Home , Köşe Yazıları , KORKU İMPARATORLUĞU TAKSİM –GEZİ PARKI ”NA TOSLADI.

KORKU İMPARATORLUĞU TAKSİM –GEZİ PARKI ”NA TOSLADI.

DSC_0022HASAN KÖSE |04 – 08 – 2013 | Taksim –Gezi Parkında  31 Mayıs da başlayan ve kısa sürede ülkenin büyük bölümüne yayılan, ayrıca başta Avrupa olmak üzere dünya da büyük yankılar yaratan eylemler, üç haftayı aşkın bir süredir farklı boyutlar kazanarak ve etkisini daha da artırarak ,Türkiye toplumunun siyasi ve toplumsal yaşamında yeni bir dönemin habercisi olma ve yeni bir dönemi başlatma özelliği ile tarihi bir öneme shiptir.

 

İçişleri Bakanının yaptığı açıklamaya göre, Ülkenin  79 şehirinde eylemler yapılmıştır. Sadece, Bingöl ve Bayburt da eylem gerçekleşmemiştir. Ülke genelinde direnişe katılanların toplam sayıs üç millyon kadardır. 600 “ü”Polis olmak üzere beş bin kadar insan yaralanmıştır. Biri polis üç eylemci yaşamını yitirmiştir. Onlarca ağır yaralı ve sakatlanmış insan vardır. Beş bin civarında direnişci gözaltına alınmıştır..vs..-Bakınız Radikal Gazetesindeki ilgili açıklama-

Bakanın yaptığı bu açıklama durumu tam olarak yansıtmasa da, genel bir fikir edinmemiz bakımından önemlidir.

AKP ikdidarının başlattığı “ Sürekavı” ile gözaltındakilerin sayısı bir ara, 7000”i buldu. Dahada önemlisi yüzlerce eylemci tutuklandı. Faşizan baskı ve yıldırma siyaseti bütün hızıyla hala devam etmektedir..

 

Başta İstanbul, İzmir, Ankara, Adana, Mersin, Antalya ve Dersim olmak üzere 79 il”e yayılan ve milyonlarca insanın katıkdığı bu direniş, herşeyden önce, AKP”nin 11 yıldır kendisi gibi düşünmeyen ve yaşam biçimi olarak Seküler yaşam tarzını benimsemiş on milyonlarca halkı sürekli ve sistemli olarak, “ötekileştirme, sindirme, aşağılama ve zorbalıkla kalıba dökme” siyasetine “artık yeter “ demek için bir başkaldırıdır. Kitleleri direnişe sürükleyen ortak payda budur. Bu temel ögenin yanında hiç kuşkusuz başka nedenlerde mevcuttur.

İkdidarın polis gücü ile şimdilik, kanla bastırdığı bu direniş, pek çok karekteristik özelikleri ile, Türkiye toplumunun bundan sonraki gelişme yönünün belirlenmesi bakımından son derece önemlidir

Bu bağlamda, önem sırasına bakmadan, aşağıdaki saptamaları paylaşmak isterim..

 

AKP DEVLET, DEVLET AKP”DİR

 

Birincisi, 11 yıllık AKP hükümet süreci, AKP”nin devletleşmesi ile en tepe noktaya ulaşmıştır.

Bunun anlamını doğru okumak zorundayız.

 

AKP”nin devletleşmesi demek, başta yürütme, yasama ve yargı kurumları olmak üzere toplumsal hemen tüm kurumların, basın ve yayın organlarının, büyük ölçüde belediye başkanlıklarının vs.. bu parti ikdidarının denetimine girmiş olmasıdır. Özellikle 2007 den bu yana ikdidar devletleşme yolunda hızla ilerlemiş, ordunun ikdidar üzerindeki egemenliğini de kırdıktan sonra bu süreç tamamlanmıştır. AKP ikdidarının 1950” lerden bugüne gelip-giden hükümetlerdeki farkı, ordunun tahakümünü boşa çıkartmış olmasıdır.

 

Artık bu devleti, Kemalist Bürokrat Burjuvazinin devleti olarak adlandırmak doğru değildir. Kemalist çizgi olarak adlandırabileceğimiz geleneksel devlet aklı, devlet çizgisi esas olarak tasfiye edilmiştir. Kemalistler ve onlarla “kader birliği”halindeki gelenekci devlet kadroları bu devletin artık “sahibi” değiller. Bu durum ülkemiz için yepyeni bir güçler dengesinin de ifadesidir. AKP”nin devletleşmesi, devletin AKP”lileşmesi  TC devletinin kimlik değiştirdiği anlamına gelmektedir.

Devletin “kimlik”değişimi, toplumsal muhalefetin bileşenlerini de değiştirmiştir. 90 yıldır şu yada bu biçimde ikdidarı elinde tutan- hükümet olmadığı dönemlerde de- Kemalist bürokrasi ve ordu ikilisi, bundan böyle AKP hükümetine ve dolayısıyla da devlete karşı muhalefet olmak durumundadır.

Kemalist çizgi etrafından toplanan kitlelerin daha şimdiden belli bir kesiminin Taksim- Gezi direnişine katıldıklarına şahid olduk. Bu süreç devam edecektir ve bunun ordu ve devlet bürokrasisi içinde de etkileri belirginleşecektir.

