En kötü gasp, iktidar eliyle temel hak ve özgürlüklerin hele hele halk iradesinin gaspıdır. Tüm baskılara rağmen Hayır oyunun kazandığı açıkken YSK eliyle, baskılarla, bazı bölgelerde mülki idare emirlerinin şiddetiyle, 298 sayılı kanun ve anayasa ihlali ile halk iradesi gasp edildi. Bu saptama, AGİT dahil tüm tarafsız gözlemcilerin de objektif olarak hemfikir olduğu bir gerçek. Bu hukuk dışı yolun kilometre taşları, 2015 Haziran seçiminden sonra adım adım döşendi. Şiddet ortamında dayatılan Kasım seçimiyle, CHP’nin de katkısıyla esas olarak HDP’ye tuzak olan yasama dokunulmazlıklarının kaldırılmasıyla HDP’nin milletvekillerinin ve binlerce politikacılarının gözaltına alınıp tutuklanmasıyla bugünkü vahim duruma gelindi.
Tüm baskılara rağmen yinede Hayır etrafında toplanan halk hareketi ezilmedi. Ayrıca tüm yanlış değerlendirmelere ve tüm baskılara rağmen Kürt muhalefeti, Hayır’da dik durdu.
Şimdi hukuki bir tartışma var. Bazı hukukçular, oylama ile ilgili yolsuzlukların anayasa mahkemesi önüne konu olarak götürülemeyeceğini söylüyor. Ben ise sayın Prof. İbrahim Kaboğlu, eski AİHM yargıcı Rıza Türmen, Bilkent Üniversitesi öğretim üyesi Doç. Ece Göztepe gibi AYM yolunun da AİHM yolunun da açık olduğu düşüncesindeyim. İlgili yasada da belirtildiği gibi bireysel başvuru, Anayasada yer alan temel hak ve özgürlüklerden, AİHS ve taraf olunan protokoller kapsamındaki herhangi birinin kamu gücü tarafından ihlali üzerine yapılabilir. 5982 sayılı yasa da kamu gücü demiştir. YSK da bir yargı organı olmamasına rağmen bir kamu gücüdür. Serbest seçim hakkı da bireysel başvuruya konu edilebilecek temel haklardandır. Teknik tartışmaya fazla girmeyeceğim. Çünkü bu yazının konusu konu bağlamında temel bir hak olan seçme hakkının ve bunun yoğunlaşmış ifadesi olan halk iradesinin nasıl korunması ve başta CHP olmak üzere Hayır’cı partilerin tavrının ne olması gerektiği üzerinedir.
Perşembe günü CHP MYK toplantısı sürerken CHP Genel Başkan Yardımcısı ve Sözcüsü, Selin Sayek Böke; gayet haklı olarak „… Bu referandum hukuka aykırıdır, gayrı meşrudur ve geçersizdir… Tüm hukuki ve meşru yolları kullanacağız.“ Dedi. Sorular üzerine; „Her türlü deyince bunun içine meclisten çekilmek de girer“ dedi. Özgürlükçü ve haklı bir açıklamaydı. Kısa bir süre sonra diğer bazı CHP yöneticileri böyle bir şeyin söz konusu olmayacağını söylediler. Kılıçdaroğlu da; „Eğer uyum yasaları KHK’lar ile çıkarsa çekiliriz“ dedi. Grup Başkan Vekili Levent Gök ise; ‚Gazi meclisi Koruma kararındayız.‘ Dedi. Sormak gerek! Temmuz 2016’da menfur darbeciler, meclisi bombaladılar. Şimdi de 16 Nisan 2017 özde meşru olmayan plebisitle ‚Gazi Meclis‘ Tuzak anayasa değişikliği ile bombalanmış olmuyor mu? Yasa yapma yetkisi ağırlıklı olarak cumhurbaşkanlığı kararnamelerine devredilen, gensoru yetkisi olmayan, bakanlar hakkında güven oyu yetkisi olmayan, bütçe dahi yapamayan, tüm temel tasarrufları tek kişinin uhtesine verilen ‚Gazi Meclis‘ nasıl korunacak?
Bu noktaya gelinmesinde yasama dokunulmazlıklarının kaldırılmasına onay vererek önemli katkıda bulunan CHP yönetimi de sorumludur. 16 Nisan akşamından beri yaptıkları açıklamalarla havanda su dövmektedirler. Yapılması gereken başta CHP olmak üzere tüm Hayır’cı muhalefetin sine-i millete dönerek; Özgürlükçü yeni bir anayasa gündemli bir erken seçimin yapılmasını sağlamaktır. Ancak böyle bir direnme hakkının kullanılması ile halk iradesi ve meclis korunabilir.
