Anasayfa , Köşe Yazıları , İsyan Dersleri[*]

İsyan Dersleri[*]

temeldemirer“Gözlerimiz birbirine göre
Ellerimiz, dudaklarımız
Ve aşk bize göredir…
Ve biz dünyaya göreyiz.”[1]

Yunanistan’da yaşananların bizlere verdiği isyan dersleri, XXI. yüzyıldaki başkaldırılar açısından -Paris Varoşları gibi- kilit önemdeki, çözümlenmesi gereken verilerdir…

Hepimize Yunanca, “Na m’agapas, oso boris na magapas” diye haykıran isyanın, Türkçe’ye tercümesi, “Sev beni, sevebildiğin kadar sev”dir…

“Son”, “Elveda” yani “nisyan tüccarları”na; anlamlı, öğretici bir itiraz olan Yunanistan dersleri; hepimize, herkese bir kez daha, Bovee’nin, “Samimiyeti yitirmek, gücünü yitirmektir”; Shakespeare’in, “Koca selleri meydana getirenler, küçük dereciklerdir,” sözlerinin anlamını anımsatmıştır…

“DURUM”

“Yunanistan’da patlak veren protestolar devam ediyor. Atina’da bir polis merkezine molotofkokteyli atılınca 6 polis aracı yanarken, öğrencilerle polis arasında çatışmalar meydana geldi,” haberleri dört bir düvelde yankılanırken; “Gençler sokakları terk etmiyor”du!

“15 yaşındaki bir arkadaşlarının polis tarafından öldürülmesini protesto eden gençlik grupları ile hükümetin politikalarına tepki gösteren sendikalara teslim olan Yunanistan sokakları hareketli”ydi… “Yunanistan genelindeki yüzlerce okul öğrencilerin işgali altında”ydı…

Çünkü anarşist Aleksis Grigoropulos, Eksarhia semtinde polis kurşunuyla katledilmişti…

Evet 6 Aralık 2008’de 15 yaşındaki Aleksis Grigoropulos’un polis kurşunuyla ölmesinin ardından tüm Yunanistan’ı saran protesto gösterileri sürerken, bir grup gösterici 17 Aralık 2008’de başkent Atina’daki tarihi Akropolis tapınağına dört dilde “direniş” yazan ve “18 Aralık’ta tüm Avrupa yollara” ifadesini taşıyan pankartlar astı. Güvenlik güçlerini aşarak tapınağa çıkan ve Yunan bayrağının yanına dev pankartları asan çoğu üniversite öğrencisi eylemciler, yaklaşık bir saat boyunca gösterilerini sürdürdü. Yunanistan’ın yanı sıra birçok Avrupa ülkesinde eşzamanlı gösteriler düzenlendi.

Bir grup genç de, 16 Aralık 2008’de ellerinde “Televizyon izlemeyi bırak, sokağa çık” yazılı dövizlerle bir televizyon kanalının stüdyosunu basarak Başbakan Kostas Karamanlis’in konuşmasını kesti. Göstericilerin 17 Aralık 2008’de Atina’daki bir polis merkezine molotofkokteyllerle düzenlediği saldırıda da, bina önündeki araçlar zarar gördü.

Gösteriler nedeniyle eğitim-öğretim programının “yokuş aşağı yuvarlandığı” yorumunu yapan basın, ülke genelinde öğrenci işgalinde olan ve ders veremeyen orta ve yükseköğretim kurumlarının sayısının 700’e yakın olduğunu belirtti.

Öğrenciler, sadece 11 Aralık 2008’de 20 karakolu kuşattı…

Binlerce öğrenci Atina’nın birçok semtindeki karakolları kuşatarak polisle çatıştı…

Egaleo, Voula, Vironas, Peristeri, Glifada, Galaçi, Alimos, Kifisia, Pire, Kolonos karakolları önünde sloganlar atan öğrenciler bu karakollara giriş ve çıkışı bir süre engelledi. Ancak diğer karakollardaki olaylar çatışmaya dönüştü…

Ülke çapında 565 dükkân hasar gördü; Atina’da 37 dükkân tamamen harap oldu…

435 dükkânın yüzde 80’i ise yağmalandı…

Atina’daki gösteriler sırasında, protestocular 190 binayı ateşe vermeye çalıştı…

14 banka, 49 bina, 47 dükkân ve büro, 3 kamu binası kısmen veya tamamen yandı…

20 oto ve 60 çöp konteyneri ateşe verildi…

Dükkânlara verilen zarar 50 milyon euro’dan fazlaydı…

Emekli Büyükelçi İnal Batu, “Ben bu durumu hem Yunanistan yönetiminin hem de AB’nin ciddi bir iflası olarak değerlendiriyorum. Artık AB için de tehlike çanları çalıyor. AB’den 50 milyar Avro para alan, kişi başı milli gelirini 15 bin dolara yükselten Yunanistan, küresel mali krizin ardından ne hâlde…”; Emekli diplomat İlter Turan da, “Bu tür olayların yapısını yorumlamak oldukça zor olsa da, bir gerçek var; Yunanistan’da işler kontrolden çıktı,” vurgularıyla durumu özetliyorlardı.