 

Yıllardan beri toplumsal muhalefeti neredeyse tek başına sırtlamış olan Kürt hareketi olsun, son yıllarda giderek toplumsallaşan Alevi hareketi ve sol-sosyalist hareketler bundan böyle meydanlarda, yeni bir toplumsal muhalafetle sık sık buluşacaklardır. Bu “yeni muhalif güç” ağırlıklı olarak bugüne dek CHP etrafında hareket eden kitlelerden oluşacaktır. Bu ana gövdeye, toplumda cinsel tercihlerinden dolayı dıştalananlar, çevre ve doğa mücadelesi temelinde örgütlenenler ve inanç bazında farklılıklar taşıyan çevreler de katılacaktır. Bu yeni durum sol-sosyalist güçler tarafından doğru bir şekilde algılanır ve doğru bir hat izlenebilinirse, toplumsal muhalefet sistemi köklü olarak değişime zorlayabilir. Yok ama, dar ve sekter tutumlarla bu yeni durum heder edilirse, toplumda yeşermiş olan ümütler kolaylıkla sönebilir..

 

TÜRKİYE DE SEKÜLER YAŞAM TARZI  KÖKLEŞMİŞTİR.

 

İkinci önemli nokta ise şudur. Taksim- Gezi Parkı direnişi göstermiştir ki, Türkiye de Laik-Seküler yaşam tarzı, oldukca güçlü ve geniş bir toplumsal tabana dayanmaktadır ve bu manada kökleşmiştir. Toplumun bu kesimi, farklı ekonomik konumlarına, farklı ideolojik ve siyasi tercihlerine ve farklı etnik, dinsel kökenlerine rağmen, ortak paydada pek ala birleşebilmekte, en kötü halde yanyana gelebilmektedir.

Açıkca vurgulamalıyım ki, Türkiye nüfusunun önemli bir kesimini oluşturan Alevi toplumu zaten yüzyıllardan beri seküler yaşam tarzını benimsemiş ve bu konumunu korumak için de yüzyıllardan beri mücadele etmektedir. Bu manada Alevi toplumu doğal olarak bu toplumsal tabanın vazgeçilmez bir bileşkenidir. BDP çatısı altında mücadele veren Kürt halkını da bu bağlamda aynı tabanın bir parçası olarak görmemeiz gerekmektedir. Sol-Sosyalist güçler zaten konumları gereği, Seküler yaşamın bir parçasıdırlar. Tüm bunlara Türkiye de kapitalizmin gelişmesi ve siyasi alanda yapılan pek çok reforum hareketleri sonucu olarak, geldiği inanç ve etnik kökenden bağımsız olarak yaşam biçimi olarak Seküler tarzda yaşayan kitleleri de eklemeliyiz. Bütün bunlar toplumun oldukca geniş ve yaygın bir kesiminin yaşam biçimi olarak kesinlikle Şeriat ve ya onun sulandırılmış biçimi diyebileceğimiz “ılımlı İslamdan” yana olmadığını göstermektedir.

Dahası, son yıllarda Alevi muhalafetinin ağırlıklı gövdesini oluşturan örgütlenmelerin eylemlerde “ Türkiye Laiktir. Laik Kalacak” tarzında siarları terketmiş olmaları, Kürt hareketi ile birliktelikler oluşturmaları ve TC devletinin kuruluşundan bugününe tüm süreci sorgulamaya başlamaları oldukca önemli bir kazanım ve gelişmedir. Bunu Taksim- Gezi direnişinde de yaşadık.

 

AKP” NİN “GİZLİ AJANDASI” VAR.

 

Üçüncü olarak, AKP” nin “Gizli bir Ajanda”ya sahip olduğunu bu direniş esnasında daha açık bir biçimde dışa vurmuş olmasıdır. 11 yıllık ikdidarının özellikle son yıllarında kimi tutum ve davranışları ile bu niyet defalarca ortaya konmuştu. Ne var ki, başta “liberal Demokrat” yazarlarımız olmak üzere, toplumun “ileri gelenleri” her defasında gerçeklerin üzerini örtme ve ikdidarı aklayıp-paklama konusunda oldukca maharetli davrandılar. Ne zamanki saldırı kendilerine de yöneldi, o andan itibaren utangaç bir biçimde “saf değiştirerek” ikdidarı eleştirmeye başladılar.

Aslında , bu  yılın Nisan ayında İstanbul AKP il başkanı Azız Babuşcu “gizli ajanda”nın pek de gizli olmadığını tüm açıklığıyla ortaya koymuştu.

İl başkanı şöyle demektedir.

