Anasayfa , Köşe Yazıları , Faşizm Katlettikçe, Direnişlerde Çoğalacağız! – Hülya Onur

Faşizm Katlettikçe, Direnişlerde Çoğalacağız! – Hülya Onur

Devrim yaptığımız zaman çok güzel olacak her şey.Çünkü ben bu devrime güzelliğimi verdim..

-Hacer ARIKAN-

19 Aralık 2000…

Unutmadık. Hala belleklerimizde yaşatılanlar. Çünkü hala katliamlar, baskı ve işkenceler, gözaltında kayıplar, hak gaspları zindanlarda devam ettiriliyor. Belleklerimiz bu yüzden de hala tazeliğini koruyor. Hacer … ‘çok güzel olacak her şey’ sözüyle her şeye rağmen umudu yeşertmek, geleceğe dirençle ve kavgayla bakmanın toplamını haykırıyordu aslında.

Evet, zindanlar hala kanayan yara olmaya devam ediyor. Faşizm hala zulmünü katlayarak ve sadece zindanlarda değil, tüm toplum üzerinde sürdürmeye devam ediyor. Maraş’tan 19 Aralık katliamına, zindanlardan Roboski’ye bu kırımlar yol almış, Aralık ayı adeta katliamların en uç noktada yaşatıldığı ay olarak da tarihe kara harflerle yazılmıştır. Her güne,her aya sığdıramadığımız onca kırım, şiddet, taciz, tecavüz… yani şiddetin devlet eliyle yaşatıldığı bir coğrafyaya dönüştürülmüştür ülke adeta. Cumartesi Anneleri/İnsanları hala yakınlarını, sevdiklerini, çocuklarını, eşitlerini aramaya devam ediyor. Barış Anaları barış zılgıtlarını bir an olsun dillerinden düşürmüyorlar. Gezi Anaları hala çocuklarının katili olan devletin yakasındaki elleriyle adalet aramaya devam ediyorlar. Bu ülke çocukları katledilen, zindanlara atılan analarla dolu bir ülke haline getirildi adeta. Ve analar öfke ve kinlerini sıkılı yumruklarında biriktirerek, mücadelelerine devam ediyorlar.

12 Eylül’de çocuklarının anneleri olan kadınlar, bugün tüm çocukları için alanlarda direnç çiçekleri gibi gün geçtikçe daha çok çoğalıp, daha çok inanç ve dirençle zemheriye rağmen açmaya devam ediyorlar. Çünkü, tüm insanlık gibi kadınlar, 78’de Maraş’ta hamile kızkardeşlerinin karınlarının deşilip, doğmamış bebelerin faşizm tarafından duvarlara çivilenmesini unutmadılar… Çocuklarının 19 Aralık 2000’de,  ‘….bizi diri diri yaktılar’ haykırışları yüreklerinde ağıt oldu, yumruklarında öfke… faşizmi hatırladılar tekrar. Unutmadılar….

2011’de Roboski’de en çok yüreği ağlatılan kadınların, çoğu çocuk yaştaki evlatlarının ‘terörist’ diye faşizm tarafından katledilmelerinin acısını yüreklerinde yaşadılar, unutmadılar… Katırları dahi katleden bu sistemle barışık olmamaya and içtiler kadınlar.

Evet… unutmadılar, unutmayacağız, unutturamayacaklar… Çünkü yumruklarımızın içinde sıkılı tuttuğumuz öfkemizle ve ama yarına olan umutlarımızla, insanlığın kurtuluşu ve özgürlüğü adına ihanet olacaktır unutmak…

Kanla beslenen ve iktidarlarını despotlukla sağlamlaştıran hakim sınıfların, son süreçler iyi analiz edildiğinde, en fazla zulmünü arttırdığı kesimler zindanlar, kadınlar, çocuklar olduğu görülecektir. Sınıf çelişkini ve mücadelesini unutmadan bir yana koyarsak, Alevi(inanç) ve Kürt(milli mesele) sorunu bu sistemin karabasanı olmuştur. Faşizmin tek devlet, tek millet, tek bayrak, tek din gibi üzerinde yükseldiği ilkelere örgütlü bir karşı duruş sergilendiğinde vermiş olduğu cevap dünden bugüne hep katliam, tecavüz, sürgün, asimilasyon, inkâr ve imha olmuştur. İşte Maraş’ta Alevilere yönelik bir katliam yapılırken, Roboski katliamı da Kürtlere korku dağı vermek ve faşizmin koyu karanlığında, onun kuralları dışına çıkılamayacağına dair bir devlet şiddetiydi de.

Ve doğrudan, iyiden, güzelden, insanca bir yaşamdan yana, özgür bir dünya yaratma mücadelesi verenlerin payına da ya ölüm ya da zindanlar düşüyor hala  bu ülkede.

‘En iyi devrimci,ölü devrimcidir.‘ mantığını her fırsatta devrimcileri, sosyalistleri, yurtseverleri katletmeyle kanıtlayan faşizm, özellikle de sosyal, demokrasi ve ulusal kurtuluş mücadelesi veren kadınlara karşı yöneliş şekli de,  aynı zamanda ne kadar kadın düşmanı olduğunu da yeniden ve yeniden teyit eder durumdadır.

