Dünya’nın kara para aklama merkezi/bankası ve kara para kasası olan ve 1815 yılından beri savaşmayan, ‚tarafsız‘, ‚demokrasinin beşiği‘ addedilen İsviçre’de, haçlı zihniyetinde olduğunu son yıllarda SVP isimli ırkçı ve faşist partinin göçmenleri hedef alarak çıkardığı yasalarla, uygulamalar ve afişlerde ispat etti.
İsviçre’de aşırı sağcı ve katışıksız azılı ırkçı (Sweizerische Volkspartei) İsviçre Halk Partisi’nin (SVP) hazırladığı ve İsviçre vatandaşlığına geçişin zorlaştırılmasını öngören yasa tasarısı yapılan referandumla 1 Haziran 2008 tarihinde reddedilmişti. Resmi sonuçlara göre, ırkçı içerikli yasa, İsviçre halkının yüzde 64’lük çoğunluğu ile reddedilmişti. Referandum sonucunu değerlendiren Unia ve Travail Suisse sendikaları sözcüleri, bu tavırlar “İsviçre halkının göç konusunun kötüye kullanılmasına kesin bir ret cevabı verdiğini“ ifade etmişlerdi. Travail Suisse sendikası sözcüsü, “İsviçre halkı bir hukuk devletine yakışan vatandaşlık prosedürünü tercih etti“ dedi. Yasa tasarısı, vatandaşlık başvurularının halkoyuna sunulmasını öngörüyordu. Siyasi yorumcular, “bu sonucun aşırı sağcı Halk Partisi SVP ve partinin eski Adalet Bakanı Christoph Blocher için bir hezimet“ olduğu görüşündeydi. SVP’nın bu kampanyasının öncülü olan 21 Ekim 2007 tarihinde İsviçre’de yapılan genel seçimlere, ‚akkoyun İsviçreli’ler tarafından İsviçre sınırları dışına tekmelenerek itilen ‚karakoyun göçmenler‘ afişiyle göçmenleri hedef almıştı. Ardından 2008 yılında başlattığı demokratikleştirme adı altında vatandaşlık haklarının budanması teklifinin yanı sıra hastalık sigortasını zenginler ve fakirler için ikiye ayırmak ve hükümetin halk oylamaları hakkında görüş belirtmesinin kısıtlanması gibi yeni yasaların çıkarılmasını amaçlayan bu 3 yasa tasarısını yüzde 64 gibi büyük bir farkla yapılan halk oylamasında 1 Haziran 2008 tarihinde kaybeden faşist parti SVP, bu yasa teklifi içinse bir kutu içerisinde bulunan İsviçre pasaportlarına, farklı renklerde ellerin saldırdığı bir grafiğin üzerine Stop! yazılı bir afişle propaganda yapmıştı. Bununla da sınırlı kalmayan ırkçı parti, tarafından daha önce de göçmenlere karşı geliştirdikleri ırkçı kampanyalara bir yenisi daha eklendi. Bu kez de leş kargalarının (bu leş kargaları göçmenler oluyor!) İsviçre’yi yedikleri bir afiş yaparak bu ırkçı ve yabancı düşmanlığını körükleyen afişleri İsviçre’nin hemen her sokağına, her reklam panosuna büyük dev formatlarda asarak ırkçı ve faşizan tutumlaarını sürdürüyorlar.
Göçmenleri hedef alan ve leş kargalarının İsviçre’yi yediklerini yansıtan ve ‚herkese özgür pasaport için hayır‘ başlıklı propaganda afişinin, İsviçre’de son dönemlerde herkese oturum hakkı tanınmasını amaçlayan eylemlerin yoğunlaşmasına paralel olarak asılmış olması dikkat çekici.
Bu arada not düşelim, afişler BM tarafından kınandı ve İsviçre’li yetkili makamlarca “suçların genelde ‚yabancılar‘ tarafından işlendiği, ‚yabancılara‘ karşı olmadıkları, sadece ülkelerinde suçlu istemedikleri“ gibi örtbas edici açıklamalar yapılmıştı.
