Anasayfa , Köşe Yazıları , Hrant, Çok Şey Değiştirdi…[*]

Hrant, Çok Şey Değiştirdi…[*]

TEMEL DEMİRER | 22 – 02 – 2010 |

“İmreniyorum size,

‘Hayır’ deme gücünüzden dolayı.”[1]

Toplumsal tarihin çekirdeği, bazen kişisel hayatın ortasındadır; olabilir; tıpkı ahbarik Hrant Dink’inki gibi…

Hrant bize bu gerçeği hatırlatarak, kanıtladı; çünkü O; Jorge Semprun’un, “Kimse beni hayatımdan, hayat tecrübemden, kendi bildiğim gibi yaşadığım hayattan yoksun bırakamayacak. Benim, ben olmamı kimse yasaklayamayacak,”[2] sözündeki gibi var olmayı bildi…

Hrant bunun için önemlidir…

ONUN ÖNEMİ

Ergenekon’un, Özel Harekât Dairesi Başkanvekili İbrahim Şahin’in, “Ulusal güvenliğe ihanet edenler” adıyla hazırladığı dosyada “ihanetçi” olarak fişlenen Hrant Dink, “Evet, bu topraklarda gözümüz var; ama sadece üzerimizi örtecek kadar…” diyen bir Ermeni sosyalistiydi…

Onun bu özelliği, asla gölgelenmemeli, göz ardı edilmemelidir…

Bunun yanında O Sokrat’ın misyonunu üstlenmiş biridir…

Bilinir Sokrates, Atinalıların kendisini ölüme göndereceklerini görerek onları bilgece uyarmaya devam eder: “Ben Tanrının, devletin başına musallat ettiği bir at sineğiyim, her gün her yerde sizi dürtüyor, … peşinizi bırakmıyorum. Benim gibi bir kimseyi kolay kolay bulamayacaksınız,”[3] derken sanki biz(ler)e Hrant’ı; Hrant’ın neden önemli olduğunu da anımsatır…

Ayrıca O; insan olma ve kalma bilinci, vicdanıdır! Gerçekten de Ohannes Kılıçdağı’nın ifadesiyle; “Türkiye’nin bir vicdanı vardı, konuşuyordu; o konuştukça kimimiz ferahlıyor, kimimiz daralıyorduk. Malum, vicdanımızın sesi bazen mıh gibi oturur içimize. Bir de vicdanın ikiz kardeşi vardır: insaf. Ama tıpkı ikizlerden birinin diğerinden birkaç dakika önce doğması gibi, vicdan da insaftan biraz önce gelir. Vicdanının sesine kulak verenler sonunda insafa gelirler. Ne yazık ki, vicdan her zaman kendiliğinden harekete geçmez, dışarıdan bir etki gerekir, bir görüntü, bir söz…

İşte, Hrant Dink konuştukça vicdanlar uyanıyor, sahiplerini insafa çağırıyorlardı. Bunu başardığına hepimiz çok kereler şahit olduk. Onu bazı kesimler için ‘korkutucu’ yapan da işte buydu: vicdansızlık, insafsızlık duvarında açtığı delikler. Herkesin gözünü getirip o deliklere dayıyor, duvarın arkasına bakmaya zorluyordu. Gördüklerimizden her zaman hoşlanmasak bile, düşünüyorduk, düşünmek zorunda hissediyorduk…”

Hrant’ı tam da bunun için kalleşçe kurşunladılar!

“Kardeşimizi vurdular.

Gözümüzün önünde vurdular.

Hayatı olmayan çocuklara vurdurdular onu. Gözlerinin içine şöyle bir an bakabilseydi, onları o benzersiz varlığıyla bir kucaklayabilseydi, kurtarabilirdi o çocukları.

Hrant, katillerini kurtarabilirdi.

Ama onu katledenler; o çocukları en aç yanlarından kıstırıp onu öldürmeye yollayanlar, bunu biliyorlardı işte. Galiba en çok bunu biliyorlardı. Hrant’ın gücünü.

