SİBEL ÖZBUDUN| 02 – 07 – 2013| “Öğrenmenin sınırlarını genellikle kendiniz koyarsınız.”[1]
XIX. yüzyıl Marksist literatürün en kolay (ve çoğunlukla yanlış) anlaşılan, dolayısıyla en popüler yapıtlarından biridir kuşkusuz, F. Engels’in Ailenin, Özel Mülkiyetin, Devletin Kökeni (bundan böyle: AÖMDK) başlıklı kitabı. Marksizm’e ucundan köşesinden bulaşmış Türkiyeli devrimci kuşaklarda örneğin Kapital’i eline almamış olan çoktur, ama AÖMDK her “eğitim çalışması”nın başucu kitabı olagelmiştir onyıllar boyu. Ancak, bu (siyasal) coğrafyada ne yazık ki mevcut olmayan bir birikimin, Marksist antropoloji literatürünün eleştirel süzgecine dayalı bir okumaya tabi tutul(a)madığı için de, hem kadınların kurtuluşu perspektifi, hem de materyalist tarih kavrayışı açısından taşıdığı kritik önemdense, “ilkel komünal toplum”, “anaerkillik” “ataerkil düzene geçiş” gibi vulger genellemelerin, galat-ı meşhurların kaynağı olarak temayüz etmiştir.
Şu hâlde, ilk baskısının yayınlanmasından 128 yıl sonra da olsa, Türkiyeli devrimci çevrelerin Engels’in yapıtını güncel getirileri/önemi ve arkaikleşmiş yönleri açısından yeniden değerlendirmeye tabi tutmaları, hem çığır açan bu kitabı hak ettiği konuma yerleştirme, hem tarihsel “tahlillerimiz”de dönüp dolaşıp ayağımıza dolanan kimi klişelerden kurtulma hem de yapıtın neo-liberal güncellik açısından taşıdığı kritik önemi kavrama yönünde hayırlı bir vak’a olacaktır.
Böyle bir girişim için öncelikle AÖMDK’nin içine yerleştiği tarihsel/ideolojik bağlam konusunda bir-iki söz etmek gerekiyor.
XIX. yüzyıl Batı sosyal düşüncesi, Aydınlanma’nın düşünsel mirasının da etkisiyle, ağırlıklı olarak evrimcidir. Bir başka deyişle, doğal ve toplumsal dünyanın görüngülerinin, basitten karmaşığa, ilkelden gelişkine, tek-hatlı, tedricî ve evrensel bir ilerleme içerisinde dizildiği öncülüne dayanır. Bu, şeylerin oldukları hâlleriyle ilahî bir kudret tarafından yaratıldığı yolundaki dinsel ideolojiye köklü bir meydan okumadır: bu ideolojinin biçimlendirdiği popüler zihniyetin Aydınlanma’nın yol açtığı olanca altüstlüğe karşın ne denli dirençli olduğunu, Darwin’in iki kitabı[2] yayınlandığında Batı dünyasında kopan fırtınalardan izlemek, mümkündür. Ama aynı zamanda, Batı Avrupa ve Kuzey Amerika’nın sanayileşmiş toplumlarının, uygarlık zincirinin en gelişkin halkalarını temsil ettiği Batı-merkezci evrensel bir gelişim şeması yanılsamasının biçimlenmesine de olanak sağlamıştır.
ABD’li liberal hukukçu/antropolog Lewis Henry Morgan’ın Engels’in AÖMDK’da temel aldığı başyapıtı Ancient Society (1877)[3] bu evrimci “zeitgeist”ın yetkin örnekleri arasında yer alır. İnsanlık tarihinin her biri belirli bir kültürel gelişmeyle başlayan “yabanıllık, barbarlık ve uygarlık” evrelerde geliştiğini savunduğu kitabının ilk baskısında Lord Kames’den aktarılan şu sözler çağın sosyal düşüncesinde belirleyici rol oynayan evrimci umdeyi açığa çıkartmaktadır:
“Bu topluluklar binlerce kuşak gerideki atalarımızın manevî davranışını yansıtır. Aynı fiziksel ve ahlâksal gelişim evrelerinden geçtik ve onlar yaşadığı, çabaladığı ve gayret gösterdikleri için bugünkü hâlimize gelebildik. Görkemli uygarlığımız, milyonlarca meçhul insanın sessiz çabalarının ürünüdür; tıpkı İngiltere’nin kireç kayalarının milyarlarca deliklinin katkısıyla oluştuğu gibi.”
