Home , Köşe Yazıları , Emperyalist Sırtlanlara Direnmek İnsan Olmanın Gereğidir

Emperyalist Sırtlanlara Direnmek İnsan Olmanın Gereğidir

köse yazisiGARBiS ALTINOGLU |28-08-2013 | ABD ve ortakları, bundan 10,5 yıl önce yalanlar eşliğinde Irak’a karşı, 1 milyondan fazla insanın ölümüne ve Irak’ın topyekun çöküşüne yol açacak olan bir saldırı savaşı başlatmışlardı. Şimdi ABD, Fransa ve Britanya’nın başını çektiği militarist ve neo-faşist koalisyon yeni bir savaşa, bu kez Suriye’ye saldırmaya hazırlanıyor. Bu uğursuz koalisyon, Suriye ordusunun 21 Ağustos’ta Şam’ın Huta bölgesinde sarin gazı kullanarak yüzlerce sivilin ölümüne yol açtığını ileri sürüyor. Bunu 27 Ağustos’ta Suriye savaş uçaklarının Kuzey Suriye’de bir okula fosfor bombası attığı ve çok sayıda insanın ölümüne ve yaralanmasına yol açtığı yolundaki bir başka provokatif haber izledi. Önümüzdeki günlerde, psikolojik savaş içerikli başka yalan haberlerin piyasaya sürülmesi kimseyi şaşırtmamalıdır.

Türk gericileri, Mart 2011’de Libya’ya karşı başlatılan emperyalist haçlı seferinin ardından, o zamana değin izlemeye çalıştıkları “sıfır sorun politikası”nı bir yana atarak emperyal hayallerini gerçekleştirmeye giriştiler. Bu konuda somut bir kazanım elde edemediler; ama bu başarısızlığın onların iştahını azalttığı da söylenemez. Öte yandan onların, Türkiye’yi çoktandır Suriye’ye karşı yürütülen terörist etkinliklerin üssü haline getirdiği ve özellikle 2012 yazından bu yana gerici silahlı asileri destekleyerek meşru talepleri için ayağa kalkmış olan Suriye Kürtleri’nin kazanımlarını geri almaya çalıştığı biliniyor. PKK-BDP ile yürüttüğü sahte barış sürecinin ipliğinin pazara çıkmış ve Haziran 2013 isyanının ağır darbeler indirdiği Türk gericilerinin, ABD, Fransa ve Britanya’nın Suriye’ye saldırı hazırlıklarını büyük bir coşkuyla karşılaması kimseyi şaşırtmadı. Ankara’nın bu krizi ülke içindeki ilerici muhalefeti bastırmak, Suriye Kürdistanı’na dolaylı saldırısını tırmandırmak ve belki de Rojava’ya kendi kuvvetleriyle doğrudan bir saldırı gerçekleştirmek ve hatta sınırlarını Suriye’nin zararına genişletmek için de elverişli bir fırsat saydığı açıktır. Devam edelim.

Bir çok yorumcu, yaşanan son kimyasal silah krizi hakkında haklı olarak şu hususlara dikkat çekmiş bulunuyor:
a) Çok daha üstün bir ateş gücüne sahip olan ve gerici silahlı asileri yenilgiye uğratmakta olan Suriye ordusunun bu çetelere karşı kimyasal silah kullanmaya gereksinimi yoktur.
b) Baas rejiminin, birkaç yüz sivili öldürmek gibi kendisine hiçbir askeri ya da siyasal kazanç sağlamayacak olan bir eyleme girişmek suretiyle Suriye’ye saldırmak için fırsat kollayan ABD ve ortaklarının eline bir koz vermesi beklenemez.
c) Gerici silahlı asilere karşı kimyasal silah kullanma niyeti olsa bile Baas rejimi böyle bir saldırıyı, bir BM araştırma kurulunun kimyasal silah kullanımı savlarını soruşturmak için Suriye’de bulunduğu bir anda yapacak kadar aptal olamaz.