Gerçekten de Foti Benlisoy’un, “15 yaşındaki Alexandros Grigoropoulos’un polis tarafından Atina’nın göbeğinde katledilmesinin ardından dört gün boyunca ülkenin hemen her yanında ‘patlayan’ yığınsal öfke, ‘hükümeti ve neredeyse tüm siyasal sistemi paralize etti’ sözleri abartı sayılmaz.

Öyle beklenmedik bir tepkiydi ki bu memleketin belki on, belki yirmi yıldır bırakın çatışmayı, eylem dahi görmemiş ücra köşelerinde bile sokaklara çıkan üniversite ve lise öğrencileri yol kesip polis karakollarını kuşatır oldu.”[2]

Bu durumda Nikos Konstandaras, “Yunan toplumunun skandallar nedeniyle siyasilere, din adamlarına ve yargıya duyduğu öfke, 15 yaşındaki bir çocuğun polis kurşunuyla öldürülmesiyle taştı. Bu ölümün istismar edilmemesi ve sosyal uyumun güvenceye alınması için değişim önerme cesaretine sahip bir lidere ihtiyaç var,”[3] derken; ‘The Economist’ de ekliyordu: “Atina’da reform vakti geldi”![4]

“NEDEN”

Neydi bu toplumsal öfkenin “neden”leri?

“Denilebilir ki, Aleksis Grigoropulos’un polis tarafından öldürülmesiyle, Yunan toplumunda hükümete, devlete ve sisteme karşı biriken öfke ve infial birdenbire boşalıverdi.

Olayın, sadece bir avuç anarşistin sorumsuzca sağa sola saldırmasının ötesinde, daha yaygın ve ciddi boyutlar almasının nedeni de, Atina’daki bir gözlemcinin deyişiyle, ‘toplumun bir süredir yaşadığı stres ve sinir krizi’dir.

Yunanlıları bu noktaya getiren çeşitli etkenler var: Bunların başında ekonomik faktör geliyor. Ülkeyi derinden etkileyen küresel krizden önce de, bu ülkede ekonomik ve sosyal sıkıntılar halkı bezdiriyordu. Karamanlis hükümetinin liberal ekonomik politikası (bu arada özelleştirme programı) ülkede artan işsizliğin, gelir dağılımındaki dengesizliklerin başlıca sebebi sayılıyordu. Ayrıca son zamanlarda açığa çıkan yolsuzluklar ve skandallar halkın hükümete ve sisteme güvenini daha da sarsıyordu.

Küresel ekonomik kriz durumu daha da zorlaştırdı. Bu nedenle alınmaya başlayan kemer sıkma önlemleri özellikle çalışan kesimlerde ve işsiz kalan veya iş bulamayan gençlerde güvensizliği ve umutsuzluğu artırdı.

İşte bu ortamda Atina’nın ‘anarşist’ gençlerinin toplandığı bir semtte polise hakaret yağdıran bir gencin vurulması adeta toplumdaki zembereğin boşalmasına yol açtı.”[5]

“… ‘Yunanistan’daki huzursuzluk, ülkenin dünyaya mirası olan demokrasiyi kendi toprakları içinde hayata geçiremediğinin açık göstergesi’ diyor ‘The Times’…

Batının nicedir iktidarda olan neo-liberal fikir dünyasının mükemmel bir ürünü, bu yorum.

Evet, ülkede alıp yürümüş yolsuzluk, hızla büyüyen işsizlik, hükümet kapışmalarının kaçınılmaz olarak insana aile işletmeleri arasındaki itişmeyi hatırlatan yapısı, çalışanları mağdur eden ekonomik önlemler ve benzeri kalemlerden oluşturulan bir liste, bu yorumu bir parça yenir yutulur kılmak için çıkarılıveriyor. Amma ezcümle söylenen şu: Demokrasi kavramını dünyaya kazandırmış olan kültürün gelmiş olduğu noktaya bakın. Hükümet beceriksiz. Vandallar iplerinden boşanmış.

Demokrasiyi sermayenin her an güven içinde eylediği, öfkenin ve her türden radikalizmin çoktan pılını pırtısını alıp çekip gitmiş olduğu bir dirlik düzenlik hâli olarak tanımlamak elbette neo-liberalizmin dünyamıza atmış olduğu en büyük kazıktır.

Oysa demokrasi tam da bugün Yunanistan’daki kalkışma hareketini de besleyen bir varoluş biçimidir.

Yunanistan’da olan bitenleri takip etmek için en doğru adres olan Foti Benlisoy aslolanı işaret ediyor:

‘Bu birikimin (anarşistiyle solcusuyla) Grigoropulos’un öldürülmesinden sonra açığa çıkan tepkinin kendini dışa vuruşunda etkisi küçümsenemez. Ancak söz konusu tepkiyi ayırt edici kılan ve neredeyse bir ‘kalkışma’ vasfı kazandıran, bu birikimi çok aşan bir toplamın sokağa inmesiydi. Ortaokul öğrencilerinden genç işsizlere, üniversite öğrencilerinden ‘prekariat’lara bu toplam, hareketi kıtanın üzerinde dolaşan (hadi yine ‘hayalet’ demeyelim) huzursuz bir ruh hâline dönüştüren temel etkendi. Hareketi geçmişin bir kalıntısı değil de ortak geleceğimizin bir işaret fişeğine dönüştüren tam da bu yeni unsurdur.’

