Home , Necdet Saraç , AKP, Diyanetin sözünden çıkamaz!

AKP, Diyanetin sözünden çıkamaz!

NECDET SARAÇ | 12 – 02 – 2010 | Alevilerin sorunlarının çözümüne yönelik doğru bir hamle olan “Alevi Çalıştayı” ile ilgili yayınlanan ön rapor zihniyette değişen bir şeyin olmadığını ortaya koydu. Aslında Alevilerin sorunları ve çözüm önerileri benim de katıldığım birinci çalıştayda (3-4 Haziran 2009) bütün çıplaklığıyla ortay konmuş ve “işte sorunlar, işte bunlarda çözüm önerilerimiz” denmişti.

Aradan 7 ay geçti, “gürültü koparmanın dışında anlamı olmayan”, Alevi dünyası ile ilişkisi olmayan onlarca kişinin katıldığı “Alevisiz 6 çalıştay” daha yapıldı ve açıklanan ön raporda da görüldüğü gibi tekrar başa dönüldü.

1) Belirleyici olan Diyanet’tir: Siyasal İslamın doğrudan temsilcisi AKP, kamuoyuna yönelik ne söylerse söylesin, zihniyet değişikliği yapmıyor, yapamıyor. Alevilik konusunda, Diyanet İşleri Başkanlığı ne derse o oluyor! Diyanet dışında “hükümet adına” da olsa yapılan her açıklama niyet belirtmenin ötesine geçemiyor!

2) Diyanet bilirkişidir: Gerek zorunlu din dersi için, gerekse de “nüfus cüzdanlarındaki din hanesi” ile ilgili olarak hükümet adına hem yerel mahkemelerde, hem de AİHM’nde yapılan savunmalarda “bilirkişi” olarak referans Diyanet İşleri Başkanlığı olmuş ve Türkiye iki davayı da “inanç özgürlüğüne aykırı davranmaktan” dolayı kaybetmiştir. Uluslar arası mahkemelerde ama esas olarak Alevilerin vicdanlarında kaybedilen davalarda Diyanet’in (daha doğrusu Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin) kaybetmesine neden olan savunmanın özü şudur: “Alevilik İslam’ın bir alt alanıdır, ayrı bir din değildir. Herkes müslümandır. Ayrı bir din dersi uygulamasına da, kimliklerde İslam dışında Alevi yazmaya da gerek yoktur.”

3) Diyanet asimilasyoncu ve misyonerdir: Diyanet’in Cemevleri konusunda da kurgusu diğer yaklaşımlarında farklı değildir. Çıplak özeti şudur: “İslam’da cami ve mescit dışında Cemevi diye bir ibadet merkezi yoktur.” Diyanet İşleri Başkanlığı adına İzmir İl Genel Meclisi’ne gönderilen yazıda bu yaklaşım daha da süslenerek şöyle deniyor: “İslam’ın 14 asırlık teori ve pratiğinde cami ve mescitler, belli bir mezhebin namaz kılanların ve camiye gelenlerin değil, mezhebi, meşrebi ne olursa olsun bütün müslümanların ortak mabedi olarak varlığını sürdürmektedir. Alevilik, İslam kültürünün bütününden ayrışan değil onu tamamlayan bir unsurdur. Cemevleri de özgün, kültürel ve mistik kimliği ve misyonu bulunan ve korunması gereken bir zenginliğimizdir. Cemevlerinin ibadethane olarak gösterilmeye çalışılması tecrübeye ve bilimsel kriterlere uygun değildir.” Diyanet ve öncesinde Şeyhülislam makamı hep böyle düşündüğü için hem asimilasyoncu, hem de misyoner olarak davranmaya devam ediyor. Alevi köylerine yapılan camiler atanan imamlar bu yaklaşımın tipik örneğidir.

4) Diyanet’in görüşü “sivillerin de” görüşüdür: Bu yaklaşım yalnızca devlet katında kabul görmüyor, “sivil alanda da” kabul görüyor. Son çalıştaya da katılan siyasal İslamın “sivil ve entelektüel temsilcisi” Ali Bulaç da Diyanet’in bu yaklaşımını aynen yansıtıyor. Ali Bulaç  Çalıştay’da “Sünni kesimin iç huzuruyla onaylamadığı ana mesele ‘cemevlerinin ibadethane’ sayılması gerektiği konusu oldu” diye yazıyor. Hanefileri, Şafileri ve Mevlevileri örnek göstererek Alevilere bir kez daha kibarca “Mescit” üzerinden Cami alternatifini sunuyor. Bu yaklaşıma karşı çıkan Alevileri de, “içlerinde beş vakit namaz kılan, Ramazan orucunu tutan ve hacca giden Alevilere gerekli toleransı göstermeleri, onların cami ile cemevi arasında kurdukları köprüyü berhava etmemeleri” için de uyarıyor!