Morgan, Ancient Society’nin önsözünde kaygısının bu toplumsal-kültürel evrimi yöneten mekanizmaları açığa çıkartmak olduğunu kaydetmektedir:
“Mümkünse insanlığın bu geçmiş çağları nasıl geçirdiğini, yavaş, neredeyse algılanması olanaksız adımlarla ilerleyen yabanılların barbarların daha yüksek konumuna eriştiğini; barbarların benzeri bir tedricî ilerlemeyle uygarlığa ulaştığını; ve kimi kabile ve ulusların ilerleme yarışında geride kaldığını, bazıları uygarlık evresindeyken, diğerlerinin barbalık evresinde, kimilerininse yabanıllık aşamasında kaldığını öğrenmek, hem doğal, hem de uygun bir arzudur.”
Tüm insan toplumlarının kaçınılmaz olarak geçtikleri varsayılan çeşitli evrelerden oluşan evrensel ve tek-hatlı bir evrim tasavvuru: Engels’in yapıtında da açığa çıkan temel zaaf, budur. Amerika yerlilerinin, Greklerin, Cermenlerin, Keltlerin, Romalıların farklı evrelerini temsil ettiği varsayılan tek-hatlı bir tarih kurgusu. [Oysa Karl Marx’ın Kugelmann’a mektubundaki şu sözleri, onun bu şematizasyona karşı tavrını açıkça ortaya koymaktadır: “Herr Lange, büyük bir keşifte bulundu. Tarihin tümü tek bir büyük doğa yasasına tabiydi. Bu doğal yasa, ‘yaşam mücadelesi’ cümlesiydi (bu uygulamada Darwin’in terimi bir cümleden ibaret hâle geliyor) ve içeriği Malthus’cu nüfus, daha doğrusu aşırı nüfus yasasıydı. Böylelikle, yaşam mücadelesini toplumun çeşitli ve belirgin biçimlerinde tarihsel olarak temsil edildikleri gibi tahlil etmek yerine, yapılacak tek şey, her bir somut mücadeleyi ‘yaşam mücadelesi’ne, bu cümleyi de Malthus’cu nüfus fantezisine tercüme etmekti. Kabul etmek gerekir ki bu, çalım satmak, sahte bilimsel, tumturaklı cehalet ve entelektüel tembellik için son derece uygun, çok etkileyici bir yöntem…”][4] Günümüzde toplum bilimleri bu türden evrensel evrim anlayışlarını terk ederken, toplumsal değişme süreçlerinin (toplumsal evrimin değil; toplum bilimleri bu terimi biyoloji bilimlerine terk edeli çok oldu…) çok-yönlülüğü, çoğul-nedenselliğini ve çok olasılılığını önvarsaymaktadır.
Engels’in, -en azından AÖMDK’da- dönemin ruhuna damgasını vuran tek hatlı, evrensel evrim görüsüne karşı Marx’a göre daha az eleştirel olduğunu vurgulamak gerek. Ancak bu zaaf, yapıtın ne maddeci tarih kavrayışı, ne de kadınların kurtuluşu perspektifi açısından önemini yadsımaya yol açmamalı.
Çağdaş Antropoloji Araştırmaları Işığında AÖMDK
Kuşkusuz ki AÖMDK, XX. yüzyıl ikinci yarısının, görülerini çok sayıda alan araştırmasıyla zenginleştirmiş Marksist antropologlarının (ki bunların çoğu, kadındır) işaret ettiği pek çok eksiklik ve maddî hatadan malûldür.[5] Çünkü yapıt, her şeyin ötesinde, etnografik çalışmaların henüz neredeyse tümüyle namevcut, antropologlarınsa kuramlarını dayandırdıkları veriler açısından tümüyle gezginlerin, misyonerlerin ya da sömürge görevlilerinin anlatılarına ve antikite literatürüne bağımlı olduğu, ve bu nadir ve dağınık verileri evrimsel bir nizama sokmak üzere çabaladıkları bir dönemin ürünüdür. Bilinebilen az sayıdaki çağdaş küçük ölçekli toplum ile tarihsel örnekler, analoji yoluyla evrimsel bir süregenliğin evreleri olarak kurgulanmakta, aradaki boşluklar ise, spekülatif bir tarzda doldurulmaktadır.