Hrant gücünü, onun ölümünü isteyenlerin, onu en salyalı dilleriyle hedef gösterenlerin bildiği hiçbir şeyden almıyordu. Parası yoktu. Emrine koşuşturan adamları yoktu. Küçük hesapların buzlu sularında kulaç atmışlığı yoktu.

Muktedirlerle mutlu ilişkileri yoktu.

Kürsüsü, postu, makamı, unvanı yoktu.

O, gücünü yetimhanede geçen çocukluğundan alıyordu.

Ermeni oluşundan alıyordu.

Kalkansızlığından alıyordu.

Kolay incinebilir oluşundan alıyordu.

İnsana olan o ışıltılı inancından alıyordu.

Sınırsız ve koşulsuz sevgisinden alıyordu.

Dünyayla aşık dalaşına girmekten çekinmeyişinden alıyordu.

Çocuklara has katıksız cesaretinden alıyordu.

Delik pabuçlarından alıyordu.

Onu öldürenlerin bilmediği şeyi gördük, vurulduğu gün. Bizim de bilmediğimiz şeyi gördük o gün. Hrant’ın ne kadar çok insanın kalbine dokunmuş olduğunu, yüz binlerce insanın onun ölüm haberiyle bir çığ gibi uğuldayarak meydanları dolduracağını bilemezdik.

Hrant, ölümüyle de sevenlerine olağanüstü bir umut armağan etti.

‘Hepimiz Ermeniyiz’ diye haykıran yüz binlerce insan, ona sıkılan kurşunun kendilerine de değdiğini biliyordu. Bu topraklarda ‘Ermeniyiz’ diye meydanlara çıkmanın dünyanın en tehlikeli eylemi olduğunu bir an olsun düşünmeden, o anın acısı ve isyanıyla, durduruverdik dünyayı. Şaşkınlıkla baktık kendimize. O zamana dek tanımadığımız yoğunlukta bir gururla bir arada durduk, birlikte eyledik…”[4]

ÇOK ŞEY DEĞİŞTİ…

Onunla çok şey değişti; bir kış uykusu nihayete er(diril)di…

İki halk; yeniden konuşmaya başladı…

Bu çok önemli ve hatta stratejik önemdeydi…

“Değişen” konusunda; “Ermeniler, Özür Kampanyası sonrası konuşmaya başladılar bizimle. Aslında bu tavır değişikliğini başlatan olay Özür Kampanyası değil, Ocak 2007’de Hrant’ın tabutu ardından 100 bin insanın yürümesi oldu,” diyordu Baskın Oran…

Kolay mı?

Alev Coşkun’un “Batıperest aydınlar,” diye ve “Batıperest, bu deyimi Sayın Erol Bilbilik’in son kitabı ‘Amerikanperestler’den uyarladım. Batı’ya hayran olan, ona tapan anlamındadır,” tevliyle mahkûm etmeye kalkıştığı koordinatlarda eksikleriyle “Ermenilerden Özür Kampanyası”, egemen yalana karşı -Hrant’la devreye giren- bir itiraz ve çıkıştı…

O hâlde, kelimenin mecazi anlamında Anadolu Ermenileri için tarihin Hrant’ın katliyle yeniden başladığından söz edebiliriz; etmeliyiz de…

ERMENİ SORUNU VE TCK 301

Taner Akçam’ın, “Bir insan hakları sorunu olarak ele alınmalıdır,” diye formüle ettiği “Ermeni Sorunu”, toplumsal tarihi bir soru(n) olması yanında; “Tarihle yüzleşmenin ‘olmazsa olmaz’ iki şartı olarak özür dileme ve tazmin etme”yi[5] de içeren politik bir meseledir…

Bu bağlamda soru(n), Eli Wiesel Vakfı’nın öncülüğünde hazırlanan 7 Nisan 2007 tarihli Nobel Ödülü sahibi 53 yazar ve bilim insanının ortak çağrılarında, “Anlaşmaya varmak elbette zahmetli ve zor olacak. İki halk ve sivil toplum liderleri, hükümetlerini kendi başlarına bırakmaktansa, hem anlayış ve uzlaşmayı cesaretlendiren faaliyetlere soyunmalı hem de hükümetlerini parlak bir gelecek için adımlar atmaya teşvik etmeli,” diye formüle ettiklerinin de ötesindeki bir mücadele perspektifine muhtaçtır…

Örneğin resmi ideolojiye ve hurafelerine karşı mücadele gibi…

Resmi ideoloji deyip geçmeyin; o binbir kılığa girer, olmadık, beklenmedik kisvelerle çıkar karşımıza…

O; devletin örgütlü zoru olarak bazen asimilasyon, bazen inkâr, bazen de durmadan çeki düzen verilerek, “düzenlenen” TCK 301 ve ötesidir!

