MUSTAFA ELVEREN | 11 – 02 – 2010 | 03.02.2010 tarihinde Gomanweb ile çeşitli internet sitelerinde Sayın Metin Aktaş’ın “ALEVİLİK İSLAMIN NERESİNDE?” başlıklı bir makalesi yayınlandı. Bu yazısında, Aleviliğin İslam’ın bir mezhebi olduğunu kanıtlamak için elinden gelen tüm yeteneklerini sergiliyor.
Kur’an’ın ayetlerini ve bu ayetlerin yorumunu kanıt olarak göstermeye çalışıyor. Aleviliği İslam’dan bağımsız bir din olduğunu savunanları ise, Kur’anı bilmemekle itham ediyor.
Sanırım biraz da Halil Öztoprak’ın „KUR’AN’DA HİKMET, İNCİL’DE HAKİKAT“ isimli kitabından esinlenerek kendince bir şeyler yazmaya çalışmıştır. Sayın Öztoprak’ın çizdiği çerçevedeki bir İslam’ı savunabilir, görüşlerine saygı duyarım. Ancak, “Bu hakkı kendinden bulan insanlar bir kere daha düşünüp hatalarını görüp Alevilerden özür dilemeliler.” gibi saçma-sapan bir tavsiyede bulunmasıyla beni ve benim gibi birçok Alevi-Kızılbaş insanını incittiğini düşünüyorum. Eğer Alevilerden özür dileyecek biri varsa, önce Metin Aktaş özür dilemelidir. Çünkü, Aleviliği İslam’ın içine monte etmekle Alevilere en büyük haksızlığı kendisi yapmaktadır.
Elmalı Hamdi, Yaşar Nuri, Süleyman Ateş, Ali Arslan gibi onlarca din uzmanları Kur’an’ın mealini Türkçe’ye çevirmişlerdir. Bu çevirilerin hemen hemen hepsi İslam Dini’ni diğer dinlerden daha üstün ve çağdaş olduğunu gösterip kurtarmaya yöneliktir. Ama gerçeğin öyle olmadığını Sayın Metin Aktaş da herhalde biliyordur.
Eğer Alevilik İslam’ın bir mezhebi olsaydı, başta Osmanlı olmak üzere, bu güne kadar hem resmi ideoloji ve hem de birçok İslami çevreler tarafından Aleviliği “sapkın”,” zındık” “rafazi” gibi gösterebilirler miydi? Bu kadarını düşünüp ifade etmek için İslam ya da Alevi konusunda uzman olmaya gerek var mı? Aleviliğin “sapkın”, ”zındık”, “rafazi” gibi suçlamalardan kurtulması için ille de İslam’ın içine mi monte edilmelidir? Galiba Metin Aktaş bunu yapmaya çalışıyor.
Şimdi, “Aleviliğin din olabilmesi için bir peygamberi var mı?” Diye bir soru sorulabilir. Zaten Alevilik İslam’dan çok önceden var olduğu ve insan merkezli bir Ali inancının yaratıldığı bazı kaynaklarlardan öğrenmekteyiz. Bu kaynaklara göre, teke kültüründen gelen Alevilerin cami kültürüyle hiçbir ilişkileri yoktur. (Şii mezhebinin Alevi-Kızılbaş dini ile hiçbir ilişkisi yoktur. Bunları birbirine karıştırmamak gerekir) Cemşit Bender’in bu konuda çok önemli bir çalışma yaptığını biliyoruz. Ayrıca, İsmail Beşikçi, Faik Bulut, Mehmet Bayrak gibi daha bir çok araştırmacı da konu ile ilgili makale ve kitapları mevcuttur.
Metin Aktaş yazısında; “Alevilerle, Sünniler aynı kutsal kitaba, aynı peygambere, aynı Allaha inanmakta.” gibi bir tespitte bulunuyor. Bir defa aynı Allah’a diğer kitaplı dinlerin mensupları da inanıyorlar. Demek ki aynı Allah’a inanmak farklı bir şeydir. Zaten Din olması için de Peygamber olması kuralı vardır. Hatta yüz yirmi dört bin peygamberden yani dinden söz edilmektedir. Dolayısıyla, Aleviliğin bir din olmasına neden Metin Aktaş rahatsız olmaktadır. Bağımsız bir din olsa kime ne zararı var ki? Bence diğer dinlere de zenginlik katar.
Bilindiği üzere, Diyanet İşleri Başkanlığı Resmi ideolojinin en önemli kurumlarından biridir. İzmir’de ikamet eden Sinan Işık isimli bir Alevi yurttaş nüfus cüzdanındaki din hanesine Alevi yazdırmak için mahkemeye başvuruyor. Mahkeme Diyanet işlerinden görüş istiyor ve Diyanet Aleviliğin Sünni mezhebinin bir alt kolu olduğunu bildiriyor. Yani Diyanet de Metin Aktaş gibi Aleviliği İslam’ın içine monte ediyor. Metin Aktaş, görünüşte her fırsatta resmi ideolojiyi eleştiriyor ve suçluyor. Fakat, bu düşünceleriyle ve yaptığı böylesi çalışmalarla resmi ideolojiye hizmet ettiğini bilmiyor mu? Bu durumda Metin Aktaş Aleviliğin neresindedir?
Ortama göre resmi ideolojiden ve kimi zaman da İslamcı çevrelerden etkilenen bazı sözde Alevilerin söylediği; “Aleviliği islam’ın içinde gösterirsek Alevilere çok yararı vardır, dışında gösterirsek şu kadar zararı vardır..” gibi bir mantığın Metin Aktaş’ın kafasında gizli olduğunu düşünüyorum. Bu mantık bilimsellikten uzak tam bir tüccar zihniyetidir. Zaten Metin Aktaş’ın yapmak istediğinin aynısını Ak Parti sürekli yapmaya çalışıyor.
Metin Aktaş’ın şu belirlemesi bence çok önemlidir. “Dersim Kürt Alevilerin yaşam tarzıyla Batman’ da ki Sünni Kürt yurttaşlarımızın sorunları biri birinden çok farklı değildir.” Sorunları ekonomik açıdan ele alırsak, gerçekten de birbirinden hiçbir farkı yoktur. Bu durum aynı şekilde Ege’nin ya da Karadenizin veya ülkenin herhangi bir kırsal kesiminde yaşayan yoksul Sünni Türkler için de farklı bir durum değildir. Ama, işin etnik ve inanç boyutunun öyle olmadığının bu toplumun içinde yaşayarak görmekteyiz.
Aleviler ile sunilerin ya da diğer inanç gruplarının birlikte yaşamaları için din faktörü yerine demokrasi kültürünü geliştirmeliyiz. Bence Kendilerini islam’ın içinde görmek isteyen aleviler de, dışında görenler de nasıl istiyorlarsa öyle inansınlar. Yani önceki bazı yazılarımda da vurguladığım gibi; “inandığı gibi yaşamak, yaşadığı gibi inanmak” olmalıdır.
07.02.2010