Vicdandan, adalet ve özgürlükten güç alan bir muhalefete gücü kalmamış kesimler, yapayalnız bırakılmış gençlik ve vahşeti tamamıyla kanıksamış bir halk.

Yunanistan’daki isyan karşısında şaşkın bir tavır seziliyor basınımızda…

Şiddetin her türüne karşı olduğunu iddia edenlerin, şiddetin devlet eliyle uygulanan birçok türüne karşı kıllarını kıpırdatmadıklarını görüyoruz.

O çocuklar orada meşru sistemin şiddetin ta kendisi olduğunu biliyor. Ürkek dünya tarafından ne kadar çapaçul bir kalabalık olarak adlandırılsalar da hedeflerini fevkâlâde isabetle saptamışlar.

Sistemin meşruiyetini sorguluyorlar…

Belki XXI. yüzyılın insanlık hikâyesi yazılıyor o sokaklarda.”[6]

HÜKÜMETİN HÂLİ

XXI. yüzyılın insanlık hikâyesi sokaklarda yazılırken; Montesquieu’nün, “Bir iktidarın kötüye kullanılmasını önlemek için, iktidarın iktidarı sınırlayacağı bir düzenleme gerekir,” dediği durumun onun dışından, karşısında yani sokaklarda, varoşlarda, dağlarda oluşacağı gerçeği kendini bir kez daha kanıtlıyordu…

Yunan hükümetinin hâli bunun kanıtıydı…

Bu durum Murat İlem’in, “Karamanlis hükümeti aciz. Muhalefet yetersiz. Ordu kışladan çıkamıyor. Tecrübesiz polis olayların üzerine adeta benzin döküyor,”[7] tarifi gözler önüne sererken; Yunan hükümeti “çözümü”nü yine “efendileri”nde arıyordu!

Yunanistan Emniyet Teşkilâtı’ndaki güvenlik durumunun vahimleşmesi üzerine terörle mücadele dairesinin yeniden yapılanması için Britanya’nın ünlü polis teşkilâtı Scotland Yard’daki dedektiflerin yardımını istedi.

Yani Başbakan Kostas Karamanlis’in ülkeyi saran eylemler karşısında çareyi Scotland Yard’dan yardım istemekte buldu. Britanya heyeti Atina’ya gelecek. Scotland Yard’ın Yunan asıllı dedektifi Hristos Kalamatianos da Emniyet’in Terörle Mücadele Dairesi’ne dönecek…

Evet, devrimin karşı-devrimi “güçlendirerek ilerlemesi” dedikleri tam da budur işte…

DEVLET TERÖRÜ

Evet, Yunanistan’daki isyanın ilk “getiri”lerinden birisi de devlet terörü olmuştur.

Örneğin Yorgo Kırbaki’nin deyişiyle, “Polisin göstericilere sıkacak göz yaşartıcı gazı kalmazken, ordu sarı güvenlik alarmına geçti.”[8]

Yunan radyo ve televizyon kurulu ERS, polis ve hükümeti eleştiren kanallara “Savcı ve hâkim rolüne son verin” çağrısı yaptı.

Aleksis’in katili Epaminontas Krokoneas’ı kurtarmaya gayret etti.

Başbakan Kostas Karamanlis isyandan küçük bir anarşist grubun sorumlu olduğunu savunurken; “Karamanlis sertlik peşinde” vurgusuyla Murat İlem ekliyor: Yunanistan’da çatışmalar ve grevle sarsılan hükümet, çareyi özgürlükleri kısıtlamakta arıyor… 15 yaşında bir gencin yargısız infaza kurban gitmesinin ardından çıkan olayları bastıramayan Başbakan Kostas Karamanlis, üniversite dokunulmazlığını ve gösterileri yasaklamaya hazırlanıyor…”

Hani “demokrasi”, “AB standartları”, vs., vb’leri?

Devlet üzerine düşünmeliyiz yeniden.

Platon’un total devletinden, Hobbes’un siyaset bilimini doğrudan etkileyen devasa çalışması Leviathan’ına, oradan da Marksizmin devlet çözümlemelerine.

Sonra da Hannah Arendt’in “totaliter devleti”nden, Louis Althusser’in “devletin ideolojik aygıtları”na veya Nicos Poulantzas’ın “olağanüstü devlet biçimi” çalışmasına…

Devlet üzerine düşünmeliyiz yeniden…

Hem de Kant’ın, “Eğer adalet yok olursa, o zaman yeryüzünde insanların yaşamasının artık değeri kalmaz,” sözlerini unutmadan!