TCK 301; Hrant’ın katil(ler)indendir…

“Düzenlenme” yaygaralarına karşı(!) tam istim işbaşındadır…

Başbakan Tayip Erdoğan, G-8 öncesinde ‘Corriere della Sera’ Gazetesi’yle röportajında, Orhan Pamuk’un da yargılandığı 301’inci maddeye de değinirken, “Bizdeki 301’inci maddenin, sizdekilerden çok daha iyi olduğunu söyleyebilirim. Hiç kimse hapis cezası almadı” dese de; gerçek tablo farklı…

Erdem Güneş’in resmettiği üzere gerçek tablo şöyle: “Hükümet akıllara zarar bir formülle TCK 301’den açılacak davaları Adalet Bakanlığı’nın iznine bırakmıştı. Yani ‘kim hakkında soruşturma başlatıp kim hakkında başlatılmayacağına adalet bakanı karar verecek’ değişikliği. Önce cumhurbaşkanının iznine tabii tutulma fikri ortaya atıldıysa da hükümet, cumhurbaşkanının tarafsızlığına halel getirir diye sorumluluğu adalet bakanına atmıştı.

Bunun ne anlama geldiğini hepimiz daha net görmeye başlıyoruz şimdi. Bu ‘soruşturulabilir-soruşturulamaz’ ayrımı davalının kimliğinin 301 davasıyla çıkaracağı gürültülü ile göbekten bağlı. Mesela Orhan Pamuk gibi Türkiye’nin yumuşak karnına tekme üstüne tekme atmış olan bir isme açılamayacak davalar. Bu ülkenin iki ‘tabu’ konusu hakkında hiç sakınmadan konuşmuştu hatırlarsınız. Ermeni meselesi ve Kürt meselesi Orhan Pamuk’a açılan dava ve elbette 19 Ocak’ta Hrant Dink’in öldürülmesi 301’in değişmesinde de etkili olmuştu… Mehmet Ali Şahin 25 şubat 2008’de şöyle demişti

‘AB yetkilileri, hangi Türk yetkiliyle karşılaşsa selamdan sonra, ilk söyledikleri 301. madde oluyor. ‘Good morning, 301’. Bıktım artık.’

Üzerinden nerdeyse bir yıl geçtikten ve 301 değiştikten sonra karşımızdaki yeni durum şu: Artık gündemin odak noktasında bu maddeden açılan davalar oturmuyor ama davlar açılmaya devam ediyor. Orhan Pamuk’a tekrar aynı davadan açılmasına izin verilmiyor ama Temel Demirer söz konusu olunca vurun abalıya… Çünkü o gidip uzak diyarlarda değil, Türkiye’de Taksim’in göbeğinde binlerce insanın karşısında konuşuyor. Temel Demirer Hrant’ın cenazesinde ‘Hrant’ı 301’i savunanlar öldürmüştür, 301 kere 301 suçu işlemezsek ifade özgürlüğünden bahsedemeyiz’ demişti. Demirer’in bu ifadeleri suç sayıldı.

Adalet bakanlığı Temel Demirer’in yargılanmasına izin verdi. Temel Demirer’in Ankara’daki mütevazı ofisine gidip konuştuk. Söylediği şey o kadar açık o kadar yalındı ki. Sadece şunu soruyordu Kaleli Demirer ‘Benim Kale’deki Ermeni komşularıma ne oldu? Buharlaşmadı ya bu insanlar nerdeler?’ soru bu yanıtı da gayet basit… Zaten insanları en çok basit sorular korkutmaz mı?

Peki Adalet Bakanı Mehmet Ali Şahin nasıl savunuyor yapılan bu değişikliği?