Bütün bunlara, geçmişte gerici silahlı asilerin Suriye ordusuna karşı kimyasal silah kapasitesine sahip olduklarını itiraf etmiş ve bu silahları kullanmış olduğu olgusu eklenmelidir. Dokuz ay kadar önce bir haberde bu konuda şu bilgiye yer verilmişti:
“Suriye’de yönetime karşı silahlı mücadele veren Özgür Suriye Ordusu’nun (ÖSO) siyasi danışmanı Bessam el Dade, kimyasal silah üretebilecek hammadde ve kapasiteye sahip olduklarını söyledi ve ‚Esad kullanırsa, biz de karşılık veririz‘ dedi.” (“ÖSO’dan Kimyasal Silah İtirafı”, BİA Haber Merkezi, 2 Ocak 2013) Öte yandan, anımsanacağı üzere, Birleşmiş Milletler Uluslararası Bağımsız Suriye Soruşturma Komisyonu Başkanı Carla del Ponte 6 Mayıs 2013’de bir İsviçre televizyon kanalına yaptığı açıklamada Suriye’deki kurbanların anlatımlarına dayanarak, çürütülemez kanıtlar olmamakla birlikte gerici silahlı asilerin sarin gazı kullandığına ilişkin güçlü ve somut kuşkuları olduğunu, ancak Suriye ordusunun sarin kullandığı konusunda herhangi bir veri olmadığını söylemişti. (1)
Ama, ne pahasına olursa olsun Suriye kalesini düşürmek, Baas rejimine karşı savaşan köktendinci çeteleri yenilgiden kurtarmak, İsrail’in yararına Suriye’nin parçalanmasını sağlamak ve belki de savaşı İran’ı içine çekecek biçimde genişletme peşinde olan emperyalist saldırganlar, ne BM araştırma kurulunun bu son sarin kullanımı savını yerinde incelemesini beklemekten ve ne de sorunun Eylül ayında Cenevre’de yapılacak görüşmelerde barışçı yoldan çözümünden yanadırlar. O yüzdendir ki onlar, Suriye’de bulunan BM araştırma kurulunun olay yerinde yapacağı araştırmanın sonuçlarını kamuoyuna sunmasını bile beklememekte ve bir an önce Suriye’ye saldırılması için yaygara yapmakta, savaş gemilerini Doğu Akdeniz’e yığmakta ve savaş hazırlıklarını hızlandırmaktadırlar. Dahası; Finlandiya Kimyasal Silah Konvansiyonu Doğrulama Enstitüsü başkanı Paula Vanninen, Stokholm Uluslararası Barış Enstitüsü’ne bağlı Kimyasal ve Biyolojik Güvenlik Projesi’nin başı John Hart, uzmanlık alanı kimyasal silahlar olan CBRNe World dergisinin editörü Gwyn Winfield, ABD Kara Kuvvetleri’nin Kimyasal Silahlar Kolordusu eski subayı tanınmış danışman Dan Kaszeta, Britanya Savunma Bakanlığı’nda kimyasal silahlar alanında çalışmalar yapmış olan ve zararlı maddelerden etkilenme konusunda öndegelen bir uzman olan Cranfield Üniversitesi görevlisi Steve Johnson gibi bir dizi akademisyen ve uzman, Suriye ordusunun kimyasal silah kullandığına ilişkin savları ve internete yüklenen filmleri kuşkulu ve yetersiz bulmuş ve olay yerinde kapsamlı bir inceleme yapılmadan kesin bir suçlama yapılamayacağını belirtmişlerdir.

