Anasayfa , Köşe Yazıları , hayatı yaratanlar hayatı yeniden kazanacaktır

hayatı yaratanlar hayatı yeniden kazanacaktır

YUSUF KÖSE | 27 – 11 – 2010 | İşçi sınıfının, tarih sahnesine çıktığı günden buyana onun ağır bedeller ödeyerek insanlığa kazandırdığı değer ve kazanımlara karşı küçümseme, yok sayma anlayışların yeni olmadığı biliniyor. Oysa, insanlık ilerlemesini ezilenlerin ezenlere karşı mücadelesine boçlu olduğunu bilmelidir. Aç, evsiz yurtsuz bırakılan, üzerlerine bomalar atılan, iliklerine kadar sömürülen,  işsiz bırakılarak alay edilen işçi ve emekçilerin yarattığı derğerlerle insanlığın hala ayakları üstünde durabilmesi, ancak üretmeden üretenler üzerinde bir parazit gibi yaşayan burjuvazi ve onun kemik yalayıcıları tarafında inkar edilebilir.

Kapitalist sistemi insanlığa dayatan burjuvazi, aslında insanlığa bir şey kazandırmadı. Feodal sisteme karşı ilerici bir rol oynamasının ötesinde, varlığı doğanın ve onun bir parçası olan insanlığın üstüne bir kabus gibi çökmüştür. Burjuvazinin ilericiliği 1789’dan bu yana gelmemiş, tarihin o derinliğinde iktidarı feodal aristokratlardan aldıktan sonra, “ilericilik” onun açısından bitmiş ve gerici karakteri katlanarak günümüze ulaşmıştır. Marks’ın deyimiyle; “özgürlük, eşitlik ve kardeşlik” söylemlerinin yerini, “piyade, topçu, suvari” (18.Brumaire) almıştır.

Burjuva demokrasisine ilk çıktığında “eşitlik, kardeşlik ve adelet” içeriğini kazandıran, burjuvazinin kendisi değil, işçi, köylü ve bütün emekçilerin ölümüne verdikleri mücadeleler olmuştur. Emekçilerin bu savaşımı olmasaydı burjuva demokrasisinde var olan bazı demokratik kazanımlarda olamazdı.

Günümüzde, emperyalist tekelci burjuvazi ve onun bileşenleri gericilik tarafından ezilen, sömürülen bu mülksüzleştirilmiş kesim olmasaydı, burjuvazinin kendisi de olmayacaktı. Burjuvazi varlığını ona borçludur. Ama ezilen yığınlar yani mülksüzleştirilmişler varlıklarını burjuvaziye borçlu değillerdir. Onların burjuvaziye tek bir borcu var; yoksullukları, sömürülmelerini, baskı altında acı çekmelerini, insan yerine konmamalarını, işsiz bırakılarak aç kalmalarını, kısacası ezilmişliklerini burjuvaziye borçlular.

Burjuva liberal aydınların “Batı demokrasisi” dedikleri ve övgü düzmekten kendilerini alamadıkları bu yönetim biçiminin içinde bazı demokratik kırıntılar varsa bu işçi sınıfı ve emekçilerin mücadelelerinin kazanımları olarak oraya sokulmuştur. Yine ezilenlerin demokratik hak ve özgürlükler için mücadelesini küçümseyen ve “düzen ve huzur” bozucu ve hatta “terör” olarak değerlendiren kimi burjuva aydınları köşelerinde yazı yazabiliyorlarsa, işçi ve emekçilere hakaret edebiliyorlarsa bunu da o küçümsedikleri ve horladıkları ezilenlere borçlu olduklarını bilmelidirler. Eğer işçi ve emekçilerin mücadelesi olmasaydı, bugün “Batı tipi demokrasi” diye kitlelere “tek seçenek” olarak gösterilmeye çalışılan burjuva diktatörlüğünden geriye sadece faşizm kalırdı.

İktidara egemen olan bir burjuva kliği diğer burjuva kliğe demokrasi tanıyorsa bu da işçi ve emekçilerin mücadelesi sonucu gerçekleşmiştir.. Bugün Batı’da Hitler tipi bir faşizm hüküm sürmüyorsa, bu yine  işçi ve emekçilerin mücadelelerinin bir sonucudur. Kendine “demokrat” diyen “sosyal devlet” olduğunu iddia eden tekelci burjuva yönetimlerinin faşizme karşı mücadeleleri olmamış, tersine yanında yer almışlardır. Bugün faşizmi “naletlemeleri”, kitle katliamrının yıl dönümlerinde faşizmin  kurbanları arkasından timsah göz yaşları dökmeleri  burjuva sahtekarlığından öte bir şey değildir.