Diyor ki: ‘Eğer bakan onayı olmasa 381 dosya mahkemelerde olacaktı. ‘Eski 301. uygulansın’ diyenler bu noktayı göz ardı etmemeli. Bakanlık Ceza İşleri Genel Müdürlüğü’ndeki deneyimli hâkimler detaylı inceleme yaptıktan sonra bana sunulan değerlendirmelere göre karar veriyorum.’

Yani 381 dosya var ve 47’sine izin verilmiş. Merak ediyorum bu 47 davanın kaç tanesi 1915 olaylarının ‘soykırım’ olduğu iddiaları ile ilgili? TCK 301 1915’i koruyan, tartışılmasını engelleyen bir maddeden başka bir şey değil, bunu görelim artık…”[6]

Bunların yanında Erol Önderoğlu’nun (Ağustos 2009 tarihli) verilerine göre, TCK 301. maddeden 18 kişi yargılandı; Prof. Dr. İbrahim Kaboğlu, Prof. Dr. Baskın Oran ve gazeteci Abdurrahman Dilipak’ın davaları Adalet Bakanlığı’nın onayıyla düştü… Ferhat Tunç, Mehmet Çolak, Hakan Taştan, Turhan Topal, Ersen Korkmaz, Necmettin Salaz, Mustafa Kemal Çelik, Aytekin Dal, Mehmet Sadık Aksoy, Mehmet Reşat Yiğiz, Nedim Arslan ve Mustafa Seven hâlen sanık. Emniyet Genel Müdürlüğü “Taraf” yazarları Polis Akademisi öğretim üyesi Önder Aytaç ve başkomiser Emrullah Uslu’yu şikayet etti…

Bunların yanında DTP’lilere yönelik operasyonda 35 kişinin gözaltına alınmasının ardından yaptığı açıklamadan ötürü Diyarbakır Belediye Başkanı Osman Baydemir’e Türk Ceza Kanunu’nun (TCK) 301. maddesi uyarınca soruşturma başlatıldı.

İHD Ankara Şube Başkanı Gökçe Otlu’ya, 25 Nisan 2009’de gerçekleştirilen “Kayıp Çocuklara” başlıklı basın açıklaması nedeniyle TCK’nın 301. maddesi’nden soruşturma başlatıldı. Otlu, kayıp çocuklara ait dosyaların Ergenekon kapsamına alınmasını istediği için 301’lik oldu. Savcılık dava için Adalet Bakanlığı’na başvurdu.

HRANT’IN “DAVA”SI

“Hrant Dink’in katili devlettir,” demiştim…[7]

Bunu için hâlâ TCK 301 (ve 216.)’dan yargılanıyorum yargılanmasına da; devletin organlarından Başbakanlık Teftiş Kurulu’ndaki “Hrant Dink Dosyası” da Hrant’ın katlinde devletin rolüne özellikle dikkat çekiyor.[8]

“Bu ne yaman çelişki,” demeyin; böyle bu ya da Karin Karakaşlı’nın, “Bilmenin laneti” diye işaret ettiği şey…

Hrant Dink’in katli konusunda hızla sıralıyorum…

i) Ufuk Uras “Dink davası Ergenekon’la da birleşsin” dedi; doğru değil mi?

ii) Hrant Dink’in “ne pahasına olursa olsun Yasin Hayal tarafından öldürüleceği” bilgisinin yer aldığı F4-Haber Raporu’nda, dönemin Trabzon Emniyet Müdürü Ramazan Akyürek’in imzasının olduğu ortaya çıktı. Trabzon Emniyet İstihbarat Şube Müdürlüğü’nce 15 Şubat 2006’da hazırlanan rapor, 17 Şubat 2006’da da Emniyet Genel Müdürlüğü İstihbarat Dairesi Başkanlığı C Şubesi’ne gönderilmişti; bu durumda devlet “Bilmiyorum” dese de inandırıcı olabilir mi?