Bizzat etnografların yürüttüğü alan araştırmaları yoğunlaştıkça, bu kurguların zaafları açığa çıkacaktır. Örneğin Morgan başta olmak üzere pek çok XIX. yüzyıl antropologu, soyun atadan, yani erkek hattından izlendiği akrabalık örüntüsünün anayanlı soy hattının öncelediği, bu bakımdan, anayanlı toplumların üst yabanıllık ve alt barbarlık evrelerine damgasını vurduğu kanısındadır. [Öte yandan, gerek Morgan’ın, gerekse Engels’in (Bachofen’in ürettiği terimi kullanarak) “anaerki” kavramından kast ettiği aslında bir “kadınlar iktidarı”ndansa, bu türden bir soy hattı önceliği ve ondan kaynaklanan avantajlardır. Yoksa bizzat Morgan (başka bir yapıtında, The League of the Ho-De’No-Sau-Nee, Iroquois’da) insanlığın erken dönemlerinde kadınlar ile erkekler arasındaki güç dengesizliklerine değinmektedir: Iroquois’ler arasında kadınların erkeklere tabi olduğunu, zina nedeniyle halka açık olarak kırbaçlandıklarını, önderlik pozisyonların erkeklere ait olduğunu kaydetmekte, ancak kadınların anayerli geniş ailelerin yaşadığı “uzun evler”in yönetiminde kadınların söz sahibi olduğu ve kabile danışmanlıkları ve dinsel görevlerde bulunduklarını vurgulamaktadır. (Gough 1975: 54)]
Oysa günümüzün etnografik literatürü, çağdaş küçük-ölçekli toplumların tümünün anayanlı soy hattını izlemediğini göstermektedir. Daha doğru bir deyişle, günümüzde bilinen toplumların yüzde altmışı atayanlı soy hattı izler[6] ve bunlar arasında -gevşek bir biçimde olmakla birlikte- avcı-toplayıcılar, çapa tarımcılarının (hortikültüralistler), bir başka deyişle Morgan’ın “yabanıl” ve “aşağı barbar” toplumlarının sayısı az değildir. Dahası, G. P. Murdock’un sınıflandırdığı 175 avcı toplayıcı toplumun yüzde 60 kadarı ata/kocayerli (patri/virilocal), yani kadının kocasının grubuna dahil olduğu bir yerleşim örüntüsü izlemektedir. Erkeğin karısının grubuna dâhil olduğu, yani ana/karıyerli (matri/uxorilocal) evlilik örüntülerinin oranı ise yüzde 17 dolaylarındadır. Kaydedilebilmiş avcı-toplayıcıların yüzde 15-17’si ise çifte-yerlidir (bilocal); çiftler ikamet yerlerini tercihli olarak seçebilmekte ya da dönüşümlü olarak karı ve kocanın grupları arasında yer değiştirmektedirler. (Gough 1975: 71) Ve pek çok antropolog/etnograf, birçok avcı-toplayıcı ve hortikültüralist toplumda erkeklerin daha baskın bir rol oynadığını kayıt altına almıştır. (Örnekler için Gough’un sözü edilen makalesine bkz.)
Şu hâlde, “insanlığın ilk evrelerini” temsil ettikleri varsayılan çağdaş küçük ölçekli toplumların (avcı-toplayıcı ve hortikültüralist) “anaerki”si bir “galat-ı meşhur”dur. Bu tip toplumlarda ne bir “kadın(lar) iktidarı”ndan söz edilebilir, ne de sistematik iktidar konumlarından. Toplumsal örgütlenişleri ekolojik, tarihsel, toplumsal vb. koşullar uyarınca büyük bir değişkenlik gösterebilen çağdaş küçük ölçekli toplumların insanlığın ilk evreleri için bir “model” oluşturduğu fikri ise, bir yanılsamadan ibarettir.