Irkçı saldırganlıklarını, faşist zihniyetlerini özellikle de seçim dönemlerinde afişlerinde yansıtmaları, göçmenlerin alehine çıkarılmasını istedikleri yasalar, İsviçreli yerli emekçilerin ‚milli duygularını‘ okşayarak (‚milli duyguları‘ olmayanlarda ise bu duyguları canlandırarak) referandumlarda göçmen emekçilere yönelik istedikleri yasaları kabul ettirme derdindedir SVP. 2007’de yapılan seçimlerde „İsviçre bayrağı üzerindeki kara koyunu tekmeleyen 3 beyaz koyun“ afişini kullanan ırkçı parti SVP, referandum için de aynı tipte kışkırtıcı bir afiş seçmişti. Bu afişte de „sarı ve siyah elli kişiler İsviçre pasaportuna uzanıyor.“ ‚Suç oranını göçmenler artırdı‘ diyerek İsviçrede ki tüm olumsuzlukları göçmenlerin varlığına bağlayan ırkçı parti SVP, 7,5 milyon nüfuslu İsviçre’nin yüzde 5’inin göçmenlerden oluştuğunu ve bu kesimin buranın yaşamında özne olduğunu, yıllardır çalışarak bu ülkeye vergisini verdiğini unutmakta, Cezaevlerinde yatan suçluların yüzde 70’inin yabancı kökenli kişiler olduğunu belirterek halkı referandumda tasarıya „Evet“ demeye çağırmışlardı.
“Göçmenleri “güvenliğe tehdit olarak“ olarak göstermeye çalışan ve iktidarda olduğu dönemde bir dizi yabancı düşmanı yasanın altına imza atan SVP, ülkede işlenen suçların büyük bölümünün göçmenler tarafından işlendiğini iddia ederek, göçmelere yönelik yasaların sertleştirilmesi gerektiğini savunmakta ve buna uygunda yasa tasarıları parlamentoya verilerek halk oylamalarına sunmaktalar.
Nazi Almanya’sına benzer ırkçı söylem ve uygulamalardaki artış tepki çekerken, vatandaşlık siteminin ırkçı niteliği resmi olarak da doğrulandı. İsviçre Federal Irkçılık Komisyonu tarafından yayımlanan vatandaşlığa kabul sürecine ilişkin yeni bir raporda, mevcut sistemin ayrımcılığa dayandığı ve bir çok açıdan ırkçı nitelik taşıdığı belirtildi.
Avrupa’da vatandaşlığa kabul yasalarının en sıkı ve en katı şartlara tabi olduğu ülkelerin başında gelen İsviçre’de bir göçmenin İsviçre vatandaşlığına başvurmadan önce en az 12 yıl İsviçre’de yaşamış olması şartı aranıyor. Ayrıca İsviçre’de doğmuş olmak da doğrudan vatandaşlık hakkı sağlamıyor.
Raporda, sistemde kapsamlı değişiklikler yapılması gerektiği belirtilirken, herhangi bir topluluğa bağlı kişilerin vatandaşlık başvuruları konusunda oy kullanmaları için izin almaları zorunluluğu eleştirilmişti. Raporda, vatandaşlığa kabulün en zor olduğu kesimlerin Müslümanlar ve Balkanlar’la Afrika’dan gelen göçmenler olduğu da vurgulanmakta. Dünyada kişi başına düşen gelirin en yüksek olduğu ülkelerden biri kabul edilen İsviçre’de işçi sınıfının dörtte biri vatandaş olmayan göçmenlerden oluşuyor. Bunların yaklaşık 100 biniyse kaçak işçi statüsünde.
