SAMİR AMİN | 16 – 09 – 2011 | Libya ne Tunus ne de Mısır’dır. Kaddafi yanlısı iktidar grubu ve onlarla mücadele eden güçler, Tunuslu ve Mısırlı isyancı ve iktidar yanlılarıyla hiçbir şekilde benzeşmezler. Kaddafi hiçbir şey değildi, sadece düşüncelerinin boşluğu o meşhur “Yeşil Kitabı”nda yansıyan bir maskaradan ibaretti. Hâlâ geçmişte yaşayan bir topluma hükmeden Kaddafi, gerçeklikle çok az alakası olan ve birbirini takip eden “milliyetçi” ve “sosyalist” konuşmalar tezatına düşebilirdi, ve ertesi gün kendisini “liberal” ilan edebilirdi.
Liberalizm seçimin toplumsal hiçbir etkisi olmazmış gibi, “lütfen Batı” şiarıyla liberal bir atak yaptı. Ama bunun etkisi oldu ve Libyalıların çoğunluğunun -alışılagelmiş şekilde- yaşam koşullarını kötüleştirdi. Yaygın olarak yeniden dağıtılabilir olan petrol kirası, Kaddafi’nin ailesinin de içinde olduğu imtiyazlı küçük grupların hedefi haline geldi. Bu koşullar daha sonra, ülkenin rejyonalistlerinin ve siyasal İslamcıların hemen avantaj sağladığı bilinen o patlamaya mahal verdi.
Libya gerçekten hiçbir zaman bir ulus olarak var olmadı. Arap Batısı’nı Arap Doğusu’ndan ayıran (Mağrip’ten Maşrık’a) bir coğrafi bölge konumunda. İkisi arasındaki sınır Libya’nın tam ortasından geçiyor. Sirenayka, Maşrıklı (Doğulu) olmadan önce tarihte Yunan ve Helenistik’ti. Trablusgarp, kendi payına, Romalıydı ve sonra Mağripli (Batılı) oldu. Bu sebeple, ülkede bölgecilik her zaman güçlü olmuştur.
Kimse Bingazi’deki Ulusal Geçiş Konseyi üyelerinin kim olduğunu tam olarak bilmiyor. Aralarında demokratlar olabilir, fakat kesinlikle, bölgecilerin yanı sıra, türlerinin en kötüleri olan İslamcılar da mevcutlar. Konsey Başkanı, Bulgar hemşireleri ölüme mahkûm edip Kaddafi tarafından ödüllendirilerek Adalet Bakanlığı’na getirilen (2007’den Şubat 2011’e kadar) yargıç Muhammed Abdulcelil. Bu nedenle Bulgaristan Başbakanı Boikov, konseyi tanımayı reddetti, fakat görüşüne Avrupa Birliği ve ABD tarafından destek verilmedi.
Başından itibaren, Libya’daki “hareket”, sivil gösteriler dalgası olmaktan ziyade, orduya karşı silahlı bir ayaklanma şeklini aldı. Ve derhal bu silahlı ayaklanma yardımına NATO’yu çağırdı. Nitekim, emperyalist güçlere askeri müdahale şansı teklif edilmiş oldu.
Onların amacı kesinlikle ne “sivilleri korumak” ne de “demokrasi”, sadece petrol sahaları ve yeraltı su kaynaklarını kontrol altına alıp ülkede önemli bir askeri üs edinmek. Elbette, Kaddafi liberalizmi kucakladığından beri, Batılı petrol şirketleri Libya petrolü üzerinde kontrol sağlamış durumda. Fakat Kaddafi’yle kimse hiçbir şeyden emin olamazdı. Yarın taraf değiştirip, Hintliler ve Çinlilerle top oynamaya başladığını varsayın. Daha da önemlisi, Afrika Sahrası ülkelerinin çıkarına kullanılabilecek devasa yeraltı su kaynakları. Tanınmış Fransız şirketleri bu yeraltı sularıyla ilgililer (Fransa’nın en başlarda duruma müdahil olma sebebidir). Bu suyu daha kârlı bir yol olan zirai yakıt üretiminde kullanacaklar.
1969’da Kaddafi, Amerikalıların ve İngilizlerin İkinci Dünya Savaşı’ndan bu yana ellerinde bulunan ülkedeki üsleri terk etmelerini talep etti. Şu an Amerika, AFRİKOM (Amerikan ordusunun Afrika komutanlığı için – ki dünya üzerinde askeri bir kontrol kurma hedefinin önemli bir parçasını oluşturur, ancak merkezi halen Stuttgart’ta olmak zorundadır) için Afrika’da bir yer bulma ihtiyacında. Şu ana dek hiçbir Afrika ülkesinin yapmaya cesaret edemediğini Afrika Birliği yaparak bunu reddetti. Trablusgarp’ta hizmete hazır bir uşak, Washington ve NATO subaylarının talepleriyle uyumlu, Mısır ve Cezayir’e ise direkt tehdit olurdu.
Bunu söyledikten sonra, “yeni rejimin” nasıl davranacağını tahmin etmek zorluğu kalır. Somali modelinde olduğu gibi bir parçalanma olasılığı göz ardı edilmemelidir.
* Kaynak: www.pambazuka.org sitesinden gercegingunlugu.blogspot.com tarafından çevrilmiştir.‘