Taner Akçam |24-09-2013| Prof. Süleyman Yaşar, 13 Eylül tarihli Sabah yazısında Ermeni mallarının yağmalanması vebeyaz Türkler tartışmasına devam etti ve Erdoğan’a diktatör diye saldırılması ile, azınlık mallarının iade edilmesi arasında ilişki olduğu iddiasını sürdürdü. Bu iddiasına bir kanıt olarak Yunus Nadi veCumhuriyet gazetesi örneğini verdi ki gerçekten önemli bir bilgi.
Bu noktada, anlamlı bir adım olmakla birlikte, azınlık vakıflarına ait malların iadesi konusunda yapılanların hiç de yeterli olmadığını belirtmek isterim. İade edilen mallar, verilmesi gerekenlerin yüzde 20’si bile değil. Verilmeyen mallar içinde Hrant Dink’in büyüdüğü Tuzla Yetimhane Kampı da bulunuyor.
Sonuçta girişimi, belki biri abartı, diğeri haksızlık sayılacak, “büyük tarihî adım” veya “göz boyama operasyonu” seçenekleri arasında bir yerlerde değerlendirebilirsiniz.
Ben konuya, beyaz Türklerin korkmasının mantıki olabilmesi ancak bir koşulda mümkün diye devam etmek isterim. O da, ufukta sadece vakıf mallarının değil, bireyler tarafından da yağmalanmış malların veya karşılıklarının verilmesi gibi bir ihtimalin olması. O zaman, bu malları yağmalayan her kimse korkması anlaşılır olur. Ama bunu düşünmek bile fazla fantezi.
Bırakın malların iadesini, benim çok daha alçak gönüllü bir isteğim var. Tapu Kadastro kayıtlarının milli güvenlik sırrı olmaktan çıkartılması.
Biliyorsunuz bugün hiçbir araştırmacı, Tapu Kadastro müdürlüklerine gidip, Ermeni mallarına ilişkin bilgi alamaz.
1983 ve 2001 yılında Tapu Kadastro Genel Müdürlüğü, iki genelge yayınlayarak, başvuru yapacak kimselere bilgi verilmesini yasaklamıştır.
Ayrıca 2006 yılında, Milli Güvenlik Konseyi, elektronik ortama aktarılan tapu kayıtlarının arşivlere devredilip araştırmacıların hizmetine sunulmasını ulusal güvenliğe aykırı bularak yasakladı. AKP hükümetinin icraatı bu.
100 yıl öncesine ait tapu kayıtlarını ulusal güvenlik endişesi ile hâlâ saklı tutan ve sahiplerinin açıklanmasından korkan bir ülkede yaşıyoruz.
Bırakın malları iade etmeyi, bu ilkel yasağı kaldırsalar bile yeter.
Hiç değilse bu sayede, Prof. Yaşar’ın, “Batı Anadolu ve İstanbul’da yağmalanan Ermeni mallarının iktisadi değer olarak Doğu’daki mal varlıklarından daha yüksek olduğu” iddiasının doğru olup olmadığını öğrenebiliriz.
Çok önemli bir iddia bu ama konu hakkında yapılmış hiçbir ciddi çalışma yok. Ermenilerin yüzde yetmişi Doğu Anadolu’da yaşıyor olmasına rağmen, hakikaten Batı’da yaşayanların varlıkları daha mı fazla idi?
Bunun için şehir bazında araştırma yapmak gerekir. Bu tür bir çalışma için tapu kayıtlarının açılması da yeterli değil. Bir de 1915’te Ermenilerin mal varlıkları ile ilgili tutulan defterlerin araştırmacıların hizmetine sunulması gerekir.
Belki bilinmiyordur, 26 Eylül 1915 tarihli geçici kanunun ikinci maddesine göre, Ermeni mal varlıkları, malın niteliğine göre ya Evkaf Nezareti (bugün Vakıflar Genel Müdürlüğü) ya da Mâliye Nezaretinamına kayıt altına alındı. 8 Kasım 1915 tarihli kararname ile tutulacak defterlerin bir kopyasının İstanbul’a gönderilmesi, diğer kopyanın da ilgili birimde tutulması hükme bağlandı. Nisan 1923’te kanun yeniden düzenlendiğinde aynı kural tekrar edildi.
Hangi şehirdeki mal varlığının ne olduğunu, bunların sonra kimlerin eline geçtiğini bu defterleri bulabilirsek öğrenebileceğiz. Ama bu defterlerin yeri de meçhul. Tahmin ederim, imha edilmemiş, bir yerlerde duruyordur.
AKP hükümeti, eğer bu konuda ciddi ise, önce Tapu Kadastro üzerindeki yasağı kaldırmalı ve 1915 ve 1923’te tutulan bu defterleri bulup araştırmacıların hizmetine sunmalıdır. 11 yıldır bunu yapmadığına göre, belki AKP de korkuyordur kim bilir…
(19.09.2013 tarihli Radikal Gazetesi’nden alıntıdır.)