24 Eylül 2006 yılında “Yeni Yabancılar Ve İlticacılar Yasası“ şeklinde halk oylamasına sunulan yasa tasarısı, İltica yasası yüzde 67.8, yabancılar yasası ise yüzde 68 oyla kabul edildi. Bu oran birçok çevrede haklı olarak şaşkınlık yarattı. Çıkan sonuç nedeniyle Avrupa’nın birçok ülkesinde, „İsviçre en sert yasalarla Avrupa’da yolu açtı“ değerlendirmesi yapıldı. İsviçre’de yasanın gündemde olduğu aynı süreçte Almanya, Fransa, Avusturya, Belçika vd. belli başlı Avrupa ülkelerinde de ırkçılık ve yabancı düşmanlığı politik gündemde belirgin bir yer tutuyordu. Dolayısıyla „İsviçre yolu açtı“ değerlendirmesini tercüme edecek olursak „Avrupa burjuvazisi İsviçre üzerinden yolu düzledi“ biçiminde de yorumlamak mümkün. İsviçre toplumsal ve sosyal sorunların büyümesine rağmen, mevcut durumda sosyal çelişki ve çatışmaların zayıf olduğu, devleti sahiplenme duygusunun güçlü olduğu özgünlükleri olan bir ülke. Bu, yabancıların İsviçre halkının refahını, iş imkanlarını ve toplumsal „barışlarını“ tehdit ettiği inancıyla birleştiği ölçüde, ırkçı yasa bu ülkede yaşam hakkı bulabilirdi. Şimdi öteki Avrupa ülkeleri aynı yolda yürüme kararlılığını göstereceklerdi. Zaten bu konuda çeşitli denemeler yapılmış ve küçümsenmeyecek mesafede yol katedilmiş bulunuyor.
Genel seçimler öncesinde yoğun bir kampanya başlatan SVP, göçmenlerin hakimler tarafından ceza olarak sınırdışı edilmelerinin önünü açan bir yasayı referanduma götümek için 100 bin imza toplamaya çalışmış, Partinin seçim vaatleri arasında bu yasanın genişletilerek, “18 yaşından küçük hükümlülerin aileleriyle birlikte İsviçreden sürülmesi“ni sağlayacak bir yasanın varlığınıda ifade etmişlerdi. Dünya genelinde büyük tepki toplayan afiş ve yasa teklifleri üzerine, BM’nin ırkçılıktan sorumlu raportörünün hükümetten bir açıklama istediğini yazan The Independent gazetesi, yasalaşması halinde bu uygulamanın, Nazi döneminden bu yana ilk defa Avrupa’da bir ülkenin ceza hukukuna gireceğine dikkat çekti. Nazi döneminde ‚Sippenhaft‘ adı verilen uygulama, suçluların akrabalarının da cezalandırılmasına imkan veriyordu.
Hiç şüphe yok ki, tüm bu vb gelişmelere sonuç üzerinde bakmak yanıltıcıdır. Sonuç sadece İsviçre’de ki ırkçı potansiyelin fark edilmeyen yanının açığa çıkmasıdır. Şaşkınlık yaratan da, İsviçre gibi „demokratik, hümanist, insan haklarında hassas ve sosyal“ bir ülkede ırkçılığın bu denli güçlenmesinin farkedilmemesidir. İsviçre’de irili-ufaklı aktif olan bir dizi ırkçı-faşist örgütlenme bulunmasına rağmen gündelik yaşamda şiddet olaylarına öteki ülkelerde olduğu gibi pek rastlanmamaktadır. Bu bir yanılsama yaratmış ve ırkçı gelişme küçümsenmiştir. Sonuç sadece şaşırtıcı değil, aynı zamanda ürkütücüdür de.
İsviçre’ye çalışmak için gelen göçmenleri ve siyasi mültecileri „güvenliğe tehdit olarak“ olarak göstermeye çalışan SVP, ülkedeki suçların büyük kısmının göçmenler tarafından işlendiğini öne sürüyor. Tefecilikle şişmiş İsviçre kapitalizminin ucuz emek gücü olarak sırtını dayadığı göçmelerin kovulmasının İsviçre’deki suç oranını büyük ölçüde azaltacağını savunan ırkçı parti, iktidarda olduğu dönem boyunca bir dizi yabancı düşmanı yasanın altına imza attı.