iii) Dink cinayetini araştıran mülkiye müfettişlerine ifade veren Trabzon İl Jandarma Komutanlığı’nda görevli Yüzbaşı Hüsamettin Polat, “Albay Ali Öz, ‘haber elemanı Coşkun İğci ile görüşülerek sağda solda konuşmamasını söylemeleri için İstihbarat Şube Müdürü ve elemanlarına emir verdi” dedi Polat, İğci ile yapılan görüşmelerin yer aldığı tutanakların “emir verilerek” değiştirildiğini açıkladı… Bu sorunu, tüm netliğiyle ortaya koymuyor mu?

iv) Ayrıca İçişleri Bakanlığı, Dink cinayetinin ardından Emniyet istihbaratı tarafından hazırlandığı ve cinayetten 10 gün sonra Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’a da iletildiği ileri sürülen şemayı sahiplenmedi…

Hrant Dink’in öldürülmesinin ardından Emniyet istihbaratınca hazırlandığı ve 10 gün sonra da Başbakan Erdoğan’ın önüne konulduğu ileri sürülen iki şema ortada kaldı. Tartışmalı şemalarda, Dink suikastı sanıkları Ogün Samast ve Yasin Hayal’le temasta olan kişiler ve bu temaslara ilişkin telefon bağlantıları gösteriliyordu. Ali Bayramoğlu, 20 Ocak 2009 tarihinde TvNet’teki programında Dink ailesine şemayı teslim ettiğini söylemişti… İyi de bun(lar)a ne diyeceğiz?

v) Hrant Dink’in öldürülmesinde, dönemin Trabzon İl Jandarma Komutanı Albay Ali Öz’ün de aralarında bulunduğu sekiz kişi hakkında açılan davada mahkeme, cinayet öncesi Trabzon Valiliği’nde yapılan asayiş toplantılarının kayıtlarını istedi. Buna neden olarak Yasin Hayal ve ekibinin Dink cinayetinden önce valilikteki asayiş toplantısında gündeme geldiği ve değerlendirildiği öne sürülüyor…

Bu böyle olduğu hâlde İstihbaratçı albay Öz, Dink cinayetiyle ilgili olarak “Görevi kötüye kullanma” değil “ihmalden” yargılanacak. Böylece ceza üst sınırı 3’ten 2 yıla düşecek… Hrant’ın davasında “tablo” bu!

Tam da bu noktada Hrant Dink ailesi, mahkemeyi ve savcılığı eleştiren dilekçelerinde, “Gerçek, çok güçlü ve çok derin bir irade tarafından karartılmakta. Dava, sadece tetiğin çekildiği ana ve örgütlü yapının sadece tetikçilerden oluşan ayağına kilitlendi,” dedi…

Evet, evet gerçek bu merkezde…

Oral Çalışlar’ın deyişiyle, “Hrant Dink davasını izlemeden, mahkeme salonunu, ortamdaki atmosferi görmeden, bu sistemi anlamanız kolay değil. Mahkeme kapısından içeri girer girmez bir bürokrasinin içine batıyorsunuz… Mahkeme dosyaları içinde kaybolup gidiyorsunuz… Gerçekler bir el uzattığınızda yakalanacak mesafede olduğu hâlde, siz kovalıyorsunuz gerçekler kaçıyor…

Kafka’nın ‘Dava’ romanındaki manzaradan farklı olmayan bir tablo… Karanlık dehlizlerde el yordamıyla adaleti, hukuku, kanunu arıyorsunuz, bunlara biraz olsun yaklaşabildiğinizi sanıyorsunuz ve sürekli aramaya devam ediyorsunuz…

Dünkü [12 Ekim 2009 tarihli-b.n] duruşmada müdahil avukatlar adına konuşan Fethiye Çetin, haklı olarak, mahkemenin yalnızca ‘tetiği çekenler’in peşinden giden tutumunu değiştirmeyi amaçlayan taleplerde bulundu.