Toplumun direnme hakkı kavramı bir hukuk felsefesi kavramı olup geçmişi Jhon Locke (1632-1704) kadar uzanır Locke ‚Hükümet Üzerine‘ adlı yapıtında, erkler ayrılığının önemine dikkat çeker. Bozulan erkler ayrılığı neticesinde tüm erk eğer tek bir güçte (özellikle yürütmede) birleşecek olursa ‚Yönetimlerin Bozulması‘ denen süreç yaşanmaya başlar. Böyle bir durumda yürütme erki, tüm yetkileri sınırsız ve kontrolsüz biçimde kullanmaya başlar. Locke’a göre buna karşı halkın elinde güçlü bir silah vardır ‚Direnme Hakkı‘. Direnme hakkı, Locke’a göre yönetime karşı çıkarak, onu değiştirerek yerine yenisini getirme yönündeki eylemini ifade eder. Locke direnme hakkını ‚Vurma Kırma Hakkı‘ olarak değil, ‚Uzlaşma Hakkı ve Aracı‘ olarak düşünür. Şiddet önermez. Ona göre halkın uzlaşı sağlanana kadar direnme hakkı vardır.
1959 Alman Anayasası 20. madde ile direnme hakkını teminat altına almıştır.
Hukuk devleti olma niteliğini kaybeden iktidarlara karşı direnme hakkı, hukuk devletine dönüşü sağlamak amacıyla ve şiddet yollarına başvurmadan, yani saldırgan bir direnme haline dönüşmeden sürdürülürse, bu hakkın kullanımı evrensel hukuk ilkelerine göre tartışmasız biçimde meşrudur. Sivil itaatsizlik, bu aktif ama saldırgan olmayan, şiddet yollarına başvurmayan direnme hakkının kullanımının bir parçasıdır.
OHAL koşullarında hileli, şaibeli bir ‚Referandum‘ hukuk dışı yöntemlerle iktidarın tek kişiye verilmesidir. HAYIR iradesinin hakkı gasp edilmiş, karşıtına verilmiştir.
Uluslar üstü hukukta direnme hakkı son çare olarak kabul edilir. „baskı zulüm ve hukuk dışı uygulamalar karşısında hukuksal başvuru yollarının kapalı ya da etkisiz olması, tüm yasal yollar denenmesine karşı sonuç alınamaması, toplumda temel hak ve özgürlüklerin sürekli daraltılması karşısında ortak tepkiyi gösterecek yeterli hukuksal güvencelerin ve etkili hukuksal başvuru yollarının olmaması yada bireylerin kendilerini ifade edebilme yollarının yasaklanmış olması direnme hakkının kullanılmasının haklı nedenidir.“ (Ali Efendioğlu, 2002, 397-398, TBB Dergisi, Sayı 52, 2004)
1789 Fransız İnsan ve Yurttaş Hakları Bildirgesi’nde de ‚Baskıya Karşı Direnme Hakkı‘ temel bir hak olarak vurgulanmıştır. Direnme hakkı isyandan farklıdır. 19. ve 20. yüzyıl Avrupa Anayasaları’nda direnme hakkı klasik hak ve özgürlükler arasında yer almıştır. BM İHEB’nin başlangıç kısmında da açıkça belirtilmese de direnme hakkına dolaylı olarak şöyle atıf yapılmaktadır; „İnsanın zulüm ve baskıya karşı son çare olarak ayaklanmaya mecbur kalmaması için insan hakları hukuk rejimi ile korunmalıdır.“ Denmektedir.
Osmanlı’da da 1808 Sened-i İttifak’ında da sadrazamın yasalara aykırı buyruğu karşısında Ayan’nın oybirliği ile direnme hakkı vardı. 1961 anayasasının başlangıç bölümünde de yer almıştır.
Anayasa mahkemesi de; Geçmiş yıllarda Sosyalist Parti programındaki; „Parti haksızlık ve baskılara karşı emekçilere birey olarak ve birlikte direnme hakkı tanır, direnenler korunur.“ biçimindeki tümceyi anayasaya aykırı görmemiş ve kapatma nedeni saymamıştır.
Somut konumuzda AGİT oyların tekrar sayılmasını istemiştir. Gerek tekrar sayım gerekse oylamanın yenilenmesi talebine yürütme ve YSK hayır demiştir. Başta belirttiğimiz gibi AYM ve AİHM yolu açıktır. Ne var ki artık AYM etkili bir iç hukuk yolu olmaktan çıkmıştır. AİHM kararı nasıl olur? AİHM ihlalleri saptarsa, etik olarak yasama yeniden referandum yolunu açar mı? Mevcut durumda zor görülüyor. Kuşkusuz bu yollar denenmelidir. Tüm yollar denendikten sonra hatta çok da beklemeden HAYIR’cı partiler Sine-i Millet’e dönmekten kaçmamalıdır. Özgürlükçü yeni bir anayasa gündemli erken seçim gündeme oturmalıdır. HAYIR’cı partiler, halkın iradesini korumalı özellikle CHP yönetimi devlet partisi zihniyetini terk ederek bu tarihi süreçte geçmiş günahlarını unutturacak özgürlükçü bir politikaya sarılmalıdır. CHP yönetiminden çok umutlu olmasak da…
Her halükarda, ister Sine-i Millet’e dönülsün ister dönülmesin plebisiter diktatörlüğü kurumlaştıran oylanan anayasa değişikliğine karşı özgürlükçü yeni bir anayasa gereğini toplum gündemine oturtmalıyız.