Avrupa Genelinde Irkçılık ve ‚Yabancı‘ Düşmanlığı Gelişiyor:
Hatırlayalım; Dört yılda bir tekrarlanan uluslararası futbol şampiyonası turnuvası olan Fifa Dünya Kupası (veya 2006 Dünya Kupası)’sı, 9 Haziran ila 9 Temmuz 2006 tarihleri arasında; ev sahipliği hakkını Temmuz 2000’de kazanan Almanya’da yapılmıştı. Almanya’da çalışmalarını yürüten aşırı sağcı Ulusal Demokrat Parti’nin (NPD) Dünya Kupası için hazırladığı broşürlerdeki ırkçı ifadeler nedeniyle parti lideri Udo Voigt ile iki parti yöneticisi „halkı kışkırtmak“ suçundan yargıya sevk edilmişti. NPD, Dünya Kupası sırasında dağıttığı broşürlerde Alman takımında siyahi oyuncuların yer almasını eleştirmişti. Broşürde, Milli Takımı’nın siyahi oyuncusu Patrick Ovomoyela’nın 25 numaralı formasını giyen beyaz bir oyuncu arkadan resmedilmiş, üzerinde de „Gerçek bir milli takım için beyaz, sadece forma rengi olmamalı“ yazısı yer almıştı. Bu broşürü ikincisi izlemişti ve ikinci broşürde, 11 oyuncudan 10’u siyahi olarak resmedildi ve üzerine „2010 yılında milli takım böyle mi olacak?“ denildi. Broşürleri inceleyen Berlin Savcılığı, Voigt ile broşürün basımından sorumlu parti üyeleri Klaus Beier ve Frank Schwerdt’in „kışkırtıcılık yapmak ve hakaret“ suçlamalarıyla yargılanacaklarını açıklamıştı. Açıklamada, broşürlerin ifade özgürlüğünün sınırlarını aştığı vurgulanarak „İfade özgürlüğü başkalarının temel haklarıyla ilişkilendirilir. Savcılık bu broşürlerde siyahlara hakaret edildiği kanısındadır. Bu durumda ifade özgürlüğünden söz edilemez“ denildiği kaydedilmişti. Ve aşırı sağcı Ulusal Demokrat Parti yetkilileri ’suçlu‘ bulunursa üç ila beş yıl arasında hapis cezası alabilir diye de keskin bir açıklamada bulunulmuştu. Bu açıklamaların ardından da Savcılık, 11 milli takım oyuncusundan sadece birinin „beyazi“ olarak resmedildiği broşürle, halkın kışkırtıldığı ve Ovomoyelas’ın rencide edildiği kanısına vardı ve bu nedenle 70 bin broşür hakkında toplatma kararı verilerek broşürler toplatılmıştı.
Şüphesiz ki aşırı sağcı Ulusal Demokrat Parti NPD’nin çalışmaları bununla sınırlı değildi. Tıpkı, İsviçre’de ki aşırı sağcı-faşist İsviçre Halk Partisi (SVP) gibi onunda göçmenlere yönelik son derece ‚renkli‘ çalışmaları vardı. Ve NPD’nin bu çalışmalardan bir diğeri de hazırladıkları „iyi yolculuklar“ başlıklı bir afişti. Hayırlanan bu afişle Almanya’da yaşamakta olan Türkiyeli göçmenleri bir an önce ülkeyi terk etmeye çağırmıştı. Bununla da yetinmeyen Almanya Ulusal Partisi, parti grubu, Almanlar’ın ve göçmenlerin ayrı okullarda kendi ana dillerinde eğitim görmesini talep etmişti.
Bitmedi!..
Hatırlanacağı gibi, iki yıl önce Danimarka’da müslüman inancında olan kişilere hakaret içeren karikatürler yayınlanmış ve bu karikatürler dünya çapında gösterilere, protestolara yol açmıştı. Benzer bir gelişme İsveç’te de ortaya çıkmıştı. Yerel gazetelerden Nerikes Allehanda’da 19 Ağustos’ta Hz. Muhammed’i insan başlı bir köpek gibi tasvir eden bir eskiz yayınlanmış ve bu gelişme karşısında çeşitli islam ülkeleri İsveç’i protesto ederken, bir çok ülkede de gösteriler yapıldı. Emperyalist sitem tüm bunları ‚medeniyetler çatışması‘ veya ‚dinler savaşı‘ olarak ifade etmeye çalışsa da, bunun esaslı özü inceltilmiş ırkçılık ve yabancı düşmanlığıdır.