Bu durum;

Bir; kadınların artık sessiz düşünmeyi bırakıp, gürül gürül sokaklara çıkma cesaretini göstermeleri ve ‘Biz de varız…!‘ diyerek,erkek egemen iktidarlarını korkuttuklarından,

İki; Kadın devrimcileşirse devlet erk’leri sarsılır,sosyalistleşirse erk’ek egemen iktidarlarının sonu daha hızlı yaklaşır korkularındandır…

Sistem ve sahipleri bunu iyi bildiklerinden dolayıdır ki, kadınlara yönelik her türlü şiddetin dozajı ve yöntemini de arttırırlar. Politik, siyasi, ideolojik donanımlı kadına şiddetleri ise daha devletçe ve erk’ekçedir.

Hatırlanacak olursa, katledilen devrimci kadınlar  katledildikten sonra son kurşunlar ya memelerine ya da vajinalarına sıkılmıştı. Ve yine hatırlanacaktır, Ekin Wan ve nice gerilla soyularak, çıplak vücutları ‘teşhir’ edilerek, ‘onursuzlaştırmaya’ çalışmıştı faşizm. Oysa o çıplak bedenler, biz kadınların onurlu ve çıplak, duru mücadelesidir. Ve o kadınlar özgür yarınlara giden yolların bedel ödemiş ve ama onurluca davasına sahip çıkmış devrimin köşe taşlarıdırlar.

Katledilmeyip, yaşama imkanını yakalayabilenler ise zindanlarda faşizmin her türlü insanlık dışı yaptırımlarına karşı onurlu duruş sergilemeye devam etmektedirler.

Diyarbakır’ın faşizm için kara, devrimciler ve yurtseverler için onurlu ve direniş mirası bırakan tarihini çoğumuz biliriz. İbrahim Kaypakkaya’nın kaya gibi düşmanın beyninde yankısını bulan ‘Ser ver,sır verme’ ilkesinin devam ettiricileri, dörtlerin bedenlerini tutuşturarak isyan ateşini yakmaları, Sakine’lerin, ‘…göğüslerimi kestiler, haklı bir davanın bedel ödemiş değerlerini düşününce ah bile diyemedim…’ dirençli duruşu bugün de F-tipi tabutluklara rağmen yaşatılıyor.

Faşizm kendini en güçlü zannettiği alanlarda, zindanlarda ‘İnsanlık onuru işkenceyi yenecek…’ doğrusuyla, düşmana meydan okumaya devam ediyorlar… Hem de can bedeli elde etmiş oldukları haklarının çoğu gasp edilmiş, bir bölümünün de gasp edilmeye çalışıldığı faşist yaptırımlar ortamında.

Çünkü onlar, hakların direnerek elde edildiğini bilen, elde etmek istedikleri haklarını da direne direne kazanacaklarının bilincindeler.

Bu bilinci biz dışarıda olanların kuşanması da, ‘ama’sız, ‘fakat’ sız bir şekilde kaçınılmaz bir sorumluluk ve zorunluluktur. Faşizmin tüm toplumu açık bir cezaevine dönüştürmeye çalıştığı,15 yıllık gerici, faşist, yobaz AKP iktidarı sürecinde her türlü şiddetin en üst boyutlarda yaşatıldığı, kadınların emeğinin, bedeninin, kimliğinin en acımasız şekilde baskı ve sömürü çarkında öğütüldüğü, zengininin daha zengin,  fakirinin yerlerde süründüğü,gençliğin,LBGTI+ ların, emeklilerin, emekçinin, memurun, akademisyenin durumlarının her geçen gün kötüye gittiği, hak ve özgürlüklerinin gasp edildiği, çocuklarımızın geleceğinin karartılmaya çalışıldığı, doğanın ve doğadaki tüm canlıların her gün daha fazla talan edildiği günümüzde, bunların sorumlusu sisteme karşı vermiş oldukları mücadeleler sonucunda faşizmin zindanlarında rehin edilen onurlu insanların yanında durmak, onları sahiplenmek, mücadelelerine dışarıdan omuz vermek,aynı zamanda faşizme karşı da omuz omuza durmak demektir.

Sistem her gün daha da pervazsızlaşırken, top yekün saldırırken, bana dokunmayan yılan’ misali duramayız. O yılan hepimizi sokuyor, zehirini bir şekilde hepimize zerk ediyor. O zehire karşı güçlüce ve birlikte panzehir olmak, ertelenemez bir zorunluluktur. Ve bu mücadelenin en önemli öznesi,öncüsü ve önderi biz kadınlar olmak zorundayız. Çünkü bu sistemin en çok borçlu olduğu kesim biz kadınlarız. O borçların bedelini kesmek de biz kadınların bu sisteme karşı mücadelede dayatıcı, değiştirici, tüm prangalardan kendini kurtarabilme adına zor da olsa küllerinden yeniden doğma, özgür yarınlara uçan anka kuşu misali örgütlü yıkıcılıkta sebat etmekten geçer. Ayça İdil Erkmen’lerin, Nergis Gülmez’lerin bizlere bıraktıkları mücadele geleneği, Barbara’nın enternasyonalist enginliği, Ayfer’lerin, Sefagül’lerin dağlara sevdalı oluşları, Zilan ve Sakine’lerin Türkiye Kürdistanı’ndan attıkları özgürlük zılgıtları bizlere her daim rehber olmaya devam etmelidir .