OLAN BİT(MEY)EN

Yunanistan’da yaşananları, Dimitri Dellolanes “Neo-Liberalizm Krizi”[9] olarak nitelerken; olan bit(mey)ene ilişkin olarak Ergin Yıldızoğlu’nun altını çizdikleri de şunlardı:

“Sivil polislerin, 6 Aralık 2008’de Atina’nın sol eğilimli, ‘karşıt kültür’ çevrelerinin yoğunlaştığı, yıllardır, sık sık polisle çatışmaların yaşandığı Exarchia mahallesinde 15 yaşında bir genci vurarak öldürmesi Kathimerini’nin bir yorumunda vurguladığı gibi, ‘hiç de beklenmedik bir şey değildi.’[10] Ama, ardından patlak veren, hızla ülkenin büyük kentlerini saran, önceden planlanmış bir genel grevle de çakışan protesto gösterileri, herkeste şok yarattı. BBC’nin saygın ve soğukkanlı olarak nitelediği Kathimerini’nin yorumunun başlığı da ‘Yanılsamaların peçesi kalktı’ diyordu. Yorumcu, Nikos Konstandars’a göre Yunanistan’ı sarsan ve üniversite işgalleri, sokak çatışmalarıyla toplumsal ‘olayların yarattığı radikalleşmenin sonuçları gelecek on yıl boyunca yaşanacak.’[11]

‘Şok’, ‘yanılsamaların kaybolması’, ‘radikalleşme’ beklentisi (öznelliklerin yeniden şekillenmesi) gibi saptamalar, bize bu çatışmaların bir tarihsel ‘olay’ niteliği taşıdığını söylüyor.

Yıllardır biriken ekonomik ve toplumsal sorunlarla, meşruiyeti zayıf bir devletin ve ekonomik kriz içinde izlenen neo-liberal hükümet politikalarının, Yunan solunun hâlâ kaybolmamış radikal geleneğinin tarihsel zemini üzerinde kesişmesinin, ‘bir olay alanı’ yarattığı söylenebilir. Bundan sonra artık ‘olayın’ doğması için tek eksik, tetikleyici bir rastlantıyı müdahale aracı olarak kullanacak bir ‘öznedir’. Yunan Anarşist hareketi ve SYRIZA olarak bilinen sol ittifakın harekete geçirdiği ‘yeni orta sınıfın’ (‘yeni proletarya’ olarak nitelediğim kesim-E.Y) bu tarihsel işlevi başarıyla gerçekleştirerek ‘olayı’ yarattığı görülüyor. ‘Proletarya’nın geleneksel ve yeni kesimlerinin bir olayın içinde birleşmesine olanak sağlayan Genel Grev ise, tarihin ilginç bir ‘cilvesi’.

Der Spiegel’den The Guardian’a, Le Monde’dan, Liberation’a, Kathimerini’ye kadar hemen tüm yorumcular, Anarşist grupların olayları başlattığını, eyleme katılan, sokaklardaki kitlenin esas olarak öğrencilerden, lise, üniversite öğretim üyelerinden, ‘beyaz yakalı’, eğitimli kesimlerden oluştuğunu; gelip geçen halkın, alışveriş yapan kadınların sokaklardakilerle samimi iletişimine ilişkin gözlemleri aktarıyorlardı.”[12]

Örneğin Başbakan Kostas Karamanlis istifa çağrılarını reddederken ülkesindeki isyana dair ilk kez konuşan Yunanistan Kilisesi Başpiskoposu Yeronimos da, “Bu çocuklar nedensiz öfkelenmedi” diyerek isyana hak verdi!

Ve nihayet Katimerini’nin anketine göre, Yunanlıların yüzde 60’ı olayların azınlıktaki eylemcilerin işi olmadığını, bir halk isyanı olduğunu düşünüyordu!

Aslı sorulursa Yunan İntifadası için anarşist Aleksis Grigoropulos’un katli, başkaldırının vesilesi (bahanesi) olmuştur; gerçek olan kapitalizme olan hoşnutsuzluğun topyekûn itiraza dönüşmesidir.

Bunun içindir ki “Avrupa basını ve sosyologlar, konuyla ilgili çevreler, hareketin anti-kapitalist, anti-emperyalist, sistem karşıtı sloganlarına dikkat çekerken, sermaye güçlerini, acil önlemler alınması konusunda uyarıyorlar.

Sermayenin popüler akıl hocalarına bakılırsa, olayların nedeni bir gencin polis kurşunuyla öldürülmesidir!

‘Vesileci tarihçiler’ ve olup biteni görmezden gelmekte çıkar uman güç odakları için böyle olabilir. Ve eğer bu böyleyse; 1989 Fransız Devrimi’ne, Marie Antoinette’in, ayaklanan yoksullara ‘Ekmek bulamıyorlarsa pasta yesinler’ demesinin ya da 1917 Şubat Devrimi’ne, Rasputin’le Çariçe’nin ahlâk dışı ilişkilerinin neden olduğunu düşünüyor; ‘Rusya’nın başına gelen felaketlerin nedeninin bu ahlâk dışı ilişkiler olduğuna inanan halkın ayaklanmasıyla olmuştur’ diyenlere inanıyorsak, Yunanistan’daki bu olayların nedeni de bir gencin polis tarafından vurulmasıdır!