 

“10 yıllık iktidar dönemimizde bizimle şu ya da bu şekilde paydaş olanlar, gelecek 10 yılda bizimle paydaş olamayacaklar. Gelecek inşa dönemidir. İnşa dönemi onların arzu ettiği gibi olmayacak. Dolayısıyla o paydaşlar bizimle beraber olmayacaklar. Dün bizimle beraber şu ya da bu şekilde yürüyenler, yarın bizim karşımızda olan güçlerle bu sefer paydaş olacaklar. Çünkü inşa edilecek Türkiye ve ihya edilecek gelecek onların kabulleneceği bir gelecek ve bir dönem olmayacak…

” Radıkal 21-06-2013 Aktaran Orhan.K.Cengiz

 

Bu sözler açık bir cephe almadır. Kendilerine yıllardan beri destek sunan “Liberal Demeokrat” çevrelere “artık size ihtiyacımız yok, defolun gidin” demektir. Zaten Hasan Cemal, Mehmet ve Ahmet kardeşler ve daha pek çok yazar-çizer takımı bunun için bulundukları mevkilerden kovuldular.

“Gelecek inşa dönemidir” sözleri, “bugüne dek, ikdidarı ele almaya çaliştık ve aldık, bundan böyle başka bir temelde inşa edeceğiz, ve bu yeni inşa edilecek sistemde “size yer yok” anlamına gelmektedir. Dahası inşa edilmek istenen ikdidarın niteliği hakkında da bilgi vermektedir.

Suriye konusunda ikdidarın izlediği politika da, “gizli ajanda”nın ortaya çıkmasından bir diğer etken olmuştur. Ortadoğu da “sunni eksenli” bir cephe oluşturma politikası ortaya konmuştur. Bunun için her türlü yalan ve aldatma yollarına başvurulmuş, açıktan Şeriatcı güçlere Türkiye kucak açmış, onları başta silahlandırmak olmak üzere her alanda desteklemiş ve “Yeni Osmanlıcılık” siyaseti için seferber etmiştir.

Buna ülke içinde Başta Alşeviler olmak üzere toplumun hemen tüm muhalif kesimlerine karşı başlatılan saldırılar eşlik etmektedir. Yeni Oamanlıcılığa öykünen söylemler ve buna uygun atılan pratik adımlar açıkca göstermektedir ki, bu ikdidar İran vb.. ülkelerdeki kadar katı ve içe kapalı olmasa da temelde Siyasal İslamı refarans alan bir yapılanma peşindedir. Demeokrasi dendiğinde sadece sandıkta çoğunluğu almış olmayı anlayan, farklı düşünen ve yaşayan tüm kesimleri kendi öngördüğü “insan tipine” benzetmeye çalışan, İslami değer yargılarını ve davranış biçimlerini toplumun tümü üzerinde etkin kılmaya kararlı bir yol izlenmektedir.

Kürtaş yasası, İçki satışı ve kullanımı ile ilgili getirilen sınırlamalar,yasaklar, Uçaklarda Hosteslerin ruj kulanımını yasaklamalar, en az üç çocuk yapın diyerek insanların özel “Mahremlerine”dolu dizgin müdahelede bulunmalar, ülkenin büyük çoğunluğunda Lokantalarda içkili yemek servislerinin kaldırılmış olunması, zorunlu din dersi ve “yeni eğitim”sistemi ile çocukların zorla Sunnileştirilmek istenmesi, “kindar ve dindar gençlik istiyoruz”diye hükümler verilmesi, Hizbullah hareketine el altında her türlü destek sunulurken, Alevi toplumunun en masumane istemlerinin görmezden gelinmesi, “Aleviler Cami”ye diyerek yüzyıllardan beri süregelen asimlasyoncu- inkarcı politikadan ısrar edilmesi, üçüncü köprüye Alevilerin katliamcısı Yavuz isminin verilmesi, ağzına içki alan herkesin “ayyaş”olduğunu, İ. İnönü ve M.Kemal”in de “ayyaş”oldukları imasında bulunmaları, Reyhanlıda  gerçekleşen bombalı saldırı sonucu ölenler için “53 Sunni vatandaşımız öldürüldü “denerek, Alevi toplumunun “suçlu”ilan edilmesi, Dolmabahçe sarayındaki çalışma ofisinde Vapurlarla yolculuk eden kadınların etek boylarını “dikizleyen” ve bunu aşağılık bir biçimde diline dolayarak insanların yaşam tarzına doğrudan müdahale edilmesi, Polis gücünün “seçme” kişilerden  oluşturularak  sürekli güçlendirmesi, 10 bin kişilik özel bir vurucu güç oluşturma istemi, medyanın tümü üzerinde faşizan baskıların artırılması, sermayenin önemli ölçüde el değiştirmiş olması, başta üniveristeler olmak üzere eğitim kurumlarının  bilimsel eğitim ve öğrenimden uzaklaştırılmış olması, ve daha sayılabilecek pek çok veriler, bu ikdidarın “gizli ajandası”hakkında yeterince fikir vermektedir.

 

“DEMOKRAT “ ERDOĞAN, ŞİMDİ DİKTATÖR MÜ OLDU ?

 

Dördüncüsü, gerek uluslarası alanda, gerekse ülke bazında pek çok kişi ve kurum Taksim- Gezi Parkı direnişi ve buna bağlı olarak Erdoğan ve ikdidarının izlediği politikalar karşısında “şoke” olduklarını açıkladılar.

 

Avrupalı pek çok siyasetci ve yazar-çizer takımı “derin kaygılarını” dile getirdiler.

