Home , Kadın , Eyvah, Kadınlar Kıymete Bindi![*]

Eyvah, Kadınlar Kıymete Bindi![*]

sibelozbudun „Dünyanın bugün içine sürüklendiği
krizi aşmak,
bizzat kapitalizmin mantığını
aşmayı gerektirmiyor mu?“[1]

„Ve Kriz, Kadını Yarattı“… Bir süredir Türkçe de yayınlanan Newsweek dergisinin 8 Mart 2009 tarihli 19. sayısının kapağı bu… İçeride yer alan Melisa Özpınar imzalı yazıda ise son krizin kadınlar için nasıl bir fırsata dönüşmekte olduğu, kadın CEO’ların yönettiği şirket ve bankaların krizi göreli daha az hasarla savuşturmaktayken, „testosteronu yüksek“ şirketlerin hisse senetlerinin yerlerde süründüğü, kadınların hem kriz öncesinde, her riske balıklama atlayan erkeklere göre daha öngörülü davranabildikleri, hem de kriz patlak verdiğinde, kendilerini TV karşısında zapping yapmaya, abur-cubura, vücut geliştirme gibi abuk-subuk uğraşlara veren erkeklere göre daha serinkanlı tutumlar alabildikleri vb. işleniyor.
Çoğunluğu ABD magazinlerinden derlenmiş bu „inciler“ özgün değil, tabii ki. Ama ilginç olan, Ciner Holding’in dergisinin ve Türkiye kapitalizminin daha „rafine“ kanadının kadınlara birden sevdalanmaları…
Melisa Özpınar’ın satır (ara)ları, bu „sevda“nın nedenlerine değgin ipuçları veriyor. Örneğin:
„Kriz ve işsizliğin cinsiyete göre psikolojik etkilerine bakıldığında ilginç saptamalara rastlamak mümkün. Çalışan erkek çoğu zaman kendini işiyle daha fazla bağdaştırırken (mimar, mühendis, doktor) kadınlar genellikle kendilerini başka roller üzerinden tanımlayabiliyor. ‘Erkek, kültürel olarak ‘artık sadece çocuklarımla ilgileneceğim, işim bu olacak‘ gibi bir yatkınlığa sahip değil‘ diyen Smith (ABD Colorado eyaleti kamu eğitimi koordinatörü Stephanie Smith-b.n.) ekliyor: ‘İşsizlik, erkeği kendini başarısız görmeye iterken, kadınlar bu kadar kötümser değil.‘ New York Üniversitesi Sosyoloji Bölümü Başkanı Dalton Conley ise kadınların alışılmış rolü aile işleri ve sosyal ekonomideki faaliyetler olarak değerlendirildiğinden, ‘işten çıkartılan kadın erkekten daha az etkilenir‘ şeklinde yaklaşıyor konuya.“
Evet evet, tam da tahmin edeceğiniz üzere; bu „sevda“nın nedeni, tam da kadınların kapitalist piyasadaki „ikincillikleri“… Örneğin daha düşük ücretle, daha uzun süreli, daha güvencesiz işlere, daha kötü koşullarda çalışmaya razı oluşları… Sadece iki kere tuvalet izniyle günde 15-16 saat bir taburenin üzerinde dikilerek çalışırken gıklarını çıkarmayışları… Eve boğaz tokluğuna parça başı iş alıp bir yandan bebeleriyle ilgilenirken bir yandan da patronlarını işyeri vergisinden, bakım, temizlik, aydınlatma, ısıtma masraflarından kurtarışları… Uzun iş gününün ardından evdeki işleri (çocukların bakımı, yemek, bulaşık, çamaşır, temizlik, dikiş-nakış, yaşlılar, hastalarla ilgilenme…) bilabedel ve itirazsız üstlenmeleri[2]… Krizin işsiz bıraktığı erkeklerin düzene isyan etmek yerine hırslarını çıkartacakları kum torbası görevini kabullenmeleri… İşler tıkırındayken tüketimin lokomotifini oluşturmaları; sistem duvara tosladığında, „eserip-beserip, kotararak“ tasarrufu üstlenmeleri…
Kriz ve savaşlarda kadınları göreve çağıran kapitalizm, bir kez daha gövdelerimizle şok dalgalarını emip sistemi kurtaran emniyet yastıkları olmamızı istiyor bizlerden. „Siz kadınlar aslında çok sağlamsınız, sinirleriniz çelik gibi, o yumuşak başlı görünüşünüzün ardında son derece güçlü bir kişilik taşıyorsunuz, biz sizi yanlış tanımışız,“ diyor; „Pardon, binlerce pardon… Haydi bir omuz verin, dişinizi sıkın, gösterin büyüklüğünüzü de şu vartayı atlatalım. Daha ucuza, daha çok çalışmaya razı olun… Ekonomi yapın… Ev işlerine sarılın… Her şeyin en ucuzunun nerede satıldığını araştırın… Eskiyen eşyalarınızı, giysilerinizi onarın… Kredi kartı borçlarınızı ödeyin… Krizde sinirleri bozulan erkeklerinize karşı sevecen, anlayışlı olun; bilirsiniz, erkekler çocuk gibidir… Onları sabrınızla, dirayetinizle yola getirebilirsiniz ancak…“
Evet, durum aynen bu. İnanmayanlar için buyurun, şu haberi birlikte okuyalım:
„(Sefertası Hareketi tarafından Türkiye Gazeteciler Cemiyeti’nde düzenlenen ‘Kriz Mutfağı, Ekonomik Krizde Nasıl Besleneceğiz?‘ konulu toplantıda konuşan) diyetisyen Gülgün Uzun da, et alınamıyorsa baklagillerden bu ihtiyacın karşılanabileceğini, ancak baklagillerin tek başına et yerine geçemeyeceğini söyledi.