Rakel Dink de mahkemeye yolladığı dilekçesinde şunları söylüyordu: ‘Devletin güvenlik ve istihbarattan sorumlu birimlerinin cinayette önemli rolü ve katkısı vardır.’ Rakel, İstanbul Valiliği’nde Hrant’ı tehdit eden görevlilerin kimliklerinin mahkemece sorulmamasına dikkat çekiyor, ‘Bu taleplerin reddi, davayı sadece tetiğin çekildiği ana ve tetikçilere kilitledi’ diyor ve ruh hâlini şu cümlelerle özetliyordu: ‘Gelinen aşamada, gerçek, çok güçlü ve çok derin bir irade tarafından karartılmakta, taleplerimiz mahkemenizce her seferinde sistemli biçimde reddedilmektedir’…”

Karin Karakaşlı’nın dikkat çektiği üzere, görülmesi, kavranması gerek: “Hrant Dink cinayeti davasını, ar damarı aranacak seviyeye getirenlerin, kimlere dayanarak gülebildikleri ortaya çıkmadan hiçbir yangın dinmez…”

Dinmez! Dinmez; çünkü… Hrant Dink cinayeti davasının ikinci yılında bir tanık olay anını anlatırken duruşma salonundaki Dink ailesinin acıları tazeleniyor, sanık sandalyesinde oturanlar ise gülüyordu…

Hrant Dink’in öldürülmesiyle ilgili davanın 6 Temmuz 2009 tarihli duruşmasında 2.5 yıl öncesinin acısı, tanıklıklarla yeniden yaşandı. 19 Ocak 2007 günü Dink’in öldürülmesine tanık olan Mesme Havva, cinayet anını anlatırken duruşma salonunda hüzünlü bir sessizlik vardı. Dink’in eşi Rakel Dink, kızı Delal Dink ve kardeşi Orhan Dink başları öne eğik kurşunların sıkıldığı anı bir tanığın ağzından duruşma salonunda dinledi. Sanıklar ise daha önceki duruşmalarda olduğu gibi gülüyordu…

Evet, evet tam da böyle… “… ‘Geber Ermeni’, ‘Geber Ermeni’ diye bağırıyordu kurşunları sıkarken.’ Hrant Dink cinayetinin en yakın tanığı M.H isimli kadın, suikast sırasında Ogün Samast’ın böyle bağırdığını anlattı dünkü [6 Temmuz 2009 tarihli-b.n] duruşmada. 18 yaşındaki bir kişinin tanımadığı bir insana sırf kimliği nedeniyle bu kadar öfke duymasını neyle açıklamalı?

Ogün Samast’ı bu kadar kinle bağırtan, kurşun sıktıran anlayış, asıl analiz etmemiz gereken. Dünkü duruşmada, Ogün Samast’ın arkasında oturan ve onunla birlikte gülüşen Yasin Hayal’e dikkatle baktım. Mahkeme onların yargılanmasını gerçekleştiriyor. Cezalarını da verecek.

Sonuçta onlar birer tetikçiydi. Bildiğimiz türden…

Tetikçileri bu cinayete kimlerin hazırladığını da biliyoruz. Adalet olsa, onların kısa sürede mahkemeye çıkarılıp mahkûm edilmesi işten bile değil. Dünkü duruşmadaki hâkimin hâlini, mahkemenin temposunu ve devlet kurumlarının davaya olan ilgisizliğini gördükten sonra, bunların hiçbirinin kolay kolay gerçekleşmeyeceğini algılayabiliyorum.

Davanın siyasi olarak tıkanması bir yana, teknik olarak da, bu tempoyla ve bu yargılama anlayışıyla adaletin tecelli etmesinin olanaksızlığı ortada. Yasin Hayal ve Ogün Samast gülüşüp duruyor olmaları şaşırtmıyor… Onlara ‘geber Ermeni’ dedirten anlayışın hâlâ son derece etkin ve yetkin bir durumda olduğunu biliyor, hissediyorlar…

Devletin ‘temel’i olduğu söylenen adaletin Hrant Dink davasında ne kadar gerçekleştiğinin sorulması durumunda, ‘olumlu’ bir cevap verilmesi mümkün değil.

Dünkü [6 Temmuz 2009 tarihli-b.n] duruşmanın belki de başından beri en çarpıcı sahnesi tanık M.H’nin Ogün Samast ve Yasin Hayal’e söyledikleriydi: ‘Gülmeyin lan.’

Sıradan bir yurttaşın, hiçbir önyargısı, ön kaygısı olmadan söylediği sözlerdi bunlar.