Ülke içinde bu güne dek ikdidarı destekleyen pek çok çevre de,  Erdoğan”ın değiştiği, demokrat kiliğinden uzaklaştığını vs.. yazdılar.

 

İkdidarının ilk yıllarında Avrupa Birliğine girmek için büyük çabalar gösteren bu amaçla pek çok reforum adımları atan, Askeri vasiyeti “Ergenekon-Balyoz” gibi davalarla tehdit olmaktan çıkaran ve böylece ordunun ikdidar üzerindeki tahakümünü gerileten, Kürt hareketi ile anlaşarak “barış sürecini”başlatan Erdoğan nasıl oldu da , totaliter, kibirli, tek adam diktatörlüğüne yöneliverdi..

Bu tür sorular soranların yıllardan beri anlamadıkları ya da, anlamak istemedikleri temel gerçek şudur.

Tayip Erdoğan ve ekipi hiçbir zaman burjuva demokrasisisni savunmadılar. Bu kadronun demokrasiden ne anladıklarını son olarak, Taksim.Gezi direnişi karşısında takındıkları Faşizan tutumlarında açıkca gördük.

Siyasal İslam kültürü ve ideolojik yapılanması ile büyüyen, kişilik kazanan Erdoğan ve ekipi, demokrasi kültürüne tamamen yabancıdırlar. Ümmetcilik ve biaat kültürü ve eğitimi onların dünyaya bakışlarını şekillendirmektedir. 21. yüzyılda kadın erkek eşitliğini savunmayan hiç bir kişi ve hareket demokrat olamaz. Sadece bu olgu bile, bugünkü ikdidar liderlerinin ne kadar acınacak durumda olduklarını göstermeye yetmektedir.

Gezi Parkını yıkarak yerine Topcu kışlası yapmak isteyen Erdoğan ikdidarının bu tutumu ve gelişen olaylarla ilgili olarak, İtalyan ekonomi yazarlarından Alberto Negri, TÜSİAD ın dergisine yaptığı açıklama ile, hem Avrupadaki yaşanan şaşkınlığı, hem de nasıl bir körlükle yıllardır avunduklarını ifşa etmektedir.

 

Alberto Negri şöyle yazıyor.
“Burada, bir camiyle birlikte eski bir Osmanlı kışlasının örneğini yapmanın laikler için bir provokasyon olduğu açık. Erdoğan bunu yapmaya niyetleniyor… AKP aslında, biz gazetecilerin aşırı basitleştirerek söyleyegelmiş olduğu gibi, Batı’nın Hıristiyan Demokrat partilerine benzemiyor. Batı’da hiçbir Hıristiyan Demokrat lider, kilise yapmak için bir meydanla oynamazdı!”  Aktaran Cumhurriyet..

 

Negri ve onun gibi düşünen ve son gelişmeler karşısında “şok”e olanlara,“günaydın bay ve bayanlar” demek hakkımızdır.

 

Erdoğan için, “Muhafazakar Demokrat”, “Arap ülkelerine örnek lider”  “demokrasi savaşcısı” “Müslüman Demokrat” gibi yakıştırmalar ve meydana sürülen efsanevi söylemler, Taksim –Gezi direnişi ile ağır bir darbe yemiştir. Karizma çizilmiş, takke düşmüş kel görülmüştür.

 

GENÇLER VE KADINLAR TARİH YAZDILAR.

 

Beşinci, olarak altını çizmemiz gereken olgu şudur ki, Taksim de gençler ve kadınlar tarih yazdılar. Direnişin daha ilk gününden günümüze kadarki süreçte Kadınların onurlu ve korkusuz  direnişlerine tanık olduk. Kendilerini, polisin  saldırılarına siper eden genç ve yaşlı kadınlar bu direnişte semmbolleştiler.

 

KONDAR adlı araştırma kuruluşunun yaptığı alan araştırması da göstermektedir ki, eylemcilerin yarıdan fazlasını kadınlar oluşturmaktadır. Katılımın ezici çoğunluğunu genç kesim teşkil etmektedir. Eylemcilerin yaş ortalaması 28 dir. Yine yarıdan fazlası ilk defa bu tür bir eyleme katıldıklarını ifade etmişlerdir. Eylemciler eğitimli kesimden oluşmaktadırlar. Teknolojiyi çok iyi kullanıbiliyor, sosyal medyada etkin bir biçimde kendi taleplerini topluma ulaştırabiliyorlar. Mizah ve yaratıcılıkları son derece zengin ve gelişmiş durumda. Pek çoğu yabancı dil bilmekte ve taleplerini kolaylıkla dünya ile paylaşabilmektedirler. Çevre bilinci, İnsan ve hayvan sevgisi , farklı cinsel tercihi olan kadın ve erkeklere karşı düşmanca olmayan tutumları ile “kalıpları parçalayıcı” bir rol oynamışlardır. Farklı etnik ve inanç shiplerine karşı da büyük çoğunluğun “ötekileştirici” bir tutum içinde olmadıkları gözlemlenmiş ve verilerle de kanıtlanmıştır.

 

Apolitik diye adlandırdığımız gençlik, gösterdiği muazzam direnişle bizlerin ne kadar büyük bir yanılgı içinde olduğumuzu gösterdi.