Besin gruplarının dengeli tüketilmesinin önemine de işaret eden Uzun, toptan alışveriş yapılmasının maliyeti düşüreceğini söyledi. Lezzet Dergisi Yayın Yönetmeni Gülhan Kara ise alışverişe çıkmadan önce mutlaka ne alınacağının planlanması gerektiğini belirterek, alışverişe tok karına çıkılması önerisinde bulundu.“[3] Tercümesi: „Kafanızı ille de ete takmayın; et, zengin işi. Baklagiller neyinize yetmiyor… Hem her şeye para yetiremezsiniz ki! Açgözlü olmayın, alışverişe tok karnınıza çıkın, idarenize bilin… Yoksulluk bir sanattır, artık bu sanatı öğrenmeye başlasanız iyi olur!…“
Ya şuna ne buyrulur?
„Son yıllarda giderek artan el örgü örme modası, ekonomik krizle birlikte kadınların hem aile bütçesine katkıda bulunmak hem de psikolojik rahatlama sağlamak istemesiyle yaygınlaşıyor. Hazır alacağı bir kazağı veya atkıyı kendisi örerek çok daha ucuza mal eden kadınlar, bu sayede sektörün satışlarını da artırdı. Ev hanımlarının yanı sıra çalışan kadınların stres atması için Türkiye genelinde ‘El Örgü Evi‘ mağazalar zinciri kuran Betaş Mensucat AŞ, kriz döneminde el örgü yünlerine iç piyasadan ve ihracattan büyük talep alıyor. (…)
Son yıllarda giderek artan örgü örme modasının krizle birlikte tavan yaptığını belirten (Betaş İcra Kurulu Üyesi-b.n.) Koçer, kadınların çoğunun hem psikolojik olarak iyi geldiği hem de ekonomik olarak aile fertlerinin giyim ihtiyaçlarını karşıladığı için örgü ördüğünü ifade etti. Nejat Koçer, ‘Kriz döneminde insanların eğilimleri fark ediyor, krizi atlatmak için çözüm yöntemleri geliştiriyorlar. Örgü örmek hem psikolojik rahatlama hem de ekonomik rahatlama getiriyor‘ dedi.“[4] Tercümesi: „Bütün gün yemek, bulaşık, çamaşır, küçüğün ev ödevleri, büyüğün gribi, sökükleri onarma, çarşı-pazar dolaşıp, soğanın, patatesin en ucuzunu arama… Yorulmuşsundur; buyur, biraz örgü ör de dinlen… Hem çoluğuna, çocuğuna ucuz kazak, atkı, eldiven yapmış olursun, de ‘stres‘ atarsın!“ Bir taşla kaç kuş… Tasarruf, psikolojik rahatlama, [bize] bol kâr… Tabii bir kez daha kadınların sırtından… Onların „yuvayı yapan dişi kuş“ rollerini yeniden üreterek…
„Krizi fırsata dönüştürme“ dedikleri bu olsa gerek…
Bana sorarsanız, içinde yaşadığımız kriz kadınlara gerçekten de yeni görevler yüklüyor. Ama öyle „çok çalışma, aza razı olma, tasarruf etme, sevecen-sabırlı olma“ filan cinsinden değil.
Bu kriz, insanca bir yaşam sürdürmek, çocuklarına yaşanabilir bir dünya bırakmak istiyorlarsa eğer, kadınları itiraz etmeye, „Hayır“ demeye, başkaldırmaya çağırıyor!
Neden mi?
Bu soruyu yanıtlayabilmek için dilerseniz öncelikle, içinde yaşadığımız krizin „mahiyeti“ni teşhis edelim. Bu kriz, egemenlerin söylediği gibi, „finans krizi“, ya da „ekonomik kriz“ filan değil. Bu, sürdürülemez hâle gelmiş, yani dünyada sömürü kapsamı dışında bir karış toprak, sömürü ve/veya tahakküm çemberi dışında tek bir insan (hatta canlı) bırakmamış günümüz kapitalizminin sınırlarına ulaşmışlığının yarattığı krizdir. Bir yönü,
TÜSAM (Türkiye Sınıf Araştırmaları Merkezi)’dan Başak Ergüder’in söylediği gibi, üretim ile finans, yani mallarla para arasındaki bağların kopmuş olmasından kaynaklanmaktadır:
„Öncelikle bu kriz rastlantısal bir kriz değil. Sürekli devam eden yapısal nedenleri var. En anlaşılır olanı üretim ile finans arasındaki ciddi ayrışma. Eskiden ekonomi, sermaye birikimi, vs. bütün bunlar üretim odaklıydı ve bunun üzerinde dönerdi. Şimdi söz konusu ayrışmayla karşılıksız bir finans şişmesi mevcut. Özetle, üretimde karşılığı olmayan bir ekonomi.
Bu ekonomi kayıt dışı, işsizlik ve esnek çalışmaya dayalı, düşük ücretler üzerine kurulu, rekabet anlamında kendi içinde çelişkili. Ülkeleri yoksulluğa sevk eden bir ekonomi var dünyada. Tam bir mülksüzleşme süreci. Birilerinin zenginleşmesini diğerlerinin yoksullaşmasının keskinliğinin arttığı bir dönem.“[5] Bir yanıyla ise, yukarıda da belirttiğim gibi, kapitalizm teritorya ve insan olarak fiziki sınırlarına gelmiş, dayanmıştır. Sürdürülebilirliği ancak doğa ve insanlar üzerindeki sömürüsünü daha da yoğunlaştırarak mümkündür. Bu ise, doğanın dengelerinin daha hızlı bozulması, kirlenmenin daha yoğunlaşması ve insanların emeği ve yaşamı üzerindeki cenderenin daha da daralması anlamına gelir.
Bu ise zaten madun konumdaki kadınlar açısından yaşamın daha da zorlaşması, bedelin daha da ağırlaşması demektir. Bunu daha iyi anlayabilmek için, bu ülkede krizin nasıl bir „kadınlık durumu“ üzerine çöreklendiğine bakmamız gerekiyor:
– Türkiye’de 15 yaş üstü nüfus: yaklaşık 50 milyon. Bu sayının yaklaşık yarısını kadınlar oluşturuyor.