Yunanistan’da olanlar bir 1789 ya da 1917 boyutunda değildir, ama vesile (bahane) nedenle asıl nedenin karıştırılması açısından birbirine benzemektedir. Çünkü Yunanistan’da olan, gençliğin sisteme başkaldırısıdır ve onun için de biraz anlamak için bakanlar buradaki anti-kapitalist, kürselleşme karşıtı ya da anti-emperyalist talepleri fark etmektedir. Dahası, gerçeği görmek isteyenler, krizin yarattığı baskının gençlikte eğitim, iş, güvenli bir gelecek ve özgürlük taleplerini kışkırttığını, sisteme başkaldırı eğilimini güçlendirdiğini görmektedirler.”[13]

TOPLUMSAL ELEŞTİRİ VE VİCDAN HAREKETİ

Gerçekten de Ara Güler’in, “Yaşam size verilmiş boş bir filmdir. Her karesini mükemmel bir biçimde doldurmaya çalışın,” sözlerindeki çocuksu içtenlikle bir toplumsal eleştiri ve vicdan hareketine dönüştü Yunanistan İntifadası…

Alexandros Gregoropoulos’un cenazesinde dağıtılan,

“Unuttunuz./

Bizi desteklemenizi bekliyorduk,/ bir defa da olsa,/ sizin bizi gururlandırmanızı bekliyorduk boşuna./

Yalancı hayat taşıyorsunuz,/ boynunuzu eğdiniz./

Donunuzu indirdiniz ve öleceğiniz/ günü bekliyorsunuz/ sevdalanmıyorsunuz,/ yaratmıyorsunuz./

Yalnız alıp satıyorsunuz/ her yerde maddiyat./ Sevgi hiçbir yerde, hiçbir yerde gerçek./

Ana babalar nerede? Sanatçılar nerede?/ Neden dışarı çıkıp bizi korumuyorlar?

Bizi öldürüyorlar/ Yardım edin!” dizeleri ruhunu neo-liberalizme teslim etmiş tüketim toplumunu silkinmeye çağırıyordu…

Bir toplumsal eleştiri ve vicdan hareketine dönüşen isyan, “Bu devlet öldürüyor, artık yeter. Onları durdurmamız gerekiyor,” diyordu…

Daha doğrusu bu ifadeler ‘Synaspismou Gençleri’ isimli oluşumun yayımladığı bildiride yer alıyordu.

Devamı ise şöyleydi: “Eğer birileri kurşun yiyeceğimiz endişesiyle sokaklarda dolaşmaya korkacağımızı sanıyorsa, yanılıyorlar”. Önce Alex’in yaşadığı Eksarhiya semti sonra Atina’nın merkezi ve artık bütün ülke…

Alex’in öldüğü hafta yapılan grevler büyük kentlerde hayatı durdurdu.

Ardından anarşistler ve onlara destek veren tüm örgütler de organize eylemlere başladı. Hedef bu kez kamu binaları ve uluslararası mağaza zincirleriydi. Öğrenciler üniversiteleri ve liseleri işgal etti.

Yunanistan Komünist Organizasyonu Alex’in cenazesinin yapılacağı gün halkı şu cümlelerle göstericilere katılmaya çağırıyordu: “Sadece solcular değil herkes. Sol insanlara önderlik etmeli. Şimdi tereddüt etmenin ve akademik politikanın zamanı değil. Herkes sokağa, mücadele etmeli ve kazanmalıyız.”

Mesajın büyük ölçüde yerine ulaştığını söylemek yanlış olmaz…

Yunanistan’a bakın! “Yangın sadece sokaklarda mı? Fotoğraflara bakın, parlamentonun önünde dizilmiş kalabalık, tarihi ütopyalarla eğlenircesine mutlu ama bir o kadar da öfkeli. Yunanistan’da bir kuşak kendilerini vurup faili meçhullere karışan polise, emeklerini global sermayeye peşkeş çeken hükümete isyan ediyor. Andreas Papaondre’ye göre anarşistlerin halktan gördüğü destek şaşırtıcı değil. Yunan devlet radyosu ERT muhabiri Sami Karabıyıklıoğlu’na göre de, ‘Gelecekte olacakları kimse bilemez’…”[14]

KÜRESEL(LEŞEN) KORKU

Evet, evet “Gelecekte olacakları kimse bilemez…”

Hani Woody Allen’in, “Dünya iyi ve kötü insanlar olarak ikiye ayrılmış gibiydi. İyiler daha rahat uyuyordu. Kötüler ise uyandıktan sonraki saatleri daha çok tercih ediyordu,” betimlemesindeki kötüler yani sömürenler için müthiş bir korkudur!

Bu olgu Haluk Şahin’e, “Gençlik isyanlarının ‘taklit edilen sosyal devinimler’ kategorisine girdiğini 1968’den biliyoruz. Fransa’da tutuşan ateş kısa sürede diğer Avrupa ülkelerine ve Amerika’ya sıçramış, Türkiye’de de yangınlar çıkartmıştı. Ya bu kez de öyle olursa?”[15] dedirtirken; Yunanistan’daki isyandan vazife çıkaran ilk Avrupa lideri Sarkozy oldu.