5) Niyet Alevileri Sünnileştirmektir: Daha birinci çalıştayda “bir araya gelmiyorsunuz, kimin ne söylediği, hangi taleplerinizin olduğu belli değil” yalanı Alevi hareketinin ortak talepleriyle boşa düşürülünce, AKP 7 aydır işin etrafında dönüp duruyor, bu talepleri “amasız-fakatsız” dile getiren Alevi Bektaşi Federasyonu ve onun bileşenlerini devre dışına itecek, Reha Çamuroğlu’nun ifadesiyle “Alevilere karşı psikolojik bir hareket” örgütlüyordu. Nitekim çalıştayların sonucu olarak kamuoyuna sunulan ilk raporda bunun sonuçları var: Alevilik, Diyanet’in yaklaşımına uygun şekilde “çerçevelendirilmiş”, Madımak Oteli’nin müze yapılmasının “ülkenin birlik ve düzenini bozmasına yönelik tehlike üreteceği” saptanmış, müze yerine “park” yapılması eğilimi öne çıkmış, zorunlu din derslerini kaldırmak yerine “yeni düzenlemeler” yapılması, cemevlerini inanç merkezi olarak tanımak yerine “cemevlerinin, kanunlarda  ibadethanelere tanınan bütün imkanlardan yararlanması” öne çıkartılmıştır. Niyet bellidir: Alevileri kendi kimlik ve özellikleriyle kabul etmek yerine, kendilerine benzeterek, Sünnileştirmek!

Alevi hareketi yeni bir hamle yapmalı, “Uluslararası Alevi Çalıştayı” düzenlemelidir!

Cumhuriyet tarihinde ilk kez devlet adına atılan bu resmi adımın geldiği aşama Diyanet’in çizdiği sınırlar için bir “Sünnileştirme operasyonuna” yönelse de önemlidir. Sivas’ta Alevi olduğu için yumruklanan lise öğrencisi, Erzincan’da işten atılan doktor, Malatya’da eli kesilen mutfak işçisi, bildiğimiz, bilemediğimiz, onlarca hatta yüzlerce ayrımcı uygulamaya ve aşağılık saldırıya rağmen Alevilerin ilk kez siyasal iktidar tarafından muhatap alınması önemlidir. Kamuoyunda, size haklı ve meşru bir zemin yaratır. Nitekim yaratmıştır da. Bir çırpıda elinin tersiyle itmek yerine, kendi kurgunuzla ciddiye almak gerekir. Çünkü siyaset tek hamlelik bir iş değildir. İlerlemeler, gerilemeler, yerinde saymalar siyasetin doğasında vardır. Kaldı ki; Siyasette karşı tarafın ne yaptığından daha önemlisi sizin ne yaptığınız önemli ve belirleyicidir! Bu çerçevede;

1) Belirleyici olan Alevi hareketidir: Alevi çalıştayları da göstermiştir ki; Alevilere yönelik siyasi iktidarın ve siyasi partilerin ilgisi ve aşkları, gerek Türkiye’de gerekse de Avrupa’da yükselen Alevi hareketinin yarattığı rüzgarın sonucudur. Bu rüzgarın büyüyerek fırtınaya yada küçülerek yumuşak bir yele dönüşmesi Alevi hareketinin elindedir.

2) Alevi hareketi kazanmıştır: Sıhhiye ve Kadıköy mitinglerinin yanı sıra, AİHM’in zorunlu din dersi uygulamasına ve  Nüfus Cüzdanları’ndaki din hanesine karşı aldığı kararlar, yapılan Alevi Çalıştayları, sağından soluna bütün siyasi partilere ve eğilimlere,  Alevi taleplerini ezberlemek dışında başka bir seçenek bırakmamıştır. Bu Alevi hareketi için çok ciddi bir kazanımıdır.

3) Devletin demokratikleşmesi zorunludur: Türkiye gibi muhafazakar ve tek kimlik üzerine kurulu bir ülkede bir iki hamleyle “mutlu sona” ulaşılamayacağı açıktır. Alevi talepleri basit anlaşılır talepler gibi görülse de devlet ve siyasal iktidar tarafından zor taleplerdir. “Demokrasi kahramanı ve Avrupa Birlikçisi” AKP’nin bir darbe anayasası sonucu yıllardır uygulanan zorunlu din dersi uygulamasını AİHM kararına rağmen kaldırmaması tesadüf değildir. Cemevleri’nin inanç merkezi olarak kabul edilmesi basit bir yasal değişiklik gibi gözükse de bu değişikliğin yapılmaması da tesadüf değildir. Diyanet İşleri Başkanlığı’nın bu konudaki direnci yalnızca kitabi bir karşı çıkış değildir. Yukarıda da belirttiğim gibi temelden bir anlayış sorunudur. AKP’nin Cemevleri’nin inanç merkezi olarak kabul etmesi, bütün kurgusunu Sünnilik üzerine yapan sistemi temellerinden sarsacak, sistemin ana yapısını değiştirecektir. Direnme bu değişikliğedir. Bu direncin kırılması için Alevi hareketinin daha da büyük bir güç olmasını zorunludur! Demokratikleşmeyen Türkiye, bu sorunları bir çok çevrenin sandığı gibi “küçük bir yasal değişiklikle” çözemez.