Ne ki, Engels’in özellikle de akademisyen eleştirmenlerinin, Smith’in (1997) vurguladığı hatasından, onun geliştirdiği kuramsal çerçeveyi gözden kaçıracak kertede tikeller üzerinde durmaktan kaçınmak gerekir. Yukarıda kaydedilenleri bilmek, küçük ölçekli toplumlarda kadın-erkek ilişkilerinin, sınıflı toplumlara göre daha eşitlikçi olduğu, kadınların çok daha özerk davranabildikleri olgusunun üzerini örtmez – bunu destekleyen devasa bir antropolojik literatür mevcuttur. Engels’in yapıtının 1973’deki baskısına eleştirel bir değerlendirme-önsöz yazan ABD’li Marksist-feminist antropolog Eleanor Leacock bu durumu şöyle bir genellemeyle özetler:
… ilkel komünal toplumda kararlar onları yürütmekle yükümlü olanlar tarafından alındığından, kadınların toplumsal olarak gerekli emeğe geniş katılımı onları sınıflı toplumda olduğu üzere kölelik durumuna indirgememiş, katkılarıyla orantılı karar-alma erkiyle donatmıştır. (Leacock 1972: 34)
Avcı toplumlarda kadınların bir bakıma “erkeğe az çok tabi ikinci cins” olduğunu öne süren Gough dahi, avcı-toplayıcılarda “erkeğin kadın üzerinde -ona iffetli davranmayı ve bekareti dayatan- mülkiyet ve dışlayıcılık duygusu”nun mevcut olmadığı”nı, erkekler kamusal işlerde kadınlara göre daha aktif olsalar da kimi (feminist b.n.) yazarların öne sürdüğü üzere “kadınlarla erkekler arasında sınıfsal bir bölünmeden söz edilemeyeceğini”; “toprak ve diğer kaynakların ortaklaşa tasarruf edildiğini”; erkeklerle kadınlar arasında “kademe, rol ve bir ölçüde yetke farklılığı olsa da, tahakküm ya da sömürüden çok, karşılıklılığın hüküm sürdüğünü” (Gough 1975: 70) kabullenir.
Küçük ölçekli toplumlardaki bu eşitlikçi ilişkilere birkaç somut örnek vermek gerekirse, Kalahari çölü saçaklarında yaşayan avcı-toplayıcı !Kung’larda kadınlar, topluluğun geçim faaliyetlerine ve kritik kararlarına eşit katılım hakkına olduğu kadar, kendi bedenlerinin ve yaşamlarının tasarrufu konusunda geniş bir özerkliğe sahiptirler. (Shostack 2003)[7] Güney Kaliforniya’da Sierra Nevada vadilerinde yaşayan avcı-toplayıcı Washo’ların av partilerine erkeklerle birlikte katılan kadınları gündelik yaşamda erkeklerden ayrılmaz, her iki cins de evliliği süresince sevgililer edinebilir, her iki eş de dilediği zaman boşanma hakkına sahiptir; kadınlar grubun mevsimlik devinimine ilişkin kararlar dahil “kamusal işler”de söz sahibidir ve önderlik rollerini üstlenebilir. Besinlerinin önemli bölümünü toplayıcılıktan ve kadınların da rahatlıkla avlayabildiği küçük hayvanlardan sağlayan Tanzanya’nın avcı-toplayıcı Hadzalarında da kadın ile erkek arasında belirgin bir statü farklılaşması yoktur (Friedl 1990),[8] vb.
Avcı-toplayıcıların toplumsal ilişkilerine damgasını vuran eşitlikçilik ilkesi, hortikültüralist [küçük ölçekli (çapa) tarımcılar(ı)] toplumlarda zedelenmiş gözükmektedir. Avcı-toplayıcılarda yaygın olarak gözlemlenen ve birbirleriyle ilişkili çekirdek ailelerin dağılıp birleşmesinden oluşan takım toplumları, hortikültüralistlerde yerini daha istikrarlı soy grubu topluluklarına bırakır. Geçim kaynakları (topraklar ve büyükbaş hayvanlar) topluluğun bütünü tarafından tasarruf ediliyor olsa da, daha karmaşıklaşan toplumsal ve siyasal yaşamı yönetmeye yönelik, biçimlenmekte olan siyasal pozisyonlar [köy başı, soy önderi, “Büyük Adam” (Polinezya toplumları), “Leopar Postlu Adam” (Nuerler) vb.] -göreve getirilme süreçleri genellikle kadınların da katıldığı oydaşma süreçleri içerisinde işlemekle birlikte- münhasıran erkekler tarafından işgal edilmektedir. İktisaden olmasa da siyaseten ayrıcalıklı bu pozisyonların şefliklerde kalıcı ve temellük ve tevarüs edilebilir bir biçim edindiği, Stanley Diamond (1979), Morton Fried (1960), Elman Service (1975), Marshall Sahlins (1960) gibi Marksist esinli antropologlar kuşağı tarafından açıkça gösterilecektir.