– 25 milyona yakın kadının 19 milyon kadarı çalışmıyor.
– Çalışmayan kadın nüfusu içerisinde kendini „ev kadını“ olarak tanımlayanların sayısı: 13 milyon 300 bin.
– Kadınların yüzde 19’u okur-yazar değil. Okur-yazar olup da herhangi bir öğrenim kurumundan mezun olmayan kadınların oranı: yüzde 21. İlköğrenim diplomalı kadınların oranı: yüzde 37. Yani Türkiye’de tüm kadınların yüzde 77’si, ilköğretim ya da altı bir öğrenimle „idare“ ediyor.[6] – Bir başka deyişle, Türkiye’de kadınların yüzde 77’si, çalışmak istese de, tarım-dışında, vasıflı bir iş bulma şansına sahip değil. Bu, „çalışmak zorunda“ olan kadınların en düşük ücretli, en olumsuz koşullara sahip işlere razı olmasını zorunlu kılan bir veri. Türkiye kadınlarının kentlerde/kent varoşlarında yaşayan ana gövdesi, „ev kadınlığı“ ile „ayak işleri“ arasında tercih yapmakla karşı karşıya – tabii „ayak işleri“ni bulabilirse…
– Nitekim, tarım dışında çalışan kadınların yüzde 70’i yüksek okul mezunu.
– Tarımda kayıt dışı çalışan kadınların oranı: yüzde 99.
– Tarım dışında kayıtdışı çalışan kadınların oranı: yüzde 66.
Pekala, bu durumun düzeltilmesi olasılığı? Örneğin parlamentodaki kadın vekillerin çabasıyla yasal düzenlemelerin yapılma olanağı var mı?
– Dünyada seçim yapılan 173 ülkede parlamentoda kadın sayısı açısından Türkiye’nin yeri: 160. sıra.
– Karar alma mekanizmalarında kadın temsili: yüzde 6.
Bu koşullar altında:
– Türkiye’de kadınların ¼’ü aile içi şiddete uğramakta.
– Kadınların yüzde 39’u kendilerine uygulanan şiddeti haklı buluyor.[7] – 5-10 yaş arası çocukların yüzde 55’i, 10-16 yaş grubunun yüzde 40’ı ensest mağduru.
Uzatmayalım… Kriz, Türkiye’de kadınları hiç de „parlak“ olarak nitelenemeyecek koşullarda buldu. Bu olumsuzlukları katmerlendireceğine hiç kuşku yok. Nitekim, dünyada ve Türkiye’de emek örgütleri, bunu ısrarla vurguluyorlar, örneğin 26-27 Şubat 2009’da Brüksel’de toplanan JTUC (Uluslar arası Sendikalar Konfederasyonu) Kadın Komitesi, „krizin hane halkı gelir düzeyini düşüreceğini, bunun da kadınlara karşı ayırımcılığı arttıracağı“ kaygısını dile getiriyor. „Ekonomik durgunluğun giyim, perakende, hizmet ve ihracat gibi kadınların daha yoğun olarak istihdam edildiği sektörleri vurduğu“na dikkat çeken komite, mevcut krizin „enformel sektörde ve aile içi şiddette artış“a yol açacağını belirtiyor[8]…
Konu, ülkemizde de emek hareketinin gündeminde. Hava-İş, Petrol-İş, Tekgıda-İş, Toplumsal Araştırma ve Eğitim Merkezi’nin çağrısıyla 15 Kasım 2008’de İstanbul’da Petrol-İş salonunda düzenlenen „Kadınlar Krizi Konuşuyor“ başlıklı sempozyumda krizin kadınlar üzerindeki etkileri tartışıldı, örneğin. Ve sempozyumda bir tebliğ sunan Prof. Dr. Nurcan Özkaplan (Işık Üniv.) „krizin kadınları proleterleştirdiğine dikkat“ çekip, „2001 krizinin etkileri üzerine yaptığı analizleri paylaştı. Özkaplan kriz sonrası kadınlar için göç ve dönüşüm nedeniyle kır-kent ayırımının azaldığını, kent yoksulluğunun ise yaygınlaştığını belirtti. Krizin sosyal dayanışmayı, akraba dayanışmasını yaygınlaştırdığı tespitine de yer verdi. Kriz dönemlerinde kadına yönelik şiddettin yoğunlaştığı da yine analiz sonucu ortaya çıkan bir diğer önemli tespit oldu. Özkaplan krizin kadınlara etkisi konusunda iki olasılık olduğunu belirtti. Bunlardan birinin yoksulluk nedeniyle kadın ve çocukların daha fazla oranda işgücü piyasasında yer almaya başlaması, diğerinin ise aksine, kadın düşmanı istihdam politikaları nedeniyle kriz sonrası işgücü piyasasının dışında kalması olabileceğini ifade etti.“[9] Prof. Özkaplan’ın işaret ettiği ikircim, şu an yaşanmakta. Kadın emeği bir yandan en kırılgan sektörlerde, krizin topun ağzına sürdüğü küçük işletmelerde yoğunlaştığı ve/veya „yedek proletarya“ olarak görüldüklerinden yoğun bir şekilde işten çıkartılmakta, bir yandan da „ucuz ve uysal işgücü“ olarak görüldükleri için yeğlenmektedir. Dahası, kriz, ücretlerdeki düşüşler ya da işten çıkartmalar nedeniyle yoksullaşan hanelerde daha önce hiç çalışmamış „ev kadınları“ iş aramaya koyulmak zorunda kalmışlardır. Bu çelişkili süreç, şu an dünyada da, ülkemizde de işlerliktedir. Örneğin, İŞ-KUR, geçtiğimiz günlerde „TÜİK verilerine göre, 2007 yılında çalışmayan 211 bin ev kadınının 2008 yılında iş aramaya“ başladığını açıkladı.[10] Birden fırlayan işsiz sayısını „eh ne yapalım, ev kadınlarının çalışacağı tuttu“ yollu bir tevili hedeflese de, bu, önemli bir itiraftır; ve Prof. Özkaplan’ın dikkat çektiği çelişkili sürece işaret eder.