Dolayısıyla başta zindanlarda faşizmin saldırıları sonucu hayatlarını ‘Hayata Dönüş Operasyonlarında ‘ katledilerek yitiren tüm değerlerimizi saygıyla anarken; Maraş ve Roboski’nin acısını da yüreğimizin en derininde hissetmenin öfkesini yaşadığımızın altını da çizelim.

Gün gelecek tüm katliamların ve soykırımların sorulacağı  gibi, Maraş ‘ın da, Roboski’nin de hesabı mutlaka ama mutlaka sorulacaktır.Anıları önünde saygıyla eğiliyor, katledenleri de bir kez daha tüm öfkemizle lanetliyoruz.

Hiç kimse süpürmeyecek o yeri,

Alınmadıkça bedenlerin bedeli

Silinmeyecek zebanilerin kanlı ayak izleri…

Evet,zebaniler bir katliam daha yapmadan tüm duyarlılığımızı,sahipleniciliğimizi hayata geçirmeliyiz. Hapishanelerdeki özgürlük mahkumlarının sahiplenilmesi, en önemli görevlerimizden biri olarak önümüzde durmaktadır. Politik tutsakları yalnızlaştırmak, kişiliksizleştirmek, kendine, kimliğine yabancılaştırmak, tek tipleştirerek toplumdan izole etmek, düşünce ve ideallerinden uzaklaştırmak gibi amacı olan zindanların,uygulanmaları da bunlara uygun yapılır.

Dolayısıyla; Tek tip elbise uygulamasına;kitap,günlük gazete,sosyalist basından dergi,kitap yasaklarına;havalandırma saatlerinin keyfi uygulanmasına; telefon ve görüşlerle resim çektirme yasaklarına; dışarıdan gönderilen yiyecek ve giyeceklerin yasaklanmasına; mektupların sansürlenmesine ya da keyfi gönderilmemesine, gelenlerin verilmemesine; çıplak arama işkencesine; hastalık durumunda revire gönderilmemeye; hasta tutsakların tahliye edilmemesine; keyfi sürgünlere; bilinçlice mahkemelere çıkartılmayıp, göz altı ya da tutukluluk sürecinin uzatılmasına; taciz, tecavüz ve işkencelere; görüş yasaklarına; en ufak hak arama talebinde verilen hücre cezalarına  ve bu cezalardan dolayı keyfi yakılan infazlara; görüşçülere uygulanan ayakkabı çıkartma, göz röntgeninin çekilmesi,durmadan zırt pırt öttürülen x-ray cihazları işkencesi; gardiyan tacizleri ve yaşatılan daha bir çok hak gasplarına karşı mahkumların dışarıdaki sesi, kulağı olmak durumundayız.

ATİK’in başlatmış olduğu ‘Tek Tip Elbiseye HAYIR ‘ kampanyası bu anlamda önemsenmeli, yaygınlaştırılmalı, içeriği zenginleştirilmeli ve her şeyden önemlisi tüm demokratik kurumlarla ortaklaştırılarak geniş kitlelere ulaştırılması gerekmektedir. Avrupa’dan Türkiye ve Türkiye Kürdistanı zindanlarına, zindandakilerin yakınlarına bir köprü anlamına da gelecek bu kampanya, bir taraftan da başta Almanya olmak üzere tüm Avrupa ülkelerinin de mimarı oldukları F-tipi tabutluklarının ve buralarda mapus olanların kötü durumlarının açığa çıkartılmasına, emperyalistlerin ne kadar ‘demokrasi ‘ havarisi kesildiklerinin teşhirine de yönelecektir. Dokuz ATİK aktivisti devrimci hala yalan, uydurma ve zorlama ‘delillerle’ Almanya zindanlarında tutulmaktadır. Burada da amaç, devrimcilerin tutuklanması üzerinden topluma ve demokrasi mücadelesini yürüten kişi ve kurumlara göz dağı vermek, topluma verilecek algı ve korkuyla örgütsüz bir toplum yaratarak istedikleri  gibi dikensiz bahçede at koşturmaktır. Ama nafile.. Nerede ve hangi coğrafya da olursa olsun, direnenler kazananlar olacaktır. Yitirdiğimiz değerlerimize sözümüz var.. Ve işkencelerden geçirilsek de,ateşlerde semaha dönsek de,duduklarda ağıt, laç deresinde kızıl gül, Karadeniz’ de sürgün olsak da, katledilsek de yarının özgür düşleri uğruna; bu kavga bizim, bu sevda bizim..

Ve onun içindir ki;

SİZLER KATLETTİKÇE,DİRENİŞLERDE ÇOĞALACAĞIZ…