Kadınlar , özellikle de söz konusu yaşam tarzlarına müdahale olunca kolay kolay pesetmeyeceklerini destansı direnişleri ile ortaya koydular.

 

Gençler ve kadınlarımız somutunda ülke genelinde büyük direnişler gerçekleşti.

Bu durum , 21. yüzyılda sınıf mücadelesinin ne denli çeşitlilikler ve biçimler kazanabileceğini görmek isteyen herkese bir kere daha açıkca göstermiştir.

 

Orta düzeyde kalitalist üretim ilişkilerinin egemen olduğu Türkiye de, sınıf mücadelesinin sadece işçi sınıfı ve yoksul köylülük ekseninde başarı şansının olmadığını,  Kadın hareketi, çevre ve doğa için mücadele, farklı etnik ve inançsal  toplulukların mücadelesi olmadan, toplumun genelini merkezi ve ortak bir haraket olarak örgütlemek ve bu köhnemiş düzeni parçalamak mümkün olmayacaktır.

 

Türkiye de, devrim gerçekleştirme diye derdi olanların, kadın sorununa daha ciddi, daha kapsayıcı, daha özgürlükcü bir yaklaşımla eğilmelerinin ne denli gerekli ve ertelenemez bir görev olduğunun bu eylemlerle somut olarak ortaya çıktığını özel olarak vurgulamalıyım.

 

AKP  HALKIN DİRENİŞİNİ NASIL OKUDU ?

 

Önce olayların nasıl başladığını ve giderek büyüdüğünü kısaca özetleyelim.

 

Tek seçici, tek karar verici ve tek yönetici olarak Erdoğan , Gezi Parkı yerine “Topcu Kışlası” yapılacağını, kışlanın alt katında alışveriş merkezi kurulacağını, Atatürk Kültür Merkezinin yıkılması gerektiğini, ayrıca Taksim meydanına büyük bir Cami inşaedeceklerini açıkladı. Tabi ki, tek seçici olarak tüm bunlara kendisi karara vermişti, İstanbul halkının talepleri ve ya, yerel yöneticilerin itirazları önemli değildi, Mademki bu halkın yarısı kendisini başbakan olarak seçmişti, o halde her istediğini yapma hakkı ve yetkisi vardı..

 

Bunun üzerine az sayıda çevreci aktivist Gezi Parkı”na giderek yıkımı engellemek için nöbet tutmaya başladılar.İlk başlarda bu gelişmelerde pek kimsenin haberi bile olmadı. Ne zaman ki polis 31 Mayıs gecesi yıkıma karşı tamamen barışçıl bir biçimde direnen gençlere kudurmuşcasına saldırdı, Çadırlarını yaktı, eylemcileri yerlerden sürüdü, Gaz, Su ve coplarla bir avuç isnanı vahşice ezerek Parkın dışına attı. İşte o zaman kıvılcım tutuştu.

Sosyal Medya”da saldırının görüntüleri kısa sürede yaygınlaştı. Aktivistlere yapılan vahşeti gören, duyan, yüzler, binler, onbinler akın akın Taksim-Gezi”ye aktılar.

 

“ Yeni Sultan” Erdoğan, eylemcileri  “bir avuç çapulcu” diye niteledi ve hakaretlerini sürdürdü.

“ Padişahımız” olarak şöyle kükredi,

“Biz kararımızı verdik, Gezi Parkına Topcu kışlasını yapacağız, oraya kışla yapıp, yapmamayı bir avuç çapulcu”ya soracak değiliz.” ( 1 )

 

“İleri demokrasinin” ülkemizdeki kurucusunun bu Faşizan söylemi, henüz olayları idrak edememeiş daha geniş kesimlerin de “uyanmasına” ve meydana akmasına vesile oldu. İstanbul ayaklanmıştı, sadece İstanbul değil ülkenin pek çok alanında çoğunluğu gençlerden , kadınlardan oluşan insanlar alanlara çıkmıştı. Eylemler ve direniş Gezi Parkı sorunu olmaktan çıkmış, öncelikle Erdoğan olmak üzere ikdidar hedef haline gelmişti.

Bu olgu, “Müslüman Demokrat” kimlikli şahsın daha da saldırgan bir tutum almasının nedenini de açıklar niteliktedir.

 

“ karizması çizilmiş, kimyası bozulmuş “ vaziyetteki “Ordadoğu liderimiz” ağzına geleni sayıp döküyordu. “ Bunlar bir avuç çapulcudur” diye başlandı ve “marjinal guruplar” “darbeciler” faiz lobisi” uluslararası komplo” ve son olarak “ Yahüdi Lobisi” den karar kılındı.  “ Ülkenin muazzam gelişimesinden rahatsız olan dış güçlerle , ülke içindeki iç düşmanlar AKP ikdidarına karşı büyük bir oyun kurdular, bu büyük oyunu boşa çıkaracağız “ diyordu  “ demokrasi aşığı” başbakan. Saldırı hedefi akılalmaz bir biçimde büyüdü. “ Yedi düvvele karşı” mücadele ediliyordu. Yıllardır kendi şahsını ve ikdidarını destekleyen başta Yahudi lobisi olmak üzere, uluslararası sermaye güçleri, kurumları birden bire“düşman” olmuşlardı.