Öte yandan, bu eğilim, hem işten atılan, hem de işe alınan kadınların sayısındaki artışla doğrulanmaktadır: Örneğin, Türkiye İş Kurumu verilerine göre Aralık 2008 verilerinde kayıtlı kadın işsiz sayısı, bir önceki yıla göre yüzde 50’lik bir artış göstermektedir. Aynı süre içerisinde erkeklerdeki artış oranı ise, yüzde 37’dir.[11] 

TÜİK KAYITLARINA GÖRE YILLARA VE CİNSİYETE GÖRE İŞSİZ SAYISI[12]

  2007 2008
Kadın 179.992 263.502
Erkek 527.679 724.338

Buna karşılık, Melis Özpınar’ın aktardığı dünya verileri, „kriz yılları“nda kadın istihdamının dünya ölçeğinde düşük ama istikrarlı seyrettiğini göstermektedir:

DÜNYA GENELİNDEKİ KADIN İSTİHDAMI VE İŞSİZLİK VERİLERİ[13]

DÜNYADAKİ İŞSİZLİK (milyon) 2001 2002 2003 2004 2005 2006 2007 2008*
TOPLAM 172.7 175.7 185.2 188.0 187.7 183.8 179.5 190.2
ERKEK 100.0 100.9 107.1 107.9 107.6 105.4 103.5 109.4
KADIN 72.7 74.7 78.1 80.1 80.1 78.4 76.0 80.7
DÜNYADAKİ İŞGÜCÜ KATILIM ORANLARI (yüzde) 2001 2002 2003 2004 2005 2006 2007 2008*
TOPLAM 65.5 65.4 65.2 65.2 65.2 65.1 65.1 65.1
ERKEK 78.7 78.4 78.2 78.0 77.9 77.7 77.6 77.5
KADIN 52.3 52.3 52.3 52.3 52.5 52.6 52.6 52.6
* Dünya Çalışma Örgütü 2008 yılı tahmini.

Bir başka deyişle, kadınlar işten atılsınlar, işe alınsınlar, daha düşük bir gelir düzeyi ve daha kötü çalışma koşullarına boyun eğmek durumundadırlar… Gerçekten de, patronlar, „tasarruf tedbiri“ olarak işçi çıkartmayı seçmiyorsa eğer, tasarrufu işçilerinin çalışma koşullarından yapma yoluna girmektedir. KESK’e bağlı sendikalara üye kadınların örgütlediği „Krize Karşı Kadın Forumu“ (KESK, 1 Şubat 2009, Ankara) Sonuç Bildirgesi’nde, 2001 krizinde çalışan kadınların 1/3’ü işsiz kaldığına dikkat çekilerek bu gibi „tedbirlerin“ kadınları nasıl vurduğunu dile getiriyor: „Türkiye’de yeni liberal ekonomi politikalarının hayata geçirilmesiyle birlikte, emekçilerin kazanılmış haklarını gasp etmeye, sosyal devleti küçültmeye, iş güvencesini ve sosyal güvenlik hakkını ortadan kaldırmaya yönelik düzenlemeler hayata geçirilmeye başlanmıştı. Krizin patlak vermesi ile birlikte bu tür hak gaspları meşrulaştırılmaya çalışılmaktadır. Emekçiler, işten çıkartılmamak adına ücretlerinde kesintiye gidilmesine, güvencesiz çalışmaya, kreşlerinin kapanmasına, servislerinin kaldırılmasına, yemeklerinin kesilmesine razı edilmek istenmektedir…“[14] Dahası, krizin kadınların sırtına yıktığı fatura yalnızca istihdam ve işyeri koşullarıyla da sınırlı değildir. „Kadınlık rolü“, kriz dönemlerinde kadının ev içi yükünü katlar. Örnek mi?
Biliyorsunuz, kriz nedeniyle ekmek satışlarının düştüğüne dair haberler yer alıyor basında.[15] Ekmek satışlarının düşmesinin bir nedeni, insanların daha az ekmek tüketmesi. Ama daha önemli bir nedeni daha var: Kriz zamanlarında evlerde yapılan tandır vb. tipine rağbet artar. Yani ekmek (de) evde yapılmaya başlanır. Peki kim(ler) yapar ev ekmeğini? Tahmini zor değil, değil mi?[16] Evet, erkeğe „evin ekmek sağlayıcısı“ rolünü yükleyen geleneksel işbölümü, erkeğin ekmeği kazanamaz hâle geldiği koşullarda kadına döner ve ondan yoksullaşmaya, yoksulluğa karşı stratejiler geliştirmesini talep eder. Oysa aynı işbölümü, kadını yaşama karşı donanımsız bırakmıştır; hem istihdam piyasası daralmaktadır hem de pek az sayıda kadının, ailesinin insanca bir yaşam düzeyi tutturmasını sağlayacak kertede vasfı bulunmaktadır. Mecbur, başka şeyler sürer piyasaya: elde örülmüş çorap, kazak, atkı, vb… Çeyizden çıkma ev eşyaları… Ev yapımı çörek-börek… Şu sıralarda yürüdüğünüz caddelerin kaldırımlarına bir bakın. İşportacıların sayısının her geçen gün arttığını göreceksiniz. Tezgâh başında duran kadınların da öyle…
Hiçbir şey bulamayanlar ise, son kozlarını sürecekler işportaya… Örneğin yumurtalarını: „Kadınlar Yumurtalarını Satıp Krize Direniyor: Krizde parasız kalan Amerikalı kadınlar son çareyi yumurtalarını satmakta bulunca yumurta satışları bazı eyaletlerde yüzde 40’a varan oranlarda arttı.“[17] Becerilerini: Televizyon kanallarında evlilik programlarının 2001-2 krizinden sonra bir kez daha „tavan yaptığı“nı unutmamak gerek. İşte genç kadınların „gelinlik, düğün masrafları, çanak-çömlek, ev vb.“ uğruna kendilerini bir kaynana adayı ile onun „anasının kuzusu“ oğluna beğendirmek için birbirlerinin gözünü oyduğu „Damat Beğendi“ tipi programlar… Kriz derinleştikçe sayılarının artacağından hiç şüpheniz olmasın…
Hatta bedenlerini:
„Küresel finansal kriz nedeniyle ABD’de azalan iş fırsatları, kadınları yaşlarına bakmadan dünyanın en eski mesleklerinden biri olan fahişeliğe yönlendiriyor. ABD’nin Nevada şehrinin ünlü genelevi Mustang Ranch’de, işe başlamak için başvuran kadınlar arasında 70 ve 72 yaşında olanlar da bulunuyor.