Devrim nostaljisinin her dem baki olduğu Fransa’da başlayabilecek bir eylem dalgasının küresel mali krizin ortasında kendisini götürebileceğini hesap eden Sarkozy, öğrenci protestoları karşısında eğitim reformunu bir yıllığına askıya aldı. Ortaöğretimde binlerce öğretmenin işten çıkarılması, ilköğretimde haftalık ders saatlerinin azaltılması, özel durumları olan çocuklara özel eğitimin kısılmasını öngören reform grev ve eylemlere vesile olurken, Sarkozy “Lise reformunu gerçekleştireceğim. Ama dinlemek ve görüş alışverişi için zamana ihtiyacımız var” dedi. Eğitim Bakanı Xavier Darcos, reformu 2010-11 eğitim yılına ertelediklerini açıkladı.

Bu arada bir ara Arjantin’e benzemekten korkan T.”C”, şimdi de Yunanistan’a benzemekten korkmaya başladı. Bu korkuyla TBMM İnsan Haklarını İnceleme Komisyonu üyeleri de, Yunanistan olaylarını değerlendirdi.

CHP’li Ahmet Ersin de, olayları, filmlere de konu alan ve “dünyanın bir bölgesindeki en küçük hareketin, uzak bir başka bölgede de değişimlere neden olabileceğini” öngören “kelebek etkisine” benzeterek, “Bu olaylardan beri düşünüyorum, bu tür şeyler kelebek etkisi yapar ve Türkiye’ye de yansıyabilir,”[16] dedi…

Egemenler küresel(leşen) korkularında haksız değildirler!

Çünkü Yunanistan’da protestoların altıncı gününde İspanya, Danimarka, Rusya ve İtalya’daki solcu gruplar da destek verdi. İspanya ve Danimarka’daki gösterilerde çatışma çıktı, yaralananlar oldu…

Yunanistan’daki isyanın herkese öğrettiği: Vergilius’un, “Yeneceklerine inananlar, yenerler”; Pestalozzi’nin, “Kendi kendine yardım etmeyi bilmeyene, hiç kimse yardım etmez”; Alman Atasözü’nün, “Herkes kendi kaderinin demircisidir,”Konfüçyüs’ün, “Eğer ağaca çıkmak istiyorsanız, yıldızlara çıkmaya niyet edin, başarırsınız,” sözleridir…

İSYANIN ÖĞRETTİĞİ

“Yunanistan’ın Aralık 2008’i, isyanı mümkün kılan bir isyandır,”[17] der Şükrü Argın; doğrudur.

Çünkü nasıl başladığı, nasıl geliştiği, nereye vardığı, nereye uzanacağı, neye vesile, neye zemin olacağı eylemin önderliğiyle belirleyen; Kasım 2005’te Paris varoşlarında yükselen isyanın kıvılcımını andıran isyan; Charlie Chaplin’in, “Olanaksızı deneyelim. Unutmayalım ki insanlık tarihindeki büyük olaylar, olanaksız görünenin gerçekleştirilmesiyle meydana gelmiştir,” sözünün altını çizmektedir.

Bu yanıyla da müthiş önemli ve öğreticidir.

“Okulları sattığınızda, ormanları yaktığınızda, kiliselere devlet yardımı yaptığınızda, işsizlik sigortasını cebe attığınızda, Kıbrıs’ı gösterip silah aldığınızda, hep yeter dedik, anlamadınız…

Atina yanıyor… Atina yalnız değil; Selanik, Yanya, Patras ve Girit ve hatta Berlin yanıyor. Dünyanın hiçbir itfaiye ekibi, hiçbir kolluk kuvveti Alex’i selamlamak için yaktığımız bu ateşi söndüremeyecek,”[18] diye haykıran Yunanistan’daki başkaldırının öğrettiği bir diğer şey yapılması gerekenlerin yapılmasında duraksanmaması gerektiğidir!

Örneğin, “Sistem karşıtı devrimci şiddet; MAT (Yunanistan Çevik Kuvvet Polisi) ve gençlik arasında yaşanan molotoflu, taşlı, sopalı ve gaz bombalı çatışmalarda açığa çıktı. Eurobank başta olmak üzere bir çok emperyalist finans kapital kurumu tahrip edildi, yakıldı. Koşullar ne kadar ‘demokratik’ olursa olsun egemen güçlerin şiddeti karşısında emekçilerin meşru müdafaa temelinde şiddet kullanması kaçınılmaz hâle gelmektedir…

Yunanistan’da yaşananlar bir kez daha şunu kanıtladı: Açık ve meşru mücadele alanlarında temsili demokrasiyi olabilecek en alt sınıra indirip, doğrudan demokrasiyi en geniş biçimde kullanabilmek sınıf mücadelesi için kaçınılmazdır.”[19]