4) Diyanet tasfiye edilmelidir: Aleviler başta olmak üzere, inançla ilgili sorunların çözümü Diyanet İşleri Başkanlığı’nın tasfiye edilmesinden geçmektedir. Diyanet tasfiye edilmediği sürece, bu ülkede laiklik olmaz, demokrasi gelmez. AKP’den başlayarak, bugüne kadar gelmiş geçmiş siyasi partilerin “Diyanete dokunmamaları” tesadüfi değildir. Bu ülkede Aleviler dışında herkes objektif olarak Diyanetçidir!

5) Savunma psikolojisinden kurtulmalıyız: Alevi hareketi “karşı tarafın hamlelerini” boşa çıkartmak için eğilip, bükülmeye izin vermemeli, “savunma psikolojisinden” ve sürekli kendisini anlatmaya, izah etmeye çabalamaktan hızla kurtulmalıdır. Alevilerin, hiç kimse karşısında savunmasını, rica minnetini gerektirecek bir defosu yoktur. Çünkü, Aleviler, ihsan yada iltimas değil, vatandaşlıktan kaynaklanan haklarını istiyorlar!

Madımak ile ilgili son çalıştayda öne çıkan yaklaşım bu anlamıyla “tipik bir Alevi tavrıdır”. Yakan yıkan, 35 canımızı katledenler belli iken, bir suçluluk psikoloji ile hareket etmek ve oteli müzeye dönüştürmenin düşmanlıkları körükleyerek “tehlike üreteceğini” düşünmek bile ciddi bir irtifa kaybıdır. Bir düşünce erezyonudur. Alevilerin uzak yada yakın kendi tarihlerinde utanacak, tehlike üretecek en küçük bir tavırları olmamıştır. Bölücülüğü de, ayrımcılığı da, saldırıları da yapan, yaptıran, teşvik eden, buna zemin hazırlayan hep siyasi iktidarların kendisi olmuştur. Utanması gerekenler “Türk İslam Sentezi”ni savunanlardır. Utanması gerekenler oteli yaktıranlar, yakanların avukatlığını yapanlardır. Aynaya bakması gerekenler kendileridir!

Aynı şey Cemevleri için de geçerlidir. Ali Bulaç’ın yazdığı gibi gazete de televizyonda bir çok kişi “gazeteci, bilim adamı” kimliğiyle “Cemevleri’nin caminin alternatifi olmadığı”nı bir çok Alevinin de “beş vakit namaz kıldığını, Ramazan orucu tututğunu, hacca gititği” yalanını yazıp duruyorlar. Alevilik, İslam ve Hristiyanlık gibi “yayılmacı ve misyoner” bir inanç olmasa da fiili olarak bir başka inancın alternatifidir. Yani “Cami ve Cemevi iç içedir” yaklaşımı doğru değildir. Asimile olan Aleviler dışında Anadolu Alevilerinin camiye gittiği, namaz kıldığı, hacca gittiği tam bir yalandır. Bu konuda “Sünnileştirme” sevdasına karşı daha açık tavır almak gerekir.

Yeni dönem “defansif” anlayışı hızla terk ederek “ofansif” bir anlayışa dönüştüremediğimiz sürece, “başı okşanan mazlum ve mağdur Alevilerden” öteye geçemeyiz. Bu nedenle, Alevi hareketi “kendisini başı okşanacak zavallı olarak gören yada gösterenlerle” kendi arasına kalın bir çizgi çekmelidir.

6) Uluslararası Alevi Çalıştayı: Bu sorunların çözümü, güç olmaktan, karar mekanizmalarında yer almaktan, yerel ve siyasi iktidarı almayı hedefleyen bir siyasal süreçten geçiyor. Bugüne kadar kararlı bir duruş sergileyen Alevi hareketi gücünü kendi içine yöneltmek yerine dışa yönetmelidir. Bilek güreşi dışa karşı yapılmalıdır! Bunun belki de şu anki en önemli adımı, 3-4 Haziran’da “Birinci Alevi Çalıştayı”nda açıkça dile getirilen “Alevi talepleri ve çözüm önerilerini” bu kez Alevi Bektaşi Federasyonu ve Avrupa Alevi Birlikleri Konfederasyonu’nun birlikte düzenleyeceği, ulusal ve uluslararası bir çalıştayda ortak olarak dile getirmekten geçiyor. Alevi hareketinin kendi düzenleyeceği ve temsil kabiliyeti yüksek bir ulsulararası çalıştay, AKP’nin manevrasını tümüyle boşa düşüreceği gibi, Alevileri daha da yukarı taşıyacaktır…