem yargısı doğaçlama yaparak sahneyi doldurmuştu. 35 sayfalık bir yazıyla sunulan bir tutsak talebi, talep üzerine ara görüşmeye bile gereksinim duyulmadan, anında yanıtlanıp reddediliyordu.
Mahkeme tehditle dize getiremediği tutsakları rüşvetle düşürmeye çalışmaktaydı. Yeni kampanya: “Onurunu sat, bizimle çalış, cezanı indirelim.”
Kaya, “hiç yılmadan kendisine saldıran denizin dalgalarını her seferinde kırarak geri püskürttüğünü” anlatarak övünürmüş. Bilmezmiş ki zayıf da olsa kayaya vuran her bir dalga, her seferinde kayadan bir parça kopararak geriler. Ve gücünün sonsuza kadar süreceğine inanan kaya bu savaşı kaybettiğinde ancak anlayabilirmiş deniz gerçeğini.
***
29 Mayıs’ta Münih’te izlediğim 10 politik tutsağın “tiyatro mahkemesinden” kıvançla çıktım. Bizimkiler, direnişi birlikte yürütüp, birlikte sürdürüyorlardı geleneksel yürüyüşü. Yüzü güleç bir bilgeydi Müslüm. Cezayı engellemek için değil, tarih sahnesinden silinecek bir sistemi sergilemek için her konuşmayı kayda alıyordu adeta. Sinanların korkusuz geleneğini sürdürüyordu adeta Sinan. Mahkemeyi ciddiye almayan, oyunu deşifre etmeye odaklanmış afacan bir çocuktu bu uzun koşuda. Ne emektar Haydar ustanın sabırla biçimlenmiş yüreğinin gençlik coşkusu azalmış, ne Musa, Sami ve Erhan’ın çocukluk hayalleri güncelliğini kaybetmişti. Seyit Ali Deniz’le köpürmeye devam ediyordu. “Teslim ol!” çağrısına devrimci bir yanıttı Mehmet Yeşilçalı.
Sonuncu tutsak olarak çıkarıldı salondan Banu. Öncesinde çıkarılan 9 devrimci tutsağın haykırdığı mesajlarla yükseltti yumruğunu sonsuza kaldırarak. Yüzündeki gülücük kadar gerçekti parmağından aktardığı zafer. Saygınlığını yitirmişti hukuk. “Adalet damarı” kesildikçe küçüldüklerindendir ki, sistem yargıçları hep yüksekte oturtuldular büyük görünmek için. Gücün tanımlarıyla anılsa da iktidarın güdümünde kalarak adalet, ve hukuk adıyla aldatılsa da ezilenler dünyanın bütününde, çıkar sistemleri bir polis ordusuyla korunmaya alınsa da, 10 devrimci önünde ezik ve yenik kalmaktan kurtulamıyordu.
Ve biliyorduk ki Banu’nun gözlerindeki ışıltıyı karartmak, olasılık hesaplarını alt üst eden tek bir yanıta sahipti: “Direnmek, onurlu bir yaşamın ilk ölçütüdür.”
29 Mayıs’ta Münih’te izlediğim 10 politik tutsağın “tiyatro mahkemesinden” kıvançla çıktım.
Terörist bir devlete karşı insanlığın en meşru ve haklı direnişi olan emeğin özgürlüğü kavgasını sürdüren On’lar, yüzlere, binlere ışık olarak aydınlatıyorlardı mahkeme salonunu.
Mensubu oldukları iddia edilen TKP/ML, faşist Türkiye dışında herhangi bir ülkede yasaklı değildi. Fettullahçı oldukları söylenen devlet ortaklarının savcılarınca suçlanmış, Türk polisinin sunduğu bilgilere dayandırılarak Alman Devleti’nin yetkililerinin emriyle haklarında dava açılmış ve tutuklanmışlardı.
***
Tutsaklardan Mehmet Yeşilçalı’nın iyi olmayan sağlık durumu nedeniyle tutuksuz devamına ilişkin verilen dilekçe, davanın önceden belirlenmiş sonucunu da deşifre eden olağanüstü hızlı bir kararla reddedildi. “Mehmet Yeşilçalı’nın mahkemede iyi hal göstermemesi, sorgusunda bilgi vermemesi ve işbirliğine açık olmaması” gibi gerekçeler tutukluluk halinin devamının alt yapasını oluştururken, “hukuk” sözcüğünün “adalet” sözcüğüyle aynı anlama gelmediğini çok net gösteren bir örnek teşkil etti.
Mahkeme belli ki şu beklenti içindedir: “Cezanızın ne kadar olacağı kendi elinizde. Suçlamaları kabul edin, mahkeme ile ideallerinizi satarak işbirliğine açık olun ki, bu soygun sisteminin yüksek çıkarlarını koruyan mahkememiz de sizlere hizmetiniz karşılığında bir kıyak yapsın!” Faşist Türk devletinin Engizisyon mahkemelerinden devşirilmiş ahlâkının mahkeme duvarlarını süsleyen o gerçekçi söz gibi: Adalet “mülkün” temelidir!
Sağlık koşulları iyi olmadığı için tutuksuz yargılanmak isteyen bir tutsağa, insan onurunu koruduğu savlanan evrensel hukuk ilkelerini bir hiçe dönüştürerek yapılan böylesi bir teklif, bütün devrimci-demokratlar adına aldı yanıtını: “Devrimci irade teslim alınamaz!“
Devrimci onur, darağaçları altında yağlı ipe boynunu uzatırken, ya da silahlı çetelerin kuşatması içinde son mermiyi sıkarken bile, teslim olmayı kabul etmez. Biz de etmeyeceğiz elbette. Almanya ya da dünyanın başka bir ülkesinde tutsak edilmiş hiçbir devrimciyi cellâda teslim etmeyeceğiz. Yeşilçalı’nın direnişi şimdiden bir çağrıya dönüştü bile: “Tutsaklar ve avukatları, 2 Haziran Cuma günü Münih’te, Mahkeme önünde bu durumu protesto ederek, reddi hâkim talebinde bulunacaklarını duyurup, kitlesel olarak dayanışmayı yükselteceklerini” açıkladılar.
Onlar hiçbir zaman yalnız değillerdi ve hiçbir zaman yalnız olmayacaklardır.
***
29 Mayıs’ta Münih’te izlediğim 10 politik tutsağın “tiyatro mahkemesinden” kıvançla çıktım. Sonuncu tutsak olarak çıkarıldı salondan Banu. Öncesinde çıkarılan 9 devrimci tutsağın haykırdığı mesajlarla yükseltti yumruğunu sonsuza kaldırarak. Yüzündeki gülücük kadar gerçekti parmağından aktardığı zafer.
Ve bağırdı: “Sizi seviyoruz!”
Ve bağırdık: “Sizi seviyoruz!”
******
Not: Bu etkinliğe şahsen katılamayacağımı şimdiden söyleyerek o gün beni alanda göremeyecek yoldaşlarımı hayal kırıklığına düşmekten kurtarmak istiyorum. Ben tam da o saatler ve günlerde, Avusturya’da, 10’ların yoldaşlarıyla önceden programlanmış bir etkinlikte konuk olarak yer almak zorundayım. Ama yüreğim Münih’te direnişte olacak. Saygılarımla. 30 Mayıs 2017, Pazartesi