Bu olaya “uluslararası hukuk” denen kavramın penceresinden baktığımızda hukukun en temel normlarının bile çiğnendiğini görürüz. Herhangi bir yerde, herhangi bir suç işlendiği ileri sürüldüğü zaman yargı süreci nasıl işler? Önce polis ya da diğer adli yetkililer kanıtları toplar ve sanığın anlatımını alır. Sonra dosya savcılığa gelir. Savcı eldeki verileri inceler ve aleyhinde güçlü kanıtlar varsa sanığı tutuklar, ya da tutuksuz yargılanması için dava açar. Ve dava sırasında sanık, avukatının da yardımıyla kendisini savunur. Ama orman yasasının işlediği yerde güçlünün dediği olmaktadır. “Uluslararası hukuk” denen şeyin sadece bir düş ürünü olduğu koşullarda sanık konumuna konanlara (Molla Ömer, Saddam Hüseyin, Muammer Kaddafi, Beşar Esad vb.) hiçbir savunma hakkı tanınmamaktadır. Bu kişiler ve çevrelerinin, geçmişte ABD ve ortaklarıyla iyi ilişkiler içinde olmuş olmaları da kendilerini kurtarmaya yetmemektedir. Gözden çıkarıldıklarında onlar, kendilerini dünyanın efendileri sayanlar ve borazanları tarafından mahkum edilmekte ve onların silahlı kuvvetleri tarafından yargısız infaza tabi tutulmaktadır. İşte kapitalist-emperyalist uygarlığın geldiği nokta: Kendi elleri onmilyonlarca insanın kanıyla lekelenmiş olan ve insan kıyımında Nazi Almanyası’nı sollamış bulunan ABD ve ortakları, hem savcı, hem yargıç ve hem de cellat rolündedirler.

Bir an için dünyanın en saf insanları pozuna bürünelim ve çoktandır ana gövdesi itibariyle devlet aygıtının bir parçası haline gelmiş olan Batı tekelci medyasının ve gerici silahlı asilerin borazanlarının Suriye’de olanlar hakkında verdiği psikolojik savaş içerikli haberlerin doğru olduğunu varsayalım. O zaman şu iki soru gündeme gelir:
1) Baas rejiminin işlediği varsayılan bu suçlar ABD ve ortaklarına Suriye’ye savaş açma/ bu ülkeyi işgal etme hakkını verir mi?
2) Baas rejiminin -dünyadaki rejimlerin çoğu gibi- despotik bir nitelik taşıması ve Suriye halkını eziyor olması, birilerine (BM, ABD vb.) bu ülkeyi istikrarsızlaştırma, onun rejimini değiştirme, o rejime karşı savaşan çeteleri her yolla destekleme hakkını verir mi?

Bu iki sorunun yanıtının da net bir “HAYIR” olduğu bellidir. ABD emperyalistlerinin doğrudan işgal ya da dolaylı terörist saldırılar yoluyla başka ülkeleri istikrarsızlaştırma ve o ülkelerin rejimlerini değiştirme çabaları, -Libya, Suriye, Lübnan, İran ve Irak için yaptıkları gibi- kendi parlamentolarında başka ülkelerin rejimlerini değiştirmek için kararlar almaları, bu ülkelere ölümcül yaptırımlar uygulamaları vb., BM “Güvenlik” Konseyi’nin kararlarıyla desteklenmiş olsa bile BM Kuruluş Sözleşmesine ve dolayısıyla “uluslararası hukuk” denen şeye açıkça aykırıdır.

ABD’nin tutumu şu açıdan da tam bir ikiyüzlülükle sakatlanmıştır. Onların;
a) Kendilerinin ve ortaklarının silahlandırdığı gerici çetelerin Suriye’de -sonuncusu 4 Ağustos’ta Latakya’da 100 dolayında sivilin öldürüldüğü- onbinlerce sivilin ölümüyle sonuçlanan katliamları bir kez bile olsun kınamadıklarını,

b) Gerici çetelerin 5 Ağustos’ta Tel Abyad’da, aralarında 120 çocuğun da bulunduğu 450 Kürt sivili ender görülen bir vahşetle katletmesini kınamaya bile yanaşmadıklarını,