 

Ancak ne hikmetse, “Dik durmakla “ övünen başbakan, eylemlerde yer  alan bazı sanatcılar ve temsilcilerle görüşmeyi kabul etmek zorunda kaldı. Bu bile belli bir geri adım dı , ancak “ burnunda kıl aldırmayan” yeni ve sivil diktatörümüz görüşmelere rağmen sldırılarına olanca hızıyla devam edtti. Direnişin ortaya koyduğu talepleri kabul etmedi. Sadece Topcu kışlasının yapımını kabul etmeyen mahkeme kararının kesin sonucuna kadar bekleyebileceklerini, gerekirse referanduma gidebilecklerini söyledi.

 

Suriye politikası duvara toslayan Erdoğan, tamda böyle bir dönemde tüm bskı ve saldırılara rağmen giderek büyüyen ve yaygınlaşan direniş karşısında geri adım olarak algılanabilecek ter türlü açıklama ve politikadan özenle kaçındı. Dünya ve Türkiye kamuoyuna “ dik duran, taviz vermeyen, halka güvenen” bir profil sunuldu. Ancak, işin aslı göründüğü gibi değildi, ülke geneline yayaılan eylemler doğrudan kendisini hedef almıştı. “ Hükümet İstifa” “Tayip İstifa” şiarları her köşede daha gür bir biçimde yükseliyordu. Bu durumda tek çare, kendisine destek veren kitleleri sokağa dökmek ve böylece gücünü göstermek ve güven tazalemekti. Tamamaen kışkırtıcı, direnişe katılanları aşağılayıcı ve düşman gösteren bir karalama kampanyası temeline oturtulmuş beş miting yapıldı.

Bu mitinglerde , “ Halkın hizmetkarı”olmakla sık sık övünen başbakan yaptığı konuşmalarla ne kadar kibirli, halkın bir kesimine karşı kin ve nefretle dolu olduğunu defalarca ispatlamıştır.

Başbakanlık gibi, “saygın” bir mevkide oturan bu şahsın ağzında adeta pislik akıyordu. En paspaye yalanlara sarıldı. “ Cami”ye ayakabıyla girdiler, Cami”de içki içtiler” “türbanlı kadınlarımıza saldırdılar” esnafa saldırdılar, Park kokudan geçilmez oldu, küçük ve büyük abdestlerini yaptılar, ortalık sidik kokuyor” gibi yalan ve aşağılık suçlamaları defalarca seslendirdi. Açıkca halkın bir kesimini düşman illan etti. Kendisine oy verenler dışındakilerin talep ve istemlerini tanımayacağını haykırdı vs..

 

Ankara da, Ethem Sarısülük, İstanbul Gazi de Mehmet Ayvalıtaş ve Antakya da Abdullah Cömert in  kendi ikdidarı tarafından katledildiklerini bir kez olsun anmadı. Tersine bu gençleri katleden polisi kutladı. Ve sonunda İstanbul  AKP ikdidarı tarafından “ İşgal edilerek” Taksim- Gezi Parkındaki halka saldırıldı. Alana çıkan bütün yollar kapatıldı, Gemi, Otobus ve diğer ulaşım araçları durduruldu. Böylece halkın alana yığılması ve saldırılara karşı konması önemli ölçüde engellenerek, direniş  Faşist saldırılarla bastırıldı.

 

Tüm bu gelişmeler AKP ikdidarının önünde iki seçeneğin, iki yolun olduğunu açıkca ortaya koymaktadır.

AKP ikdidarı ya, Erdoğan şahsında iyiden iyiye belirginleşen  Faşist tavırları daha da geliştirerek, muhalif güçleri her türlü yöntemle sindirerek, İslamcı- Faşizmi kurumlaştırmaya çalışacaktır, ki bunun yolu iç savaştır. Ya da toplumsal muhalefetin daha da güçlenmesi, buna bağlı olarak, ekonomik ve siyasi istikrarsızlığın doğması ve dolaysıyla uluslararası sermayenin AKP” ikdidarına bugüne dek sunduğu desteği kesmemsi sonucu bu partinin kendi içinde ayrışmaya giderek, bölünmesi ve etki gücünü kaybetmesidir.

Ben yakın bir gelecek için olmasa da ikinci olasılığın AKP için kaçınılmaz son olacağını düşünüyorum.

 

 

TAKSİM- GEZİ DİRENİŞİ  EZBERLERİ BOZDU…

 

Hiç kimse böylesine güçlü ve sivil karekterli barışçıl halk hareketini öngörememişti. İkdidar, muhalefet partileri ve sol  sosyalist güçler olaylar başladığında “büyük bir şaşkınlıkla” gelişmeleri anlamaya çalıştılar. Bu durum hiç şüphesiz benim içinde geçerlidir.

“ Herşeyin yolunda gittiği” bir dönemde bu harakette neyin nesiydi ? Kimler örgütlemiş ve hangi güçler meydana çıkmıştı ? Bu ve benzer sorular havadan uçuşuyordu.