Tüm dünyayı etkisi altına alan finansal kriz, ABD’de iş bulamayan kadınlar arasında hayat kadınlığına başvurma oranını artırdı. Bunlardan biri de daha önceden yüksek maaşlı bir işte çalışan, 70 yaşındaki Kimberly adıyla basına tanıtılan kadın. 30 yere iş başvurusunda bulunup cevap alamayan Kimberly, Nevada’nın en ünlü genelevlerinden biri olan ‚Mustang Ranch’te çalışmaya başladı.
(…) Kimberly, hayat kadınlığına başlama hikâyesini, ‘20-30 yere başvurdum. Ne arayan oldu, ne görüşmeye çağıran. Bu kötü ekonomik koşullarda yaşamımı sürdürmek için buraya para kazanmaya geldim‘ diye anlattı.
Mustang Ranch’ın Müdürü Susan Austin, ekonomi nedeniyle işlerin azalması sonucu kadınlardan daha fazla başvuru almaya başladıklarını belirterek, ‘Özellikle yaş düzeyi de artıyor. 72 yaşında bir kadından da başvuru aldık‘ dedi. Ancak Austin, kötü ekonominin çalışanlarının yüzde 30’unu atmasına neden olduğunu da aktardı.
Şu anda yaşanan krizden dünyanın en eski mesleğinin diğer sektörlere göre daha az etkilendiğini kaydeden Austin, ‘Şu sıralar kriz nedeniyle daha fazla kadın başvuruyor. Bu tarz dönemlerde iyi para kazanmak için geliyorlar‘ diye konuştu…“[18] Evet, „krizin fırsata dönüştüğü“ „sektör“lerden biri de sanalıyla, gerçeğiyle fuhuş. Geçenlerde Amazon.com’da satışa sunulan, Japon yapım şirketi Illusion tarafından üretilmiş „sanal tecavüz“ oyununu duymamış olamazsınız… „Oyun dediğime bakmayın, hakiki bir oyunun taşıması icap eden masumiyetten, naiflikten, neşeden filan hiç mi hiç nasibini almamış, vicdansız, karanlık, kirli bir şey bu. Amacı sanal kadın karakterlere tecavüz etmek olan bir tecavüz simülatöründen bahsediyoruz burada! Oyuncular tarafından yönetilen tecavüzcü ya da tecavüzcüler (zira oyuncular isterlerse bir araya gelip çete kurarak toplu tecavüzler de yapılabiliyor!) gözlerine kestirdikleri yalnız bir kadını metroda takip ederek tecavüz etmek yoluyla puan topluyor. Senaryo, tecavüzcünün metro istasyonunda bir anneyi taciz etmesiyle başlıyor ve kadının ‘bakire okul kızı‘ diye adlandırılan iki genç kızına yönelik cinsel saldırı ile devam ediyor. Finalde de hamile kalan kadınlar kürtaja zorlanıyor; kürtajı reddedenlerin doğurdukları çocuklar trenlerin altına atılıyor. İnanması güç değil mi?“[19] Kadınların protestolarıyla bu „oyun“ piyasadan çekildi. Ama ya dolaşımdaki ve her gün dolaşıma sürülen yüzlerce, binlerce benzeri? Ya krizle birlikte patlayan porno sektörü? („PornHub.com web sitesi, şimdilerde Fox News’un web sitesinden daha fazla tıklanıyor,“ diyor Tony Dokkoupil[20])
Kapitalizmin krizinin ülkemizde aldığı özgül görünümlerden bir tanesi ise, yoksulların, dışlanmışların gittikçe bir „sadaka ekonomisi“ çerçevesine bağımlı kılınarak, iktidar partisinin oy deposuna dönüştürülmesidir… Bu, çalışan ya da işsiz, yoksul yığınlarını „sınıfsal aidiyet“lerinen kopartarak „güruhlaştıran“, giderek iktidar AKP’nin payandalarına dönüştüren bir gelişmedir.
Ve „sadaka ekonomisi“nin nişan tahtasında da kadınlar bulunmaktadır. Kömür, gıda, giysi dağıtımında boynu bükük saatlerce bekletilen… dağıtıcıların açları nizam-intizama sokma çabaları çerçevesinde itilip kakılan… yalvaran…ezilip büzülen… şükreden… dua eden… AKP’li kadınların gözüne girebilmek için mukabeleden mukabeleye koşan… varoşların, kırsal kesimin yoksul kadınlarıdır. „Proletaryanın yalnız ekmeğe değil, onura da ihtiyacı vardır“ şiarı, hoyratça ayaklar altına alınmaktadır yeni bitme AKP burjuvazisinin „hayır“ gösterilerinde.
* * *
Evet, kapitalizmin krizi onları istihdam piyasasına da çekse, dışına da itse, kadınların başına patlıyor! İş koşullarını beterleştiriyor, ücretlerini düşürüyor, onları işsiz bırakıyor, evdeki iş yüklerini katlıyor, sırtlarındaki sopayı daha şiddetli kılıyor, cinselliklerini piyasaya daha da acımasızca sürerken, kişiliklerini, özsaygınlıklarını hiçleştiriyor.