Örneğin Yunanistan’ın sol hareketlerinden Sinaspismos’un Gençlik Kolları Başkanı Dimitris Tzanakopoulos da bu konuda şunları diyor: “Artık geri dönüşü olmayan bir yola girdik. Kimseyi masallarla kandırmak istemiyoruz. Devlet terörünü bitirmek zorundayız. Statükoyu bitirmek… İşçileri ve gençliği önemsemek zorundayız. Bu noktadan sonra küresel radikal solu ilerletmek, bunu yaparken de eğer karşımıza daha önce hiç görülmemiş sorunlar çıkarsa onları altetmek için belki yeni icatlar yapmak, yeni fikirler yapılandırmak zorundayız.”[20]

Gerçekten de Serdar Derventli’nin ifadesiyle, “Yunanlılar kriz döneminde nasıl mücadele edilmesi gerektiğini gösterdiler, göstermeye devam ediyorlar. Onlar yolu açtılar.”[21]

Unutulmasın: Yunanistan’daki isyan hâline yol açan öğrenci eylemlerinde kaleme alınan bildiri Nâzım Hikmet’in, “Sen yanmasan, ben yanmasam, biz yanmasak… Nasıl çıkar karanlıklar aydınlığa,” dizeleriyle başlarken; yaşananlarla da görüldüğü üzere, “İnsanlar arasındaki destek, en zor zamanlarda ortaya çıkar,” diyen Friedrich Engels doğrulanmıştır bir kez daha…

Ve nihayet Yunanistan’daki ayaklanma ve öfke bir süreliğine yatışmış gibi görünse de; bu, ayaklanmanın durduğu anlamına gelmez. Yaşananlar Yunan toplumunun, kapitalist devleti ve neo-liberal sistemi kaldırmadığını ortaya çıkardı.

Şimdi bütün sorun, isyanın dersleriyle, yeniden geleceği adım adım örmekte.

Radikal sosyalizmin, yeni ideolojik/ örgütsel/ kültürel atılımıyla, sosyalist devrimin başlangıç adımlarını atarak; “Son”, “Elveda” edebiyatını; Richard Bach’ın, “Öğrenmek, zaten bildiğini fark etmektir. Yapmak, onu bildiğini göstermektir,” sözlerindeki üzere tarihin çöplüğüne fırlatmakta…

SOSYALİZM YENİDEN

Evet radikal sosyalizm yeniden!

Çünkü sürdürülemez kapitalizm, yaşadığı buhran ile sınırlarına dayanmıştır!

Bu öylesine bir şeydir ki, “Kapitalizm sosyal ve insani olamaz” vurgusuyla Abdullah Öcalan şöyle tarif etmektedir:

“Kapitalizm beşyüz yıldır kadından çevreye kadar her yere kadar büyük bir tahribat oluşturdu. Bir milyar insanın telef olmasına sebebiyet verdi. Bütün sosyalistlerin anlaması gereken nokta şudur; KAPİTALİZM SOSYAL OLAMAZ, KAPİTALİZM İNSANİ OLAMAZ. Herkesin bunu böyle anlaması gerekiyor…

Kapitalizmin kendisi bir kriz sistemidir. Ben bunu savunmalarımda çok geniş belirttim. Kapitalizm’de kriz bir istisna hâli değil, kapitalizmin bir gereğidir. Kriz, kapitalizmin doğasıdır. Kendini bir maaşa teslim etmeyen bir işçi var mıdır? Yoktur. Kapitalizm, herkesi kuşatıyor ve herkesi satın alıyor…”

Evet, sürdürülemez kapitalizm sınırlarına dayanmıştır!

Bu da neo-liberalizmin “Tarihin Sonu” söylencelerinin “sonu”dur!

“Tarihin Sonu”, “İdeolojiler bitti” vd’leri, vd’leri…

“Son iddiaları”nın, “bittiler”in Hegel’le başladığı bilinir. (Hegel, felsefenin bittiğini değil, kendi felsefesinin “en son felsefe” olduğunu söylerdi.)

Her “son iddiası”nın ardında bir nebze Hegel (ve idealist metodu) vardır.

F. Engels ile K. Marx da radikal bir tarzda, “felsefenin bittiği”ni ilan ettiler. Ancak onların “bittiği”ni ilan ettikleri, “bitti” edebiyatının sonudur aslında!

Daha doğrusu onlar spekülatif, dizgeci ve kurgusal felsefenin bittiğinin altını çizerler. Onlara göre kurgusal felsefe, gerçeklikten kopuk olan, her şeyi maddi gerçeklikten kopmuş bir akıl ile izah etmeye çalışan felsefeydi.

Dizgeci felsefe ise: Bir adam çıkıyor, bütün insan, doğa, toplum sorunlarına dönük açıklamalar yapıyor ve bunların bütün dünyada tarih boyunca etkili olacağını iddia ediyor. Bu tarz felsefenin artık bittiğini söyler Marx ile Engels…

Şimdi yeni bir dönemin eşiğinde “Tarihi insanların yaptığı”na işaret eden Marx’ın ünlü bir sözünü anımsayalım: “İnsan zorunluluklardan kurtulunca gerçek tarih başlayacaktır.”