Kadınlarla erkekler arasındaki statü farklılaşmasının ve kadınların ikincil rolünün, aynı zamanda toplumsal konumlarda kalıcı farklılaşmaların temayüz ettiği hortikültüralist toplumlarda açığa çıkması bir rastlantı değildir, kuşkusuz. Sınıfsal tahakküm ve sömürüyü olanaklı kılacak bu embriyonik eşitsizliklerin eşzamanlılığının (ve eşmekânlılığının) anahtarını sanırım en isabetli, Claude Meillassoux’nun (1975) yapıtı sunmaktadır. Meillassoux’ya göre toprak, doğal ürünlerin doğrudan temellüküne dayanan avcı toplayıcılar için “emek nesnesi”, insan emeğinin istikrarlı teminine dayalı, hemen tüketil(e)mediği için denetlenmesi gereken toplumsal bir ürünün, yani ‘hasadın’ söz konusu olduğu, bu nedenle daha istikrarlı grup yapıları gerektiren hortikültüralistler içinse “emek aracı”dır.
Böylelikle avcı-toplayıcılar, istikrarlı toplumsal ilişkileri gereksinmezken, toprağı ve onu işleyecek kalıcı bir işgücünü gereksinen hortikültüralistler üretim ve yeniden üretimin bünyesinde gerçekleştiği istikrarlı akraba grupları (soy grupları, klanlar, kabileler vb.) hâlinde örgütlenme eğilimindedir. Akraba (soy) grupları yalnızca ürünlerin değil, aynı zamanda potansiyel işgücü olarak çocukların da üreticileri olan (genç) kadınların emekleri ve bedenleri üzerinde denetim sağlamanın locus’udur.
Böylelikle kadın ile erkek arasındaki biyolojik farklılıkların (doğurganlık, fiziksel güç…) toplumsal eşitsizliklere tercüme edilmesinin zemini, hortikültüralistlerde açığa çıkmaktadır. Kadınlık-erkeklik ve gençlik-yaşlılık gibi biyolojik farklılıklar sosyal-kültürel anlamlar yüklenerek siyasal-toplumsal konum farklılaşmalarına temel oluşturacaktır.[9] Bu farklılaşmalar, burada ele alınması olanaksız olan süreçlerin sonucu, toprağın (ve de hayvanların) soy grubundan çok bireysel ailelerin mülkü olarak temayüz ettiği geniş ölçekli tarımcılarda (saban kullanımı ve büyükbaş hayvanların evcilleştirilmesinin mümkün kıldığı bir gelişme) sabitlenerek sınıfsal konumları olanaklı kılacaktır.
AÖMDK’den Bugüne Kalan
Bu yazı, yer sınırlılığına bağlı nedenlerle daha Engels’in yapıtının kadının konumunun ikincilliğine ilişkin tarihsel çözümlemeleri (bir başka deyişle AÖMDK’nin “ailenin kökeni ve evrimi ile ilgili -kitabın en ağırlıklı- kesimi) ve bu çözümlemelerin yerleştiği düşünsel arkaplan üzerinde durdu. Kişisel olarak, bunun bir eksik olduğu kanısında değilim: AÖMDK’nin etrafında yakın geçmişin (feminist antropolojinin yükselişiyle bağlantılı) en hararetli tartışmaları, bu kesite ilişkindir.
XX. yüzyılın ikinci yarısı antropolojisinin toplumsal eşitsizlikler ile kadın-erkek eşitsizliğinin kaynak ve tezahürlerine ilişkin araştırmaları, Engels’in AÖMDK’deki, birkaç madde hâlinde sıralayabileceğimiz görülerinin isabetliliğine işaret etmektedir:
● Öncelikle kadının ikincilliği, evrensel, ezelî-ebedî bir görüngü değil, üretim ilişkilerinin karmaşık biçimlenişi içerisinde şekillenen tarihsel-toplumsal bir olaydır.