Kapitalizmin karşısına bu 8 Mart’ta da, „Yalnızca Ekmeği Değil, Gülü de İstiyoruz“ talebiyle dikilmemiz gerek. Şükredici, boyun eğici, uysal ve razı değil, başkaldırıcı, asi ve itirazcı olmamız gerek. Sesimizi, Özge Ozan’ın şu seslenişine katmamız gerek…
„Her gün aşağılandığımız, sömürüldüğümüz, dövüldüğümüz, bedenimizin ve yaşamımızın yağmalandığı, aç kaldığımız, yoksul kaldığımız, hasta bırakıldığımız, öldürüldüğümüz, özgürlük, eşitlik ve adalet nedir bilmediğimiz bu dünyanın yükünü bu defa sırtlanmayacağız. Şimdi tüm kız kardeşler kulaklarımızı ve gözlerimizi dört açtık; önce birbirimizi görmek, seslerimizi duymak ve bir başına ‘ayakta kalma‘ direncini ortak bir mücadeleye dönüştürmek için.
Soğuk evlerimizden çıkıp sokakları ısıtmak için.
Hazır olun, evde oturup üç çocuk doğurun dediğiniz kadınları sokakta göreceksiniz. Şimdi bizi dinleyin, şartlarımız var.
IMF ile oturduğunuz masadan hemen kalkın çünkü kadınlar o acı reçetede yazanları bir daha yutmayacak.
Kriz önlem paketleri adı altında şirketleri, bankaları bizim vergilerimizle kurtarmayı aklınıza getirmeyin, saklanacak delik aramak zorunda kalırsınız.
Serveti vergilendirin; kamu kaynaklarını dış borç faizlerine değil halkın temel ihtiyaçlarını karşılamak üzere eğitim, sağlık, ulaşım, enerji ve su gibi alanlarda nitelikli ve parasız kamu hizmeti üretimine ayırın.
İşten atılmaları yasaklayın yoksa işçi attığınız her yerde kapınıza ilk dayanan kadınlar olacak.
Doğalgaza, elektriğe, suya yaptığınız zamları geri çekin, zamları geri alana kadar elimiz yakanızdan düşmeyecek, insanca yaşamamız için gereken yakıta, elektriğe, suya el koyma yöntemlerini bulacağız.
Asgari ücret düzeyinde mutfak maaşını yasallaştırın ya da biz beş yıldızlı alışveriş merkezlerinizden toplu alışverişimizi yapacak ve faturasını size yollayacağız. Ulaşım zamlarını geri çekin, ulaşım maliyetini çalışma ücretine dâhil edin ve ev kadınlarına belirlediğimiz saatlerde ulaşımı ücretsiz yapın ya da kentlerin dört bir yanından fiilen ulaşım hakkını kullanan kadınlarla uğraşmayı göze alın, çünkü böyle yapacağız.
SSGSS’yi iptal edip kadınlara parasız sağlık hakkını tanıyın çünkü bizi bu defa hastane kapılarından geri çeviremeyeceksiniz. Birimizin sağlık hizmetine ihtiyacı olduğunda mahallemizde, işyerimizde birleşip hep birlikte geleceğiz.
Eğitimi parasız hâle getirin ve kız çocuklarının eğitim süreçlerine katılması önündeki engelleri kaldırın, kızlarımızın bizimle aynı kaderi paylaşmasına izin vermeyeceğiz, okullarımıza, bilgiye ulaşma ve eğitim hakkımıza sahip çıkacak bizden eğitim için istenen paraları ödemeyeceğiz.
Kadınların ücretsiz kreş talebini yerine getirin yoksa çocuklarımızla gelip makam odalarınızı kreşe çevireceğiz. Biz kadınların işi olarak görülen hasta, yaşlı ve engelli bakımını kamusal bir hizmet olarak örgütleteceğiz.
Biz kadınlar, kadın olmak nedeniyle uğradığımız fiziksel, sözel, psikolojik, cinsel şiddette, tacize, tecavüze ve aşağılanmaya karşı mücadele için birleşiyoruz, sabretmiyoruz, itaat etmiyoruz, hâlimize şükretmiyoruz. İsyan ediyoruz, örgütleniyoruz ve hesap soruyoruz.
Bizler, kadınlara yönelik şiddetin kriz dönemlerinde arttığını biliyoruz. Kadına yönelik şiddet söz konusu iken erkek egemen yasalarınızın ‘hafifletici nedenlerini‘ reddediyoruz. Kadına ve çocuğa yönelik şiddet ‘kabahat‘ değil insanlık suçudur. Aile içi şiddet ‘mahrem‘ bir sorun değildir. Ceza yasalarının kadına yönelik her türlü şiddeti en ağır biçimde cezalandırmasını, şiddete uğrayan kadınların koruma altına alınmasını, ihtiyaca uygun sığınma evi açılmasını, şiddete uğrayan kadınların ve çocuklarının barınma, iş beslenme, ulaşım gibi ihtiyaçlarının karşılanmasını, kadınlara psikolojik desteğin de içinde olduğu ücretsiz sağlık hizmeti sunulmasını istiyoruz. Alacağız.
Kadınlara ve çocuklara yönelik şiddeti ve cinsel istismarı görmezden gelen, görünmez kılan, hafifseyen, suçluları yakalamayan, yargılamayan, cezalandırmayan, polis, jandarma, savcı, hâkim, adli tıp uzmanı, diğer devlet görevlileri, bakan, başbakan kim olursa olsun ellerimiz yakanızdadır. Bilesiniz. O koltuklarda rahat oturamayacaksınız.
Biz kadınlar gericiliğin erkek egemenliğini beslediğini; kadınlara yönelik şiddete yataklık ettiğini, kadının eve kapatılmasına, eksik insan olarak görülmesine, zorla evlendirilmesine, doğurup bakacağı çocuk sayısını belirleyememesine; en temel hak ve özgürlükleri kullanamamasına, örgütlenememesine neden olduğunu biliyoruz.