Çünkü gülüyorlardı…”[9]

Ne yazık ki; Hrant’ın davası, katil(ler)ini güldüren bir hukuk(suzluğ)un “şefaatine” teslim edilmiştir…

NEDİM ŞENER FASLI

Hrant’ın davası, katil(ler)ini güldüren bir hukuk(suzluğ)un “şefaatine” teslim edilmekle sınırlı kalmamış; buna bir de Nedim Şener faslı eklenmiştir; hem de Clarence Darrow’un, “Kanun, hak, hukuk ve adalet dört ayrı şeydir,” sözlerini anımsatarak…

Bilindiği üzere Hrant Dink’in katline ilişkin yazdığı “Dink Cinayeti ve İstihbarat Yalanları” adlı kitabı yüzünden hakkında 3 ayrı dava açılan Gazeteci Nedim Şener, tetikçi Ogün Samast’tan daha suçlu… Samast hakkında 20 yıl hapis cezası istenirken, Şener hakkında istenen hapis cezası 28’den 32 yıla çıktı!

Hrant Dink cinayetinde polisin ve istihbarat birimlerinin ihmal ve hatalarını anlatan Milliyet Gazetesi Muhabiri Nedim Şener, Dink cinayetinin aydınlamasının önüne emniyetin bariyer kurduğuna dikkat çekerken; Emniyet’in davaya müdahillik isteğinin şaşırtıcı olduğu vurgusuyla, “Emniyet’in görevi, Dink cinayetini bütün ayrıntılarıyla isterse kendi personeline kadar değsin, bunu aydınlatmaktır. Oysa bunu aydınlatmaya çalışan bir gazeteciyi mahkûm olması için müdahil olmaya çalışıyorlar. Bu gerçekten çok şaşırtıcı,” dedi…

Bunların yanında Emniyet İstihbarat Daire Başkanı Ramazan Akyürek, Nedim Şener’den sonra “Hrant Dink Cinayeti-Medya, Yargı, Devlet” kitabının yazarı Vatan muhabiri Kemal Göktaş hakkında 5 yıla kadar hapis ve 50 bin TL para cezası istemiyle suç duyurusunda da bulundu.

“SONUÇ YERİNE”

Evet, Hrant, çok şey değiştirdi…

Bunlar; George Orwell’in, “Düşünce Polis(liğ)i” adını verdiği kontrol mekanizmasının işleyişini andıran resmi ideolojiye rağmen oldu…

Orwell’in, “… ‘Düşünce Polisi’nin, ne kadar sıklıkla ya da nasıl bir sistemle kimi izlediği bilinemezdi. Her an, canları ne zaman dilerse, alıcıyı çalıştırabilirlerdi. Çıkardığınız sesin işitildiği, karanlıkta olmadığınız sürece, her hareketinizin izlendiği varsayımı, içgüdüsel bir alışkanlık hâline dönüşmüştü, bununla yaşamanız gerekiyordu – yaşıyordunuz,”[10] sözleriyle betimlediği bu tabloda Hrant yüzlerce tabuyu yerle yeksan etti; maskeleri yırtıp, parçaladı; bastırılmış-engellenmiş gerçeklerin ortaya çıkmasına yol açtı…

Bu öylesi bir tabloydu ki, CHP Milletvekili Canan Arıtman, Cumhurbaşkanı Gül’ü (“Ermeni”) kökeniyle ilgili imasıyla “suçluyor”du!

Bu tabloya ağır darbeler indiren Hrant, bizlere, Theodor Adorno’nun, “Geçmişle ancak, yaşananların sebepleri ortadan kalktığı zaman hesaplaşmış olacağız. Geçmişin esir edici çekiminin bugüne kadar kırılmamış olması sadece ve sadece bu sebeplerin hâlâ var olmaya devam etmelerinden kaynaklanmaktadır” ve Walter Benjamin’in, “Geçmişi tarihsel olarak kurmak ‘onu gerçekten olmuş gibi’ tanımak değil, tehlike anında parlayan anıyı ele geçirmektir. Tarihsel maddeciliğin meselesi, tehlike anında tarihsel öznenin karşısında beklenmedik bir biçimde beliriveren geçmiş imgesini alıkoymaktır,” [11] sözlerini anımsattı…