Marx, özgürlüğü, “zorunluluğun egemenliğinden kurtuluş” olarak değerlendirir. Bir başka deyişle, “özgürlük zorunluluğun bilincine varmaktır”.

Marx’ın felsefesi özgürlüğün nasıl gerçekleşeceğini açıklamaya çalışır.

Engels’in Anti-Dühring’de üzerinde durduğu gibi Töz’den, Geist’ten, Cogito’dan, Kendinde Şey’den özgürleşmiş felsefe yapılıyor artık.

Yalnız gerçek felsefe değil, Marx’ın tarihe ilişkin söylediği, gerçek iktisat, gerçek sosyoloji de tarih bitince başlayacak deme imkânı veriyor bize.

Marx’ta hiçbir şey bitmez, yeni biçimleriyle devam eder. Çünkü Marksist felsefe dizgesinin ana özelliği bu, bu da ta Herakleitos’tan gelir.

O hâlde yeni bir dönemin eşiğinde, bir kez daha Aralık 2008’indeki Yunanistan, Kasım 2005’indeki Paris Varoşlarının dersleriyle yeniden radikal sosyalizm derken; gereksinimin buluşların anası olduğunu unutmadan, Cromwell’in, “Gereksinmenin yasası yoktur,” sözünü akıldan çıkartmadan yaratıcılıkla XXI. yüzyılın isyanlarına hazırlanmalıyız…

Hayır; isyan, başkaldırı, İntifada, devrim… sözcüklerinden korkmayın…

Onlar zorunlu ve kaçınılmazdır; çünkü, “Kelimelere ancak istenilen bir şey yok olduğunda gerek duyulur ve eğer etrafımızdaki dünya ‘gereken’ her şey ile donatılmış olsaydı kelimelere gerek duyulmayacaktı,” Jacques Lacan’ın dediği gibi…

10 Nisan 2009 11:38:21, Ankara.

N O T L A R

[*] 23 Nisan 2009 tarihinde Ankara Özgür Üniversite’de “İnsan(lar) ve İsyan(lar)” dersinde yapılan “Yunanistan Dersleri” başlıklı konuşma… Kaldıraç, No:100, Mayıs 2009…

[1] Ataol Behramoğlu, “Göre”.

[2] Foti Benlisoy, “Atina’ya ‘Düzen’ Gelecek mi?”, BİA Haber Merkezi, 11 Aralık 2008.

[3] Nikos Konstandaras, “Atina’da Cesur Lidere İhtiyaç Var”, Kathimerini, 15 Aralık 2008.

[4] “Atina’da Reform Vakti Geldi”, The Economist, 11 Aralık 2008.

[5] Sami Kohen, “Yunan Usulü Anarşi”, Milliyet, 12 Aralık 2008, s.15.

[6] Yıldırım Türker, “Yunanistan”, Radikal, 15 Aralık 2008, s.4.

[7] Murat İlem, “Yunanistan’ın Durulması Zor”, Cumhuriyet, 14 Aralık 2008, s.11.

[8] Yorgo Kırbaki, “Polisin Gazı Bitti, Ordu Sarı Alarmda”, Radikal, 13 Aralık 2008, s.13.

[9] Dimitri Dellolanes, “Yunanistan’da Ateş Sönmüyor”, Il Manifesto, 10 Aralık 2008.

[10] Kathimerini, 11 Aralık 2008.

[11] AthensPlus, 12 Aralık 2008.

[12] Ergin Yıldızoğlu, “Berlin, Londra, Atina”, Cumhuriyet, 15 Aralık 2008, s.11.

[13] İhsan Çaralan, “Komşuda Neler Oluyor Böyle?”, Evrensel, 15 Aralık 2008, s.7.

[14] Deniz Ülkütekin, “Bu Bir Oyun Değil, İsyan!”, Cumhuriyet Dergi, No:1187, 21 Aralık 2008, s.1.

[15] Haluk Şahin, “Yunanistan’daki İsyan ve Türkiye”, Radikal, 12 Aralık 2008, s.6.

[16] Yorgo Kırbaki, “Yunan Ordusu Alarmda”, Hürriyet, 13 Aralık 2008, s.23.

[17] Şükrü Argın, “Yunanistan, Aralık 2008: İsyan Mümkündür!”, Mesele, No:27, Mart 2009, s.4.

[18] Kıvanç Eliaçık, “Angina Pektoris”, Radikal İki, 14 Aralık 2008, s.3.

[19] Hamdi Şafak, “Yunanistan’da İsyan”, Toplumsal Özgürlük, No:27, Şubat 2009, s.15.

[20] aktaran: Gökhan Yücel, “Polis, Ölüm ve Ege’nin İki Yanında Sol”, Radikal İki, 21 Aralık 2008, s.6.

[21] Serdar Derventli, “Yunanistan ve İtalya Yolu Açtı”, Evrensel, 16 Aralık 2008, s.10.

TEMEL DEMİRER

 | 24 – 04 – 2009 |