c) Mısır ordusunun 14 Ağustos’ta Müslüman Kardeşler’in direnişini bastırmak için yaptığı operasyonda 600 dolayında insanı öldürüp binlercesini yaralamasını göstermelik bir tarzda kınamakla birlikte cuntaya sundukları desteği sürdüreceklerini açıkladıklarını biliyoruz. Ama onlar 21 Ağustos’ta meydana gelen ve Suriye ordusunun elde ettiği verilere göre gerici silahlı asilerin gerçekleştirdiği kimyasal silah saldırısında, Sınır Tanımayan Doktorlar adlı örgütün rakamlarına göre Suriye’de 300 küsur kişinin öldürülmüş olmasını savaş nedeni sayabiliyorlar. (2) Ve onlar bu olayı gerekçe göstererek Ortadoğu’da Suriye’yle sınırlı kalmayabilecek ve komşu ülkeleri de içine alarak genişleyebilecek ve yüzbinlerce ya da milyonlarca insanın ölümüyle sonuçlanabilecek yeni bir savaşa körükle gidebiliyorlar.

Tabii bütün bunlar, işgal ettikleri ülkeler halklarının direnişleri sonucu ağır darbeler almış olan ve çöküşe giden Amerikan neo-faşistlerinin sınırsız ikiyüzlülüklerinin ve bitmez-tükenmez suçlarının çok küçük bir bölümünden ibarettir. 1945 öncesini bir yana bıraksak bile ABD’nin tarihinin, Hiroşima ve Nagazaki kıyımlarıyla, Vietnam, Kamboçya ve Laos halklarına karşı gerçekleştirilmeş olan savaş suçlarıyla, Ortadoğu başta gelmek üzere Asya, Afrika ve Latin Amerika halklarına karşı işlenmiş sayısız suç, kıyım ve jenosidle lekelenmiş olduğu unutulamaz ve asla unutulmamalıdır.

Peki ABD ve ortakları Suriye’ye saldırmayı neden şimdi gündemlerine almaktadırlar?
Orhan Kemal Cengiz bu konuda şöyle bir yorum yapıyor:
“Andrew J. Tabler’in Foreign Affairs’de 21 Ağustos günü yayımlanan makalesi ABD’nin müdahale etmesini kaçınılmaz olarak görenlerin bakış açılarını oldukça iyi bir şekilde özetliyordu. Tabler, ‘The Day After Assad Wins’ (Esad’ın Kazandığının Ertesi Günü) başlıklı yazısında ilk önce, Suriye’de ne olduğunda Esad’ın savaşı kazanmış olacağını tartışıyor. Tabler’e göre, Esad güçleri Şam, Humus, Hama ve Halep’i birleştiren M5 otoyolu güzergâhını tam olarak kontrol altına aldığı anda bu savaşı kazanmış kabul edilmelidir. Bu bölge, Suriye’nin coğrafi olarak yüzde 40, nüfus olarak da yüzde 60-70’ini kapsamına alıyor.
“Esad’ın bu bölgeyi bütünüyle kontrol altına alması, sadece Esad rejiminin belirsiz bir süre daha ayakta kalması değil, ama aynı zamanda Hizbullah ve İran Devrim Muhafızları’nın da Suriye’de kalıcı bir statü elde etmeleri anlamına geliyor.” (“ABD Suriye’ye neden şimdi müdahale etmek istiyor? ”, Radikal, 26 Ağustos 2013) ABD emperyalizminin stratejistlerinden Anthony Cordesman ise 23 Ağustos’ta yaptığı açıklamada, ABD’nin neden Suriye’ye saldırması gerektiğini şöyle anlatıyordu:
“Eğer Beşar Esad kazanır ve Suriye’nin çoğu üzerinde denetimini sürdürecek biçimde varkalırsa, İran, Sünniler’le Şiiler arasında bölünmüş ve kutupsallaşmış olacak olan Ortadoğu’da çok daha büyük bir nüfuza sahip olacak ve azınlıkları sistemli bir biçimde bölgeden sürecektir. Bu ise, pasif bir Esat güvencesinden yoksun kalacak olan İsrail açısından ciddi yeni riskler yaratacaktır. Böylesi bir gelişme, Ürdün ve Türkiye’yi zayıflatacak ve hepsinden önemlisi İran’ın Körfez bölgesinde çok daha fazla nüfuz edinmesine yol açacaktır. BP, Irak ile İran’ın dünyanın kanıtlanmış petrol kaynaklarının yaklaşık yüzde 20’sine ve Ortadoğu’nun ise bu kaynakların yüzde 48’ine sahip olduğunu tahmin etmektedir.” (Aktaran Alex Lantier, The war drive against Syria/ Suriye’ye karşı savaş kampanyası, 26 Ağustos 2013)
* * * * *
Türkiye ve Kürdistan’daki ilerici, devrimci ve barışsever güçler, ABD ve ortaklarının başka ülkelerin içişlerine kaba ve vahşi bir biçimde müdahale etmelerine, insan hakları, demokrasi, uygarlık vb. getirme oryantalist söylemini kullanarak dünyayı yeni ve daha büyük bir savaşın içine itme çabalarına karşı net ve militan bir tavır almalıdırlar. Molla Ömer Afganistanı, Saddam Hüseyin Irakı, Beşar Esat Suriyesi, Hameney İranı, Putin Rusyası gibi devletlerin gerici, despotik, anti-demokratik, ve hatta sonuncusunun emperyalist nitelikleri esas saldırganın, yani ABD ve yakın bağlaşıklarının (Britanya, İsrail, Fransa) gözardı edilmesinin gerekçesi asla olamaz. Bazı tarihsel momentlerde dış politika iç politikadan ayrılamaz hale gelir. Türk gericiliğinin ABD’nin koçbaşı olarak Suriye başta gelmek üzere Ortadoğu halklarına karşı açık bir savaşa girmeye hazırlandığı bugün, ülke içinde demokrasi ve adalet savaşımı, Ortadoğu halklarının emperyalist saldırganlığa karşı savaşımıyla içiçe girmeli, etle tırnak gibi olmalıdır ve zaten ilgili tarafların iradesinden bağımsız olarak öyle olacaktır da.