Direnişin ilk günlerinde, tutumlar bir parçada olsa netleşti. İkdidarın tavrının ne olduğunu yukarıda genel hatları ile ortaya koyduk. Peki diğer güçler soruna nasıl baktılar, nasıl bir tutum gelitirdiler?

 

Kürt hareketi somut olarak BDP, ilk günlerde durumu kavrayamadı. Direnişin daha ilk gününden itibaren Sırrı Süreya Önder aktif olarak yer almış olsa da durum budur. Gerek Sırrı”nın bu tutumu, gerekse Ertuğrul Kürkcü” nün Mecliste yaptığı konuşma BDP tarafından pek destek bulmadı. Selhattin Demirtaş yaptığı basın açıklamasında, “ Biz ırkcıların, darbecilerin bulunduğu alanda olmayacağız “ diyerek soruna ne kadar dar ve yüzeysel baktıklarını ortaya koydu. Taksim- Gezi Parkında buluşan yüzbinleri “ barış sürecini baltalamak isteyen “   güçler olarak nitelendirdi. Onun bu tutumu ikdidar tarafından karşılık buldu ve MHP ve BDP” ye teşekür tebrikleri iletildi. AKP ikdidarının tamda bu direnişteki tutumundan dolayı BDP” yi kutlaması manidardır. İyiki bu karşılıklı “ittifak” fazla sürmedi. Önce Kandil”de M. Karayılan, sonra İmralı”da A.Öcalan yaptıkları açıklamalarla, Taksim- Gezi direnişini selamladıklarını ilan ettiler. Bunun üzerine BDP tutum değiştirerek eylemlere kitlesel destek sunmaya başladı.

Dersim” de BDP”ye rağmen daha ilk günden itibaren destek gösterileri zaten yapılıyordu.Tutum değişimi sonrası Kürt coğrafyasında diğer illerde de destek eylemleri gerçekleşti.

Tüm bu olumluluklara rağmen, BDP nin gerekli tutum ve davranışı ortaya koyamadığını düşünüyorum.

BDP Taksim- Gezi direnişi karşısında sınıfta kalmıştır.

MHP beklenen tavrı takındı. Devleti ve Polis”i yıpratmamak için meydanlara çıkmayacağını açıkladı. Direnişin yaygınlaşması ve ikdidarın sergilediği vahşet karşısında yer yer, eleştirilerde bulunuldu. Ancak eylemlerin doğrudan karşısında yer alma gibi bir tavra gidilmedi. Bu bağlamda Büyük Birlik Partisi nin tavrı daha saldırgandır. Pek çok şehirde eylemcilere saldıran sivil giyimli, eli sopalı, Baltalı gürühun bu partiye mensup oldukları basına yansıdı. Kaldı kü, Erdoğan ikdidarı yıllardan beri BBP li gençleri “vurucu milis güç” olarak kullanmaya çalışmaktadır. Ve bu kesim çoktan bu göreve hazırdır.

 

CHP de ilk başlarda olayı okuyamadı. Süreç içinde eylemlere destek sundu. Onlarca Milletvekili eylemlerde yer aldılar. Kitlesel olarak eylemlere en çok güc veren doğal olarak CHP oldu. Ancak direnişin düzen sınırları içinde kalması için de özel bir çaba gösterdiler. Direnişin uzaması ve tüm ülkeye yayılması bu partiyi de ürküttü. Muhalefet en fazla AKP karşıtı sınırları içinde olmalıydı, daha fazlası değil..

 

Direnişin bir diğer dinamiği olarak “ Anti kapitalist Müslümanlar”dan sözetmeden geçmek olmaz. Son yıllarada muhalif bir hareket olarak tarih sahnesine çıkan bu hareket, her şeyden önce, İslami cenah içinde tartışmayı, sorgulamayı ve ayrışmayı getirmiş olma özelliği ile önemlidir. Dahası “ Apdestli Kapitalistler” dedikleri , AKP ikdidarının uluslararası sermaye kurumları ile nasıl iç içe geçtiğini, ülke zenginliğini kapitalizmin emrine verdiğini etkili bir biçimde İslami kesimler arasında açığa çıkarmaktadır. Kürt haraketi, İşçi hareketi karşısında da dayanışmacı bir çizgi ortaya koydular. Tüm bunlar, önümüzdeki süreçte İslami kesimin daha büyük ayrışmalara ve tartışmalara gebe olduğunun işaretidir.

 

Başta Alevi hareketi olmak üzere tüm sol sosyalist devrimci güçler, direnişde etkin bir biçimde yer aldılar. En ön saflarda Polis ve devletle çatıştılar. Erdoğan”ın “ İçinizdeki Marjinal gurupları atın.” Çağrıları yapması sebepsiz değildir. Alevi toplumu kendi varoluş mücadelesini Taksim- Gezi direnişinde bulmuştur. Bu nedenle bulunduğu her alanda güçlü destek sundu. Öldürülen gençlerin tümünün Alevi kökenli olduklarını da bu vesile ile belirtmiş olalım..