Siyasal gericiliği örgütleyen kadın düşmanı AKP iktidarının kriz döneminde siyasal gericilikle birleştirilmiş dilencileştirme ağlarını, cemaat, tarikat ilişkilerini yaygınlaştıracağını ve biz kadınların öncelikli hedef olacağımızı biliyoruz. Tam da bu nedenle mahallemizde, işyerimizde, okulumuzda siyasal gericiliğe karşı mücadeleyi, kadın mücadelesinin temel başlıklarından biri hâline getiriyoruz. Onların gerici kadın düşmanı zihniyet ve uygulamalarına karşı ilerici kadın dayanışma ağlarını örgütleyerek mücadele edeceğiz.
Biz kadınlar savaşın kadınlar üzerindeki şiddeti arttırarak yeniden ürettiğini biliyoruz. Milliyetçiliğin ve şovenizmin kadın düşmanı olduğunu ve kadına yönelik şiddeti tetiklediğini biliyoruz. Savaşın kadınlar için yoksulluk, sömürü, taciz ve tecavüz demek olduğunu biliyoruz. Irkçılığa, milliyetçiliğe, kirli savaşa karşı mücadeleyi kadın mücadelemizin başlıklarından biri kabul ediyoruz. Öncelikle kardeşlerimizin üzerine atılan bombalar, kurşunlar ve üzerlerinden geçen panzerler için Kürt sorununda çözümsüzlüğü derinleştiren terörle mücadele stratejileri için, savaş için ayrılan tüm kaynakların iptal edilmesini bu kaynakların Kürt kız kardeşlerimizin, Kürt halkının eşit, özgür onurlu ve insanca bir yaşam için belirlediği taleplerin yerine getirilmesi için kullanılmasını istiyoruz. Biz kadınlar, savaşın ve krizin yıkımını hep birlikte yaşayan Türk, Kürt, Ermeni, Hemşin, Laz kız kardeşler haklarımız için her birlikte mücadele edecek aramızdaki kız kardeşlik hukukunu ülke çapında bir kardeşleşme mücadelesine çevireceğiz.
Biz kadınlar önce birbirimizi duyduk ve gördük, yaşadıklarımızı anlatıyor ve deneyimlerimizi paylaşıyoruz. Onların formüllerle, sayılarla anlatamadığını kadın mücadelesinin bilgisine dönüştürüyoruz. Dilimiz kendine güvensiz değil, kararımız kesindir: Kendi hayatımızı biz kuracağız ve bu krizin faturasını biz ödemeyeceğiz.
Güçlüyüz biliyoruz, gücümüzü ‘erkekliğimizden‘ ve ‘otorite sahibi olmaktan‘ değil halkın kadın yarısı olmaktan alıyoruz. Söylediklerimiz çok değerli, bizler sadece kendimiz için değil tüm emekçiler ve ezilenler için eşitlik, özgürlük ve adalet istiyoruz.
Ama ekliyoruz kadınlar olmadan asla! Krizi asla bir kadın trajedisi olarak yaşamayacağız; yaşamın her alanını topyekûn mücadele alanına çevireceğiz. Şartlarımız var. Emeğimizin değersizleştirilmesine, işsiz, aç, yoksul, sağlıksız, eğitimsiz bırakılmaya, şiddete, bedenimizin yağmalanmasına gericiliğe ve savaşa mahkûm bırakılmaya izin vermeyeceğiz. Başkaldırıp direneceğiz. Biz kadınlar yürüyerek mücadeleyi büyütecek şartlarımızı yerine getireceğiz!“[21]

7 Mart 2009 10:24:08, Ankara.

N O T L A R
[*] 7 Mart 2009 tarihinde Aka-Der Ankara’nın düzenlediği „Kadın“ başlıklı panelde yapılan konuşma… Aka-Der’in 14 Mart 2009’da Adana’da, 15 Mart 2009’da tarihinde de Mersin’de düzenlediği „Kadın“ başlıklı panelde yapılan konuşma… Devrim Yolunda Kurtuluş Dergisi, No:5, Nisan 2009…
[1] Jacques Gouvernaur, Kapitalist Ekonominin Temelleri, İmge Yay., 2007, s.261.
[2] „İşsiz kadınlarsa normalin iki katı oranında çocuklarıyla ilgileniyor ve ev işleriyle uğraşıyor…“ (Tony Dokoupil, „Erkek Her Zaman Erkektir“, Newsweek-Türkiye, No:19, 8 Mart 2009, ss.54-55.)
[3] „Ekonomik Kriz ve Savaş Nedeniyle Beslenemiyoruz“, 26 Aralık 2006, http://www.kadinlik.com/site/content/ view/124/29/.
[4] „Aile Bütçesine Katkı Sağlamak İçin El Örgüsü Sektörü Doğdu“ http://www.ihlassondakika.com/ detail.asp? id=136689.
[5] Emine Özcan, „Kriz Kadınları Sadaka Ekonomisiyle Mağdur Ediyor“, BİA Haber Merkezi, 8.10.2008
[6] Öte yandan, Sabancı Üniversitesi İstanbul Politikalar Merkezi’nin koordinatörlüğünde yürütülen Eğitim Reformu Girişimi (ERG) tarafından hazırlanan „Eğitimde Eşitlik“ başlıklı rapora göre, „Eğitim toplumsal eşitsizliklerin giderilmesine hizmet edemiyor, bunların yeniden üretilmesine katkıda bulunuyor. En varsıl kesim en yoksul kesimin 21 katı eğitim harcaması yapıyor. Yine varsıllardaki 7-23 yaş arası nüfusun yüzde 28’i yükseköğretime erişebilirken en yoksul kesimdeki aynı yaş grubunun yalnızca yüzde 0.4’ü yükseköğrenim görebiliyor. Türkiye’de, temel bir insan hakkı olan ‘kaliteli eğitim‘ yalnızca küçük bir azınlık için sağlanabiliyor. Eğitim sistemi artık yoksul çocuklara sınıf atlama şansı vermiyor. Kırsal kesimde yaşayan, ailesinin geliri sınırlı, üç kardeşi olan, anne ve babası ilkokul mezunu bir kız çocuğunun liseye gitme olasılığı yalnızca yüzde 1-2. En zengin kesimdeki 7-23 yaş arası nüfusun yüzde 28’i yükseköğretime erişebilirken en yoksul kesimdeki aynı yaş grubunun yalnızca yüzde 0.4’ü yükseköğrenim görebiliyor…“ (Figen Atalay, „Yoksullara Okul da Yok“, Cumhuriyet, 25 Şubat 2009, s.18.)