DİPNOTLAR

(1) Unutulmuş gözüken bir başka husus da 2013 Mayısında bazı El Kaide üyelerinin Türkiye’de sarin gazıyla yakalanmış olmalarıydı. Daha sonra üstü örtülen bu önemli haberde aynen şöyle deniyordu:
“Adana Emniyet Müdürlüğü’nün, Reyhanlı katliamının ardından başlattığı El Kaide ve bu örgütle irtibatlı El Nusra Cephesi’ne yönelik operasyonda sarin gazıyla yakalanan El Kaide üyelerinin çok kanlı saldırılara hazırlandığı anlaşıldı.

“VATAN, sarin gazıyla saldırı hazırlığındayken yakalanan El Kaide üyeleri hakkında son derece çarpıcı bilgilere ulaştı. Yakalananlar uzun süredir takip ediliyordu. Hedeflerinin ise Gaziantep ve Adana‘daki İncirlik Üssü olduğu tespit edildi. Bu kişilerin Suriye’de savaşan El Kaide’nin uzantısı Nusra Cephesi ile yakınlık kurduğu belirlendi. Türkiye’de terör eylemleri yapmak isteyen ancak aktif olmayan El Kaide üyelerinin, Suriye’ye gidip savaş eğitimi aldığı, bomba patlatma düzeneklerini denedikleri ortaya çıktı.” (“Adana ve Gaziantep’i cehenneme çevireceklerdi! ”, Vatan, 30 Mayıs 2013)

(2) Basında yer alan haberlere göre Sınır Tanımayan Doktorlar örgütü, Şam’da ekiplerinin çalıştığı üç hastanede, sarin gazı benzeri bir kimyasal maddeden etkilenen 355 kişinin yaşamını yitirdiğini, 3500 kadar insanın da hastalandığını bildirdi.