● Bu ikincillik, kadının üretim (maddi yaşam araçlarının üretimi) ve yeniden üretim (yeni kuşakların üretimi) süreçleri içerisindeki konumuyla bağlantılı olarak biçimlenmiştir.
● Geçim kaynaklarının kolektif olarak temellük edildiği küçük ölçekli toplumlarda gerek bireyler, gerekse toplumsal cinsiyet rolleri arasındaki ilişkilere eşitlik ilkesi damgasını vurur. [Bu ilke Engels’in yapıtında (hatalı olarak) varsaydığı üzere büyükbaş hayvancılığın tarımı öncelediği ve sürülerin erkekler tarafından temellük edildiği sınıf-öncesi bir “tarihsel durak” yerine, üzerinde çalıştıkları toprakları soy grupları olarak temellük eden hortikültüralist kabile toplumlarında ihlâl edilmişe benzemektedir. Devletin -neredeyse evrensel olarak- biçimlendiği geniş ölçekli tarımcılardaysa eşitsizlik(ler) kalıcı iktidar konumlarına dönüşerek sabitlenmektedir.]
● Her durumda, özel mülkiyet ve devletin biçimlenişiyle kadın cinsinin ikincilleşmesi arasında bir koşutluk saptamak, mümkündür.
● Engels’in bir başka önemli görüsü, kadın-erkek eşitsizliğinin özel (domestik) ve kamusal alanlar ile ilkinin kadınlara, ikincisininse erkeklere münhasır kılınacak şekilde ayrışması ve kamusal alanın özel alan karşısında öndelik kazanmasıyla bağlantısını -feminist literatürden yaklaşık yüz yıl kadar önce!- keşfetmesidir. Kendi deyişiyle, “(…) yabanıl savaşçı ve avcı hane içerisinde ikincil yeri işgal etmekten ve kadına öncelik tanımaktan mutluydu. Daha “kibar” çoban, servetine dayanarak ön plana çıkıp kadını geri plana itti. Ve kadın bu durumdan şikâyetçi olamazdı. Aile içerisindeki işbölümü, erkek ile karısı arasındaki mülkiyet dağılımını düzenlemişti. Bu işbölümü değişmeyecek, ancak aile dışındaki işbölümü değiştiği için eski domestik ilişkiyi altüst edecekti. Eskiden kadını hane içerisinde üstün kılan nedenin kendisi,yani domestik işlere hasredilmiş olması, bu kez hane içerisinde erkeğin üstünlüğünü gündeme getirmişti: kadının ev işi erkeğin geçimi sağlamadaki çabası karşısında önemini yitirdi. İkincisi her şeydi, ilkiyse önemsiz bir katkı…” (Engels 2004: 151) Erkeği her zaman birincil geçim sağlayıcısı olarak ele alan etnografik hata dışında [çağdaş alan araştırmaları, kadınların -toplayıcılar olarak- topluluğun beslenmesindeki birincil önemini açığa çıkartmıştır] bu görü, özellikle -sanayi-öncesi- sınıflı toplumlar için doğrudur: Bu tip toplumların hemen tümünde kadınların emeği (ve konumu) hane içerisine (yeniden üretim çabalarına) hasredilmiştir. Ve yine hemen tümünde, erkekler kamusal olduğu kadar hane içi iktidar pozisyonlarını da ellerinde toplamaktadır.
Neo-liberal Kapitalizmde Engels’in Önemi Ne?