Direnişin, çok farklı kesimlerin ortak hareketi olarak gelişmiş olması, Askeri darbelere bel bağlamadığını ortaya koyması ve herhangi bir siyasi partinin önderliğinde gelişmemiş oluşu, direnişin güçlü yanlarıdır. Bu direnişte ilk defa Kürt hareketi taraftarları ile ulusalcı ve ya Kemalist taraftarlar yan yana Polis zulmüne karşı ortaklaşa direndiler. Saldırılar karşısında birbirine sahip çıktılar. Anti kapitalist Müslümanlarla Aleviler ilk defa ortak talepler için yürüdüler. Homosexsüel ve Lezbiyenler ilk defa toplumun diğer kesimleri ile birlikte Gaz, Su ve Coplu saldırılar karşısında bedenlerini siper ettiler..Gençlik ilk defa böylesine büyük bir direnişte Anaları, Babaları ve dede ve nineleri ile siperde yanyana mücadele verdiler. Hep birlikte korku duvarlaıı yıkıldı. Buz kırıldı yol açıldı. Umut tohumları birlikte saçıldı. Yeni bir geleceğin, yeni bir dünyanı kapıları birlikte açıldı. Artık geriye dönüşü olmayan bir yola girilmiştir. Bu yol mücadele ile açıldı, mücadele ile sonuna kadar yürünecektir. Artık hiç bir şey eskisi gibi olmayacaktır. Global kapitalizmin dünya genelinde yaratığı yıkım ve barbarlığa karşı Taksim ve Gezi de cevap verilmiştir.

Yıllardır Yunanisanda süren direniş, 30 yıldır süren Kürt hareketi, Portekiz, İspanya ve dünyanın daha başka ülkelerinde milyonların eylemleri yeni bir dünya için unutlu olmamızı müjdelemektedir.

Mücadele devam edecektir. 22 Haziran da Taksim meydanında direnişte kaybettiklerimizi anmak için yine on binler alana doldular. İkdidarın alana ulaşımı engellemek için başvurduğu tüm engelleme çabalarına rağmen bu kadar büyük bir kitle birleşti. Ankara, Mersin, Antakya, İzmir, Adana, Eskişehir, Dersim hala ayaktalar. Avrupa da 22 gündür meydanlar insanlarla dolup taşıyor. Son olarak Köln” de 40 bin insan Alevi kurumlarının önderliğinde eylem yaptılar. Buraya sol ve Sosyalit güçler de katıldılar. Yarın Kadıköy de yine Alevi kurumların öncülüğünde on binler alana inecekler.

Görev yüreklerimizde yeşeren umut tohumlarını büyütmek için daha fazla mücadele, daha fazla direniştir. Dar ve gurupcu hesaplarla bu olumlu koşulları heder etmemektir.

Mücadelemiz ancak birleştirici, yapıcı ve doğru bir politik temelde başarıya ulaşabilir.

Kapitalist sistemi tümüyle tasfiye etmek uzun ömürlü ve sabırlı bir mücadele sürecidir. 21. yüzyılın sorunlarını çözümleyebilecek sosyalizim için, geçici yol arkadaşlarımızla bugünün karanlık kanlı ikdidarlarını alaşağı etme görevimizi Taksim- Gezi direnişi bir kez daha ertelenemez pratik bir sorun olarak ortaya koymuştur.

 

22 Haziran 2013.

 

( 1 )  “Topçu Kışlası olarak bilinen yapının asıl adı Halil Paşa Topçu Kışlası yada Taksim Kışlasıdır. 1780 yılında I. Abdülhamit tarafından yaptırılmış. Mimarı ise o dönemin ünlü mimarı, Ermeni bir aile olan Balyan ailesinden Krikor Balyandır. Yapımından bir sene sonra Kabakçı Mustafa isyanı sonunda bir hayli tahrip olmuş ve sonra II. Mahmut zamanında onarılmıştır. Bir kaç kez muhtelif zamanlarda yangınlar geçirmiş. Sultan Abdulmecit döneminde ise Gürcü Halil Rıfat Paşa tarafından yeniden ve çok daha güzel inşa ettirilmiş.

Kışla’nın tarihindeki en önemli olay, 31 Mart Vakası sırasında ve sonrasında yaşanmıştır. 1909 yılının 12 Nisan’ı 13 Nisan’a bağlayan gecesi, Taksim Kışlası’ndaki Avcı Taburu’na bağlı askerler, subaylarına karşı ayaklanarak Heyet-i Mebusan’ın önünde toplanmışlar ve İttihat Terakki hükümetinden şeriata uygun yönetim istemişlerdir. Uzlaşma yolunu seçen Hüseyin Hilmi Paşa kabinesi istifa etmiştir. “

31 Mart  Olayı Kemalist  İkdidar tarafından “ İrtica ve Şeriatcı başkaldırının” sembolü olarak algılanmıştır. Bu nedenle 1940 da CHP”li belediye başkanı Lütfi Kırdar tarafında yıkılmış ve yerine Gezi Parkı yapılmıştır.

Erdoğan”ın  inatla Topcu Kışlası Yapma isteği bu tarihsel geçmişe dayanmaktadır. Ülkemizde binlerce tarihi eser bakımsızlıktan yıkılıp, yok olurken, Başbakan”ın “Tarih aşkı”ile bu kışlayı yapmak istemesinin kısa hikayesi budur. Kemalist ikdidardan öç alma.