„Kapitalistler Gölgesini Kesemedikleri Ağacı Keserler“![K.Marks]
Tüm ifade ettiklerimiz hiç şüphesiz ki genel olarak dünyada ve özel olarakta Avrupa kıtasında gelişen ve gelişmekte olan ırkçı-ayrımcı ve yabancı düşmanlığı rüzgarının her geçen gün daha da sertleşerek estiğini bize göstermektedir. Bu yabancı düşmanlığı ve ırkçı rüzgarın avrupa kıtasını dört bir koldan sarmalamasının bir çok yönü olduğu gibi bir yönünü de yaklaşık 2 yıl öncesine doğru giderek hatırlayacak olursak, o dönemler İngiltere’de muhalefetteki Liberal Demokrat Parti’nin ülkede kaçak konumda yaşayan göçmenlere yönelik genel bir „af“ yasası çıkartılması önerisinde görebilmek mümkün.
Hatırlanacağı üzere bu öneriye İçişleri Bakanlığı’ndan yapılan açıklamada ‚böyle bir affın sözkonusu olmadığı‘ belirtilmişti. Ancak gerek öneri, gerek itiraz gerekçesi, göçmenlere bakış açısının nasıl olduğunu çarpıcı biçimde gösteriyordu. Bu çarpıcı gerçeklik şu şekildeydi; Göçmenlere af çıkartılmasını da yine insani veya demokratik açıdan değil, „İngiltere’nin çıkarları“ adına savunuyorlardı. Liberal Demokrat Parti Sözcüsü Nick Clegg, ‚af‘ önerirken „İngiltere’ye yasal olmayan yollardan giren göçmenlerden pek çoğunun yüksek niteliklere ve iyi bir ticaret kafasına sahip olduğuna“ dikkat çekiyor ve sözlerini şöyle tamamlıyordu: „İngiltere’de uzun yıllar kaçak olarak yaşamış ancak hiç bir suça karışmamış ve İngilizcesini iyi duruma getirmiş olan göçmenlerin yasallaştırılarak iş dünyasına kazandırılması gerekir“.
Liberal Demokrat Parti Sözcüsü Clegg, sözde affın „hesabını“ da çıkarmayı ihmal etmemiş: „Ülkede kaçak konumda yaşamını sürdüren göçmenlerin sınır dışı edilmelerinin ülkeye yaklaşık 5 milyar sterline mal olacağına“ dikkat çekip bunu tersine, yani paraya çevirmenin o ‚muazzam formülasyonu’nu da şu şekilde ortaya koymuştu;“genel bir af yasası sonucu kaçak konumdaki göçmenlerin yasallaşmalarıyla birlikte ülkeye yılda yaklaşık 3 milyar dolar vergi geliri sağlanabileceğini“ söylemişti. Yani herşey paraya çevrilebilir? Ve Her politikanın dolar, sterlin cinsinden bir karşılığı vardır!
Sonuç Olarak;
„Barış yanlısı“ ve „tarafsız ülke“ olarak bilinen tefeciler diyarı İsviçre, ırkçılıkta ve yabancı düşmanlığında çığır aşıyor. İktidardaki İsviçre Halk Partisi’nin ak koyunların kara koyunları ülkeden defetmesi, farklı renkte ellerin İsviçre pasaportuna saldıran logoları, İsviçre’yi yiyen leş kargaları afişlerini canlandıran „sevimli“ afileri, ülkede birbiri ardına çıkan ırkçı yasaları özetler gibi. Gerek yaşamakta olduğumuz ülkede ve gerekse Avrupa’nın ve dünyanın her metre karesinde gelişmekte olan vede gelişebilecek ırkçı saldırılara karşı tüm göçmenler, demokratik kurum, kuruluş ve kişiler ve anti-faşistler birlik olmaya, örgütlenmeye ve ortak mücadele etmeye dünden daha çok mecbur olduklarını görerek dayanışma ağlarını güçlendirmek zorundadırlar.
H.GÜRER
Mart 2009,Cenevre
| 06 – 04 – 2009 |