Nihayet, Engels’in AÖMDK’deki -bu yazı çerçevesinde irdeleme olanağı bulamadığım- kadının özgürleşmesinin, ancak özel mülkiyetin ilgasıyla gerçekleşme zeminine kavuşacağı ve bu olanağın, kapitalizmin kadın emekçileri yığınsal olarak toplumsal üretime katmasıyla olanaklı hâle geldiği savı, özellikle günümüzde kritik bir önem ve geçerlilik taşımaktadır. Görmeye Engels’in ömrü vefa etmedi; ama kapitalizmin günümüzdeki neo-liberal veçhesi, bu savın içerdiği tehdidin bilincine yeterince vardığını göstermektedir. Bilindiği üzere neo-liberal kapitalizmin durmaksızın tırmandırdığı emeğin deregülarizasyonu girişimlerinin (esnek zamanlılaştırma, taşeronlaştırma, örgütsüzleştirme, kayıtdışını teşvik, sosyal güvencelerin aşındırılması, işgücünü temerküz olduğu fabrika tipi örgütlenmelerden ter atölyelerine, domestik birimlere, devingen birimlere kaydırma) kadınlar açısından sonuçlarından biri, kadın işgücünün ucuzlatılmasıyla eşzamanlı olarak domestik alana geri çekilmesidir. Ancak bu “domestik alan”, artık, kadının salt aile/hane bireylerinin yeniden üretimini üstlendiği istismar alanı olmanın uzağındadır. Özellikle Güney ülkelerinde yaygınlaştığını izlediğimiz, taşeronlaştırılmış emek süreci içerisinde domestik birimlere dağıtılan parça başı işler (tekstil, gıda, hatta elektronik sektörleri) bir yandan emeğin maliyetini (dolayısıyla da ücretleri) küresel ölçekte geriye çekerken, bir yandan da “milyonlarca ev kadınına istihdam imkânı verip ekonomik özgürlüğüne kavuşturduğu” yanılsaması eşliğinde, emeğin kolektif niteliğini berhava etmekte, böylelikle kendi “mezar kazıcıları”nı “mezara gönderme”nin hesabını yapmaktadır.
Ailenin, Özel Mülkiyetin, Devletin Kökeni’nin, 2004 tarihli İngilizce baskısının editörü Pat Brewer’ın (2004) işaret ettiği üzere güncel ve son derece kritik önemi, tam da bu olgudan kaynaklanmaktadır. Kitap hâlâ bizlere kadınların emeği ve bedeni üzerindeki sömürüyü yoğunlaştırırken, onun “doğal” rolünün annelik ve “yuvayı yapan dişi kuş”luk olduğunu va’zeden neo-liberal ideolojiyle mücadele edecek gereçleri sağlamaktadır.
Çünkü nihayetinde Engels’in yapıtı, bir antropoloji, antikite tarihi ya da arkeoloji kitabı değil, ailenin, özel mülkiyetin ve/veya devletin ezelî-ebedî kurumlar olmak bir yana, iktisadî-toplumsal-tarihsel koşulların ürünleri, ve bu nedenle de, bilinçli ve örgütlü insan eylemi pekâla ilga edilebilir, dönüştürülebilir olduklarını göstermeyi hedefleyen bir eylem rehberidir.
Bu bakımdan, içine yerleştiği evrimci paradigmanın zaaflarına ve etnografik dayanaklarının eksikliğine karşın, “Filozoflar dünyayı yalnızca çeşitli biçimlerde yorumlamışlardır; oysa sorun onu değiştirmektir,”diyen 11. Tez’in ruhuna sadıktır…
9 Eylül 2012 09:49:52, Çeşme Köyü.
N O T L A R
[*] Marksizmin Başyapıtları (19. Yüzyıl), Kolektif (Aydın Çubukçu, Dirk J. Struik, Ender Helvacıoğlu, Eric J. Hobsbawm, Erkin Özalp, Fatih Yaşlı, Haluk Yurtsever, Orkun Saip Durmaz, Özgür Narin, Sibel Özbudun, Uğur Erözkan, Yener Orkunoğlu), Bilim ve Gelecek Kitaplığı-Başyapıtlar ve Öncüler Dizisi, 2013… içinde yayınlandı.
[1] Colin Rose.
[2] Türlerin Kökeni (1859) ve İnsanın Türeyişi (1871).
[3] Bu yapıt, Eski Toplum adıyla Ünsal Oskay tarafından Türkçe’ye çevrilmiştir. (Payel Yayınları, 1986, 2. cilt).
[4] Aktaran: T. Sharif, (tarihsiz).
[5] Bunda kuşkusuz ki, dönemindeki etnografik bilgilerin zaafiyetinin ve Engels’in antropolojisinin hemen tümüyle Morgan’a dayanıyor olmasının yanı sıra, Engels’in kitabı Mart-Mayıs 1984 arasında, iki ay gibi kısa bir sürede kaleme almış olmasının payı, önemlidir. AÖMDK’nin ilk baskısı, neredeyse tümüyle Marx’ın Morgan’ın Eski Toplum’undan çıkardığı geniş özet ile Marx’ın notlarının bir derlemesinden ibarettir. Engels’in (dönemin jargonuna göre) “ilkel” toplumlar üzerine topladığı geniş malzeme, özellikle de Rus toplumbilimci Maxim M. Kovalevsky’nin yapıtları ışığında eserini yeniden gözden geçirmesinin ardındandır ki, kitabın 1891’de Stuttgart’ta yayınlanan dördüncü baskısı önemli değişikliklere uğramış, son halini almıştır. (Bkz. Engels, 2004: 165-166.)