[7] „Her 5 Kadından Biri Okuma Yazma Bilmiyor“, Devrimci Demokrasi, Yıl:7, No:149, 20-28 Şubat 2009, s.7.
[8] Zaman, 3 Mart 2009.
[9] Sendika.Org, „Kadınlar Kriz ve Dayanışmayı Konuştu, 16 Kasım 2008.
[10] „211 Bin Ev Kadını İş Peşine Düşünce İş-Kur Harekete Geçti“, Radikal, 1 Mart 2009, s.5.
[11] „Türkiye İstatistik Kurumu’nun (TÜİK) işgücü rakamlarına göre kadınların kriz dönemindeki durumu şöyle:
Krizde çalışan kadın sayısı 272 bin kişi azaldı: Ağustosta 6 milyon 136 bin olan çalışan kadın sayısı, krizin etkisiyle Ekim 2008’de 5 milyon 864 bine indi. Böylece iki ayda kadın çalışan sayısı 272 bin kişi azaldı.
İşler erkeklere: Ekim 2008 itibarıyla bir işte çalışan 21 milyon 945 bin kişiden sadece 5 milyon 864 binini kadınlar oluşturdu.
Kadınlar daha çok işsiz: Ekim 2008’deki 2 milyon 687 bin işsizden 785 binini kadınlar oluşturdu.
Krizde işsiz kadın sayısı 48 bin arttı: Ağustos 2008’de 737 bin kadın işsiz bulunurken, bu rakam Ekim 2008’de 48 bin artarak 785 bin kişiye çıktı. İşsiz kadın sayısı 2007 Ekim’ine göre ise 114 bin kişi arttı.
İşgücüne dahil olmayanların çoğu kadın: İşgücüne dahil olmayan 25 milyon 585 bin kişinin 18 milyon 746 binini kadınlar oluşturdu. Bunların 11 milyon 738 bini „ev işleriyle meşgul“ oldukları için işgücüne dahil olmadı.
Kızlar okutulmuyor: Buna karşın öğrenci olduğu için işgücüne dahil olmayan erkeklerin sayısı, kız öğrencileri yüzde 22.4 geçti. 2008 Ekim ayı itibarıyla 2 milyon 14 bin erkek öğrenciye karşın bir milyon 646 bin kız öğrenci işgücüne katılmadı.“ (Murat Kışlalı, „İşsizlik Kadını Vurdu“, Cumhuriyet, 16 Şubat 2009, s.7.)
[12] Onur Uysal, „Kadınlar Kriz Mağduru“, Sabah, 1 Şubat 2009.
[13] Melis Özpınar, „Ve Kriz Kadını Yarattı“, Newsweek-Türkiye, No:19, 8 Mart 2009, s.54.
[14] „Krize Karşı Kadın Forumu Sonuç Deklarasyonu“, http://www.habersen.org.tr/2009/?p=961.
[15] „Ekonomik krizin etkileri iyiden iyiye hissedilir oldu. Vatandaş bütün alışverişini veresiyeye bağlarken, esnafın duvarında ‘Veresiye verilmez‘ yazıları da tarihe karıştı. Esnaf krizden çıkmanın yollarını ararken, vatandaş temel ihtiyaçlarına bile kısıtlama getirdi. Sofraların olmazsa olmazı olan ve Türk toplumu olarak çok tüketilen ekmek, artık eskisi kadar tüketilmiyor. Yıldırım Ekmek Fabrikası personelinden İshak Kuru, ekmek satışlarının geçtiğimiz aylara göre yarı yarıya azaldığını belirtti. Son günlerde ekmek satışlarının azaldığını ve üretimlerini yarıya indirir duruma geldiklerini söyleyen Kuru, ‘Vatandaş sofrasındaki ekmekten kısar hâle geldiyse durum hiç de iyi değil‘ yorumunu yaptı.“ („Ekmek Satışı Yarı Yarıya Azaldı“, Beyaz Kocaeli, http://www.beyazkocaeli.com/default.aspx?Action=News&KID=10&HID=1319.)
[16] İşte Şırnak/Beytüşşebbap’tan bir haber: „Kadınlar ekonomik kriz nedeniyle tandır ekmeğine yöneldi…“ (www.lpghaber.com/ Kadinlar-Ekonomik-Kriz-Nedeniyle-Tandir-Ekmegine-Yoneldi- -haberi-170602html)
[17] www.haberler.com.
[18] „Kriz 70 yaşındaki Kadını Geneleve Düşürdü!“ ( http://www.habervitrini.com/haber.asp?id=373301)
[19] Nermin Yıldırım, „Siz Bu Yazıyı Okurken…“, 22 Şubat 2009, http://www.gunlukgazetesi.com/haber.asp? haberid=68998
[20] Tony Dokoupil, „Erkek Her Zaman Erkektir“, Newsweek-Türkiye, No:19, 8 Mart 2009, ss.54-55.
[21] Özge Ozan, „Krizi Asla Bir Kadın Trajedisi Olarak Yaşamayacağız; Bu Krizin Faturasını Ödemeyeceğiz“, Pazartesi, 17 Kasım 2008 20:42. http://www.politeknik.org.tr/site/index.php?option=com_content &view=article&id=418:krizi-asla-bir-kadn-trajedisi-olarak-yaamayacaz-bu-krizin-faturasn-oedemeyeceiz-oezge-ozan&catid=2:tmmob&Itemid=10

| 06 – 04 – 2009 |