Cihad El Zeyn’in, “Türkiye Ermenistan ‘açılımı’yla, milliyetçi projelerin şekillendirdiği XX. yüzyılın karanlık bir mirasını daha tarihe gömmeye hazırlanıyor”;[12] Muhammed Nureddin’in, “İttihat ve Terakki rejimi adına özür dilemekse Türkiye’yi insan haklarına saygı gösteren bir devlet hâline getirir,”[13] karşılıksız beklentilerine teslim olmadan şimdi yapılması gereken; Onun ardından; Onun hatırlattığını hayata geçirmektir…

5 Ocak 2010 12:41:41, Ankara.

N O T L A R

[*] 16 Ocak 2010 tarihinde Ankara Düşünceye Özgürlük Girişimi’nin düzenlediği “3. Yıldönümünde Hrant Dink Cinayeti ve Halklar Sorunu” başlıklı Panel-Forumda yapılan konuşma… 17 Ocak 2010 tarihinde Aka-Der (Tuzluçayır)’ın “Kardeşimiz Hrant’ı Anıyoruz” başlığıyla Ankara’da düzenlediği toplantıda yapılan konuşma… Esmer, No:59/2, Şubat 2010…

[1] Bernard Shaw.

[2] Gerard de Cortanze, Hayat Yazısı, Doruk Yay., 4.Bölümün kapağı.

[3] Kostas Varnalis, Sokrates’in Gerçek Savunması, Çev: Ari Çokona, Pan Yay., 2009.

[4] Yıldırım Türker, “Kertenkele Abdullah”, Radikal, 31 Ekim 2009, s.8.

[5] Rifat N. Bali, “Özür Dileme ve Tazmin Etme: Tarihle Yüzleşmenin ‘Olmazsa Olmaz’ İki Şartı”, Toplumsal Tarih, No:192, Aralık 2009, s.26-28.

[6] Erdem Güneş, “Good Morning 301, Good Night 301”, 24 Temmuz 2009, http://aressera.wordpress.com/2009/07/24/good-morning-301-good-night-301/

[7] “Sözgelimi yakın zamanda yaşanan bir gerçeği anımsamak lazım. Hrant Dink katledildiğinde, Kardeşimsin Hrant dedik diye yuhalandık. Sayın Temel Demirer, “Hrant Dink’in katili devlettir,” dediğinden dolayı hâlâ yargılanıyor. Sayın Demirer’in dediği de çıktı sonunda. Devletin en üst kademelerindeki insanların parmağı olduğu anlaşıldı bu cinayette. İşlerine geldiğinde aydından aydın tavrı bekler, işlerine gelmediğinde aydınlar yargılanır bu ülkede.” (Cennet Bilek, “Kabil Arafta; Öyleyse Vurun Çocukları…”, Aktüel Bakış, http://74.125.77.132/search?q=cache:qMuEdZiB1MUJ:www.aktuelbakis.com/Yazarlar/Cennet-Bilek/11325.html+%22Temel+Demirer%22&hl=tr&ct=clnk&cd=349&gl=tr)

[8] İşte Başbakanlık Teftiş Kurulun’daki Hrant Dink Dosyası: http://www.milliyet.com.tr/Default.aspx?aType=HrantDink&PageID=2&ver=33… Milliyet Gazetesi: http://www.milliyet.com.tr/2009/02/20/index.html?ver=29

[9] Oral Çalışlar, “Gülüyorlardı, Tanık ‘Gülmeyin Lan’ Dedi”, Radikal, 7 Temmuz 2009, s.11.

[10] George Orwell; Bin Dokuz Yüz Seksen Dört, Can Yay., 16. Basım, Mayıs 2007.

[11] Walter Benjamin, “Tarih Kavramı Üzerine”, Son Bakışta Aşk, Metis Yay., 1995, s.41.

[12] Cihad El Zeyn, “Türkiye Tarihiyle Barışıyor”, Nehar, 2 Eylül 2009.

[13] Muhammed Nureddin, “Ermenilerden Özür Dilemek Türkiye’nin Konumunu Güçlendirir”, Haliç, 12 Eylül 2009.