[6] Robert Kelly ve Thomas (2010: 271).
[7] Bu konuda bkz. Draper’in (1975) avcı-toplayıcı (göçer) /Du/da !Kunglarıyla Kangwa vadisinde yerleşik bir yaşam sürdüren !Kung toplulukları arasında yaptığı çarpıcı karşılaştırma.
[8] 1970’li yıllarda feminist antropolojinin önde gelen isimlerinden Ernestine Friendl, küçük ölçekli (avcı-toplayıcı ve hortikültüralist) toplumlarda kadının konumunun topluluğun geçimine yaptıkları katkıyla orantılı olduğunu öne sürer. Böylelikle, iri av hayvanlarının beslenme örüntülerinde önemli yer tuttuğu avcı-toplayıcılarda bunları avlayan erkeklerin konumu daha prestijli iken, bitkisel besinlerin ağır bastığı topluluklarda cinsiyet rollerinde fazla bir farklılaşma gözlemlenmemektedir.
[9] Karen Sacks’ın (1975), her biri farklı bir geçim örüntüsü sergileyen dört Afrika toplumunda (avcı toplayıcı takım toplumu Zaire Mbutileri; hortikültüaralist Güney Afrika Loveduları; tarımcı ve hayvancı Pondolar ve Uganda’nın sınıflı toplumu, hortikültüralist Gandalar) kadınların konumunu karşılaştıran çalışması, bu farklılaşmayı çarpıcı bir biçimde sergilemektedir.
Yararlanılan Kaynaklar
Brewer, Pat (2004). “Introduction”. F. Engels The Origin of the Family, Private Property and the State içinde, Resistance Books.
Diamond, Stanley (1979). Towards a Marxist Anthropology, Mouton Press.
Draper, Patricia (1975) “!Kung Women: Contrasts in Sexual Egalitarianism in Foraging and Sedentary Contexts” Toward an Anthropology of Women, Rayna R. Reiter (der.), Monthly Review Press, New York ve Londra.
Engels, Frederick (2004) The Origin of the Family, Private Property and the State, Resistance Books.
Fried, Morton H. (1960). On the evolution of social stratificiation and the state. Indianapolis: Bobbs-Merrill
Friedl, Ernestine (1990). “Society and sex roles”, Anthropology: Contemporary Perspectives, Phillip Whitten ve David Hunter (der.), Glenview IL: Scott Foresman.
Gough, Kathleen (1975). “The Origin of the Family”, Toward an Anthropology of Women, Rayna R. Reiter (der.), Monthly Review Press, New York ve Londra.
Kelly, Robert L. ve D. H. Thomas (2010), Archaeology, Wadsworth.
Leacock, Eleanor (der.) (1972). “Introduction” to Frederick Engels, The Origin of the Family, Private Property and the State. New York: International Publishers.
Meillassoux, Claude (1975). Femmes, Greniers et capitaux. Paris: Editions Maspero
Sacks, Karen (1975). “Engels Revisited: Women, The Organization of Production, and Private Property”, Toward an Anthropology of Women, Rayna R. Reiter (der.), Monthly Review Press, New York ve Londra.
Sahlins, Marshall ve E. Sevice (der.) (1960). Evolution and Culture. Univ. of Michigan Press.
Sharif, Tariq. (tarihsiz). “Forward”, L. H. Morgan, Ancient Society or Researches in the Lines of Human Progress from Savagery through Barbarism to Civilization içinde. http://www.marxists.org /reference/archive/morgan-lewis/ancient-society/
Smith, Sharon (1997) “Engels and the Origin of Women’s Oppression” International Socialist Review, sayı 2, Güz.
Shostack, Marjorie (2004). Nisa. Bir !Kung Kadınının…
Service, Elman (1975). Origins of the State and Civilization. The Process of Cultural Evolution. Norton.