Başbakan T. Erdoğan, hapisten çıkıp başbakan olabildiyse, bunu da kendisinden iş istediği için “ananıda al git” diye azarladığı o emekçinin mücadelesine, tehdit ettiği Tekel işçilerinin insanı özgürleştirici direnişlerine borçludur, sadece ABD’li efendilerine değil; aksi taktirde generallerin balyozu çoktan tepesine inmişti. Çünkü bu mücadeleler sonucu anayasa ve kanunlara iliştirilen demokratik hak kırıntılarından burjuva klikleride nasiplenmektedir.

CHP’nin yeni Şefi Kılıçdaroğlu, Diyarbakır sokaklarında -korumaları arasında olduğu halde-dolaşmasını, egemen sınıfların diğer parti şeflerine karşı bir üstünlük olarak göstermesi, burjuvazinin kitlelerden ne denli korktuğunu ortaya koyan yalın bir göstergedir. Oysa Kılıçdaroğlu bilmelidir ki, o yürümesini de adını ağzına almaktan özenle kaçındığı Kürt ulusunun özgürlük mücadelesine borçludur. Ancak “koruma” duvarı arasında kitleler içine çıkmaya “cesaret” edebilen  egemen sınıf temsilcileri, kendilerini ezilen yığınların temsilcileri olarak göstermeleri koca bir sahtekarlıktır.

“Emperyalizmin siyasal gericilik” olduğunu Lenin özellikle belirtmişti. Günümüzde bu daha yakıcı bir şekilde kendini ortaya koymaktadır. Burjuvazi bütünüyle kitlelerden kopmuş, sınıflar kalın duvarlarla biribirinden ayrılmıştır. Zengin mahalleleri “siteler” adı altında tel örgülerle, çelik kapılarla ve özel korumalı güvenlik sistemleriyle ezilenlerden ayrılmıştır. Burjuvazi kendi kendini hapsetmiştir. Bu onun özgür olmadığını çok açık bir göstergesidir. Bütün dünyada sermaye kesimleri kendi etraflarına ördükleri dört duvar arasında yaşamaktadırlar. Onların dünyaları ezilen yığınlardan tamamen ayrıdır. Ama işçi ve emekçiler sokaklarda hiç bir şeyden korkmadan özgürce dolaşmaktadırlar. Çünkü onların kabedecekleri bencil çıkarları yoktur, ama kazanacakları kocaman özgür bir dünya vardır. Burjuvazi ile ezilenlerin arasındaki fark budur, mücadelede bunun üzerine olmaktadır. Burjuvazi çok “lüks” dediği  dört duvar arasında korku içinde yaşarken, özgürlüğün simgesi haline gelmiş olan sokaklar kitlelerindir. Çünkü hayatı yeniden ve yeniden üreten, ürettikleri ile hayata değer katan onlardır.

Demokratik hak ve özgürlükleri insanlığa kazandıran ve bunu daha ileriye, insanın insanı sömürmediği, özel mülkiyetin, sınıfların ve sınırların olmadığı bir sistemle taçlandırmak isteyen işçi ve emekçilerdir. Hayatı yeniden şekillendirecek olanda yine onların mücadelesi olacaktır. Bugün soklarda  iş, ekmek diye haykıryorlarsa bu bütün insanlığın özgürlüğü içindir.

Bugün Batılı emperyalist ülkelerde burjuvazinin “teröristler saldıracak”vb. söylemleri; demokratik-hak ve özgürlükleri ortadan kaldırmak için anti-demokratik ve faşizan yeni yasaları yürülüğe sokmanın kitleler üzerinde korku gerekçelerini yaratmak içindir. Çünkü, çoğü AB ülkelerinde ktilelerin artarak sokaklara döküldüğünü, bunun daha da artacağını gördüklerinden, gelişen mücadelenin önüne kesmeye çalışıyorlar.

,Burjuvazi iğrenç varlığını sürdürmek istediği için işçi ve emekçilerin mücadelesini bastırmaya, onların özgürlük hayallerini bütünüyle boğmaya çalışıyor.  Ancak kendine ilerici ve solcu diyenlerin ve özellikle de devrimci ve komünistlerin kitlelere güvenmesi, ezilen yığınların devrimci dinamiğine inanması, sınıf mücadelesinin daha ileri noktalara çıkarılması için sabırlı, inatçı, aktif ve daha kollektif bir mücadele verilmesi zorunludur.

En küçük bir kitle direnişi, demokratik bir hak mücadelesi vb. kitle mücadeleleri hiç bir şekilde küçümsenmemelidir. O mücadelelerin kazanımı ve onların deneyimsel birikimleri daha büyük mücadele ve başarıların  ön hazırlıkları olduğu bilinmelidir. Çünkü hayatı yaratanlar, hayatı yeniden kazanacaktır. İnsan yaşamını burjuvazinin yönetimi ve denetiminden almanın başka bir seçeneğide yoktur.

***